Yeni Üyelik
44.
Bölüm

44. Bölüm

@soylumery

Keyifli okumalar...🌺


Cihangir'le evin önüne geldiğimizde biraz ileride duran Akın gözüme çarptı. Arabadan inerek yanında duran kıza dikkatle baktım. Suratı fazlasıyla asık olsa da onu nerede görsem tanırdım. Birkaç adım atmamla heyecanla seslendim. "Arya!"

Bana doğru dönerek bağladığı kollarını çözdü. "İnci!"

Çabucak aramızdaki mesafeyi kapatırken sıkıca birbirimize sarıldık. Geri çekilmesiyle hemen kaşlarını çattı. "Sana inanamıyorum İnci. Burada ne işin var? Kerem söylemese dünyadan haberim yok."

Aynı şekilde ben de kaşlarımı çattım. "Sen Amerika'da değil miydin?"

Sırıtarak uzun saçlarını geriye savurdu. "Yeni geldim. İyi ki de gelmişim. Yoksa, bihaber yaşamaya devam edecektim."

Gülümseyerek mahcup bir bakış attım. "Ya kusura bakma. Eve geçelim konuşuruz."

Ben ilerlemek isterken Arya arkamdaki bir noktaya dikkatlice bakıp bana döndü. Hafif eğilerek fısıldadı. "Arkandaki yakışıklı kim?"

Başımı arkaya doğru çevirip Cihangir'e hızlı bir bakış attım. Aynı şekilde Arya'ya eğilip gülümsedim. "Enişten."

Bir anda gözleri kocaman açıldığında cırlamaya başladı. "Oha! Kerem demişti de inanmamıştım." Hızla beni sollayarak Cihangir'in önüne geçti. Elini uzatıp gülümsemişti. "Merhaba enişte, ben Arya."

Cihangir elini uzatarak sakin sesiyle karşılık verdi. "Cihangir."

Elleri birbirinden ayrılırken Arya her zamanki gibi gevezeydi. "Kardeşin ya da ağabeyin falan varsa mutlaka tanışmalıyız."

Arya'nın dedikleriyle gözlerim devrilirken Cihangir küçük bir tebessüm sundu. "Az önce biriyle tanıştın."

Cihangir'in, Akın imasıyla Arya arkasını dönüp Akın'a baktı. Memnuniyetsiz yüz ifadesi uzaktan bile belli oluyordu. "Bu hödük mü yani?"

Akın sinirli bir bakış atıp ağzının içinde homurdanırken araya girdim. "Arya uğraşmasana adamla."

Aynı şekilde saçlarını savuran kuzenimin bakışları anında bana döndü. "Ben ne uğraşacağım ya... İki saattir deli etti bu adam beni. Bayağı hödük işte."

Akın dayanamamış olacak ki patladı. Zaten onun sabretmesi mucize olurdu. "Düzgün konuşsana kızım. Hödük ne lan?"

Akın'ın sert sesi beni tedirgin ederken Arya da çemkirmekle meşguldü. "Yalan mı? Kaba adam. Hâlâ aynı konuşuyorsun."

Akın bir adım daha atarak aralarındaki mesafeyi kapattı. "Beğenmiyorsan geri dön Amerika'ya."

Arya'nın da eli belinde, ikisi de birbirine meydan okuyordu. "Gitmiyorum. Senin başına kaldım, ne olacak?"

Akın'ın kaşları havalanırken imalı bir bakış attı. "Bu baş herkesi taşımaz yalnız."

Tedirgin hâlde başımı Cihangir'e çevirdim. Onun gülerek onları izlediğini görünce şaşırdım. "Cihan?"

Bana dönen bakışlarıyla kolunu omzuma dolayıp kendine çekti. Başıma bir öpücük kondurdu. "Bizim ilk zamanlarımıza benzemiyorlar mı?"

Cihangir'in sorusuyla tekrar onlara döndüm. Birbirlerine hâlâ kızgın bir şekilde bakıyorlardı. "Bilmem bana pek öyle gelmedi."

Cihangir de kararsız kalmış olacak ki bakışmayı böldü. "Akın, sen işine bak kardeşim." Sıcacık bakışları beni bulduğunda gülümsedi. "Siz de eve geçin artık, hava soğuk."

Hemen sevdiğim adama odaklandım. "Sen?"

Şefkatle bakan gözleri içimi eritiyordu. Dudağının kenarı kıvrılırken belki de en güzel ses tonunu kullandı.

"Sen kuzeninle ilgilen güzelim, ben eve geçerim."

Ondan ayrı kalma kısmı pek hoşuma gitmese de mecburen kabullendim. Başımla onaylayıp Arya'ya döndüm. "Hadi gel canım." Akın'a sert bir bakış atıp peşime takılan Arya'yla bir anda duraksarken arkamı döndüm. "Cihangir akşam yemeğine bize gelsen olmaz mı? Giray da gelir." Bir an aklıma Akın gelirken devam ettim. "Akın, sen de gel."

Akın, Cihangir'in cevabı için sessiz kalırken bakışlarım tekrar sevdiğim adama döndü fakat o bana tereddütle bakıyordu. "Güzelim emin misin?"

