Yeni Üyelik
41.
Bölüm

41. Bölüm

@soylumery

 

Selammm...
Keyifli okumalar...🤩

Her şey güzel gidiyorken korkmalı mı insan? Bence korkmamalı. Çünkü korku insanı bastıran bir duygu. Düşünsenize mutluluğum bozulacak diye gülmeye korktuğunuzu. O zaman hiç gülemezsiniz ki ama yine de insan en çok duygularında özgür. Birini seviyorsanız duygularınız sınırsızdır mesela. Aşk, nefret, kıskançlık, korku, sahiplenme, öfke, üzüntü, kin... Hepsi içimizde sınırsızca ve özgür yaşadığımız duygular. Fakat bunların dışa aktarımı her zaman bu kadar özgür olmuyor işte. "Olmalı mı?" diye sorduğumda ise duraksarken buluyorum kendimi. Bence bazıları olmalı, bazıları olmamalı. Sevgi, şefkat, merhamet gibi duygular özgür kalırken kin, nefret gibi duygular kilitli kalmalı diye düşünüyorum. Çünkü kötü duygular açığa ne kadar çıkarsa o kadar karartıyor insanın kalbini, sizi kötü birine çeviriyor.

Tabii bir de birbirini tetikleyen duygular var. Mesela sevgi ve kıskançlık gibi. Birini çok severseniz kıskanırsınız.

Yanlış mıyım Allah aşkına?

Biri de çıksın desin ki kıskanmam.

Hadi canım, derim ben de ona. Çünkü insan yaradılışı gereği sevdiğini kıskanır. Neden kıskanmasın ki? Bu dünyada iyiler kadar, kötüler de var. Düşünün ki sevdiğiniz adama ya da kadına bir başkası asılıyor ya da ilgisini çekmeye çalışıyor ne yaparsınız?

"Sevdiğime güvenirim ben."

Ne güzel bir söz. Ben de güvenirim sevdiğime. Ama sırf sevdiğime güveniyorum diye karşımda bana rakip çıkmaya çalışan kişiyi de hoş görecek kadar geniş değilim. Ha bu demek değil ki durumu abartıp sevdiğim insana hayatı zindan edeceğim. Bence kıskançlığın aşırısı da bir hastalık. Her şey dozunda güzel. Abartmadan ufak ufak kıskanmak güzel bence. Yoksa sevdiğine zarar veren boyuta geliyorsa durum, gidin tedavi olun derim.

Aynı şekilde sevginin de aşırısı hastalık. Hatta ben sevgi demiyorum o duyguya. Takıntı daha uygun bir kelime. Çünkü sevmek kendinden önce karşındakini düşünmeyi gerektirir. Seviyorsan fedakârlık yaparsın mesela, seviyorsan o üzülmesin istersin, seviyorsan kalp kırmaya korkarsın...

Sevmek ne güzel şey. Keşke her kalpte filizlenebiliyor olsa. Çürümüş kalplerde sadece ziyan oluyor...

Sabah uyku mahmuru gözlerimi ovarken o kadar huzurluydum ki, keyfim yerindeydi, yataktan çıkasım yoktu. Bir süre yatakta sadece yüzüğümü sevdim. Bir haftadır en iyi yaptığım şey buydu sanırım. Çok büyük bir taşı olmasa da yine de gösterişli duruyordu ama en önemlisi sevdiğim adam takmıştı. Bunu da geçtim ben ilk defa bir yüzüğü aşkla taktım. Diğer ikisi ne yazık ki benim isteğim dışında aşksız yer etmişti parmağımda. Şimdi ise içim içime sığmıyordu. Bana yaptığı evlenme teklifi hayallerimin de ötesine ulaşmıştı. En önemlisi de söyledikleri kalbime işledi. Bu adam isteyince ne kadar da romantik oluyordu.

Yataktan zor da olsa çıkıp kendimi banyoya attım. Cihangir'i işe gitmeden görmek istiyordum. Bu yüzden onu kaçırmamak adına hızlıca hazırlandım. Altıma bir kot, üzerime de bordo kazağımı geçirdim. Kabanımı ve ayakkabılarımı da giydiğimde hazırdım. Evden çıkınca duyduğum kapı sesine dikkat kesilirken yavaş bir şekilde merdivenleri inmeye başladım. Açılan kapıyla duyduğum kız sesi yabancı olsa da dudaklarından dökülen isim benim sevdiğim adama aitti.

"Cihangir..."

Cihangir'in kapısının önünde görüş alanıma giren kısa saçlı kızla, sevdiğim adamın şaşkın sesi de duyuldu. "Ezel!"

