Yeni Üyelik
42.
Bölüm

42. Bölüm

@soylumery

💛💛💛

Keyifli okumalar.. 🤗


Hızla otelden çıkıp biraz ileride hazır bekleyen taksiye bindim. Eve gidene kadar taksicinin garip bakışlarını umursamadan sessizce ağlamayı seçtim. Kafamda sürekli aynı kelimeler dolanıyor, onların öpüştüğü fotoğraf gözümde canlandıkça başım ağrıyordu. Ben daha o adama bir hafta önce evet demiştim. İlk defa o gece öylesine kavuşmuştu dudaklarımız. Nasıl bugün gidip başka bir kadını öperdi? Ben bunu hak edecek ne yaptım? Madem onu unutamamıştı benden ne istemişti ki?

Başımı arabanın camına yasladım. Başım bedenime ağır geliyordu. Kalbim büyük bir yükün altında ezilmiş gibiydi. Mantıklı düşünemiyordum bile. Oysa ne çok güvenmiştim sevdiğim adama...

Eve gelince şoföre ücreti ödeyip indim taksiden. Lakin apartmandan içeri girmek gelmiyordu içimden. Başımı kaldırarak binaya baktım. Kimseyi görmek, kimseyle yüzleşmek istemiyordum. Kime ne diyebilirdim ki? Başımı yana çevirdiğimde gördüğüm az ilerideki banka doğru yürümeye başladım. İçimi titreten soğuğa aldırmadan kabanıma biraz daha sarılarak banka oturdum. Derin bir nefes aldım ama bu bile yetmiyordu. Üzerime öyle bir ağırlık çökmüştü ki içim sızlıyordu.

Ne kadar süre öylece orada gözlerimi yerdeki taşlara dikip bekledim bilmiyorum. Fazla da olduğunu sanmıyorum. Sırtıma konan ince bir polarla titreyerek başımı kaldırdım. Bir çift kahverengi göz karşıladı beni.

"Bu şekilde burada donacaksın."

Doğru söylüyordu. Üzerimde kabanım olsa da üstüm inceydi. Evden apar topar çıktığım için bunları düşünecek zamanım olmamıştı. Ya da Cihangir buna izin vermemişti.

"Teşekkür ederim."

Başımı tekrar yere eğdiğimde Mahir de yanıma oturdu. "Çok ağlamışsın." Başımı yana çevirerek tekrar yüzüne baktığımda söylediğini doğrulamak istercesine burnumu çektim. Sokak lambalarının ışıkları birbirimizi görmemizi sağlarken gülümsedi. "Ve hâlâ da devam ediyorsun."

"Bazen oluyor işte."

Beni başıyla onaylarken aldığı nefesi bıraktı. "Seni bu hâle getiren erkeğin aklından şüphe etmeli."

Bu sefer ben buruk bir tebessüm sundum. "Aklından değil de kalbinden..."

Cümleme devam edemeyince tekrar ağlamaya başladım. Durumu bir türlü kabullenemiyordum. Seven adamın aklı karışır mıydı? Bir anlık başkasını öpebilir miydi?

"İnci yapma lütfen, sebep ne bilmiyorum ama kendini bu kadar üzme."

Başımı kaldırmadan boğuk çıkan sesimle karşılık verdim. "Acı çekiyorum. Kalbim acıyor. Onu çok seviyorum."

Bir süre sessiz kalan Mahir elini elimin üzerine bıraktı. Bu hareketi ona bakmama sebep olurken gülümsedi.

"Bak sana daha sıcak bir yerde ağlamayı teklif ediyorum. Kahve de var, Güzin ablan da ben olurum."

Gözyaşlarımın arasında gülümserken onu reddettim. "Buna gerek yok. Yalnız kalmaya ihtiyacım var."

Ayağa kalkarak elimden çekti. "Bence var. Hadi bana gidiyoruz."

Her şey daha kötü olabilir mi dediğim anda daha da kötü olabileceğini gösteriyordu hayat bana. Ben Mahir'e cevap veremeden Cihangir'in sert sesi sokağı inletmeye yetmişti. "Bırak lan o eli!"

Yerimden sıçradığım anda Cihangir bize doğru adımlarken üzerimden sıyrılarak yere düşen poları umursamadan hızla ayağa kalktım. "Cihangir!"

Anında gözlerimi bulan ela gözleri o kadar sisliydi ki bizi bu hâle getiren her şeyi yok etmek ister gibiydi. Fakat ne yazık ki bunun için önce kendinden başlaması gerekiyordu.

"Sen sakın sesini çıkartma İnci." Bana tehditvari konuşmasıyla tekrar Mahir'e döndü. Ona da farklı bir yüz göstermedi. "Lan sen ne hakla benim kadınımın elini tutuyorsun?"

Mahir'le çoktan ayrılan ellerimize baktım. Benimle sevgiliyken başkasını öpen adam bunu mu dert etmişti?

"Ben sadece ona yardımcı oluyordum. Kızı ne hâle getirmişsin."

Mahir'in gergin bedenine eklenen sert sesiyle Cihangir ona biraz daha yaklaşarak aralarındaki açığı kapattı. Bunu daha önce de görmüştüm. Sadece o zaman karşısındaki Mahir değil de Tuna'ydı.

"Sana mı düştü İnci'ye yardım etmek?"

Durum kötüye gitmeden araya girmeye çalıştım. "Cihangir yeter artık."

Onlara yaklaşsam da yüzüme bile bakmadı. "Eğer İnci'yi bu şekilde ağlatacaksan bana düştü, evet."

