Yeni Üyelik
45.
Bölüm

45. Bölüm

@soylumery

 

Keyifli okumalar...🤩


Cihangir'den...
Bordo bereli olmak...

Söyleyince kolay, isteyince zor...

Ben bordo bereliyim. Gönüllü olarak istemiştim bunu. Zaten bordo bereli olmak için gönüllülük esastır ama fazlasıyla yetersiz... Eğitimlerde bile sadece sayılı kişi başarılı olabiliyorken nasıl kolay olsun ki? Daha birçok arkadaşımızı ön elemede kaybediyorduk. Maalesef ne yaş ne boy ne de kilo yetiyordu bordo bereli olmak için. Onu da geçtim, ben askerî liseyi bitirip üstüne bir de kara harp okuluna gitmiştim. Bu bile yetmemişti eğitimlere tabii tutulmamam için. Sadece güçlü olmak da yetmiyordu. Aynı zamanda zeki, çevik, dikkatli ve iradeli de olmanız gerekiyordu. Bir de tüm bunlar yetmezmiş gibi büyük bir psikolojik baskıyı atlatabilecek kadar dirayetli olmalıydınız.

Ne yalan söyleyeyim, bordo bereli olmayı düşünmüyordum en başında ama bu tercihe sevdiğim kızın beni terk etmesi sürüklemişti. Kimsesiz ve bekleyeni olmayan bir adam olarak kendimi en iyi buraya layık görmüştüm. Tabii bir de karşı tarafın beni o hayranı olduğum bordo bereyi takmaya layık görmesi gerekiyordu. Sırf bunun için üç buçuk yıl daha eğitim gördüm. Dile kolay, uygulamada zor... Her konuda profesyonel bir hâle dönüştürüyorlardı sizi. Hayatınıza birinin girmesini bırakın yaşadığınıza şükrediyordunuz. Muharebe, keşif, sızma, teşhis ve tanıma, hayatını her koşulda idame ettirebilme, düşmandan kaçma kurtulma, ateş tanzimi, tahrip, paraşütle atlama... Aldığımız kırk yedi civarı eğitimden sadece birkaçıydı. Tabii en önemlisi ve zor olanı psikolojik eğitimlerdi. Her şartta ve koşulda görevine odaklanabilmek ve hayatta kalmak kolay değildi. En kötüsü de ailenle görevin arasında kaldığında görevini seçmek zorunda olmandı. Şahsen o zamanlar bu tercih bana hiç zor gelmemişti. Zira seçebileceğim bir ailem yoktu.

Şimdi düşünüyorum da... Her neyse. O da bende kalsın.

Aynı zamanda en az iki dili anadilin gibi konuşabiliyor olman gerekiyordu ve ben beş dili rahat bir şekilde konuşuyordum. Tabii bunda kara harp okulunda aldığım dil eğitiminin de etkisi büyüktü. Aynı zamanda yabancı dilimizi pekiştirmemiz için de çok fazla olanak sağlıyorlardı. Dedim ya her konuda profesyonel oluyordunuz. Bütün bunlar yetmezmiş gibi yurt içi eğitimimizi tamamlamamızla yurt dışı eğitimimiz başlıyordu. Tabii bu raddeye kadar çoktan sayılı kişi kalıyorduk ama kalanlar da yetiyordu doğrusu. Bu yüzden dünyada başarısı kanıtlanmış ve dört bir yana korku salan sayılı birliklerden biri bize aitti.

Biz bordo bereliydik. Bu aşamaya kolay gelmiyorduk. O kadar iyi eğitiliyorduk ki bizim için imkânsız sadece biraz zaman alırdı...

Bizim tim beş kişiden oluşuyordu. Az gibi görünüyor olsa da bir orduya bedeldik. Gölge timi olarak üstesinden gelemediğimiz bir operasyon da olmamıştı şimdiye kadar. Bu tim adını benden alsa da tam bize göre bir seçimdi. Sessizliğimiz ürkütücü, varlığımız korku sebebiydi.