Merdivenlerde öylece kalıp bir elimi duvara yaslarken nefesimin bana yetmediğini düşünerek derin bir nefes daha aldım. Bir yanım adım at diyor, diğer yanımsa ısrarla beklememi istiyordu. Oysa kafalarını çevirseler beni görmeleri an meselesiydi. Bu isim Cihangir'in ağzından dökülünce benim kalbime anlamsız bir sızı yükleniyordu.

"Nereden çıktın sen?"

Cihangir'in şaşkınlığı geçmiş olacak ki sert sesi yankılanırken karşısındaki kız onun tam tersi fazla sakindi. "Ben... Seni görmek istedim sadece."

Ezel ellerini önünde birleştirmiş suçlu gibi duruyordu. Ne yazık ki Cihangir görüş alanımda değildi bu yüzden onun yüzünü göremiyordum.

"Kim söyledi sana burada olduğumu?"

Cihangir sadece suçluyu sorgulamakla meşguldü, bu durum beni mutlu etti. En azından birbirlerinden haberleri yoktu ki bu da iletişim kurmadıklarını gösteriyordu.

"Bir önemi var mı sahiden?"

"Var... Buraya kadar geldiğine göre çok da uzakta değil."

Ezel duyduğuna üzülmüş olmalı ki sesi hüzünlüydü. "Kaç yıl geçti aradan, hâlâ mı geçmedi sinirin?"

Cihangir'den alaylı bir gülüş duydum. "Sinir mi? O bile yok."

Başını yere eğerek düşünen Ezel yeniden bakışlarını sevdiğim adama dikti. İşte bu canımı sıktı. O elalar benim kıymetlimdi. "Seninle biraz konuşuruz diye düşünmüştüm."

Cihangir öne doğru bir adım daha attığında yüzü görüş açıma girerken sesi sert ve soğuktu. "Yanlış düşünmüşsün. İşe gideceğim, seninle uğraşamam." Gayri ihtiyari başını benden tarafa çevirmesiyle beni görmesi de bir oldu. Bir an onları gizlice dinlemiş gibi elim ayağım birbirine dolandı. "İnci'm."

Ezel'in de bakışları Cihan'ın sesiyle bana dönerken göz göze geldik. Koyu kahve saçları yine kısaydı. İnsan beş yılda hiç mi değiştirmezdi? Fakat yüz hatları fotoğraftakine göre daha kadınsı bir hâl almış ve biraz da yıpranmış görünüyordu. Kendimi toparlayarak Ezel'den aldığım bakışlarımı Cihangir'e çevirdim.

"Günaydın canım."

Kendimden emin adımlarımı sert bir şekilde atarak son birkaç basamağı da inmemle Cihangir bana yaklaşarak yanağıma küçük bir öpücük bıraktı. "Günaydın güzelim."

Ezel'in bizi izlediğini fark etsem de umursamadım. Lakin o susacak gibi değildi. "Sevgilin olduğunu bilmiyordum."

Hesap sorarcasına konuşması kaşlarımı çatmama sebep oldu. Cihangir tam tersi tebessümle elimi kavradı. "Sevgilim ve daha fazlası müstakbel eşim kendisi."

Yüzümde büyük bir tebessümle sevdiğim adama baktım. Bu adamı çok seviyordum. Ezel'in bakışları ellerimize kayarken yüzüklerimizi görmüş olmalıydı. Yüzünden ansızın geçen hayal kırıklığı belki de olması gerekendi.

"Demek öyle." Ezel yapay bir gülümsemeyle bana döndü. "Bu arada tanışmadık. Ben Ezel, Cihangir'in..."

Ona fırsat vermeden ben tamamladım. "Eski sevgilisi."

Ezel, şaşkınlıkla bana bakarken soğukkanlılığımı koruyarak gülümsedim. Kendini toparlayarak yutkundu. "Ben bildiğini düşünmemiştim."

Kendinden emin duruşumu muhafaza etmekte kararlıydım. "Ortada gizli bir şey göremiyorum."

Ezel'in cevabını beklemeden Cihangir'e döndüm. "Gidelim mi canım, geç kalıyoruz?"

Gülümseyerek başını sallayan Cihangir hâlinden hoşnut görünüyordu. "Gidelim bir tanem."

Birlikte apartmandan çıkarak arabalarımıza doğru ilerlemeye başladık. İşte bütün soğukkanlılığım buraya kadardı.

"İnci..."

Cihangir'in sözlerini yarıda kestim. "Neden geldi?"

Arabanın yanına geldiğimizde duraksarken bakışlarım Cihangir'de geziyordu.

"Bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum."

Aslında bilmediğine az önce şahit olmuştum ama yine de emin olmak istiyordum. "Pekâlâ... Ben gidiyorum o hâlde."

Arkamı dönmüş gidecekken Cihangir kolumu tutarak beni kendine çevirdi. "Öpmeden mi gidiyorsun?"

Söyledikleriyle yanaklarım yavaştan ısınmaya başlarken yapay bir kızgınlıkla kaşlarımı çattım. "Cihangir!"

Elini belime dolarken beni biraz daha kendine çekti. "Söyle her şeyim." Dudaklarından dökülen kelimelerle içim sıcacık oldu. Ben yine her şeyi unuttum. Ona doğru başımı çevirerek nazlı nazlı yanağımı uzattım. "İyi, tamam. Öp hadi."

Cihangir eğilerek yanağıma sulu bir öpücük bıraktı. Huysuzca yüzümü silerken homurdandım. "Ya, böyle mi öpülür Cihangir ya?"

Gülerek beni izlerken hâlinden hoşnuttu. "Benim bildiğim bu. Daha iyisini biliyorsan sen göster."

Gözlerimi devirsem de ona küçük bir öpücük bırakmanın zararı olmayacağını düşündüm. "Tamam. Beni örnek al bundan sonra."

Uzanıp yanağına küçük bir buse bırakacağım sırada bana dönmesiyle yanağına değil dudaklarına bıraktım. Şaşkınlıkla geri çekilirken Cihangir çarpık bir gülümsemeyle gülüyordu. "Bundan sonra hep seni örnek alacağımdan emin olabilirsin güzelim."

Kaşlarım çatılırken yumruğumu omuzuna geçirdim. "Seni pis zampara. Hiçbir fırsatı kaçırma."

Kahkahalarla gülen sevdiğim adam benim de gülme sebebimdi. "Kaçırmam tabii. Ayrıca benim gözüm bir seni görüyor sarışın."

Gülerek sarıldım adamıma. O da beni sarmalamıştı hemen. O sırada bizi izleyen Ezel'i gördüm. Biraz uzağımızda olsa da odak noktasının biz olduğu çok açıktı ama bu durumu umursamadım. Cihangir benim yanımdaydı ve beni seviyordu. Gerisi çok da önemli değildi.

***

Kliniğe geldiğimde Yusuf ve Furkan beni bekliyordu. Apar topar üzerimdeki fazlalıklardan kurtulurken Yusuf'un sesiyle ona döndüm.

"İnci abla biz de kahvaltı için seni bekliyorduk."

"Harika. Ben de çok acıkmıştım zaten."

Mutlulukla onlara eşlik ederken keyfim de yerindeydi. Yeni işe başlayan Furkan benden bir yaş küçük, esmer, uzun boylu ama zayıf biriydi. Kendisi veteriner teknikeriydi ve iki yıllık iş deneyimine sahipti. Yeni evli olması sebebiyle de bu işe fazlasıyla ihtiyacı olduğunu söylemişti. Yusuf ise Furkan gelince onu işten çıkaracağımı düşünüp üzülmüştü ama onun bendeki yeri ayrıydı. Hiç ihtiyacım olmasa bile onu bırakmazdım ki şu an klinikle o ilgileniyordu. Furkan ise saha işlerine bakacaktı.

Vakit geçerken bir iki iş dışında öğlene kadar pek bir şey yapmamış daha çok Paşa ile vakit geçirmiştim. Bilgisayarımda kayıtları girerken içeri giren Burçak'la şaşkınlıkla ayaklandım.

"Burçak... Hoş geldin."

Yanıma gelerek sarıldı. "Hoş buldum tatlım. Nasıl gidiyor?"

"İyi de, hayırdır?"

Çantasını orta sehpaya bırakırken gülümsedi. "Buraya yakın bir yöresel yemek fuarı varmış, ünlü aşçılar falan gelecekmiş. Konu yemek olunca bilirsin ilgimi çekti."

Neşeli bir şekilde gülümsedim. "Bilmez miyim?" Asılan suratımla devam ettim. "Ama benim hiç ilgimi çekmiyor."

Dudaklarını birbirine bastırarak koltuğa oturdu. "İşte o yüzden beraber gidiyoruz canım. Ben tecrübemi arttırırken sen de..." Eli çenesine giderken bir süre düşündü. "Tatlarına bakarsın işte. İsimlerini falan öğren ne bileyim, yakında evleneceksin, hâlâ bir şey bildiğin yok. Bu gidişle adam almayacak seni."