Mahir'in dedikleri beni şaşırtırken fazla korumacı gelmişti bir an.

"Mahir lütfen." İkisini de yatıştırmak isterken daha ne olduğunu anlamadan Mahir'in burnunun üstüne inen Cihangir'in kafasıyla çığlığı bastım.

"Sen kimsin lan, kimsin? Fırsat mı kolluyorsun, yok eve çağırmalar falan?"

Mahir gerilerken eli burnuna gitti. O kendini toparlamaya çalıştığı sırada Cihangir'e bağırdım. "Cihangir ne yapıyorsun? Delirdin mi?"

Çatık kaşlarıyla bana dönerek bağırdı. "Delirdim lan delirdim. Sayende o da oldu."

O esnada Cihangir'i habersiz yakalayan Mahir'in attığı yumruk kaşına isabet ettiğinde korkuyla öne atıldım.

"Cihangir!" Ağlamaklı sesimle sevdiğim adamı sayıklarken bize doğru yaklaşan Burçak'la Giray'ı gördüm. Bir anda umudum onlar oldu. "Giray, yalvarırım yardım et."

Koşarak gelen Giray ne yazık ki bize yetişemeden Cihangir, Mahir'i tuttuğu gibi sert bir yumruk indirmesiyle sanki darbeyi ben almışım gibi yüzüm buruştu. Mahir gelen darbeyi kaldıramamış olacak ki kendini yerde bulduğunda korkudan ellerimle dudaklarımı kapattım.

Geç de olsa yetişen Giray, hızla Cihangir'i tutup geri çekti. "Ağabey ne yapıyorsunuz? Burada olacak iş mi?"

Mahir kendini toparlayarak ayağa kalkmaya çalışırken Cihangir hâlâ fazla öfkeliydi. "Bırak lan beni! Bırak da ağzını burnunu dağıtayım şunun."

Onun kükremesine Mahir de eşlik etti. "Gel lan, gelmezsen adam değilsin."

Cihangir duyduklarıyla Giray'ın kollarından bir çırpıda kurtulurken her yeri yakacak kadar korkutucu duruyordu. Sert adımlarla Mahir'e bir kaplan edasında ilerlerken araya girdim. "Cihan yalvarırım yapma."

Cihangir sinirliydi ve gözü bir şey görecek durumda değildi. Zaten Mahir'in son sözleri de ortama tuz biber ekti. Ona ne kadar kızgın olsam da bu saçmalığın devam etmesine izin vermeyecektim. Beni kolumdan tutup kenara çekmek isterken beline sarıldım. Belki kalbim acıyordu şu an ama onun buna ihtiyacı vardı. Ben ona sarılınca olduğu yerde donup kaldı.

"Lütfen Cihangir."

Fısıltı gibi çıkan sesimle eli usulca belime giderken acıyla inledi. "Yapma İnci. Beni bu kadar acizleştirme."

Gözümden bir damla yaşın daha süzülmesine sebep oldu. Peki ya onun bana yaptığı... Kalbimi ne kadar acıttığını görmüyor muydu? Cihangir'in biraz da olsa sakinleşmesini fırsat bilerek Mahir'e döndüm. Gözlerinde gördüğüm öfkenin yanındaki duyguyu tam telaffuz edemiyordum. Belki de böylesi daha kolay geliyordu.

"Mahir, teşekkür ederim ama beni korumana gerek yok. Bunu yapma lütfen."

Hayal kırıklığıyla bakan gözleri sitemliydi. "O adam seni kırmadı mı İnci?"

Cihangir bir adım daha atarken kollarımı iki yana açıp öne çıktım. "Evet, kırdı ama bu bizim aramızda halletmemiz gereken bir mesele. Sen sınırın dışındasın."

Mahir'in bakışları bende bir süre emin olmak ister gibi gezinmiş daha sonra ise arkamda duran Cihangir'e yoğunlaşmıştı. Bakışlarındaki artan öfke Cihangir'e bakmama sebep olurken o da aynı şekilde kaşlarını çatmış Mahir'e bakıyordu. Mahir sinirle dudağının kenarından sızan kanı elinin tersiyle silip apartmana yöneldi. Bu durum beni üzse de olması gereken buydu. Bilmiyorum, kimi bu davranışımı saçma bulabilirdi ama Mahir'in farklı düşüncelere kapılması bizi daha da büyük bir yanlışa sürüklerdi. Doğru veya yanlış benim seçtiğim adam belliydi ve birazdan onu çok fena yapacaktım.

Mahir'in gitmesiyle Burçak, Giray, Cihangir ve ben kalmıştık. Arkamdaki adama çatık kaşlarımla döndüm.

"Bu neydi şimdi?" Ellerim belimde yüzüne bakarken kaşından sızan kanı görmemle bir an her şeyi unuttum. "Cihangir kaşın..."

Elim istemsiz yarasına uzanırken ulaşamadan eliyle bileğimi kavradı. Gözlerindeki yıldızlar bir bir sönüyor, kalbimdeki kelebeklerim aynı hızla ölüyordu. "Ben yanlış bir şey yapmadım İnci."

Yine başa sardığımızda elimi kurtararak bir adım geri çekildim. "Bugün doğru bir şey yaptığını düşünüyor musun Cihangir?"

Araya açtığım mesafeyi bir adımla tekrar kapattı. "Ulan dinle bir kerede be İnci. O herifi dinlediğin gibi beni de dinle."

Hâlâ Mahir'i sayıklıyor oluşuyla gözlerimi devirdim. "Daha kaç kez dinleyeceğim seni? Her duyduğumda biraz daha acıyor canım. Ayrıca Mahir'e ayıp ettin."