Dudaklarım büzüldüğünde derin düşüncelere daldım. Cihangir benim ne kadar yetenekli olduğumu iyi biliyordu. Yemeği kim yapacaktı? Burçak da hâlâ işteydi. Ben ne cevap vereceğimi bilemezken Arya çok iyi tanıdığı kuzeninden dolayı araya girdi. "Ben hazırlarım." Bakışlarım onu bulduğunda göz kırpıp devam etti. "Hadi bu seferlik bendensin enişte."

Akın fırsat kolluyor olacak ki araya girdi. "Yumurta haşlayacak galiba. Benimki rafadan olsun."

Arya'nın gözleri kısılırken bir süre Akın'a bakıp Cihangir'e döndü. "Yalnız hödükler gelmesin yemeğe enişteciğim."

Cihangir ve ben sırıtırken Arya umursamazca arkasını döndü. O giderken Akın'a gülümsedim. "Seni de bekliyorum."

Eve doğru gidecekken içimdeki hisle duraksayıp tam tersi Cihangir'e adımladım. Yanağına küçük bir öpücük bırakıp telaşla Arya'nın peşine takıldım. O kadar tatlıydı ki onu defalarca öpebilirdim.

Eve geldiğimizde Arya'yla bir kahve içip sohbet ettik. Sonrasında benim başımıza açtığım akşam yemeği için mutfağa geçtik. Burçak'ı arayıp hem Arya'yı söylemiş hem de akşam yemeğinden haberdar etmiştim. Mutfakta sadece yamak olarak destek olabilen benle çok da kötü gitmiyorduk.

Arya benden iki yaş büyük kuzenimdi. Teyzemin tek göz ağrısı olduğu için çok kıymetliydi. Ayrıca teyzem kocasından ayrılınca daha çok düşmüştü Arya'nın üzerine. Ama Arya tam tersine asi bir kızdı. Elde avuçta tutamazdınız onu. Beline kadar uzanan koyu kestane saçlarına zıt yeşil gözleri, dolgun köşeli dudakları, küçük bir burnu, uzun kirpikleri vardı. Ayrıca kaşında piercingi ve kolundaki dövmesi de onu dikkat çekici gösteriyordu. Biraz da anne ve babasının ayrılığı onu asi bir hâle getirmişti. Yine de sıcakkanlı, tatlı bir kızdı. Okulunu burada bitirse de master için Amerika'ya gitmişti ve iki yıldır orada yaşıyordu. Onu da mutfak konusunda benim kadar tecrübesiz sanarken Amerika'da kendini bayağı geliştirmiş görünüyordu.

Birlikte konuşarak çok şaşalı olmasa da orta hâlli bir menü hazırladık. Tabii Burçak'ın da işten dönmesiyle o da yardımcı oldu. Saatler hızla birbirini kovalarken işlerimiz bitince koltuklara kendimizi atmamız kaçınılmaz oldu. Burçak üzerini değiştirmek için yanımızdan ayrılırken Arya bakışlarını bana dikmiş sorgulamakla meşguldü. "Ee ne olacak böyle?"

Sormak istediği şeyi iyi anlasam da anlamazlıktan geldim. "Ne, ne olacak?"

"Sizi diyorum İnci. Hep böyle mi gidecek? Ailen İstanbul'da, sen burada..."

Benim için endişeli görünüyordu. Gözlerim, dizlerimin üzerinde olan ellerime odaklanmıştı, ben de bir o kadar çaresizdim. "Babam ve annem Tuna konusunda hâlâ baskı yapıyor. Onu sevmediğimi biliyorsun. Ben gerçek aşkı bulmuşken hele de bunu Cihangir'de tatmışken dönemem İstanbul'a."

Arya yanıma oturarak elimi kavradı. Bana destek olmak istediğini biliyordum ancak ailemi de en iyi tanıyanlardan biri oydu. "Biliyorum elbette. O adamla nişanlanmanı asla istemedim." Yüzüklerime dokunup gülümsedi. "Cihangir'i ne kadar sevdiğin gözlerinden belli oluyor. Daha tam tanımasam da sen seviyorsan iyi biridir mutlaka. Hem anlattıklarına bakılırsa senin için her şeyi yapacak biri."

Bakışlarım Arya'nın yeşillerini yakalarken saf bir tebessümle gülümsedim. Ah bir tanısaydı onu, o zaman âşık olmamı çok iyi anlardı. "Öyledir. Cihangir harika bir erkek ve çok iyi bir asker."

Beni başıyla onaylarken o da gülümsedi. Başını yana yatırdığında ses tonu yumuşak ama fazla gerçekçiydi. "Baban ve teyzem çok sinirliler fakat onlar senin ailen bütün bağlarını koparamazsın."

Bildiğim ama bir türlü duymak istemediğim şeylerin kulağıma çalınması fazla sinir bozucu geliyordu. Aslında ailemle bağlarımı koparmak gibi bir derdim de yoktu. Sürekli aynı şeyleri dillendirmek bile beni yoruyordu. "Ben bilmiyorum Arya. Ailemi kenara atamam ama Cihangir'siz de olamam. Ben sadece anlayış istiyorum."

Dudaklarını birbirine bastırarak bakışlarını kaçırdı. İşte bu hiç hoşuma gitmemişti. "Teyzem ve baban... Çok zor. Onunla evlenirsen seni silecek kadar ileri gidebileceklerini biliyorsun değil mi?"

