Yeni Üyelik
48.
Bölüm

48. Bölüm

@soylumery

Keyifli okumalar...☺️

Kalbimde bir sızı hissediyordum. Çok derinlerde, en içte. Telafisi olsa da ne görecek göz vardı ne de dokunacak el. Hayatım boyunca hep paranın içinde büyümüştüm. Her zaman göz önünde olmuştum ama bütün bunlara rağmen hiçbir zaman şımarık bir kız olmamıştım. Evet, belki Cihangir'in dediği gibi çocuk kalmıştım, olgunlaşamamıştım ama bundan fazlası olmamıştı. Paranın insana getirileri olduğu kadar götürüleri de oluyordu. Küçükken hatırlıyorum, annem sürekli dernek toplantılarına giderdi ve ben hep onu beklerdim. Kokoş arkadaşlarıyla çay partileri yapardı malikânesinde. Bir gün odamda çok güzel bir resim yapmış, annemi, babamı ve küçük kardeşimi çizmiştim. Kerem o zamanlar çok küçüktü. Babam elimden tutmuş, annem de Kerem'i kucağına almıştı. Tabii böyle anlattığıma bakmayın resim çok da başarılı değildi. Yine de anlatmaya çalıştığım sevgi tablosu buydu. Yeni alınan sulu boyalarımla yapmıştım. Biraz da hor kullanmıştım tabii. Üzerim hep boya olmuştu. Heyecanla resmi alıp aşağı indim. Normalde annemin arkadaşları geldiğinde aşağı inmem yasaktı ama ben yine de anneme resmi göstermek istedim. Küçük ayaklarımla heyecanla adımlayıp anneme ulaştım. Annem de o gün, aksilik bu ya beyaz giyinmiş. Masada otururken dikkatini çekmek için elimle elbisesinin eteğini tuttum. Çünkü arkadaşları yüzünden beni duymuyordu. Başını çevirip beni görmesiyle çığlığı bastı. Bilmem kaç paraya aldığı elbisesini boya yapmamla çıldırmıştı.

Yaptığım resim mi? Onu annem hiç görmedi.

Beni tutarak dadıma götürdü. Sonrasında da dadıma bir sürü fırça attı. Hatta sırf bu yüzden dadım işten kovuldu. Resimse arada kaynadı gitti işte. Bir daha da aile resmi yapmadım zaten. En çok Kerem'le resmimi yapardım. Yanımıza da hayvanlar çizerdim. Kediler, köpekler, kuşlar... Hayvanlara olan sevgim küçüklükten geliyordu benim. Onlar sadıktı. Paran var mı diye bakmıyorlardı. İnsan ayırmıyorlardı. Sadece onları seven herkesi koşulsuz şartsız seviyorlardı. Ben de onları sevdim. Onlar da bana hiç nankörlük etmediler.

Annemin attığı tokat kalbimde yankılanırken yanağımda değil de kalbimde sızı hissediyordum. Etrafımızda herkes sessiz beklerken Cihangir, beni arkasına çekti. Ama geç kalmıştı sevdiğim... Aslında geç de değil, annemin böyle bir şey yapacağına ihtimal vermemişti belki de ya da kadın olduğu için babama yaptığını yapamamıştı. "Kendinize gelin. O sizin kızınız."

Cihangir'in sert ve soğuk sesi odada yankılanırken annem bağırdı. "Evet, o benim kızım. Peki, sen kimsin?"

Sevdiğim adam yine de kendini tutmak için çabalıyordu. "Ben İnci'nin nişanlısıyım."

Kerem hızla annemle Cihangir'in arasına girdi. "Anne ne yaptın sen, ablama nasıl vurursun?"

Bize doğru yaklaşan babam annemden daha soğuktu. "Sen sakın konuşma Kerem. Bu yalanların fazla oldu."