Askerlerimiz teröristler tarafından hain bir pusuya düşürülmüştü ve onları kurtarmak için görevlendirilmiştik. Tabii bu süreç çok da kolay olmamıştı. Sınır ötesinde olmalarından dolayı onlarla iletişimimizi kaybettik ve uzun süre ulaşamadık. İHA'lar sayesinde yerlerini tespit ettik. Biz onların yerini bulup kurtarana kadar iki gün geçti. Şimdi ise helikopterle dönerken görevimizi yerine getirmenin haklı gururunu yaşıyorduk. Yüzümüzün gülemiyor oluşunun tek sebebi ise biz gelmeden önce, çıkan çatışmada ağır yaralanan asker ve sonrasında bacağından yaralanan Akın'dı. Akın'ın yarası hafif olduğu için içim rahat olsa da diğer asker göğsüne aldığı mermi yüzünden çok kan kaybetmişti. Yaralı asker titrerken üzerine örttüğümüz hiçbir şey fayda etmiyordu. Onu kaybetme korkusu hepimizi derin bir sessizliğe boğmuş, yakın arkadaşları başında gözyaşı döküyordu.

Askerler ağlamaz sanmayın. Bu vatana verilen her şehit bizim gözyaşı sebebimiz ama bunun sebebi zayıflığımız değil, güçlü bağlarımızdı. Bizi teselli edecek tek şey ise o itlerin hepsinin leşini sermiş olmaktı. Yaralı askerin titremelerini soğuk bakışlarla izlerken aklıma eğitimler geldi.

Yoğun kar altında şınav çekerken tek istediğim bir an önce bitmesiydi. Soğuğu iliklerime kadar hissediyor oluşumdan mustarip daha hızlı çekiyordum. Çünkü vücut ısımı korumamı sağlayan tek şey hareket hâlinde olmamdı. Komutanımın sırtıma ayağıyla basmasıyla kara gömülürken zaten karla temas eden ellerimin sızısına yüzümün yanında bir de tişörtümün ıslattığı göğsüm eklendi. Yüzümü kardan çıkarmamla başımı yana çevirdim. Sıcak çayından bir yudum alan komutanımın bakışları beni bulurken alayla güldü.

"Üşüyor musun Cihangir? Hava da bayağı soğuk. Bak konteynır çok sıcak, gitmek ister misin?"

Hâlâ sırtımda baskısına devam eden ayağına inat rahat sorusu alışmış olduğum bir durumdu. Bir de bu yetmezmiş gibi kendisi termal montla duruyordu. "Hayır komutanım."

Onu reddetmemle elindeki termos bardakta dumanı tüten çayını uzattı. "Peki çay? Sana bir kıyak geçip kahve de verebilirim."

Yaptığı çay teklifi o kadar cazip geliyordu ki... Kahve falan istemiyordum doğrusu. İçimi ısıtacak sıcacık bir çay komutanımın bana bütün yaptıklarını bile unutturabilirdi. Tabii bunu ona belli etmeyecektim. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Hâlâ başımda pes etmemi bekleyen adama dudağımı kıvırarak alayla baktım. "Eğitim bitince hatırlatırım komutanım."

Aldığı cevapla ciddiyetini bozmazken sırtıma yanda duran ağırlıklardan birini daha bıraktı. "Kaç olmuştu asker?"

Tekrar şınav pozisyonu aldım. "Sıfır komutanım."

"O zaman kes zevzekliği de başla."

"Bir, iki, üç, dört..."

Ve her nedense ben o gün yüze kadar çekmem gereken şınavı bir türlü tamamlayamamış olsam da komutanım fazlasıyla sıcak çay içmişti. Bir daha ne o günkü kadar üşüdüm ne de soğuğu hissettim.