Öfkeyle parmağını havaya kaldırdı. "Başlarım ayıbına. Çok bile sabrettim ben ona."

Daha fazla dayanamayarak arkamı döndüm ama kolumdan yakalamasıyla gidemedim. "Gidecek miydin onun evine?" Şaşkınlık içinde bir an ne dediğini anlayamadım. Hatta anlamak istemedim desek daha doğru olurdu.

"Ne?"

Sabırla sanki benim sabrımı yıkmak istercesine tekrarladı. "Ben gelmeseydim o adamın evine gidecek miydin?"

Aslında Mahir'in teklifini ikinci kez reddetmeyi planlıyordum ama bunu Cihangir'e söylemeyecektim. Şu anda hesap vermesi gereken o olmasına rağmen ben veriyordum.

"İlk fırsatta eski sevgilisine koşup öpen adam mı soruyor bunu?"

Sert sesiyle gürledi. "Öpmedim, anla artık öpmedim." Kaşlarını daha da çatarken biraz daha çekti beni kendine. Sesi kısık ama kendinden emin çıkıyordu. "Ben sadece yılbaşı gecesi bir kadını öptüm. Onu da kimse silemez bu dudaklardan."

Gözlerimden dudaklarıma düşen gözleri içimi titretirken dudaklarımı birbirine bastırdım. Kolumu yavaşça kolundan kurtardım. "Ben... Ben bilmiyorum. Kafam çok karışık."

Arkamı dönüp koşarak apartmana girdim. Eve geldiğimde hızla kendimi odaya attım. Fakat oda bile beni boğuyordu. Nefes alamayacağımı hissettiğimde duşa girerek uzun bir süre sıcak suyun altında kalıp ağladım. Kalbim yaşadığı hiçbir şeyi kabullenemiyordu. Aklımsa nereye gitti bilmiyordum. Duştan sonra Burçak'ın bütün konuşma çabalarını reddedip pijamalarımı giyerek yattım. Gölge'yi kucağıma çekip sıkıca sarıldım. Mantıklı düşünme yetimi kaybetmiştim sanki. Aklım almıyordu.

Cihangir... Benim sevdiğim adam...

O böyle bir insan değildi. Önce beni öpüp sonra kafası karışıp başka bir kadını öpemezdi ama bütün kapılar kapalıydı işte. Ben ona inanmak istiyordum ama Ezel'in söyledikleri sürekli ok gibi kalbime saplanıyordu. Sonra Cihangir'in acı çeken bakışları geliyordu gözümün önüne... Allah'ım sen bana çıkar yol göster. Ben fazlasıyla tıkandım artık. Aklım onda düşünürken gözlerim ne ara kapandı onu bile hatırlamıyordum.

***

Gözlerimi açtığımda çoktan sabah olmuştu, keyifle gerinerek yataktan çıktım. Her zamanki gibi üzerimi değiştirip mutfaktan bir elma aldım. Merdivenleri inerek Cihangir'in kapısını tıkladım. Açan olmayınca onun gittiğini düşünerek üzüldüm biraz. Onu görmeden işe gitmek beni mutlu etmiyordu. Apartmandan çıktığımda arabama binmek yerine yürümeyi seçtim nedense. Yola çıktığımda bir anda Cihangir önümde beliriverdi. Şaşkınlığıma engel olamasam da yine de gülümseyerek sarıldım ona.

"Cihan beni mi bekliyordun?"

Cevap vermiyor oluşu dikkatimi çekse de gülümsemesi bu durumun üzerinde durmama engel oluyordu. Arkasına sakladığı bir adet kırmızı gülü bana uzatınca gülümsemem biraz daha büyüdü yüzümde.

Elime aldığım gülü başımı eğerek kokladım. Nasıl da güzel kokuyordu... Fakat dikkatsizliğimden olsa gerek parmağıma batan dikeniyle inledim. Parmağımdan sızan kanla yüzüm buruşurken başımı kaldırdım. Az önce yanı başımda duran Cihangir'i göremediğimde etrafıma bakınmaya başladım. Yolun biraz ilerisinde karşıda bana gülümserken ne ara oraya gittiğini düşünüyordum.

"Cihangir neden gittin oraya?"

Ben sorumun cevabını beklerken bir anda yanımda beliren Mahir'le şaşkınlıkla ona döndüm. Gülümseyerek elimi kavradı.

"Üzülme İnci. Her canın tek bir sahibi var. O ne istiyorsa öyle olur."

Boş gözlerle Mahir'e bakarken mırıldandım. "Neden üzüleyim ki? Anlamadım bir şey."

Mahir'in sert bakışları bizden uzak bir noktaya odaklanırken ben de istemsiz başımı o yöne çevirdim. O an gördüklerim nefesimin kesilmesine sebep oldu. Cihangir'e doğru gelen bir araba tam onun önünde durduğunda içinden çıkan üç adam ona kurşun yağdırmaya başladı. Elimdeki gül hızla yere düşerken görüş açım bulanıklaşmaya başladı.

"Cihangir! Hayır!"

Çığlıklarımla ona doğru koşmak isterken belimden tutan kollarla çırpınmaya başladım. Cihangir dizlerinin üzerine çöktüğünde acıyla bağırıyordum.

"Bırak beni! Yalvarırım bırak. Cihangir! Allah'ım sen koru onu. Cihan!.."

Nefes nefese yataktan doğrulurken kuruyan boğazıma inat zorla yutkundum. Saç diplerime kadar su içinde kalmıştım. Kapımın bir anda açılmasıyla Burçak içeri girdi.