Kerem de benim yüzümden fırçasını yediğinde alacağı cezayı düşünmek bile istemiyordum. Kerem mecburen sessiz kalırken Cihangir yine yapıcı olmaya çalışıyordu. "Bu şekilde İnci'yi incitmekten ileri gidemezsiniz. Buyurun içeri, insan gibi konuşalım."

Ne yazık ki babamla annemin anlayacağı bir konuşma değildi. Ben Cihangir'in arkasına sığınmış beklerken babam bağırdı. "Ne konuşmasından bahsediyorsun sen? Biz kızımızı alıp gideceğiz. Sen de kızımdan uzak duracaksın."

Annem bana uzanırken Cihangir, kararlı sesiyle biraz daha araya girdi. "Orada duracaksınız! İnci bundan sonra benden bir adım dahi uzağa gidemez. Siz isteseniz de istemeseniz de."

Annem hırçın bir şekilde bakışlarını Cihangir'e dikti. Bense hâlâ sevdiğim adamın arkasında saklanıyordum. Hayatta korktuğum şeyler bir bir yüzüme çarpıyordu.

"Benim kızım Tuna'yla evlenecek. Sen asker bozunt... "

Cihangir öne sert bir adım atınca annem korkarak cümlesini bitiremeden geri çekildi. "Sakın! Sakın altında kalacağınız laflar etmeyin. İnci, benim sevdiğim kadın. Ne onu istemediği bir şeye zorlayabilirsiniz ne de şahsıma, en önemlisi de mesleğime en ufak bir hakarette bulunabilirsiniz."

Annemin ürkek bakışları beni biraz da olsa etkilemezken başını arkaya doğru çevirerek babama baktı. Sanırım ondan güç almak istiyordu. Durum daha da kötüye gitmeden Cihangir'in elini tutarak öne doğru çıktım. Annemle babamın bakışları bana dönerken dik durmak için elimden geleni yapıyordum. "Biz Cihangir'le bir ay sonra evleniyoruz."

Annem ellerini ağzına kapatmış hayretle bakarken babamın kaşları biraz daha çatıldı. Durumdan haberi olmayan arkadaşlarımız da şaşkınlıkla bize bakarken babam gürledi. "Sana söyledim İnci! Mirastan hiçbir pay alamazsın."

Alaylı bir gülüş sundum. Annemle babamdan beni ayıran en büyük özelliklerden biri de buydu. Onlardaki para hırsı hiçbir zaman bende olmamıştı. Ne paranın kölesi oldum ne de hayatımı para için yönlendirdim.

"Umurumda mı sanıyorsun baba? Beş kuruşunu dahi istemiyorum."

Annem iğrendiğini belli eden bakışlarıyla ona olan sevgimi yerle bir ediyordu. Anne ve kızı arasında olan sevgiyi, inancı biz niye yaşayamıyorduk? Annem neden bana her seferinde memnuniyetsiz ve aşağılayarak bakıyordu? "Bu adam senin gözünü kör etmiş."

Tükürürcesine dilinden dökülenler zoruma gitmedi. Çünkü Cihangir istesin ben herkese hem kör hem de sağır olurdum. Sevdiğim adama bakıp tebessüm ettim. Onun ela gözleri fazlasıyla güven veriyordu. En önemlisi de sevgi barındırıyordu. Tekrar anneme dönerek başımı iki yana salladım. "Keşke siz de kalbinizi kör etmeseydiniz de beni biraz görseydiniz. Ben sevdiğim adamla mutluyum. Size bunu defalarca anlattım ama beni anlamadınız. Bir kere olsun şu kulaklarınız duymadı beni. Size daha fazla söyleyecek sözüm yok. Benim yerim burası."

Annem ve babam beklemedikleri cevapla anlık bir şaşkınlık yaşarken babam öfkeyle bağırdı. "Kerem toparlan hemen gidiyoruz!"

Annem de babamı yalnız bırakmadı. "Arya çabuk sen de bizimle geliyorsun."