İnci'den

Gözlerimi araladığımda duyduğum sesleri algılamakta zorlanıyordum. Bulanık görüntü yavaşça netleşmeye başlarken karşımda bana doğru eğilen askere dikkatlice baktım. Yüzünün her bir santimini ezbere bildiğim adamın endişeli elalarıyla karşılaştığımda ise yeniden hayata döndüm.

"İnci'm..."

İsmimin dudaklarından dökülmesi gözümden bir damla yaşın düşmesine sebep oldu. Ani bir hareketle başımı kaldırıp kollarımı boynuna doladım. Onu canlı görmenin mutluluğu her şeye değerdi.

"Cihangir yaşıyorsun."

Gülerken bile ağlayan gözlerime buruk bir tebessümle baktı. Alnıma derin bir buse bırakarak bakışlarımızı sabitledi. "Yaşıyorum tabii. Ömrüm yettiğince, senin için."

Sözleri kalbime işlerken bakışlarındaki durgunluğu fark ettim. Bir an vücudunu incelemeye başladım. "Cihan, iyisin değil mi, bir şeyin yok? Yaralandın mı yoksa?"

Yüzümü avuçları arasına alıp ona odaklanmamı sağladı. "İyiyim İnci. Sakin olur musun lütfen?"

Elimi kaldırarak yanağına dokundum. O anda hissettiğim acıyla bakışlarım koluma kayarken serum takılı olduğunu fark ettim. Hastanede olduğumu anlarken bayıldığım aklıma geldi.

"Doktor hâlsiz düştüğünü söyledi İnci. Neden kendine dikkat etmedin?"

Üzgün gözlerle dudaklarımı birbirine bastırdım. Zordu işte... En çok bana zordu da görmüyordu. Beklemek, onu hasretle beklemek ağır geliyordu. "Sürekli kâbuslar gördüm Cihangir. Sen gittiğinden beri nefes alamaz oldum. Burçak aradı ve tam seninle ilgili bir şey söylerken arkadan biri, gelen askerin kalbi durdu, dedi. Sonrasını hatırlamıyorum."

Eli saçlarıma giderken küçük bir tutamı kavrayarak oynamaya başladı. Bakışları buğulu bir hâl alırken içimi yine bir korku kapladı. "Cihangir, yoksa diğerlerine mi bir şey oldu? Kimdi o kalbi duran asker?"

Göz göze geldiğimizde içim yandı. Kan çanağına dönmüştü gözleri. Vardı bir şey işte. "Merak etme, iyiler. Sadece Akın bacağından yaralandı ama durumu iyi. Birkaç dikiş atıldı o kadar."

Elim tekrar yanağına giderken minik minik çıkmak için çabalayan sakallarını okşadım. "O zaman neden bu kadar üzgün görünüyorsun?"

Yanağını elime bastırmasıyla gözleri de anlık kapandı. Derin bir nefes aldıktan sonra zor bulduğu sesiyle mırıldandı. "Kurtarmaya gittiğimiz askerlerden biri şehit oldu."

Bir müddet bakışlarım yere düşmüş, dudağımın kenarına dişlerimi geçirmiştim. Allah'ım ne zordu... Ben sevdiğim adama bir şey olma ihtimaline bile dayanamayıp bayılmışken şehit olan askerin ailesi ne yapacaktı? Belki de evliydi. Kim bilir, belki de çocuğu vardı.

Allah'ım biliyorum ki şahadet büyük bir mertebe ama yine de sevdiğimi alma benden. Beni onsuz bırakma.

İçim acıya acıya elimle gözümden akan yaşı sildim. Başımı kaldırdığımda Cihangir'le göz göze gelirken fısıltı gibi çıkan sesim, onu teselli edemeyecek kadar yorgun olduğumun kanıtıydı. "Başımız sağ olsun."

Başını hafif aşağı eğerek gözlerini kapatıp açtı. "Vatan sağ olsun."