"İnci, canım iyi misin? Çok kötü bağırdın. Kâbus mu gördün?"

Boş gözlerle Burçak'a bakarken onun dediklerini duymuyordum bile. Aklımdaki tek şey Cihangir'di. Apar topar yataktan çıktım.

"İnci ne oluyor, kendinde misin sen?"

Burçak'ın tedirgin çıkan sesi vahametimin kanıtı gibiydi. "Benim Cihangir'i görmem gerekiyor."

Odadan çıkarken daha çok kendi kendime mırıldanıyordum sanki. Dış kapıyı açamadan Burçak önüme geçti. "Kızım delirdin mi sen? Saat üç buçuk. Sabah görürsün."

Onu kenara çekiştirirken inledim. "Burçak çekil lütfen."

Nefesim hâlâ düzene girmemişti. Burçak hâlime üzülmüş olmalı ki kenara çekildi, hemen ayağıma giydiğim ayakkabılarla aşağı indim. Kapıyı öyle bir çalıyordum ki açılmama ihtimali beni çıldırtacak gibiydi. Allah'tan çok da uzun sürmedi. Açılan kapıyla Cihangir'in şaşkın bakışlarını yakalarken hızla ona yaklaşarak ellerimi göğsünde gezdirmeye başladım.

"Cihangir, iyisin değil mi?"

Ne olduğunu anlayamayan Cihangir, ben üzerinde tehlikeli madde varmış ve polis aramasındaymış gibi kontrol ederken oldukça şaşkındı. "İnci ne yapıyorsun?"

Dediklerini umursamadan hâlâ rüyamın etkisiyle mırıldandım. "Yaralanmadın değil mi? Bir şeyin yok."

Ne zaman arkamdan çıktığını bilmediğim Burçak araya girdi. "Sanırım kâbus gördü."

Ellerim göğsünde duraksadığımda Cihangir'le göz göze geldik. Buğulanan gözlerim her şeyi özetliyordu. Beni kendine çekerek göğsüne bastırdı. "İyiyim güzelim, korkma, bak hiçbir şeyim yok."

Ellerim göğsünde biraz daha sokuldum sıcaklığına. Gözyaşlarım akmaya başlamıştı bile. "Çok şükür."

Sanırım bütün apartmanı ayağa kaldırmış olacağım ki Giray'ın sesi duyuldu. "Gece gece operasyon mu var, bu ne arkadaş ya?"

Cihangir beni kendinden azıcık olsun uzaklaştırmadı. "Burçak şunu al, siz gidin. Ben ilgilenirim İnci'yle."

Burçak arkasını dönerek merdivenleri tırmanmaya başladı. "Gel koca adam, yatalım hadi."

Giray'ın keyifli ama uyku mahmuru sesi gelirken Cihangir beni içeri çekiyordu.

"Beraber mi? Allah'ım rüya mı görüyorum?"

Kapı kapanmadan Giray'dan bir inleme duydum. Sanırım Burçak, Giray'ı uyandırıyordu.

Kapanan kapıyla Cihangir beni salona götürürken hâlâ kolunun altındaydım. Artık onu da ne kadar tedirgin ettiysem elindeki varlığının farkına bile varmadığım silahı kenara bıraktı.

"Güzelim sen otur şuraya. Ben sana su getireyim."

O mutfağa giderken koltuğa oturdum. Kısa sürede getirdiği suyu alıp içtim. O da yanıma otururken bardağı alarak ortadaki sehpaya bıraktı.

"Ne oldu İnci, kâbus mu gördün?"

Rüyam aklıma gelirken tekrar gözyaşlarım akmaya başladı. "Rüyamda sen... Sana ateş ediyorlardı ve..."

Hıçkırıklarımın arasında konuşmaya çalışırken Cihangir sarılarak beni göğsüne hapsetti. "Ağlama yavrum, sadece kötü bir rüya."

Koynunda içimi çekerken mırıldandım. "Ama gerçek gibiydi."

Saçlarımı şefkatle okşarken başıma öpücük kondurdu. "Bak ben iyiyim üzülme artık."

Bir süre göğsünde sadece kalp atışlarını dinledim. Her nefes alışında, göğsü her inip kalktığında şükrediyordum. Ne yaşarsak yaşayalım şu an ona âşıktım ve onun zarar görmesi beni mahvederdi. Biraz sakinleşince geri çekildim. "Ben, artık eve gideyim."

Eli çeneme gittiğinde başımı kaldırıp gözlerime baktı. Odanın ışığını yakmadığı için loş bir ortam vardı. Olduğundan daha koyu görünen ela gözleri, bir girdap gibi beni kendine çekiyordu.

"Gitme İnci."

Fısıltılı, boğuk sesi içimi eritse de çenemi elinden kurtardım. "Kalmak istemiyorum."

Başını iki yana sallarken sıkıntılı bir nefes verdi. "Bak bana İnci, gözlerime bak." Göz göze geldiğimizde fısıldadı. "Sence ben onursuz bir adam mıyım?"

Sorduğu soruyla afallarken bunun cevabını kesinlikle biliyordum. Cihangir ne olursa olsun iyi bir asker ve onurlu bir adamdı. "Hayır. Ben hiç böyle düşünmedim."

Kırık bakışlarıyla boynunu yana yatırdı. "O zaman bana neden inanmıyorsun İnci? Ben sana evlilik teklifi ederken şerefim üzerine söz vermedim mi? Ne oldu yani, bir gün içinde kendimi kaybedip bir anlık gafletle başka bir kızı mı öptüm? Bu mu? Bu olabilir mi İnci?"