Ansızın boğazıma bir yumru oturdu. Bir an kalbimin sıkıştığını hissettim. Bu şekilde beni bir seçimin ortasında bırakıyor oluşları can acıtıcıydı. Fısıltıyla benzer çıkan sesimle mırıldandım. "Biliyorum."

Benim cevabımın hemen ardından Burçak'ın sesi geldi. "Geçsene Cihangir, neyi bekliyorsun?"

Başımı telaşla kapıya çevirdiğimde Cihangir'in salonun kapısında öylece dikilmiş bize baktığını gördüm. Konuştuklarımızı duymuş olması gözlerimi anlık kapatmama sebep oldu. Ufak adımlarla içeriye adımlayarak bana yaklaşırken ayaklandım.

"Cihangir..."

Açıklama yapmama izin vermeyerek yanağımı okşadı. Yüzünde tek bir mimik oynamadan sadece dudakları kıpırdadı. "Şimdi değil İnci."

Yalnız konuşmak istediğini düşünerek sessiz kaldım. Yine ciddi duruyordu. Kaşları çatık olmasa da bakışları sertti. Umarım bu durumu kafasına takmazdı. Gerçi ona öyle desem de asıl ben kafama takıyordum. Bazen neden ben diyesim geliyordu ama sonra öldürmeyen acı güçlendirir diye düşünüyordum. Hem sonuçta böyle olmasının bir nevi sebebi de bendim. Kendim kaçmıştım ailemin yanından.

Eğer kabuğunuzu kırmak istiyorsanız sivrilmeniz gerekiyordu. Sivrilirken de mutlaka birilerine batıyordunuz.

Cihangir'in arkasından giren Akın'ı, Giray takip etti. Onların gelişiyle ön hazırlığını yaptığımız masaya geçtik. Ben Cihangir'in yanına otururken Burçak da Giray'ın yanına oturdu. Akın ve Arya ise karşı karşıya oturuyordu. Arya çorbaları servis ederken başımı çevirip Cihangir'e baktım. Hâlâ ciddi duruyor oluşu beni üzüyordu. Bana dönmesiyle bakışlarımız kesişirken hayranlıkla izliyordum ela gözlerini. Hatta sadece gözlerini de değil, kirpiklerini, kaşlarını, burnunu, yanaklarını, dudaklarını... Hepsini. Ona ait yüzünü yansıtan ne varsa kaydediyordum hafızama. Asla unutmamak adına kaydediyordum her bir mimiğini, hareketini. Bana tebessüm etmesiyle benim de dişlerim görünürken kendime engel olamamıştım.

"Oho... Aşk kuşlarının gözü bir şey görmüyor ki." Burçak'ın sesiyle kendime gelirken o tarafa döndüm. Arya elinde bana doğru uzattığı kâseyi biraz daha yaklaştırdı. "İnci duymuyorsun bile beni. Ne aşkmış be."

Yanaklarım kızarmaya başlarken kâseyi kavrayıp önüme koydum. "Dalmışım bir an."

Arya, yandan imalı bir bakış atarak önüne döndü. "Orası belli zaten."

Cihangir'e de servis yapmasıyla başımı çevirip ona baktım. Kıvrılan dudakları beni de gülümsetirken bana göz kırpıp kaşığını eline aldı. Allah'ım bu adam kesin bir gün kalbime indirecekti. Neden göz kırpmıştı ki şimdi? Kalbimle zoru neydi? Çok tatlıydı, çok yakışıklıydı işte. Kumral saçları hafiften uzasa da yanlar kısaydı. Yine pürüzsüzdü cildi. Sert bir mizaca sahipti ama tebessüm ettiğinde, hele bir de içinden gelerek güldüğünde saatlerce izleyebilirdim onu. Bir de güldüğü zaman gözleri kısılıyor ve göz çukurlarının yanında iki küçük çizgi beliriyordu. İnanın o çizgiler bile yakışıyordu ona.

Bakımlıydı, dinçti, spor onların hayatında olmazsa olmazdı. Güçlüydü. Kendilerini her zaman aktif tutmaları gerekiyordu. Her daim operasyona çıkacak gibi hazırlardı. Bu da ne yalan söyleyeyim benim hoşuma gidiyordu.

Her insana sevdiği güzel görünürdü. Benimki de bana öyle görünüyordu işte.

Cihangir çorbasını yudumlarken onu seyre dalmıştım yine. Elindeki kaşığı bırakarak bana döndü. Yüzüme düşen saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı. Eli hâlâ saçımdayken kulağıma eğildi. "Biliyorum çok yakışıklıyım, hayallerini süslüyorum ama aç kalacaksın."

Yine kızarmaya başlarken toparlanıp gözlerimi kıstım. "Ben, seni değil o devasa egonu seyrediyordum bir kere."

Gülümsemesi yüzünde büyürken başını iki yana salladı. "O kadar da olsun sarışın, sonuçta sevgilim sensin."

Ben yine sırıtmaya başlarken gözleriyle tabağımı göstermesiyle önüme döndüm. Çorbalar bittiğinde ana yemeğe geçtik. Şaka maka derken Arya güzel yemek yapmıştı. Gitmeden ondan birkaç ders alsam iyi olacaktı sanırım. "Kuzen yemekler çok güzel olmuş ellerine sağlık."