Şimdi de beni yalnız bırakarak cezalandırmaya çalışıyorlardı. Arya ve Kerem bana üzgün bir şekilde bakarken onlara gitmeleri için gözlerimi kapatarak destek oldum. Şu an kalmaları her şeyi daha da kötü yapardı. Kerem bana sıkıca sarılırken gözlerim doldu. Kimse umurumda değildi ama Kerem başkaydı işte. O benim canımdı. Biliyordum birbirimizden kopmayacaktık fakat artık bir araya gelmemiz çok zor olacaktı.

"Abla seni çok seviyorum. Lütfen kendini üzme." Kerem'in sarılırken kulağıma çalınan fısıltısı içimi sızlattı. "Ben de seni seviyorum ablacığım. Kendine dikkat et."

Kerem'den kopmamla Arya ile sarıldık. "Sen çok güçlüsün İnci. Sakın üzülme."

Dolan gözlerime engel olmak istesem de olmuyordu işte. "Ben güçlü değilim."

Geri çekildiğinde yeşil gözleri dolu doluydu. Annemin vurduğu yanağıma tüy kadar hafif bir öpücük bırakıp zor da olsa tebessüm etti. Aynı şekilde ona karşılık verdim.

Onlar ufak tefek eşyalarını toplamak için odaya giderken annem hâlâ hıncını alamamıştı anlaşılan. "Bu yaptığına pişman olacaksın İnci. Bu hayat sana göre değil." Başımı iki yana salladığımda annem bana bir adım daha yaklaştı. "Hevesin geçtiğinde yine kürkçü dükkânına döneceksin nasıl olsa."

Annem son kez etrafa aşağılayıcı bakışlar atıp kapıya yönelirken sıra babamdaydı. "Kızımı kandırmanın da bir bedeli olacak. Sakın yaptıklarına göz yumacağımı sanma. Son gülen ben olacağım asker."

Cihangir de sert bakışlarını babama odaklamışken yüzü duvar gibiydi. "Beni tehdit mi ediyorsunuz?" Babam sessiz kaldığında gözlerini kıstı. "Benimle uğraşmaya çalışmayın Mümtaz Bey, pişman olursunuz."

Babam öfkeyle arkasını dönüp gittiğinde Arya ve Kerem geldi. Herkesle vedalaştıkları sırada. Akın'la Arya dikkatimi çekti. Akın'ın Arya'dan hoşlandığını biliyordum ama şimdi yüzü duvar gibiydi. Bir mimik dahi oynamıyordu yüzünde. Arya tüm sıcaklığıyla tebessüm ederek elini uzattı. "Seni tanımak güzeldi bay hödük. Kendine dikkat et."

Akın bir süre Arya'nın eline baktı. Öyle dik, öyle üsttendi ki bakışları, biraz da korkutucuydu. Arya'nın inatla eli havada bekleyişini karşılıksız bırakmadığı gibi bir de kendine çekti. "Sen de kendine dikkat et, hırçınlar pek sevilmez." Arya gözlerini devirerek kendini geri çekmek istediğinde Akın izin vermedi. "Ama ben güzel severdim."

Arya ağzı açık Akın'a bakarken kalbim burkuldu. Akın'ın ne hissettiği yüzünden belli olmasa da ben anlıyordum. Sevgi istiyordu, ilgi istiyordu ama bunu dile getirecek bir adam da değildi.

Gitmelerinin ardından öylece kalakaldık. Herkes birbirine bakarken Akın müsaade isteyerek kapıya yöneldi. Ne yaptığımı bilmeden arkamı döndüm. Odama girip hemen kapattım kapıyı. Anahtarı çevirerek kilitledim. Sırtımı kapıya yaslayarak diz çöktüm. Gözlerimden akan yaşlar yine birbirini kovalıyordu. İşte benim gücüm de buraya kadardı. Kendimi o kadar çok tutmuştum ki daha fazlasına takatim yoktu. Tek istediğim annesinden dayak yiyen küçük çocuklar gibi saatlerce ağlamaktı ama bunu başkalarına göstermek istemiyordum. Hele de Cihangir beni böyle zayıf, güçsüz görsün hiç istemiyordum.