Zorla yutkunurken kuruyan dudaklarımı ıslattım. "Ben neye inanacağımı bilmiyorum. Hadi Ezel yalan söyledi diyelim, peki ya o fotoğraflar ne olacak?"

Eliyle yüzüme gelen saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı. Sanki her hareketiyle beni hipnotize ediyordu. "Fotoğraflar aldatıcı olabilir İnci. Ben senden başkasına dokunmadım. Bu adam sadece senin dudaklarında mühürlü kaldı. Sadece bir kere dinle beni."

O kadar güzel konuşuyordu ki göğüs kafesimde ona inanmak için çıldıran bir kalbim vardı. "Pekâlâ, nasıl oldu anlat."

Rahatlamış olacak ki ciğerlerine doldurduğu genişçe havayı geri bıraktı. "Aslında her şey Ezel'in dediği gibi oldu başta." Suratım anında düşerken kaşlarını çattı. "Hemen asma o güzel suratını."

Omuz silktim. "İyi, tamam devam et."

"Sonra bana beni unutamadığını falan söyledi. Ben de güldüm. Çünkü inandırıcı gelmedi söyledikleri. Onu çoktan unuttuğumu ve hayatımda istemediğimi söyledim ama o inatla bana yaklaşmaya çalıştı. Elini yüzüme koyunca çekmek için elini tuttum. O sırada bana doğru öpmek için yaklaştı. İlk anda boşluğuma geldi ama dudaklarıma dokunmadan geri çekildim. Hepsi bu. Ne o beni ne de ben onu öpmedim İnci. İnan bana."

"Ama fotoğraf..."

Hızla sözümü kesti. "Fotoğrafta sen öpen bir adam görüyor musun? Ben göremiyorum. Dikkat ettiysen ellerimiz görüntüyü kapatıyor. Tam ben geri çekilmeden hemen önce çekilmiş. Profesyonel biri yapmış olabilir ancak. Bu tasarlanmış İnci ve korkarım ki bunun içinde Ezel de var."

Aslında net bir öpüşme sahnesi yoktu. Elleri kapatıyordu ama o yakınlık da onu gösteriyordu. Şaşkınlıkla onu dinlerken haklı olmasını istiyordum. Hatta bunu tüm kalbimle istiyordum.

"Ama kim, niye böyle bir şey yapsın?"

Sanki Cihangir'e değil de kendime sormuştum ve cevap o kadar korkutucu geliyordu ki daldığım yerden çıkamadım. "Aslında fazla seçenek yok ama ben yine de her kimse bulacağım ve bu karşılıksız kalmayacak."

Üzgünce dudak büktüm. "Ben anlamıyorum. Başkası yapsa bile Ezel bu duruma nasıl ortak olur?"

Eli yanağıma giderken narin bir şekilde okşadı. "Bana izin ver İnci'm. En kısa sürede bütün gerçeği ortaya dökeceğim. Hepsini kanıtlayacağım sana. Senden tek isteğim benden uzaklaşma."

Gerçeğin açığa çıkmasını ben de istiyordum. Sevdiğim adama inanmak istiyordum ama bu şekilde şüphede kalmıştım ve kalbim inansa da aklımın netliğe ihtiyacı vardı.

"Tamam, bekleyeceğim." Beni öpmek için yanağıma doğru eğilince kendimi geri çektim. "Ben artık gitsem iyi olacak."

Bozuntuya vermeden geri çekildi. "Burçak çoktan uyumuştur. Burada uyu, sabah çıkarsın eve."

Tüm ısrarına inat reddettim. "Gerek yok."

Ayağa kalktığımda pes ettiğini düşünsem de yanıldığımı anladım. "Burada yat. Bir yastıkla battaniye getiririm olmaz mı? Merak etme dokunmayacağım sana."

"Cihangir, ben..."

Parmaklarını dudaklarıma kapatmasıyla susmak zorunda kaldım. "Bir şey söylemene gerek yok. Ben anladım anlayacağımı."

Eli dudaklarımdan uzaklaşırken imalı bir bakış attım. "Dokundun."

Gözlerini devirerek ellerini semaya kaldırdı. "Allah'ım sen sabır ver."

Ben tekrar konuşamadan odaya gitti. Elinde iki yastık ve battaniyelerle geri geldi. Yanıma yaklaşarak çarşaf, yastık ve battaniyeyi koltuğa bıraktı. Elindekiler dikkatimi çekerken ne yapacağını merak ediyordum.

"Diğerleri ne için?"

Karşıdaki koltuğu gösterdi. "Ben de burada yatacağım. Bu kadarına bir şey demezsin herhâlde."

Sitem eden sözleriyle mırıldandım. "Yatağında rahat ederdin."

Bana yandan bir bakış atıp karşıya geçti. "Sen koltukta yatarken içim rahat etmez."

Sessiz kalmamla kendi yerini hazırlamaya başladı. Özenle seriyordu çarşafı. Kenarlarını dikkatlice büküyordu. Allah'ım, bu adam nasıl bu kadar düzenliydi? Önce yastığı koydu ortalı bir şekilde sonra da battaniyeyi katlayarak özenle çarşafın üzerine kapattı. Adam hem pratik hem de özenliydi. Ben olsam kabalama atardım hepsini. Zaten şimdi yatacaktı neden battaniyeyi o kadar özenle sermişti ki? Bu da yetmez gibi o kadar yakışıklı duruyordu ki anlatamam. Çikolata reklamındaki adam gelmiş, karşımda yatacak yer hazırlıyordu kendine. Hayranlıkla izliyordum onu. Camdan vuran loş ışığa alışan gözlerim rahatlıkla görüyordu onu. Bir sapık gibi izliyordum adamı. Ne yapayım, o da dikkat çekiyordu işte.