Durgundu, sessizdi sevdiğim adam ama bunu dışarıdan biri anlayamazdı. Belli etmiyordu. Fakat ben ondaki değişimi fark edecek kadar çok tanıyordum artık. Belki de bilerek bana gösteriyordu duygularını. Çünkü Cihangir istemezse ben onunla ilgili hiçbir şeyi bilemezdim.

Odanın kapısı açılıp Burçak ve Giray içeri girince toparlanma ihtiyacı hissettim. "Canım uyandın demek."

Burçak'ın neşesiz ama yine de sıcak sesine Giray da eşlik etti. "Geçmiş olsun İnci."

Cihangir çoktan aramıza mesafe koymuş ayakta duruyordu. "Teşekkür ederim."

Burçak yanıma gelerek yatağımın kenarına oturdu. Dikkatli bakışları yüzümde gezinirken mahcup duruyordu. "Nasıl hissediyorsun kendini?"

Cihangir'in, arkasında duran sandalyeye oturuşunu izlerken dikkatimi toparlayıp Burçak'a döndüm. "İyiyim Burçak, şu serumu çıkart artık."

Serumuma bir bakış atıp tekrar bana döndü. "Çok az kalmıştı ama neyse çıkartayım." Yerinden kalkarak serumu çıkartırken devam etti. "Bu arada özür dilerim. Benim yüzümden bu hâle geldin sanırım. Ben sadece Cihangir'in burada olduğunu haber verecektim ama ortalık karıştı ne yazık ki."

Buruk bir tebessüm gönderdim biricik arkadaşıma. Beni az daha kalpten götürüyordu ama bilerek yaptığı bir şey değildi. "Sorun değil canım, ben bir an panik yaptım işte." Kuzenim aklıma gelince etrafıma bakınma ihtiyacı hissettim. "Arya nerede?"

Burçak imalı bir gülüş gönderdi. "Akın'ı merak etmiş de ona bakmaya gitti."

Bu durumu normal karşıladım çünkü Akın yaralanmıştı. Yataktan aşağı ayaklarımı sarkıtarak ayakkabılarımı giymeye başladım. "Ben de bir geçmiş olsun demek istiyorum."

Burçak çıkarttığı serumu kenara bırakırken başımı kaldırarak Cihangir'e baktım. Derin düşüncelere dalmış düşünürken beni duymamıştı sanırım. Başımı Giray'a çevirmemle onun da kırık bakışlarını yakaladım. Fakat o beni fark edince gülümsedi. "Hemen iki oda ileride yatıyor. Birlikte gidelim."

Cihangir'e dönüp elimi elinin üzerine koyduğumda irkilerek bana baktı. Sonunda dikkatini çekebilmiştim. Ayağa kalkarak elimi sıcacık eliyle kavradı. "Gidelim o zaman."

Cihangir'in tok sesi ne olursa olsun benim huzurumdu. Birlikte odadan çıkmamızla biraz ilerledikten sonra kapısı açık olan odaya yaklaştık. Gelen seslere kulak kesilirken Arya sinirli gibiydi.

"Of... Nasıl da nazlısın... Bir çorba içeceksin, ne var bunda?

Akın atarlı sesiyle karşılık verdi. "İstemiyorum kızım, zorla mı?"

"Zıkkımın kökünü iç o zaman. Yaralısın diye seni düşünüyorum ben de."

"Bünyem beni düşünen birini kaldırmıyor. Alışık değilim ben, ne yapayım?"

İçeri girerken dudaklarım kıvrılmış onların atışmalarını dinliyordum. Arya bizi görünce elindeki tabakla kaşığı önlerinde duran hasta masasına bıraktı. Masayı kenara çekerken homurdanıyordu. "Tam bir hödüksün."

Cihangir'le Akın'a yaklaştık ama Arya öne atılarak kollarını boynuma doladı. "İnci çok korkuttun beni. İyi misin?"