Odamın çalan kapısıyla irkilirken sevdiğim adamın yumuşak sesi kulaklarıma doldu.

"Güzelim... Müsait misin yanına geleyim?" Ses çıkarmamamla tekrar kapıya vurdu. "İnci, açar mısın kapıyı?" Hâlâ ses çıkarmıyor oluşumla bu sefer kapıyı yokladı. Kilitli olmasıyla sesi biraz sertleşti. "Bak beni merakta bırakıyorsun. Aç lütfen kapıyı."

Hıçkırıklarımı engellemek için elimle ağzıma bastırırken kapıya yaslanarak ayağa kalktım. Biliyordum... Açmadan gitmeyecekti. Usulca anahtarı çevirerek kapıyı araladım. Sabırla beni beklerken sonuna kadar açtım. Bakışlarım sevdiğim adamı buldu nihayetinde. Bana doğru adımlarken başını da iki yana salladı. "Nasıl hemen bu hâle geldin?"

Onun konuşmasıyla daha fazla dayanamayarak sesli bir şekilde ağlamaya başladım. Beni sıkıca saran kolları şefkatliydi, sıcaktı yine. Göğsünde içim sızlaya sızlaya ağlarken saçlarımı okşamaya başladı. "Şşş... Tamam güzelim. Geçti."

Geçmemişti, geçmiyordu, geçmeyecekti.

Anne; şefkat, sevgi demek değil miydi?

Bir evladı dünyaya getirmek onu köle yapmaktan mı yoksa birey hâline getirmekten mi oluşuyordu?

Bazen düşünüyordum ben mi çok şey istiyorum diye. Ama yok... Tek istediğim sevdiğim adamla yaşamak. Bu fazla bir şey değil ki. Ben ailemin bana göstermediği sevgiyi Cihangir'de bulmuşken nasıl bırakırdım onu, nasıl yarım kalırdım? Bir bilselerdi onsuz nefes almanın bile güç olduğunu bir görselerdi bana bakışıyla hızlanan kalbimi.

Hani en iyi anneler tanırdı kızlarını... Annem benim sadece dış görünüşümü biliyor, onu tanıyordu. Fakat işin kötü yanı bir yabancı da zaten o kadarını biliyordu.

Ne yazık ki kendi kızına bile hiç çekinmeden kalabalığın içinde tokat atan annem umursamaz ve bencil bir kadındı. Benim nasıl incindiğimi hissetmemişti bile. Ona göre zengin bir kız, zengin bir adamla evlenmeliydi. Davul bile dengi dengine hesabı. Para, bir kadın için yeterliydi. Karşıdaki erkek de eli yüzü düzgün olsun tamamdı her şey. Çünkü karı koca arasındaki ilişkiyi sürdürecek olan şey sevgi değil, paraydı.

Anneme göre aç aslanın da ağzı kokardı. O yüzden paran varsa mutluydun. Oysa bence maharet cepte değil kalpteydi. Zengin de üç gün sonra fakir olabilirdi ama seven bir kalp aslana her daim yakışırdı. Açken bile... Zaten Allah'ın izniyle benim aslanım da ekmeğini taştan çıkarırdı. Ne sevdiğini aç bırakırdı ne de kendini. Konu fazla paraysa ona da ihtiyacım yoktu çok şükür.

Cihangir benimle içeriye doğru adımlarken arkamızdan kapıyı da kapattı. Geri çekilerek ellerini yanaklarıma koydu. "Bu güzel mavilerden düşen her bir yağmur damlası benim kalbimdeki yangını söndürmek yerine daha da alevlendiriyor İnci."

Gözlerim kapanırken birkaç damla daha süzüldü yanağıma. Cihangir dayanamayarak gözlerimden öptü. Bu durum beni bambaşka bir ortama sürüklerken annemin vurduğu yanağımı buldu dudakları. Sanki anında bütün acılarım son bulmuş, kalbimdeki yara kabuk tutmuştu. "Sen o kadar güzel bir adamsın ki Cihangir, her geçen gün biraz daha âşık oluyorum sana. Ama annemle babamı anlayamıyorum, onların sevgisini hissedemiyorum ve bu kalbimi çok acıtıyor."