"Bakma öyle."

Sesiyle irkilirken kendime geldim. "Ne?"

"Yurtlardan ve askeriyeden kalma. Her zaman kendimiz düzeltirdik yatağımızı. Benim öyle senin gibi arkamdan toplayanım olmadı."

Çok zeki bir adamdı. Görüyor, duyuyor ama görünmez oluyordu. Suratım asılırken çarşafı elime aldım. Bana laf sokmasa olmazdı zaten.

"Bunda bir şey yok ki, ben de halledebilirim. Benim yatağımı şimdi kim düzeltiyor acaba?"

Hafif tebessümle kendi yatağına oturdu. "Göster marifetlerini o zaman."

Gözlerimi kısarak ona bir bakış atıp önüme döndüm. Çarşafın iki ucundan tutarak sermeye başladım. Döndüm, dolaştım, büktüm, katladım üstüne de yastığımı koydum. En sonunda da battaniyeyi açarak gelişigüzel attım üstüne. Açıklamamı da yaptım. "Nasıl olsa yatacağız, değil mi?"

Ona döndüğümde yüzündeki eşsiz gülümsemeyle beni izliyordu. Kendi yerine yatarken mırıldandı.

"Yani... Evet... İdare eder."

Resmen benimle alay ediyordu. Sinirle homurdanarak yerime yattım. "Beğenmeyen evlenmez yüzbaşı. Kimseyi zorlamıyoruz."

Sırt üstü uzanmış, elleri başının altında tavanı izliyordu. "Sen benimle evlen, o yatakta beraber yatalım da tek derdimiz düzeltmesi olsun. Ben onu da yaparım."

Yanaklarım istemsizce yanmaya başlarken içime kaçan sesimle fısıldadım. "İyi geceler o zaman."

Gerçekten harika bir cevaptı. İyi geceler o zaman ne ya? Neyin cevabı bu?

Bana doğru dönerek elini yastığın altına koydu. "İyi geceler İnci'm."

Onu taklit ederek ondan tarafa döndüm. Birbirimizi sessizce izlerken nefes alışlarımız duyuluyordu sadece. Onun sağ salim karşımda olması rahat uyumama sebep olurken huzurla kapanan gözlerimle derin bir uykuya daldım. Tek isteğim aynı kâbusu tekrar görmemekti.

***

Sabah yanağıma değen sıcacık parmaklarla gözlerimi araladım. Cihangir başucuma oturmuş yanağımı okşuyordu.

"Cihan."

Uyku mahmuru hâlim onu gülümsetirken âdeta gözlerinin içi gülüyordu. "Ben gidiyorum güzelim. Sen uyu biraz daha."

Gözlerim iyice açılırken doğruldum. "Cihan bugün gitmesen mi acaba?" Hâlâ gördüğüm rüyanın gerçek olmasından korkuyordum ama onu evde ne kadar saklayabilirdim ki?

"Olmaz bir tanem, işlerim ve kanıtlamam gereken şeyler var."

Biliyordum bana gerçekleri kanıtlamak için uğraşacaktı. İnşallah bunu başarırdı çünkü daha sakin kafayla haklı olduğunu düşünsem de başka bir kızı öpme ihtimali bile beni deli ediyordu.

"Tamam ama çok dikkatli ol."

"Olurum göz bebeğim, merak etme."

Ayağa kalkıp giderken yüzümdeki sersem gülümseme bana söylediği kelimeden kaynaklanıyordu. Göz bebeğim... Allah'ım ne kadar da aptal âşık oldum ben böyle. Başımı geri yastığa bırakırken biraz daha uyumaya karar verdim. Saat erkendi ve ben gece uykusuz kalmıştım.

***

Klinikte geçen saatlerin ardından öğlen olmuştu bile. Hâlâ Cihangir'in beni aramaması canımı sıksa da sabırla bekliyordum. Bir yandan da rüyamı düşünüyordum. Bir rüyadan bile bu kadar etkilendiysem gerçeğini hayal bile edemiyordum.

Telefonumun çalmasıyla zaten gözümün önünden ayırmıyor oluşumdan sebep hemen açtım. Sonuçta saatlerdir beklediğim telefon gelmişti.

"İnci karargâha gelir misin?"

Cihangir'in sorusu, beni heyecanlandırırken meraklandım. "Neden ki?"

"Gelince konuşuruz."

"Tamam, çıkıyorum şimdi."

Telefonu kapatmamla hemen çıktım klinikten. Bir süre sonra soluğu karargâhta aldığımda geleceğimi bildikleri için kolayca içeri girdim. Binanın girişinde beni bekleyen Cihangir'e çoktan haber gitmiş olmalıydı.

"Hoş geldin."

Tok sesine yansıyan ciddiyet beni şaşırtmıyordu artık. İş ortamında daha da ciddi ve sert oluyordu.

"Hoş buldum."

Beni yönlendirmesiyle odasına gitmeyi beklerken alt kata indik.

"Nereye gidiyoruz?"

Bana kısa bir bakış atarak yürümeye devam etti. Bu arada söylemiş miydim? Bu adama forma çok yakışıyor, çok daha yakışıklı bir hâl alıyordu. Kumral saçları, ela gözleri, yeşil kamuflajı, siyah botları, heybetli yürüyüşü, duruşu, uzun boyu her türlü ona hayran kalmama sebep oluyordu.