Ben de yerime oturduğumda suratım asıktı. Burçak gelir gelmez bozmasa olmazdı zaten. "Burçak!"

İmalı bakışlarıyla kıkırdadı. "Ay tamam, senin kasıntının yemek bilgisi ikinize de yeter nasılsa. Hadi gidelim."

Apar topar ayaklanmasıyla ben de ayağa kalktım. "Gidelim bakalım. Benim de canım sıkılıyordu zaten." Arkasından Furkan'a seslendim. "Furkan ben çıkıyorum. Sıkıntılı bir durum olursa haber et."

"Tamam İnci Hanım."

Birlikte çıkıp kısa bir süre sonra fuara geldik. Bayağı büyük bir fuardı. Çeşitli aşçılık okullarının, farklı yörelerinden tanınmış şefler vardı ve restoranların tanıtımı da yapılıyordu. Aynı zamanda da mükemmel yemeklerin sunumu vardı.

Gördüğüm tatlıların önünde duraksarken iştahım kabarmaya başlamıştı bile. Başımı Burçak'a çevirince telefonda konuştuğunu gördüm. Bu durum ilgimi çekmezken tekrar ilgi odağıma döndüm. Burçak'la bir sürü tatlının tadına bakmış ve içindekiler hakkında bilgi almıştık. Tabii Burçak nasıl yapıldığıyla da ilgileniyordu. Bense tatlarıyla ilgileniyordum.

Biraz daha iç taraflara ilerlediğimde bir anda kolumun tutulup çekilmesi irkilmeme sebep oldu. Başımı çevirince Cihangir'le göz göze geldik.

"İnci ne işin var burada?" Sert bakışlarına eklenen çatık kaşlarına anlam veremedim.

"Ben... Öylesine Burçak'la geziyordum. Sen neden geldin?"

Cihangir tam bana cevap vereceği sırada duyduğum sese aşinaydım artık.

"Cihangir... Geldin demek. Sen cevap yazmayınca gelmezsin sandım." Ezel'in sesiyle Cihangir'in ela gözlerine diktim gözlerimi. Ne yani bu kız için mi gelmişti? İkimiz de birbirimizin gözlerinin içine bakarken tekrar araya girdi. "Gelsene hadi, senin en sevdiğin tatlıdan yaptım. Hatırlıyor musun, birlikte çok yapardık?"

Cihangir kaşlarını çatarak Ezel'e dönerken ben de bakışlarımı ona çevirdim. Üzerinde gördüğüm aşçı formasıyla bir an öylece kalakaldım. İlk düşündüğüm şey ise Cihangir'in en sevdiği tatlı olmuştu. Sahi bunu neden ben değil de bu kız biliyordu? Oysa üzerindeki kıyafete bakınca sorumun cevabı çok çabuk belli oluyordu. Aşçı hatta belki de şef olan biri, tabii ki benim gibi mutfakla uzaktan yakından alakası olmayan birinden daha iyi bilirdi. İkinci düşündüğüm şey ise birlikte yapmaları oldu. Cihangir ve Ezel... İkisi... Birlikte... Mutfakta yemek yapıyorlarmış. Hem de tatlı...

Cihangir çok iyi yemek yapıyordu değil mi?

Hep nasıl öğrendiğini merak ediyordum. Sürekli yurtlarda kalan biri nasıl bu kadar güzel yemek yapar? Ama şimdi cevabımı çok güzel aldım. Giray'ın söyleyemeyip yarım bıraktığı cümle gibi, Cihangir'in hocası belliydi ve anlaşılan o ki birlikte çok güzel yemekler yapmışlardı.

"Hatırlamıyorum."

Buz gibi çıkan sesi beni bile ürküttü. Oysa Cihangir, kolay kolay hiçbir şeyi unutmazdı. Bu kızın ne yapmaya çalıştığını anlamadan da onun eline koz verme niyetinde değildim. Cihangir bana dönerek bakışlarını yumuşattı. "Gidelim mi güzelim?"

Yüzümde oluşan zoraki bir tebessümle itiraz ettim. "Bence önce tatlının tadına ben bir bakayım. Tadı nasılmış merak ediyorum doğrusu. "

Cihangir'in kaşları çatılırken sesi yine de sakindi. "İnci'm lütfen gidelim."

Onu duymazdan gelip Ezel'e dönerek gülümsedim. "Ne tarafta?"

Yapay bir gülümsemeyle bana gösterdiği standa yürümeye başladık. Geldiğimizde tatlıyı gösterdi. Cihangir ise biraz arkamızda kalmıştı.