Kollarım sırtına dolanırken ben de sıkıca sarıldım. "İyiyim canım, merak etme." Üzerinde beyaz pikesiyle oturur bir hâlde yatağında duran Akın'a da gülümsemeden geçmedim. "Geçmiş olsun Akın."

Gayet rahat görünüyordu yine. Sanki o bayılmıştı da ben yaralanmıştım. "Sağ ol yenge." Hemen arkamızdan odaya giren Burçak ve Giray'ı görünce beni çabuk unuttu. "İkinci yenge beni şuradan bir çıkartsan artık."

Burçak gözlerini devirerek kollarını göğsünde birleştirdi. "Onu doktoruna söyle. Senin doktorun ben değilim."

Akın, somurtkan bir hâlde sitem etti. "Lan doktorlar da hasta seçer oldu. Ne var çıkartsan yani eline mi yapışır?"

Burçak'ın kaşları çatılırken Giray araya girdi. "Git işine oğlum, kaşınma bak."

Akın alayla elini Giray'a uzattı. "Al işte koruması da konuştu."

Yüzümdeki tebessümle Akın'ı dinlerken kapı açıldı. Hepimizin bakışları o yöne döndüğümde içeriye giren kişiyle yanımdaki beden gerilirken elimi tutan el biraz daha sıktı.

"Ulan yine nereden çıktı bu kıl?" Cihangir yanımda homurdanırken Deniz'in bakışları bende duraksamış, yüzüne geniş bir tebessüm gelmişti. "İnci... Uzun zaman oldu seni görmeyeli." Yapay bir tebessüm sunarken aslında bu durumdan şikâyetçi değildim. Deniz iyi biri olsa da bana olan bakışları çok da masum değildi ve Cihangir tabii ki bu durumu fark ediyordu. "Öyle oldu."

Bana uzattığı eli Cihangir kavrarken araya girdi. "Biz hâlimizden memnunduk yalnız."

Deniz biraz şaşırsa da çabuk toparladı. Cihangir'e dönerken bu sefer de o gerçekçiliğini kaybetmiş bir tebessüm sundu.

"Cihangir... Hiç değişmemişsin."

Deniz'in alaylı kelimelerine Cihangir sessiz kalmayacaktı tabii. "Ne bekliyordun? Senin gibi döne..."

Gözlerim irice açılırken hızla sözünü keserek üniformasını tutup kendime doğru çektim. "Cihangir... Sevgilim bırakalım da Deniz işini yapsın."

Çatılan kaşlarıyla elini belime dolayıp kendisiyle birlikte beni de bir adım geriye çekti. Deniz, Akın'a ilerledikten sonra gülümsedi. "Nasıl hissediyorsun kendini?"

Akın ise suratsızdı. "Kötü. Hâlâ çıkamadım şuradan. Çıkış ver de gideyim artık."

"Merak etme ben de çıkışın için geldim. Kendini iyi hissediyorsan çıkabilirsin. Fakat bir süre dikişlerin toparlayana kadar ayağının üzerine basmak yok. Dinlenmen gerekiyor ve pansumanlarını aksatmamalısın."

Deniz, elleri beyaz önlüğünün cebinde açıklama yaparken Akın çok da umursuyor gibi değildi. Buna şaşırmadım. Aslında alışık olduğu şeyleri duymak istemiyor da olabilirdi. Çünkü ilk kez yaralanmış olması düşük bir ihtimaldi. "Merak etme doktor, hallederiz."

Akın'ın geçiştirmelik cevabı Deniz'i memnun etmese de yüzünde küçük bir tebessüm oluştu. "Tamam. O zaman geçmiş olsun."

"Sağ ol."

Arkasını dönüp gideceği sırada bana kısa bir bakış attı. Deniz'in çıkışıyla Cihangir saymaya başladı. "Ulan bu herif elbet bir gün geçecek elime. O zaman var ya elimden kimse alamayacak."

Giray da destek çıktı. "Hakkın var, adam resmen kaşınıyor."