Bana tebessümle bakan Arya netti. "Hödükler de görmüş oldu yumurtadan çok daha fazlasını yapabildiğimi."

Arya'nın attığı taş Akın'a çarparken Giray'da ses buldu. "Hödük kim ya?"

Giray'ın bakışları önce Cihangir'i bulurken konduramamış olacak ki Akın'a döndü. Akın rahat bir şekilde yemeğini yerken sadece Arya'ya kısa bir bakış attı. "Vallahi sıcak ev yemeği de güzel oluyormuş, elin de lezzetli. Seni kimse almazsa haber et, ben alırım."

Burçak ağzındaki suyu püskürtürken ben elimdeki kaşığı düşürdüm. Cihangir tepkisiz kalsa da ilk tepki Giray'dan geldi. "Yavaş lan."

Şaşkın bakışlarla Akın'a bakarken o gayet sakin duruyordu. Arya'nın ise donup kaldığı sessizliğinden belliydi. "Ne?"

Sonunda konuşabilse de tek kelime çıktı dudaklarından. Akın gayet rahat yemeğinden bir kaşık daha aldı. "Bu dilinle seni kimse almaz da o yüzden söyledim. Senin için yani."

Sözleri beni güldürürken ona az çok hak vermiştim. Çünkü biz sinemadan gelene kadar Akın'a yapmadığını bırakmamış. Akın da zaten altta kalacak en son adamlardandı. Arya'nın yanakları sinirden kızarırken kaşlarını çattı. "Sen kimsin be? Sana mı kaldım ben?"

Akın omuz silkerek tekrar yemeğine döndü. "Kimseye de iyilik yaramıyor. Keyfin bilir."

Arya alaylı ses tonuyla karşılık verdi. "İyilikmiş. Çok lazımdı."

Şaşkın bakışlarla Akın'a bakarken bir anda gülmeye başladım. Gülüşlerim büyürken artık masadaki herkes bana eşlik ediyordu. Şu olay karşısında başka ne yapabilirdik ki?

Yemeğimizi yedikten sonra el birliğiyle masayı topladık. Mutfağı da kızlar toparlarken ben de hepimize kahve yapıyordum. Evet, çok şükür ki kahve yapabiliyordum. Aslında onu da bilmiyordum ama Burçak sağ olsun ondan arada özel ders almıştım.

Kahvelerimizi yudumlarken Burçak sevdiğinin kolunun altında duruyordu. Arya ise ailesiyle konuşmak için benim odama geçti. Akın zaten kahve kısmına kalmayarak gitmişti bile. Cihangir yanı başımda otururken onun varlığı bana güç veriyordu. Fincanını alıp içtikten sonra bitirmiş olacak ki altlığına koyarak orta sehpanın üzerinde ileri doğru sürükledi. Bana dönen bakışları pırıltılı bir hâle bürünürken gülümsedi. "Eline sağlık İnci'm. Güzel olmuş."

Dudaklarım yukarı kıvrılırken gözlerimin içi de büyük bir tebessümle gülüyordu. "Afiyet olsun."

Hafif bana eğilirken sadece benim duyabileceğim bir ses tonuyla mırıldandı. "Kahve yapmayı da öğrendiğine göre seni isteyebilirim artık."

İlk önce parlayan yıldızlarım kısa bir süre sonra ufak ufak sönmeye başlamıştı. Biraz geriye çekilmesiyle bakışlarımız kesişirken derin bir iç çektim. Yüzümün asılmasını engelleyemiyordum. Yine de zorla gülümsedim. "İnşallah."

Zor bulduğum sesimle konuşurken aslında temennide bulundum. Bunu ben de çok istiyordum ama beni kimden isteyecekti. Kendisine vermeyecek olan ailemden mi, yoksa ailem dururken arkadaşımdan mı? Bu çok saçmaydı. Bakışları yüzümde dolaşan Cihangir bir süre beni inceleyip elimde hâlâ tutmakta olduğum fincanı kavradı. Orta sehpaya bırakmasıyla elimi öptü. "Benim eve inip biraz yalnız konuşsak olmaz mı?"

Dudaklarımı birbirine bastırdım. O bana böyle rica ederken karşı koymam mümkün müydü? Ayağa kalkarken beni de kaldırdı. Burçak ve Giray'ın bakışları bize dönerken küçük bir açıklama yaptım. "Ben aşağıya iniyorum canım. Birazdan gelirim."

Aklı yanındaki sevgilisinde olan kadının beni pek umursadığı söylenemezdi. "Tamam canım."

Evden çıkıp alt kata indik. Bizim eve göre burası biraz daha serin gelirken sağ elimle sol kolumu sıvazladım. Üzerimde uzun kollu bisiklet yaka bir badi altımda ise kot pantolonum vardı. "Keşke bir hırka alsaydım."

Kendi kendime mırıldanırken salona ilerliyorduk. "Sen geç içeri, ben geliyorum."