"Bahse girerim onun en sevdiği tatlıyı bile bilmiyorsun. Cihangir, yemek yemeyi çok sever ve damak zevki harikadır. Görünen o ki sen bu konuda çok zayıfsın. "

Kaşlarım çatılırken bir adım daha yaklaştım. "Diyelim ki öyle, bu bana ne kaybettirir?"

Alayla gülümseyerek kollarını göğsünde birleştirdi. "Bir adamın kalbine giden yolun midesinden geçtiğini bilmen gerekirdi."

Dudağımın bir kenarı kıvrılırken tek kaşımı kaldırdım. "Bu yüzden mi aşçı oldun yani? O zaman senin için üzüldüğümü bilmeni isterim. Çünkü bir adamın kalbi yemek yapamasan da senin için atabiliyor."

Bozulduğu suratından belli oluyordu. "Cihangir'i benim kadar iyi tanıyamazsın."

Küçük bir kahkaha attım. "Derdin ne söyler misin? Beş yıl önce seni terk eden bir adamın sana hiçbir şey olmamış gibi döneceğini mi düşünüyorsun?"

Ani bir öz güvenle sırıttı. "Aslında o beni terk etmedi, ben ondan ayrıldım. Demek ki her şeyi sana anlatmamış."

Bu durum canımı sıkarken kalbim biraz acımıştı sanki ama bunun nedenini tam olarak çözemedim. Yine de bu kıza istediğini vermeyecektim. "Bak bu daha çok hoşuma gitti işte. Madem Cihangir'i bu kadar iyi tanıyorsun onu yarı yolda bırakan bir kadına geri dönmeyeceğini de biliyor olman gerekir."

Suratı anında düşerken haklı olduğumu biliyordu. Cihangir onu yarı yolda bırakan kimseye tekrar yüzünü dönmezdi. Canı olmadığı sürece. Ezel onun canı olamayacak kadar uzaktı. Onun canı da içi de bendim. Benden başkasının olmasına da müsaade etmeyecektim.

En son Cihangir'in çok sevdiğini söylediği yabancısı olmadığım kabak tatlısından bir çatal alarak tadına baktım. Gerçekten güzel yapmıştı. Ama aşırı tatlıydı. Dikkatle beni izlerken gülümsedim.

"Hım... Güzel olmuş ama fazla tatlı. Biraz tahin ya da kaymakla eminim daha iyi gider. Ben öğretmiş olmayım ama..."

Evet, belki yemek yapmayı bilmiyordum ama ne neyden yapılır, hangi yemek güzel, hangisine ne katmışlar bilmek zor değildi. Sonuçta yemeyi seviyordum. Arkamı dönüp ilerledim. Cihangir birkaç adım uzakta beni bekliyordu.

"Soğuk savaşınız bittiyse gidelim artık."

Suratım asık çıkışa doğru ilerlemeye başladım. Dışarı çıktığımızda arabasını işaret etti. "Geç hadi."

Omuz silkerek ters tarafa yöneldim. "Ben kliniğe gidece..."

Devam etmeme izin vermeden gürledi. "Geç dedim İnci, lütfen."

Uslu bir kız gibi söz dinleyerek arabaya geçtim. Onun da binmesiyle yola çıktık. Kliniği geçince şaşkınlıkla Cihangir'e döndüm. "Nereye?"

Bana bakmadı bile. "Eve gidiyoruz."

Yolda bir süre sessizce ilerlerken içimdekileri daha fazla tutamadım. "En sevdiğin tatlı hangisi?"

Bana kısa bir bakış atıp önüne döndü. "Bunu mu tartışıyordunuz yani?"

Sinirle gözlerim kıstım. "Hayır! Tartışamadık. Neden biliyor musun? Çünkü ben senin en sevdiğin tatlıyı bile bilmiyorum."

Derin bir nefes aldı. "İnci biraz sakin olur musun? Sorsaydın söylerdim."

Sinirle cırladım. "Sakin olmak mı? Nasıl sakin olabilirim? Ayrıca sen niye bu kadar sakinsin? Görmüyor musun, o aptal kız gelmiş seni benden almaya çalışıyor?"

"İnci!"

Sert sesi bu sefer beni ürkütmek yerine daha da sinirlendirdi. "Ne İnci, ne? Söylesene niye terk etti seni? Yoksa hâlâ unutamadın mı onu?"

Çatık olan kaşlarıyla elaları bana dönerken işte bu sefer beni yakacak kadar alev alevdi. "Şu anda saçmalıyorsun."

"Ben mi saçmalıyorum? Yemek yapmayı kimden öğrendiğini neden söylemedin bana? Neden sakladın? O kız yüzünden mi terk edilme korkuların? Neden bana söylemedin hiçbirini?"