Akın toparlanırken Arya yardım etmek için yanına adımladı. "Eline geçerse bizi de çağırmayı unutma."

Ters bakışlarımı üçlüye diktim. "Timi çağırın isterseniz."

Arya biraz önceki sessizliğini bozarak Akın'ın elini tutarken beni destekledi. "Harbi ya... Adam ne yaptı ki size? Gayet de hoş birine benziyor."

Akın sinirli bir şekilde elini geri çekti. "Saf mısın kızım sen? Hoşmuş..."

Akın'ın Arya'ya olan bu çıkışı benim de kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Tam müdahale etmek istediğim anda Cihangir elimi tuttu. Bakışlarım onu bulurken başını iki yana salladı. Allah'tan kuzenim altta kalan biri değildi. "Saygısız, dağ ayısı."

Arya ve Akın ölümcül bakışlarını birbirine atarken Burçak gayet ılımlı bir sesle araya girdi. "Deniz biraz çapkın olsa da iyi bir doktordur."

Cihangir soğuk sesiyle karşı çıktı. "Biz ona çapkın değil, yavşak diyoruz."

Giray'ınsa derdi başkaydı. "Yoksa sana da mı asılıyor bu herif?"

Burçak panikle itiraz etti. "Hayır tabii ki de."

Bense çok sıkılmıştım hastane ortamından. "Artık eve gitsek mi?"

***

Akşam olduğunda cam kenarında Cihangir'i bekliyordum. Şehit olan askerimiz için burada yapılacak törene gitmişti ve aklım ondaydı. Ben de gitmek istemiştim ama bugün bayıldığım için izin vermemişti. Zaten resmî bir tören olduğunu söylemişti. Akın ise bacağına aldırmadan gitmişti törene.

Apartmana yaklaşan birini gördüğümde dikkat kesilirken kim olduğunu anlamaya çalışıyordum. Başını kaldırmasıyla Mahir olduğunu fark ettim. O da beni görünce yanlış anlamasından çekinerek geriye çekildim. Bir süre sonra camdan dışarıya tekrar baktığımda kimseyi göremedim. Yarım saat daha beklememle Cihangir, Giray ve Akın apartmandan içeri girdi. Pencere kenarından ayrılıp kapıya yöneldim.

"Geliyorlar mı?"

Burçak'ın sorusunu başımla onaylayarak geçiştirdim. Hırkamı ve anahtarımı alarak kapıyı açtım. Ayağıma geçirdiğim ayakkabılarla aşağı ineceğim sırada Giray'la Akın'ı gördüm. Akın, Giray'dan destek alarak çıkıyordu merdivenleri. Sanırım bir süre Giray'da kalacaktı.

"İyi akşamlar İnci." Giray'ın sevecen sesiyle gülümsedim. "Size de."

İkisi de başını sallarken yanlarından geçtim. Cihangir beni kapı eşiğinde beklerken öyle güzel bakıyordu ki son basamağı da inmemle tam karşısında durdum. Ellerim önümde kirpiklerimin altından gözlerine bakarken masum bir çocuk gibiydim. Bir süre beni izleyip cebinden anahtarını çıkarttı. Kapıyı açmasıyla eliyle içeri geçmem için işaret ettiğinde bunu bekliyordum. İçeri girmemle peşime takılırken salona geçtik. Ona doğru döndüğümde ise ışığı yaktı.

"Üzerimi değiştirip duş alacağım müsaadenle."

Hâlâ resmî kıyafetli olduğu için ayrıca karizmatik görünen sevdiğimi aşağıdan yukarıya doğru inceledim. Aklıma gelen şeyle onu durdurdum. "Tamam ama bir dakika."