Küçük bir tebessüm sundu bana ama bu hem buruk hem de biraz acı bir tebessüm oldu. "Bazı şeyler anlamsızdır güzelim. Anlamak için uğraşma. Bak biz birlikteyiz, mutluyuz, seviyoruz birbirimizi. Gerisi önemsiz."

"Belki de... Bilmiyorum. Ben sadece..."

Konuşamadan yine ağlamaya başladım. Üzgün bir şekilde elalarına bakarken elimden tutarak beni yatağıma oturttu. Kendisi de yanıma oturdu. Eli saçlarıma giderken yüzüme düşen bir tutamı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Ağlamak sana hiç yakışmıyor İnci. Çok çirkin oluyorsun."

Üzgün bir hâlde omuz silkmemle dudakları hafifçe kıvrıldı. O benim en huysuz hâlimi bile seviyordu. "İnci'm."

Başım yerde ellerime bakarken mırıldandım. "Hım."

Elimi kavranmasıyla beni yanına çekti. "Gel bakalım yanıma."

Arkasına yaslamasıyla ben de yanına sokulurken başımı göğsüne yasladım. Beni hipnotize eden kokusu yine buram buram burnuma doluyordu. Elim tişörtünün üzerinde gezinirken mırıldandım. "Cihan, ben ailem adına senden özür dilerim."

Eli saçımı okşarken her şeye rağmen öyle huzurluydum ki tarifi imkânsızdı. "Dileme... Bu senin suçun değil. Benim tek istediğim senin üzülmemen. Annenin ya da babanın söyledikleri benim umurumda bile değil. Hatta onlar dua etsinler ki senin ailen. Yoksa yaklaşımım çok daha farklı olurdu."

Başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Biliyorum. Başkası olsa senin kadar sabırlı davranmayabilirdi."

Başıma konan öpücükle gülümsedim. Ailemin sevgisizliği gözyaşlarım, onun sevgisi tebessümüm oluyordu hep. "Arada sen varken yapamam güzelim. Ama bil ki benim sabrımın da sınırı var." Sıcacık eli yanağımı buldu. "Bugün annenin yaptığı son noktaydı."

Her kelimesi keskin, ses tonu kararlıydı. Başımı biraz daha yukarı kaldırmamla çenesini öptüm.

"Seni seviyorum yüzbaşım."

"Seni seviyorum sarışın."

Bir süre öylece sessiz kalırken esnedim. Gözlerim giderek ağırlaşmaya başlarken bunda ağlamamın da etkisi vardı. Tabii en büyük etkenlerden biri de sevdiğim adamın sıcacık kollarıydı. "Artık zengin olmadığım için beni bırakmazsın değil mi?"

Uyku mahmuru hâlimle saçmalama evresine geçmişken Cihangir erkeksi, bir o kadar da ölçülü bir kahkaha attı. "Bak şimdi bütün planlarım suya düştü."

Dudaklarım kıvrılırken benimle uğraştığını biliyorum. Elimle tişörtüne biraz daha sarıldım. "Beni hiç bırakma Cihan."

Başıma konan öpücük aslında başka cümleye yer bırakmıyordu. Fakat o kalbindeki aşkını diline de doladı. "Sonsuza kadar İnci'm."

Hâlâ saçlarımı okşayarak beni mayıştırırken ben çoktan kendimi uykunun kollarına bırakmıştım bile.

***

Hep diyorum ya zaman her şeyin ilacı diye, yine kabuk bağlamıştı yaralarımız. Bugün öğlene kadar klinikte takılmıştım. Üç gündür yine yoğun çalışıyordum. Furkan da sağ olsun elim ayağım olmuştu.