Arabayı park ettiğinde eve geldiğimizi anladım. "Geçmişte yaşadıklarım için tartışıyor olmamız ne kadar mantıklı? Eve git ve biraz kafanı topla İnci."

Şaşkınlığımın yanında biraz da kırgınlıkla baktım gözlerine. "Bu mu yani?"

Gerilen bedeniyle sıkıntılı bir nefes verdi. "Şu an sana ne söylesem bir işe yaramayacak."

Gözlerim dolarken ağladığımı anlamasın diye başımı çevirdim. "İyi."

Hızla arabadan inerek sert bir şekilde kapıyı çarptım. Apartmanın kapısına ilerleyip içeri girince duraksadım. Arkaya dönüp baktığımda ben onun gelmesini beklerken o gidiyordu. Gözlerimden akan yaşlara engel olamazken elim gözlerime tırmanmış gözyaşlarımı siliyordu.

Hayal kırıklığıyla arkamı dönerek bir adımı atmıştım ki ikincisini atamadan sert bir bedene çarptım. Yaşadığım sarsıntıyla dengemi kaybederken belime dolanan kollar son anda düşmemi engelledi. Başımı kaldırdığımda Mahir'le göz göze geldik. Şaşkın bakışlarla bana bakarken ağladığımı görmemesi için başımı yana çevirdim.

"İnci, iyi misin?" Telaşlı çıkan sesiyle rahatsız hissettiğim kollarından kurtulmak için geriye hamle yaptım. Ellerini serbest bırakırken mecburen yine göz göze geldik. Sükûnetimi korumakta ısrarcıydım. "Neden ağladın? Bir şey mi oldu?"

Başımı iki yana sallarken sesim tam aksini iddia ediyordu. "Önemli bir şey değil."

Yanından geçeceğim sırada kolumu kavradı. "İnci... Eğer elimden bir şey gelirse yardımcı olmak isterim."

Buruk bir tebessüm sundum. "Ben halledebilirim." Kolumu kurtarıp hızla yukarı çıktım. Eve girince odama geçip kendimi yatağıma attım. Artık gözlerimden akan yaşı gizlemeye çalışmayacaktım.

***

Akşam olduğunda salonda oturmuş boş gözlerle televizyon izliyordum. Ne saatler geçiyordu ne de dakikalar. Ben eve geldikten bir süre sonra Burçak da gelmişti. Bir süre onunla sohbet ettikten sonra Burçak yemek hazırlamış, onun zoruyla az da olsa bir şeyler yemiştim. Ne var ki Cihangir ne gelmiş ne de beni aramıştı. Bu durum canımı sıksa da ses çıkartamıyordum. Şimdi onu arayamazdım da, gururum buna izin vermezdi.

"Kızım yetmedi mi kukumav kuşu gibi düşündüğün? Gelir birazdan." Burçak'a aldırış etmeden reklamları izlemeye devam ettim ama onun susmaya niyeti yoktu. "Bak kaç kere dedim sana, adam oraya o kız için gelmedi. Giray'la konuşurken ben söyledim yerimizi. Onlar da çıkıp gelmişler."

Dayanamayıp Burçak'a döndüm. "Hadi diyelim öyle, neden geldi o zaman? Gelmesi mi gerekiyordu?"

Yanaklarını şişirip kıvırcık saçlarını elleriyle hafifçe dağıttı. "Belki o kızla seni yalnız bırakmak istememiştir olamaz mı?"

Başımı ağır ağır sallarken yüzüm donuktu. "Olabilir. Ne de olsa çok sırrı var."

Telefonumun sesiyle başımı yana eğerek koltuğa bıraktığım telefonu kavradım. Şifresini açarak bilmediğim bir numaradan gelen mesaja baktığımda iki fotoğraf çıktı önüme. Merakla fotoğrafları açınca gözlerime inanamadım. Ezel bugünkü aşçı formasıyla Cihangir'in önünde duruyorken, bir elini sevdiğim adamın yanağına yaslamıştı. İkinci fotoğrafta durum daha da vahimdi. Cihangir yanağındaki eli kavramıştı ve öpüşüyorlardı. Elleri yüzünden dudaklarının olduğu kısım görünmüyordu ama bu yakınlığın başka açıklaması olamazdı. Gördüklerim kalbime tonlarca yük bindirirken telefon elimden kayarak yere düştü. Gözyaşlarım ise aynı şekilde yanağımdan sızarak kayan telefonuma eşlik ediyordu.