İtaatle içeri geçip koltuğa oturduğumda Cihangir kısa bir süre içinde elinde battaniyeyle odaya girdi. Onu böyle görmek ansızın tebessüm etmeme sebep oldu. Yine beni düşünüyordu ve bu çok hoştu. Yanıma oturarak sırtını koltuğa yaslarken beni de kendine çekti. Fırsatı kaçırmayarak sıcaklığına sığındığımda battaniyeyi üzerime örttü. "Şimdi nasıl güzelim?"

"Harika."

Başıma kondurduğu öpücükle nefesi ılık ılık saçlarıma vuruyordu. Cihangir'in konuşmasını bekliyordum. Beni anlamış gibi söze ilk o atıldı. "İnci. İnci'm... Güzeller güzelim. Ben en çok ne zaman mutlu oldum biliyor musun?"

Merakla göğsündeki başımı kaldırıp ona baktım. "Ne zaman?"

Alnıma minik bir öpücük bırakıp gülümsedi. "Bana evet dediğinde."

Dudaklarım kıvrılırken elalarına hapsolmuştum bile. Ben de o günü asla unutmayacaktım. Hayatımdaki en güzel anlardan biriydi. "Hım..."

Sesi bir anda eski neşesini kaybederken gülümsemesi de solup gitti. "Biliyorum ailen beni istemiyor. Benimle evlenmene de karşı çıkacaklar ama yine de bütün bunlara rağmen seninle evlenmek istemem sence haksızlık mı?"

Sorusuyla afallarken ela gözleri hüzünlü bakıyordu. Peki ya sorduğu soru? Her insan sevdiği kişiyle evlenmek istemez miydi? Ben de onu seviyordum. O zaman neden haksızlık olacaktı? Asıl ailemin bana yaptığı haksızlık değil mi? Eğer Cihangir kötü bir adam olsaydı o zaman aileme hak verirdim ama şimdi arkamda duran tek kişi sevdiğim adamdı. "Ben seni seviyorum. Neden haksızlık olsun ki?"

Eli saçlarıma giderken okşamaya başladı. "Benim yüzümden ailenle aran tamamen açılsın istemiyorum."

Elim göğsünün üzerinde mavi gömleğiyle oynarken bakışlarımı kaçırdım. "Sorun sen değilsin ki Cihangir. Sorun ailemin beni kendi istedikleri adamla evlendirmek istemeleri. Yani sen değil de başka biri de olsa kabul etmeyeceklerdi. Ben de onların istediği kişiyi kabul etmeyeceğim." Hüzünlü havayı dağıtmak adına gülümsedim. "Ha sen pişman oldun da yan çiziyorsan onu bilemem. Evlilikten korkuyor musun yoksa?"

Küçük bir kahkaha atarken burnumu sıktı. "Korkmak mı? Hiçbir şeyi bu kadar çok istediğimi hatırlamıyorum."

Memnun bir şekilde gülümsedim. "O zaman sorun yok."

"Aslında var." Devam etmesi için gözlerinin içine bakarken çok da bekletmedi. "Ben çok beklemek istemiyorum, karım ol istiyorum İnci. Tayinimi bekleyecektim ama ona daha çok var."

Kalbimdeki kelebeklerin hepsi aynı anda havalanırken nefesim kesildi. Bu kadar ani söyler mi insan? Keşke biraz alıştırsaydı. Kalbim ona kavuşmadan dursun mu istiyordu anlamıyorum ki... Ne de güzel diyordu karım ol İnci diye. "Ne kadar var ki?"

Düşünceli bir hâlde mırıldandı. "Bir yıl."

Kaşlarım havalanırken biraz çekingen şekilde yine gömleğinin düğmeleriyle oynamaya başladım. "Çok mu?"

Kaşlarını çattı. Ona kalsa yarın evlenecektik. "Az mı?"

Dayanamayıp kıkırdadım. "Düzelt kaşlarını. Bana da çok."

Yanağımı okşarken homurdandı. "Beş ay olsa çok gelmeyecek yani."

Göz devirmeden edemedim. "Cihangir ne istiyorsun Allah aşkına? Hepsine surat asıyorsun."

Tek kaşı havalanırken çapkın bir bakış attı. "Söylersem kabul edecek misin?"

Yandan bir bakış atıp sırtımı göğsüne yasladım. Kollarımı göğsümde birleştirirken surat astım. "Çok akıllısın değil mi? Benimle baştan anlaşma yapıyorsun ama yemezler."

Belime dolanan koluyla boynuma küçük bir öpücük bıraktı. Aldığım öpücük içimi titretirken gözlerimin kapanmasına sebep oldu. Tenime vuran nefesi kulağıma yaklaştığında alev olup yakmaya başlamıştı bile. İçimden bir şeyler akıp gidiyordu. Sesini alçaltarak fısıldarken hitap ettiği kişi kalbimdi sanki.

"İnci'm, kıymetlim, akıllı sevgilim benim. Ben diyorum ki şu isteme olayını halletsek hem..."

Cihangir devam edemeden hızla bedenimle birlikte başımı ona çevirdim. "İsteme mi? Nasıl, ne zaman?"

Panikle sorularımı sıralarken ne kadar yakın olduğumuzu fark ettim. Telaşımdan adamın neredeyse üzerine tırmanmıştım. Birbirimizin yüzüne çarpan nefesimizle derin bir soluk almaya korkuyordum. Bu yakınlık elimi ayağıma dolaştırırken zor da olsa yutkundum. Bana bakan gözleri sanki içimi okuyordu. Kıvrılan dudakları da buna şahitti.