Merakla bana bakarken aramızdaki mesafeyi kapatarak parmaklarımın ucunda havalandım. Elim bordo beresine giderken kavrayarak omzuna sıkıştırdığı yerden çıkardım. O ise elalarını bana dikmiş dikkatle beni izliyordu. Aldığım beresini kendi başıma geçirirken çok da düzgün ayarlayamamıştım sanırım. Yine de olduğu kadar düzeltip gülümsedim. "Yakıştı mı?"

Dudakları yukarı kıvrılırken ellerini kaldırıp berenin altına sıkışan sarı saçlarımı düzeltti. Bereye biraz daha eğim verdikten sonra gülümsedi. "Çok yakıştı."

Heyecanla telefonumu çıkartıp ön kamerasını açtım. Kendime bakarken gerçekten yakıştığını düşünüyordum. Dudaklarımda aptal bir sırıtışla başımı kaldırıp sevdiğim adamla göz göze geldim. Bugün ilk defa bu kadar içten güldüğünü gördüm. Sabahtan beri üzgün olan sevdiğimi şimdi az da olsa güldürebilmek beni mutlu etmişti. Fakat her tebessüm bir hüzne gebeydi. Yine de tebessüm en güzeliydi.

Cihangir beni omuzlarımdan tutarak çevirip sırtımı göğsüne yasladı. Çenesini omzuma yaslarken telefonu elimden alarak öz çekim yaptı. İkincisinde ise başımı ona çevirerek yanağına öpücük bırakırken çekti. Geri çekilmesiyle bir müddet telefonumda gezindi parmakları. "Ne yapıyorsun Cihangir?"

"Fotoğrafları kendime de atıyorum," dedi telefondan gözlerini ayırmadan. İşini bitirmesiyle telefonu bana uzatarak gülümsedi. "Sen otur, ben birazdan geliyorum."

Telefonu alıp başımdaki beresini dikkatle ona tekrar teslim ederken mırıldandım. "Telefonunda fotoğraf yok sanıyordum."

Yanağımdan küçük bir makas alıp arkasını döndü. "Yok demedim ki bulamazsın dedim."

Koltuğa oturmuş çektiğimiz fotoğrafları incelerken tek odaklandığım kısım Cihangir'di. Fotoğrafta bile ne kadar da yakışıklı çıkıyordu bu adam... Bir süre telefonumla sosyal medyada gezerken bir yandan da Cihangir'i bekliyordum. O esnada telefonumun çalmaya başlamasıyla ekranda babam yazısı belirmişti. Bir anda koltukta dik bir şekilde otururken kuruyan dudaklarımı dilimle ıslattım. Derin bir nefes alarak korkuyla telefonu kulağıma götürdüm. "Baba."

Hiç vakit kaybetmedi. "İnci, demek hâlâ bir baban olduğunu hatırlıyorsun."

Mahcup bir şekilde bakışlarım yere düşürdüm. "Ben sizi hiç unutmadım ki baba."

Babamın sesi, sert bir üslupla kulaklarımda yankılandı. "Sen oraya kaçtığında bizi sildin İnci. Bak şimdi bile ben arıyorum."

Düşünceli hâli beni şaşırtırken şimdiye kadar aramayıp neden şimdi aradığını merak ettim. Bu yüzden hemen sadede girmesini bekliyordum. "Bir şey mi söyleyecektin bana?"

Soğuk sesiyle kelimeleri tükürürcesine çıkıyordu. "Teyzenle konuştuk, kaç gündür Arya'yı gelmesi için ikna etmeye çalışıyor. Kendin yetmezmiş gibi bir de kuzeninin aklını mı çeldin?"

Duyduklarım beni hayrete düşürürken yine de sakin olmaya çalışıyordum. "Arya kendisi geldi buraya. Ben çağırmadım."

Telefonda kısa bir hışırtı olurken annemin sesi duyuldu. "İnci yeter artık bu saçmalık. Teyzen çok kötü. Kahroldu kadın. Ne zamandır Amerika'dan gelmesini istediği kızı şimdi daha vasat bir yerde. Hadi bizi önemsemiyorsun teyzeni düşün bari."