Burçak hızla yanıma gelirken beni tutarak koltuğa oturttu. Ne ara ayağa kalktığımı bile hatırlamıyordum.

"İnci ne oldu? Kim, ne gönderdi?" Onu duymuyordu kulaklarım. Gözyaşlarına boğulurken yere eğilip telefonumu aldı. Bir süre kurcalamasıyla eli ağzına gitti. "Yok artık." O da benim gibi şok olmuş şekilde fotoğraflara bakarken yanıma oturdu. "İnci bu gerçek olamaz."

Elinden telefonu alarak kaşlarımı çattım. "Bunu bana yapamaz. Ben bunu hak etmedim."

Ne diyeceğini bilemeyen Burçak sadece beni sakin tutmaya çalışıyordu. "Canım bak bence Cihangir'le bir konuş. O seni seviyor..."

Öfkeyle devam etmesine izin vermedim. "Böyle mi Burçak? Başka kadının kollarına koşarak mı?"

Ağzını açamadan çalan kapıyla ayağa kalktı.. Bir süre sonra Cihangir'in içeri girmesiyle bakışlarım onu buldu. Arkasında ise Giray'la Burçak duruyordu.

"İnci, ne bu hâlin?"

Şaşkın sesiyle usulca ayağa kalkıp karşısına dikildim. "Bana bunu yapmaya hakkın yoktu Cihangir."

Gözlerimin içine bakan adam her şeyden habersiz gibi duruyordu. Doğruydu da bana yaptığı ihaneti biliyor oluşumdan habersizdi.

"Ne yapmışım ben?"

Soğuk sesiyle elimdeki telefonu salladım. "Gittin ve hemen onun kollarına mı attın kendini?"

Derin bir nefesi ciğerlerine doldurdu. "İnci yapma, ne diyeceksen açık konuş."

Telefondaki fotoğrafı açıp Cihangir'e gösterdim. "Bak, bu yeterince açık mı?"

Bir süre telefon ekranında kilitli kalan gözleri daha sonra benim mavilerimi buldu. "Buna inandığını söyleme bana."

Dudaklarımda gözlerimden akan yaşlarla birleşen acı bir tebessüm vardı. "Neye inanayım? Beni bırakıp onun yanına gitmenin başka açıklaması var mı?"

"Ben bizim için gittim oraya."

"Belli. Bizi bitirmek için. Tebrik ederim, çok başarılı olmuş."

Üzgün bir şekilde gözlerime bakarken elimden telefonu kaptığı gibi incelemeye başladı. "Ne yapıyorsun? Ver telefonumu."

Beni umursamayarak arkasını dönüp telefonu Giray'a fırlattı. Anında yakalamıştı. "Şu şerefsiz her kimse bulsunlar. En geç sabaha istiyorum."

Cihangir tok sesiyle konuşurken Giray hemen onayladı. "Oldu bil."

Beni bileğimden tutunca hızla itiraz ettim. "Bırak beni! Ne yapıyorsun?"

Bana aldırış etmeyerek çekiştirmeye başladı. "Sen benimle geliyorsun!"

Kabanımı ve çantamı kendisi alırken zar zor ayakkabılarımı giyebildim. Beni evden çıkartırken cırladım. "Kaba adam, bırak kolumu. Seninle hiçbir yere gelmiyorum."

Merdivenleri hızlı adımlarla peşinden inmeye çalışırken beni duyduğunu sanmıyordum. Karşı koymak istesem de onun gücü karşısında bedenim fazla zayıf kalıyordu. Arabaya bindiğimizde çemkirdim.

"Ne yapmaya çalışıyorsun? Nereye götürüyorsun beni?"

Arabayı çalıştırıp bana döndü. "Madem bana inanmıyorsun gerçeği kendi kulağınla duy."

Yola çıkınca telefonunu çıkartıp hızlıca kulağına götürdü. Kısa sürede telefon açıldı. "Neredesin?" Karşı tarafı dinleyip daha sert konuştu. "Yerini söyle!"

Bir süre daha karşı tarafı dinledikten sonra telefonu kapattı. "Nereye gidiyoruz Cihangir?"

Sesim boğuk çıkıyor olsa da ağlamayı bırakmıştım. Sorumun cevabını alamasam da götürdüğü yeri tahmin ediyordum. Bir süre sonra bir otelin önünde durduk. Arabadan indiğimizde Cihangir elimi tutarak beni yine çekince sert bir hareketle elinden kurtuldum.

"Kendi başıma yürüyebiliyorum."