"Hıhı. Sen nasıl istersen."

Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatırken dudakları mümkünmüş gibi biraz daha kıvrıldı. Bakışları dudaklarıma kaydığı an birbirine bastırdım. "Cihan öyle bakmasana."

Ürkek bakışlarım, titrek sesim ona tav olmak için hazır bekliyordu. O ise ceylanını köşeye sıkıştırmış aslan gibi keyifli, bir o kadar da ceylanın görüntüsünden memnundu. Neden olmasın ki? Kolları arasında ona deli gibi âşık bir kadın vardı. "Nasıl?"

Başımı hafif kaldırarak yüzünü işaret ettim. Sanki o ela gözleri içimi delip geçiyordu. "İşte böyle."

Ben geri çekilmesini beklerken o elini kaldırıp yüzüme düşen saç tutamını kavradı. Parmakları arasında severken hipnotize olmuş gibi onu izliyordum. Elindeki saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdıktan sonra parmaklarıyla çenemi kavradı. Diğer elini belime yerleştirerek beni kucağına çekti. Dudaklarıma değen dudakları kalbimi kalbine mühürledi. Ondan aldığım her öpücük benim kıymetlimdi. Sıcacık dudaklarına kapılıp gitmiş, ona hasret, sevdiği adam için yanıp tutuşan bir kadından ibarettim. Bir elimle gömleğinin yakasını kavramış sıkı sıkı tutarken bir yandan da titreyen bedenime hâkim olmaya çalışıyordum. Dudaklarımız mecburiyetten ayrılınca kapattığım gözlerimi araladım. Ela rengin bir adama bu kadar yakışacağını asla bilemezdim. Şimdi ise bizzat şahit oluyordum. Yandığını hissettiğim yanaklarıma inat aptal gibi sırıtırken Cihangir öyle bir bakıyordu ki yapacaklarından ve hatta aklından geçenlerden bile korkuyordum.

"Bir şey demeyecek misin sarışın?"

Bir an ne diyeceğimi bilemezken ne konuştuğumuzu bile unutmuştum. "Bilmem. Bir şey mi diyecektim? Biz ne konuşuyorduk ki?"

Alık alık bunları düşünürken Cihangir büyük bir kahkaha attı. Bu durum beni daha da utandırırken hızla yumruğumu göğsüne geçirdim. Kucağında pek de mantıklı düşünemiyordum. "Of ya gülmesene. Hep senin yüzünden, kafamı karıştırıyorsun."

Beni kendine çekip sarılınca yine yüzümü göğsüne sakladım. "Tamam güzelim, kızma. Bu adamdaki de can. Yakıyorsun ama alev aldığımı görmüyorsun."

Yüzüm göğsünde, kulaklarım bile alev almışken asıl yanan kişinin kim olduğunu görmesini isterdim. Boğuk çıkan sesimle konuyu değiştirmeye çalıştım.

"Beni kimden isteyeceksin Cihangir?"

Gayet kendinden emindi. "Ailenden."

Başımı sakladığım yerden kaldırıp ellerimi göğsüne yaslayarak kendimi geri çektim. "Şaka mı yapıyorsun? Babam da annem de seni buna pişman eder. Alacağın cevabı da biliyorsundur sanırım."

Eli yanağıma uzandığında parmakları dudaklarıma uzanan bir hat çiziyordu. "İnci ben senin yaşaman gereken ne varsa yaşamanı istiyorum. Hiçbir şey içinde kalmadan... Onlar ailen ve seni onlardan istemem gerekiyorsa bunu yaparım. Eğer onları çiğneyip geçersen daha çok kızarlar."

Üzgünce başımı boyun girintisine soktum. "Benim içimde kalan tek şey ailemin desteğini alamamak. Onun dışında bir şey yok. Söz, nişan, düğün hiç böyle şeylerin hayalini kurmadım ben."

Sesi tonu biraz şaşkındı. "Düğün de mi istemiyorsun?"

O kadar da değil yani. "İstiyorum. Yani gelinlik giymek isterim tabii ama öyle şaşalı bir düğün benim hayallerim arasında yok. Sade bir düğün yeterli bence."

Geriye çekilerek yüzüme baktı. Emin olmaya çalışıyordu. "Koskoca İnci Sargın sade bir düğün mü istiyor yani? Enteresan."

Yine benimle uğraşırken mızmızlandım. "Ya... Ne var? Olamaz mı?"

İmalı bakışları aynı zamanda da alaylıydı. "Çırağan Sarayı'nda falan istersin diye korkmuştum doğrusu."

Tek kaşımı kaldırarak kıvrılan dudaklarıma engel olmaya çalıştım. "Aslında Çırağan Sarayı'nda da sade bir düğün yapabiliriz."

Memnuniyetsiz bir ifade takındı. "Bana uymaz ama sen iste onu da yaparım."

"Bence isteme işinden vazgeçelim. Ben pek umutlu değilim. Hatta hiç değilim."

"Sen konuş ailenle, en azından haberleri olsun. İstemezlerse biz kendi aramızda yaparız bir şeyler."