Neden böyle oluyordu, neden her şeyin sorumlusu ben oluyordum? Oysa ben Arya'ya ne gel demiştim ne de git diyecek biriydim. "Arya ile konuşurum."

Annem sert bir şekilde devam etti. "Sen de dön artık. Yeter bu kadar çocukluk yaptığın, aç şu gözlerini."

Alt dudağımı dişlerim arasına sıkıştırıp serbest bıraktım. "Ben dönmeyeceğim."

Dönmek mi? Ben yanında olduğum adama ilelebet ait olma hayalleri içindeydim. Annem bir anda yükselirken telefonu biraz kulağımdan uzaklaştırmak zorunda kaldım. "Ne demek dönmeyeceğim? Sen nasıl bu kadar bencil olabiliyorsun? Hadi bizi düşünmüyorsun peki Tuna ne hâle geldi onu da mı umursamıyorsun?"

Öfke ufaktan bedenimi esir alırken yanaklarımı şişirip serbest bıraktım. Hâlâ sakin kalmaya çalışıyordum. Cihangir'in duymasından çekinerek sesimi alçalttım. "Tuna umurumda bile değil. Hem hazır siz aramışken bir şey söylemek istiyorum."

"Ne söyleyeceksin?"

Allah'ım sen kolaylık ver...

"Anne... biz... Cihangir'le evlenmeye karar verdik ve müsaadenizle beni sizden istemeyi düşünüyor."

Cümlemi tamamladığım anda kısa bir sessizliğin ardından kıyamet koptu. "Ne! Sakın... Sakın İnci. Allah'ım benim kızım bu kadar aptal olamaz. İnci, sen delirdin mi?"

Babamın sesi anneminkinden de gür, bir o kadar da sert çıkıyordu. "Eğer o adamla evlenecek olursan seni asla affetmem İnci. Sakın o adamı bizim kapımıza getirme. Seni asla vermem o asker bozuntusuna."

Yerimde kıpırdandım. Telefonu uzağımda tutuyordum. Sesleri uzaktan bile duyuluyordu nasıl olsa. Sanki hoparlöre almışım gibi. Sonucu bildiğim hâlde neden farklı bir cevap beklemiştim ki? Hepsi Cihangir içindi. "Baba yapma ne olur. Onu seviyorum ve Cihangir'in evlilik teklifini çoktan kabul ettim bile."

Babam artık o kadar bağırıyordu ki yanında olmak dahi istemezdim. "Eğer birazcık aklın varsa o herifle evlenmene asla müsaade etmeyeceğimi bilirsin İnci. Sakın daha fazla kaşınma. Yoksa mirasımdan da tek kuruş pay alamazsın."

Babam suratıma kapatınca elimdeki telefonu kenara fırlatarak acıyla inledim. "Bir kere bile beni anlamadınız. Derdim para olsaydı buraya hiç gelmezdim. Benim de bir kalbim var. Görün artık beni."

Yanaklarımdan süzülen gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. Başımı kaldırdığımda kapı pervazına omzunu yaslanmış Cihangir'le göz göze geldim. Yine duymuştu her şeyi...

Onu görünce dudaklarım daha çok büzülürken bana doğru adımladı. Yanıma oturduğunda kollarımı boynuna dolayıp daha çok ağlamaya başladım. Sırtımı saran koca elleri bir yandan da saçlarımı okşuyordu. Beni teselli eden sevgisi gözyaşlarımı durdururken göz göze geldiğimizde yanaklarımı kuruladı.

"İnci... Belki de evliliğinin ertesi günü şehit olabilecek bir adamla, mirastan menedilme ihtimaline karşı devam edebilecek misin?

Benim mavilerim hoyratça dalgalanırken onun elalarına çarpıyordu. Şimdi biz susmuştuk, gözlerimiz konuşacaktı.

 


💛💛💛

 

Instagram hesabım: soylumery

Loading...
0%