Ters bir bakış atıp yürümeye başladı. Onu takip ederken otelin lobi kısmına geçtik. Bekleme yerindeki koltuklara oturmamızla tekrar telefonunu alarak kulağına götürdü. "Aşağı in."

Sadece bunu söyleyip kapatmıştı. Sinirle kaşlarımı çattım. Kime geldiğimizi anlamıştım. "Onu görmek istemiyorum."

Sert bakışlarını yine üzerimdeydi. "Bana inansaydın onu görmek zorunda kalmazdın."

Kısa süre sonra sinirlerimi zıplatan sesiyle Ezel yanımızda bitti. "Cihangir... Neden yukarı gelme..."

Neşe içinde konuşurken görüş alanına benim girmemle cümlesini tamamlayamadı. Kalbimde hissettiğim acı büyürken Cihangir elimi kavradı. Biliyordum, ben senin yanındayım diyordu ama şu durumda bu ne kadar doğruydu işte onu bilemiyordum. Yine de bu sefer elimi çekmedim.

"Otur şuraya."

Ezel, Cihangir'in gösterdiği yere otururken mırıldandı. "Ne oldu?"

Hiçbir şeyden haberi yoktu sanırım. Çünkü ikimizi birlikte beklemiyor gibiydi. "Bugün seninle ne konuştuysak İnci'ye anlatmanı istiyorum."

Cihangir'in kendinden emin duruşu beni ona inanmaya iterken en büyük destekçisi tabii ki kalbimdi. Kalbim deli gibi ona inanmak istiyordu.

Ezel'in tedirgin sesi dikkatimi çekti. "Cihangir emin misin?"

"Uzatma da anlat."

Bir süre ona bakan Ezel başıyla onayladı.

"Pekâlâ..." diyerek başını bana çevirdi. "Cihangir siz gittikten sonra yanıma geldi ve bana sizden uzak durmam gerektiğini söyledi. Neden geldiğimi sordu. Eskiyi unutalı çok olduğunu ve buradan gitmemi de söyledi."

Ezel'in anlattıklarını dinlerken Cihangir'e baktım. Bana aşkla bakıyordu. Gerçekten bunları mı demişti yani? Peki ya o fotoğraflar neydi? Ezel'e dönerek gözlerimi kıstım.

"Bana gönderilen fotoğraftaki samimi pozlarınız neydi? Sizi öpüşürken çekmişler."

Ezel'in bakışları tekrar Cihangir'i bulurken şaşkın duruyordu. Bir süre duraksadı, yutkundu. Sanki cümleleri toparlamaya çalışıyordu. "Ben... Ne gördün bilmiyorum ama... Yani..."

Cihangir sıkılmışçasına araya girdi. "Söyle."

Ezel tedirgin bir şekilde mırıldandı. "Cihangir..."

Cihangir her seferinde daha da öfkeleniyor sesi de giderek korkutucu bir hâl alıyordu. "Söyle dedim."

Emir verince Ezel'in seçeneği kalmadı. "Bak ben Cihangir'e onu unutamadığımı, hâlâ onu sevdiğimi söyledim. Onun da beni unutamadığını biliyordum. Sonra bir anda oldu her şey ve birbirimizin gözlerine daldık. Geçmişimiz bir anda alevlenince de anlık yakınlaşmayla öpüştük..."

Hayretle Ezel'in konuşmasını dinlerken Cihangir ürkütücü sesiyle araya girdi. "Ne diyorsun kızım sen?"

Sahiden bu nasıl bir yüzsüzlüktü? Elimi çekerek Cihangir'in elinden kurtarırken gözlerim tekrar dolmaya başladı. Ezel, Cihangir'in sesiyle titrese de canımı yakmaktan zevk alır gibi devam etti.

"Ben doğruyu söylüyorum. Evet, anlık bir şeydi ama birbirimize karşı koyamadık. Kusura bakma İnci, böyle olsun istemezdim."

Bedenim hissiz bir hâle büründüğünde fısıldadım. "Kusura bakmayayım mı?"

Gözümden süzülen yaşlarla ayağa kalktım. Cihangir olduğu yerde donmuştu, başını bana çevirdiğinde gözlerinde sadece öfke ve acı gördüm. "Bu doğru değil."

Kalbim kırık, sevdiğim adamın acı dolu sesiyle ruhum çoktan paramparça oldu.

"Buraya doğruları duymam için sen getirmedin mi?" Başını iki yana sallasa da olan olmuştu. Başımı yana yatırarak gözyaşlarımı sildim. "Yazık ettin bize."

 

Seviliyorsunuz... 🤗

 

Hoşça kalın... 🥰

 

İnstagram:soylumery

Loading...
0%