Birazdan eve gidecektim çünkü Cihangir'e bir sürprizim vardı ve evde çok uğraşmam gerekiyordu. Aceleyle işlerimi bitirmenin ardından toparlanıp çıktım klinikten. Kısa bir süre sonra eve geldiğimde ilk önce üzerimi değiştirerek rahat bir eşofman ve bluz giydim. Ellerimi de yıkamamla mutfağa geçtim. Gelirken aldığım alışveriş poşetini tek tek boşaltıp sakin bir nefes aldım. Hayır, hayır... Öyle akşam yemeği falan değil sadece sevdiğim adama kakaolu ıslak kek yapacaktım ama bu bile çok aşamalı bir işti benim için. İnternetten defalarca izlediğim tarifi açıp tezgâhın üzerine bıraktım. Kendime uygun bir kap almamla ilk önce yumurtaları kıracaktım. Bu işte fazlasıyla tecrübesiz olsam da en son kırdığım yumurtalardan dolayı daha deneyimliydim. Büyük bir dikkatle kırdığım yumurtalardan sonra şekeri ekledim. Bir süre onları çırpıp tarifi anlatan kadının yaptığı gibi süt, yağ, kakao, vanilya, un ve kabartma tozu ekledim. Tekrar çırpmamla bir anda her yer un olurken telaşla mikseri durdurdum. Üstüm başım hep un olduğunda kendi akılsızlığıma kızdım. Bir de temizlikle uğraşacaktım. Daha dikkatli bir şekilde çırparak hazır olan kek harcını kare bir borcama döktüm. Önceden derecesini ayarladığım fırına verdim. Kekimi pişmeye bırakırken büyük bir cezve alarak kekim için kakaolu, sütlü bir sos hazırlayıp biraz ısıttım. Onun da hazır olmasıyla üzgünce tezgâhın üzerine baktım. Ne çok dağıtmıştım bir kek yapmak için.

Cihangir beni böyle görse pasaklı ilan ederdi kesin. Hızlı bir şekilde kullandığım ürünleri yerlerine yerleştirmeye başladım. Bunu halletmemle çıkardığım bulaşıkları da makineye dizdim. Hepsinin bitmesiyle kekim de pişmek üzereydi. Bir süre oyalanarak vakit harcarken Cihangir'in gördüğünde ne tepki vereceğini çok merak ediyordum.

Geçen süreyle birlikte pişen kekimi kontrol edip fırından çıkardım. İnternetteki gibi bir süre dinlendirip güzelce dilimledikten sonra üzerine yaptığım sosu döktüm. Onu beklemeye bırakırken hızlıca banyoya ilerledim. Güzel ama kısa bir duşun ardından bornozuma sarınarak odama geçtim. Altıma mavi bir kot, üzerime ise boğazlı, siyah bir kazak geçirdim. Sürekli boynumda taşıdığım ay yıldızlı kolyemi tekrar taktım. Aynanın karşısında kazağımın üzerinde ucunu düzeltmemle gülümsedim. Cihangir'in bana aldığı en anlamlı hediyelerden biri de buydu kesinlikle. Sonra yüzüklerimi taktım.

Saçlarımı açık bırakırken sadece kirpiklerime rimel ve dudaklarıma pembe ruj sürdüm. Kendimden emin bir gülümsemeyle mutfağa gittim. Kekimin durumunu merak ediyordum. Görüntüsü güzel olsa da tadından emin olamamakla birlikte elime bir çatal aldım. Yeni sürdüğüm ruju bozmamaya dikkat ederek kekten çatalımla bir parça alıp tadına baktım. Aldığım tatla gözlerim kapanırken memnuniyet belirten mırıltılar çıkarıyordum. İşte acemi şansı bu olsa gerekti. Uzun bir uğraş vermiştim ama değmişti doğrusu. Sonuçta böyle öğrenecektim. Kekimin üzerini süsleyip daha önceden ayarladığım saklama kabına yerleştirdim. Her şey hazır olunca beremle atkımı takıp, kabanımı ve botlarımı da giyerek çıktım evden.