"Beni kesmeyi bırak da yürü hadi." Cihangir'in sözleri beni kendime getirirken ilerlemediğimi fark ettim. Adam birkaç adım atmış bana bakıyordu. Apar topar yürürken kuyruğu dik tutma peşindeydim.

"Ne? Ne kesmesi? Hiç de bile. Yok daha neler!"

Cihangir başını iki yana sallarken bir kapının önünde durdu. "Birazdan gerçek neyse beraber dinleyeceğiz İnci ve sen bana inanmadığın için pişman olacaksın."

Buruk bir tebessüm sundum. "Pişman olmak istiyorum."

Tüm sert tavrı kaybolurken bakışları sıcacık oldu. Sevgiyle bakıyordu gözlerime ama biliyordum ki kırgınlık da vardı.

"Pekâlâ."

Kapıyı açarak içeri girmem için kenara çekildi. İçeride beni teknik bir oda karşıladı. İlk gözüme çarpan bilgisayarlar olurken başımı yana çevirmemle cam bölme çok daha dikkat çekici duruyordu. O tarafa merakla ilerlediğimizde cam bölmenin karşı tarafının bir sorgu odası olduğu çok açıktı. En önemlisi de karşımdaki masada oturan kişi Ezel'di.

"Kızı sorguya mı aldın?"

Umursamazca omuz silkti. "Bunu hak etti."

Kapı açılınca içeriye Giray girdi. "Komutanım her şey hazır. Başlayalım mı?"

Cihangir'in keskin bakışları Giray'ı bulurken kendinden emindi. "Başlayın."

Giray çıkmakta tereddüt ederken. Daha uysal bir ses kullandı. "Ağabey, Akın girmese mi sorguya?"

"Seni tanıyor Giray. Dediğimi yap."

"Emredersiniz komutanım."

Giray çıktıktan kısa süre sonra Akın sorgu odasına girerken Giray da tekrar yanımıza geldi.

"Ezel Gümüş. Yirmi sekiz yaşındasın. Bir yıldır süren bir ilişkin var. Kendine yeni bir restoran açmışsın. Bayağı da borca girmişsin. Altından kalkabilir misin merak ediyorum. Ama asıl merak ettiğim Antalya'da işinin başında sevgilinin yanında olman gerekirken neden burada vakit öldürdüğün."

Akın'ın söylediklerinde tek bir yere takıldım, demek ilişkisi vardı. Yani hayatına başkası girmişti. O zaman nasıl Cihangir'e seni unutmadım diye hiçbir şey olmamış gibi gelirdi?

"Ben... Fuara geldim. Hem neden buradayım söyler misiniz? Ben bir şey yapmadım."

Akın karşısındaki sandalyeye oturdu. "Yapmadın mı? Bize hiç öyle gelmedi. Bir subaya iftira atıp öylece gideceğini mi sandın?"

Ezel biraz telaşla itiraz etti. "Ne diyorsunuz siz? Ne iftirası? Hem Cihangir nerede? Onunla görüşmek istiyorum."

Akın alaylı bir kahkaha attı. "Başka bir isteğiniz var mı küçük hanım, çay, kahve?

"Cihangir'i çağırın, ben bir şey yapmadım."

Akın elini sert bir şekilde masaya vurunca Ezel yerinden sıçrarken ben bile tırstım. "Kızım sen oyun yeri mi sandın burayı? Koskoca yüzbaşı seninle mi uğraşacak? Elde bir tek ben varım. Ayrıca adam senden şikâyetçi. Hakkında iftira atmışsın."

Etekleri iyice tutuştuğunda masadaki eli sürekli hareket hâlindeydi. "Ben... Yapmadım. O mu şikâyetçi oldu?"

Akın son darbesini de indirdi. "O tabii, ne sandın? Yaptıklarına göz mü yumacaktı?" Bakışlarım Cihangir'i bulurken gayet ciddi bir şekilde sorguyu izliyordu. Ben ise ilk defa böyle bir ortamda bulunuyor oluşumdan biraz şaşkın bir şekilde dinliyordum konuşmaları. Ezel'in başı yere düşerken Akın devam etti. "Bana bak kızım askere iftira atmanın suç olduğunu bilecek yaştasın herhâlde. Sıyrılıp gideceğini sanıyorsan da işin zor. Karşındaki adamdan korksan iyi olur. Sen hapse girmeden rahat edeceğini sanmıyorum. Hem de fotoğrafınızı çeken adamı bulmuşken."

Bakışlarım tekrar Cihangir'i bulunca sanki Ezel bizi duyabilirmiş gibi kısık sesle konuştum. "Buldunuz mu?"

Bana dönerken başını aşağı yukarı salladı. Yüzü hâlâ ciddiyetini koruyordu.

"Ben o adamı tanımıyorum."

Akın ayağa kalkarak Ezel'in arkasına geçti. Biraz eğilerek kulağına yaklaştı. Şu an Akın'dan ben bile korkuyordum.

"O seni tanıyor ama. Her şeyi itiraf etti ve senin adını verdi bize."

Sandalyede âdeta yok olan Ezel korkuyla ne yapacağını bilemiyor gibiydi. Başını kaldırarak cam bölmeye baktı. "Ben mecbur kaldım. Bu benim planım değildi."

Ezel'in söyledikleriyle Akın cam bölmeye bir bakış atarken dudağının bir kenarı kıvrıldı. Ne yalan söyleyeyim yetenekli adamdı. Kendini toparlayarak masanın kenarına oturdu.