Başımla onaylarken ne yalan söyleyeyim korkuyordum. İçimdeki korkuyu Cihangir'in anlamadığını biliyordum. Fakat onun amacı da ailemle aramı iyi tutmaya çalışmaktı. Oysa bizde tutulacak bir yer kalmamıştı.

"Cihangir gerçekten hiç akraban yok mu?" Bakışları durgunlaşırken bir anda canı sıkıldı. Bu durum benim de canımı sıktı. "Ben seni üzmek istemedim."

Konu ailesi olduğunda fazla kırılgandı. Ya sessizleşir ya da soğuyup buz keserdi. Oysa ben kendiyle ilgili verdiği her bilgiye mutlu oluyordum.

"Annem de benim gibi kimsesizmiş ama babamın bir ailesi var tabii. Babaannem vefat edeli çok uzun zaman olmuş ama dedem hâlâ yaşıyor."

Ağzım açık Cihangir'i dinlerken mantıksız geldi. Olamazdı. Yani olsa bu şekilde olur muydu? "Deden varsa neden yurtlarda kaldın?"

Beni kendine çekerken sıkıca sarıldı. İçinde eksik kalan bir şeyi bulmak ister gibi. Kalbini acıtan her şeyden yorgun düşmüş de benim teselli etmemi ister gibiydi. Onun kalbindeki küçük çocuğu bulamıyordum.

"Babam tek çocukmuş. Dedem çok zenginmiş ve babamın hiçbir zaman subay olmasını istememiş. Bir inat uğruna evlatlıktan reddetmiş. İlk defa babam şehit olduğunda gördüm dedemi ama beni istemedi. Ben de yurtlarda kaldım. O yüzden kimsem yok."

Sevdiğim adama sıkıca sarılırken başımı göğsüne yasladım. "Cihan... Bu çok saçma. Senin ne suçun var ki?"

Derin bir iç çekti. "Detaylarını bilmiyorum İnci. Bilmek de istemiyorum artık. Bu saatten sonra akrabaya ihtiyacım yok."

Başımı kaldırıp çenesinden öptüm. "Ben hep senin yanındayım."

Alnıma bir öpücük bırakıp battaniyeyi omuzlarıma çekti. "İyi ki varsın güzelim. Seni seviyorum."

"Sen de iyi ki varsın yüzbaşım. Ben de seni seviyorum."

Sıcacık göğsüne sığındığım sevdiğim adamın kocaman bir yüreği vardı aslında. Beni sıkıca saran kolları içimi eritiyordu. Nasıl bir vicdansızlıktı ki küçücük bir çocuğu dedesi istememişti? Babasıyla ne yaşarsa yaşasın oğlunun ne suçu vardı? Onu bu şekilde yurtlara mahkûm eden bir dede ancak kalpsiz olabilirdi.

İkimiz de suskun odanın sessizliğinde kaybolurken göz kapaklarım ağır gelmeye başladı. Onları dinlendirmek istediğimde kapanan gözlerim aslında derin bir uykuya itiyordu beni. İstediği gibi de oldu.

Kulağıma gelen telefon sesiyle gözlerimi aralamak istesem de yapamıyordum. Kollarımı doladığım sıcaklığa sarıldım. Sert oluşu biraz rahatsız edici olsa da sıcaklığı ona daha çok sokulmama neden oluyordu. Başıma konan öpücükle sevdiğim adamın sesi geldi kulaklarıma. "İnci biraz müsaade eder misin güzelim?"

Bundan hoşlanmayıp boyun girintisine sakladığım yüzümle mızmızlandım. "Azıcık daha."

Güldüğünü nefesinden hissederken eli saçlarımdaydı. "Bana kalsa ömür boyu bırakmam da telefona bakmam gerekiyor."

Gözlerimi ısrarla kapalı tutarken mırıltılı seslerle kendimce itirazlar ediyordum. "Cihan... Bırak şimdi telefonu. Böyle çok iyi..."

Cihangir'in küçük kahkahasını duymamla gözlerimi araladım. Ne diyordum ben böyle? Neredeydik biz? Bir anda nerede olduğumu hatırlarken başımı kaldırmamla koltukta Cihangir'in kucağında uyuduğumu anladım.

Panikle toparlanmaya çalışırken kendimi geriye attım. Bu hareketim koltuktan düşmeme sebep oldu. Cihangir ani bir refleksle beni tutmaya çalışsa da her şey o kadar hızlı olmuştu ki sadece düşüşümü yavaşlatabildi. Tabii ben de bastım çığlığı. Yerde oturuyor gibi görünsem de hayli komik duruyordum. Dağılan saçlarımı yüzümden çekerken Cihangir bana doğru eğildi. "Yavrum iyi misin?"

Başımı kaldırmamla Cihangir'in endişeli bakışları gözlerimi buldu. Suratım buruşurken dudaklarımı büktüm. Kaba etimi ovarken "Acıdı," dedim mızırdanarak.

Cihangir kahkaha atarken ayaklarının ucunda hâlâ yerde duruyordum. Bir türlü susmamasından mustarip ayağımla bacağına vurdum. "Gülmesene be. Senin de başına gelirse görürüm o zaman."