Karargâha geldiğimde heyecandan kalbim duracaktı. Yemek konusunda beceriksiz olarak ilan edilen ben sevdiğim adama ilk defa kahve dışında bir şey yapabilmiştim ve ne tepki vereceğini çok merak ediyordum.

Arabadan inerek saklama kabını koyduğum poşeti ve çantamı sıkıca tutup içeri girdim. Cihangir'in kapısının önüne gelince derin bir nefes aldım. Beremi ve atkımı çıkarıp saçlarımı düzelttim. Kapısına iki kez vurup içeri girdiğimde yalnız bulmayı beklediğim sevdiğim, arkadaşlarıyla birlikte oturuyordu.

Benim girişimle bütün bakışlar bana dönerken hazırlıksız yakalanmanın utangaçlığı vurmuştu yüzüme. Cihangir yerinden kalkarak yanıma geldi. "Hoş geldin canım, gel."

"Hoş buldum."

Elimden tutarak beni masasına yönlendirmesiyle Giray gülümsedi. "Hoş geldin İnci."

Diğerleri de Giray'a eşlik ettiğinde yüzümdeki tebessüm biraz daha büyüdü. "Hoş buldum."

Cihangir'in bende gezen bakışlarında merak dolaşırken elimdekileri masaya bıraktım. "Hayırdır güzelim, geleceğinden haberim yoktu."

Arkadaşlarına kısa bir bakış atıp tekrar sevdiğim adama döndüm. Hepsi de aynı merakla bana bakıyordu. "Şey... Ben sana kek yapmıştım da..."

Neden bu kadar çekingen davrandığımı anlamıyordum ama ilk defa bir erkek için böyle bir şey yapıyordum ve benim için fazlasıyla anlamlıydı. Tabii benim için böyleydi. Zira başkası için fazlasıyla basit ve sıradan bir durum olabilirdi.

Cihangir masaya koyduğum pakete göz atıp tekrar yüzüme baktı. Sanırım biraz şaşkındı. "Sen? Bana kek yaptın?"

Ellerimi önümde birleştirerek başımı aşağı yukarı salladım. "Hıhı."

Ben masum ama aşk dolu bakışlarımı sevdiğim adama atarken önümüzdeki hareketlilik beni oraya bakmaya sevk etti. Daha ne olduğunu anlayamadan Akın saklama kabını paketinden çıkarttı. "Merak etmeyin komutanım ben kendimi sizin için feda ederim."

Saklama kabını açan Akın yanına koyduğum çatallardan birini alırken bir dilimi iştahla ağzına attı. Ağzım açık onu izlediğim sırada koca dilimi çoktan midesine indirmişti bile. "Vay be... Yenge sana beceriksiz diyenin ben..." Akın'ın cümlesini Giray'ın boğaz temizlemesi yarıda keserken dişlerini göstererek sırıttı. "Zehirlenme belirtileri yok şimdilik."

Oktay, Akın'ın elindeki çatalı alarak bir dilimini ağzına attı. "Imm... Yenge süper olmuş."

Ben ne diyeceğimi bilemeden zoraki bir tebessüm sergilerken Eren saklama kabını kavradı. "Dur, bir de ben bakayım."

Onun da bir dilimi götürmesiyle yüzü gülüyordu. "Yenge arada yapsana, yiyelim. Ellerine sağlık."

İçime kaçan sesimle mırıldandım. "Afiyet olsun."

Giray öfkeyle elini uzattı. "Lan bitirdiniz oğlum, ver şunu." Giray'ın tepkisi beni mutlu ederken sonunda birinin beni anladığını düşündüm. Ta ki Giray tekrar konuşana kadar. "İnci, Cihangir'le bana yapmıştır onu. Sağ olsun bilir Cihangir'in badisi olduğumu."

Giray da koca bir dilimi ağzına atarken gözlerim yaşlıydı. Saklama kabını Cihangir'in önüne bırakarak sırıttı. "Al ağabey, bak yine en çok sana kaldı."