"Oraları geç. Bunları zaten biliyorum. Bana kimin yaptırdığını söyle ve karşılığında ne istediğini."

Korkuyla Akın'a bakan Ezel'in sesi şimdi daha kısık çıkıyordu. "O zaman beni bırakacak mısınız?"

Yüzünü göremediğim adam rahat bir tavra sahipti. "Karşılıksız bir şey yapmıyorsun anlaşılan. Sen anlat, bakarız."

"Benim bir suçum yok. Bir gün o adam geldi restorana. Beni deli gibi araştırmış. Tehdit etti. Sonra bir sürü borcun var bir kalemde hepsini silerim ya da batarsın dedi. Mecbur kaldım. İnci'ye kafayı takmış. Onu istiyor."

Ağzım açık Ezel'i dinlediğimde Cihangir'le göz göze geldik. Eli yumruk olmuş bedeni oldukça gergin duruyordu. Akın'ın sesi tekrar onlara odaklanmamıza sebep oldu.

"Kim?"

Ezel korkuyor olacak ki hemen cevapladı. "Tuna Şahin. İnci'nin nişanlısı olduğunu ve Cihangir'in onu elinden aldığını söyledi. Bütün planı o yaptı. Yemek festivali bahanesiyle geldim buraya. Her şey oyundu. İnci'den haberim yokmuş gibi davranmam, Cihangir'in evine gitmem, ona mesaj atıp davet etmem... Sonra şans bizden yana gitti ve Cihangir benimle konuşmak için geri döndü. Böylece plan devreye girdi. Gerçi Cihangir'in beni reddetmesiyle tam istenilen gibi olmadı ama İnci o kadar saf ki iki fotoğrafa kandı. Cihangir'in beni öptüğünü düşündü. Tabii benim sözlerim de yanına eklenince bana inanmak zorunda kaldı."

Dalgın bir şekilde Ezel'i dinlerken Tuna'ya bir kez daha içimden saymakla meşguldüm. Ben şimdi Cihangir'e ne diyecektim? Bu adam benim hayatımı zehretmekten ne zaman vazgeçecekti?

"Madem bu şekilde tehdit edildin neden Cihangir'e her şeyi anlatmadın? O sana yardımcı olurdu."

Ezel gerçekten üzgün duruyordu. "İlk başta korktum. Sonra da... Kıskandım işte. Eski günlerimiz aklıma geldi. Yıllar Cihangir'e hiçbir şey kaybettirmemiş. Aksine kazandırdıkları daha fazla. Onu hâlâ unutamadım ama o beni çoktan unutmuş. Bir başka bakıyor o kadına."

Cihangir'le kesişen bakışlarımız aşkın bizdeki yansımasıydı. Ben onun elalarına hayrandım o da benim mavilerime. Biz birbirimize aşkla bakıyorduk ama aşkı bilmeyen birinin bunu anlaması çok zordu.

"Kızım senin sevgilin yok mu? Çivisi çıktı bu ilişkilerin anasını satayım. Git sevgilini kıskan ya da ne hâlin varsa gör."

Cihangir masanın üzerindeki telefonu kulağına götürdü. Sorgu odasındaki telefon çalarken Akın bize bir bakış atıp telefona yöneldi.

"Biraz korkut sonra da yolla ilk uçakla gitsin buradan. Tuna'yla ilgili de tehdit edildiğine dair şikâyette bulunsun."

"Emredersiniz komutanım."

Akın telefonu kapatınca Cihangir bana döndü. "Gidebiliriz artık."

Mahcup hâlde Cihangir'e bakarken aramızdaki mesafeyi kapattım. "Cihan ben üzgünüm."

Benim kırık çıkan sesime karşı onunki sertti. "Ben de İnci... Hem de fazlasıyla."

İç çektim. "Ben... hepsi için özür dilerim."

Başım önde cevabını beklerken beni kendine çekerek sarıldı. "Ben de özür dilerim. Aptallık edip tekrar Ezel'in yanına gittiğim için."

Kollarımı boynuna dolayarak biraz daha çektim onu kendime. İkimizin de hataları olmuştu ama ikimiz de sevdiğimiz için yanlışa düşmüştük. Belki de bu hatalardan en büyüğü bana aitti. Cihangir her koşulda bana inanırken benim de ona inanmam gerekirdi ama kıskanmıştım işte. İnsan âşık olunca mantıklı düşünemiyordu bazen. Biraz geri çekilerek Cihangir'in yanağına sıcak bir buse bıraktım.

"Seni seviyorum yüzbaşı."

Aynı şekilde yanağımı öpüp kulağıma fısıldadı. "Bu kadarla elimden kurtulamazsın İnci."

Gözlerim büyürken yanaklarım yine kızarmaya başlamıştı bile. Giray'ın sesi de eklenince domatese dönmüş olabilirdim. "Bölmek istemem ama ben hâlâ odadayım."

Başımı yine Cihangir'in göğsüne saklarken saçlarıma konan öpücük içimi ısıttı. "Defol git o zaman Giray."

Cihangir'in sesiyle panikle geri çekildim. "Cihangir, ne diyorsun Allah aşkına?"

Giray bizi duymuyor gibi tekrar araya girdi. "Ağabey o değil de Tuna ne olacak?"

Duyduğu isim Cihangir'in gerilmesine sebep olurken yumruğunu sıktı. Buz gibi sesi beni bile korkuttu. "Onun icabına ben bakacağım."

 

💛💛💛

 

İnstagram: soylumery

Loading...
0%