Elimden tutarak beni kaldırıp koltuğa oturttu. "Hiç sanmıyorum. İstesem de senin kadar sakar olamam."

Suratım asılırken elimle dağılan saçlarımı geriye attım. "Görürüz bay ukala."

Hâlâ yüzünde kocaman gülümsemeyle bana bakarken unuttuğumuz telefon tekrar çalmaya başladı. Cihangir ise telefonu sehpadan alıp arayana bakmasının ardından başıma bir öpücük bırakıp ayağa kalktı. Az önce hunharca gülen o değilmiş gibi yüzünde büyük bir ciddiyetle telefonu kulağına götürürken pencere kenarına yaklaştı. "Komutanım."

Bir süre karşı tarafı dinledikten sonra karşılık verdi. "Emredersiniz komutanım."

Bu kadar kısa sürede ne konuştuklarını bilemesem de Cihangir çoktan kapatmıştı telefonu. Yanıma gelerek gülümsedi ama bir şeyler eksilmişti. "Ne oldu Cihangir?"

Elimden tutarak ayağa kaldırdı. "Hadi güzelim sen eve geç, ben de hazırlanıp çıkacağım."

Yüzüm solarken durgunlaşan sesimle olmasını istemediğim şeyi dillendirdim. "Görev mi çıktı yine?" Beni başıyla onaylaması canımı sıktı. "Çok mu uzun?"

Beni kendine çekerek sıkıca sardı. "Daha detayları bilmiyorum güzelim ama acil gitmem gerekiyor."

Kollarından sıyrılarak geri çekildim. "Tamam, dikkatli ol."

Kapıya yönelerek beni yolcu etmek için peşimden geldi. Kapıya gelmemizle açmadan ona dönerek yanağına küçük bir öpücük bıraktım. "Seni seviyorum."

Yüzünde güzel bir tebessüm belirirken o da yanağıma öpücük kondurdu. "Seni seviyorum."

Kapıyı açarak yukarı çıkacağım sırada elimi kavradı. Bu hareketi tekrar ona bakmamı sağladı.

"Kendine dikkat et İnci. Gitmeden seni arayacağım."

Gözlerinin içine bakarken nedensizce gözlerim doldu. İçimden geleni yaparak tekrar sarıldım sevdiğim adama. Parmaklarım ensesinde, derin derin kokusunu içime çektim. Geri çekilmemle bir damla yaş süzüldü yanağıma. Elleriyle yüzümü kavrarken yanağımda duran gözyaşımın üzerine busesini kondurdu. Bu ayrılıklar giderek daha çok yakıyordu canımı. Sanki yüzbaşı her gittiğinde daha büyük bir parça alıp götürüyordu benden. Bana kalansa onu beklemekten fazlası olmuyordu her seferinde.

"Ağlamak yok güzelim, sen güçlü olmazsan ben gidemem."

***

İki günün ardından geceler benim için uykusuz geçiyordu. İki gecedir kâbus görmekle meşguldüm. Sürekli aynı şeyi görüyordum ve artık sinirlerim bozuluyordu. Her defasında bir sela sesi duyuyordum önce. Hemen ardından siren sesleri geliyordu kulağıma. Sonra da Türk bayrağına sarılı bir tabut. Etrafımda kimse olmuyordu. Tabuta her koşmamda biraz daha uzaklaşıyordu benden. En sonunda dizlerimin üstüne çöküp Cihangir'i sayıklayarak ağlıyordum, ta ki bir el omuzuma dokunana kadar. Kim olduğunu bilmiyordum ama o an korkuyla uyanıp ağlamaya başlıyordum. İşin kötü tarafı Cihangir gittiğinden beri ona ulaşamıyor ve hep bu rüyayı görüyordum.

Klinikte oturmuş iç çekerken uykusuz kaldığımdan gözlerim acıyordu. Arya iki gündür bana eşlik ederek masama bir fincan kahve bıraktı. "Şunu iç biraz, uykun açılsın. Harap ettin kendini."

Ona bakmadan fincanı elime alıp bir yudum içtikten sonra geri bıraktım. "Sağ ol."

Telefonum çaldığında masadan alarak arayana baktım. Burçak'ın ismini görünce beklentilerimin dışında oluşu yine canımı sıktı. "İnci!"

Telaşlı gelen sesiyle hemen karşılık verdim. "Burçak bir şey mi oldu?"

"İnci, Cihangir..."

Sevdiğim adamın adını duyduğum anda ayağa kalktım. Burçak'ı dinlerken arkadan gelen ses cümlesini tamamlamasına izin vermedi. "Gelen askerin kalbi durdu. Hastayı kaybediyoruz."

Dengemi kaybettiğim an elimi masaya yasladım. Duyduklarıma inanamıyordum. "Burçak! Neler oluyor orada? Burçak cevap versene!"

Telefonun kapandığına dair ses gelirken kulağımdan uzaklaştırıp boş boş ekrana baktım. Elimden düşen telefonla Arya'nın sesi geliyordu ama uğultu gibiydi. Görüşüm buğulanmıştı, bu da yetmezmiş gibi gözlerim kararmaya başladığında nefes alamıyordum.

Devamı ise sadece boşluk...

💛💛💛

İnstagram: soylumery

Loading...
0%