Saklama kabının içinde duran iki dilimle arkadaşlarını alkışlamak istiyordum. Gerçekten çok düşüncelilerdi. Sevdiğim adam dışında herkes yemişti keki. Oysa benim için ilkti. "Ulan sizin yaptığınız işi ben..." diyen Cihangir, hırıltılı bir nefes aldı. "Lan dua edin İnci yanımda." Cihangir sert bir şekilde konuşurken arkadaşları keyifle gülüyordu. "Defolun gidin lan odadan, aşağı eğitime geçin."

Hepsi mecburi ayaklanırken itiraz sesleri yükseliyordu. "Ağabey yapma, bu saatte mi?"

"Komutanım, daha dün kaç saat canımız çıktı."

"Bir kek için yapılır mı be?"

"Yengem yine yapar komutanım."

Cihangir sinirle masaya elini vurunca herhâlde tek yerinden sıçrayan bendim. "Kesin lan sesinizi." Hepsi Cihangir'in sesiyle sustuğunda ben zaten bir daha hiç konuşmayı düşünmüyordum. Sert bakışları bana döndüğü an yumuşarken biraz önceki gürlemesinin yerini de yumuşak bir ton aldı. "Güzelim kapat kulaklarını."

Boş bakışlarla Cihangir'e bakıyordum. "Ne?"

Kararlı sesiyle devam etti. "Söylediğimi yap İnci, kapat kulaklarını."

Ellerim ağır bir şekilde kulaklarıma giderken Giray beni durdurdu. "Sakın İnci, sakın kapatma. Biz zaten çıkıyorduk."

Cihangir'in dudakları hafif kıvrılır gibi olsa da belli etmedi. Hepsi apar topar selam verip çıkarken onları izliyordum. Ne söyleyecekti bilmiyordum ama iması bile etkili olmuştu.

Cihangir eline yeni bir çatal alırken ayakta durmaktan sıkılarak kalçamı masaya yasladım. Biraz da yalnız kalmış olmanın rahatlığı gelmişti üzerime. Kekten büyük bir parça alıp ağzına götürdü. Yavaş yavaş çiğnerken ilgiyle onu izliyor, vereceği tepkiyi merak ediyordum. İfadesiz yüzü beni merakta bırakırken bir parça daha alarak ağzına götürdü. Gittikçe sabırsızlanmam dudağımın kenarını kemirmemden belli olurken o inatla bir şey söylemek yerine keyifle kekini bitirdi. Son lokmayı da yutmasının ardından bakışları beni buldu ama benim sabrım çoktan tükenmişti. "Eee..." Sanki ben beklenti içinde değilmişim gibi arkasına yaslanarak gülümsedi. "Cihangir, bir şey söylesene."

Gülümsemesi yüzünde biraz daha büyüdü. Beni çıldırtmak için çabalıyordu. Öne doğru eğilerek elimi kavrayıp dudaklarına götürdü. Sıcak bir buse bırakmasıyla tekrar gözlerini gözlerime dikti. "Sen böyle güzel tatlı yapabiliyordun da benim mi haberim yoktu?"

Dudaklarım büzülürken omuz silktim. "İlk defa denedim."

Eli, omuzlarıma düşen saç tutamını kavradı. Parmakları arasında oynarken dokunduğu her bir saç telim beynimi uyuşturuyordu. "Yediğim en güzel tatlı buydu. Çok güzel olmuş, ellerine sağlık."

İşte şimdi dudaklarım mutlulukla kıvrıldı. Sabahtan beri bunu bekliyordum. "Afiyet olsun. Gerçi pek yiyemedin ama."

Ayağa kalkan sevdiğim elini çeneme yaslayıp başımı yukarı kaldırdı. "Yine yaparsın olmaz mı?"

O kadar hayranlık doluydu ki bakışlarım, her gün yap dese kabul ederdim. "Yaparım."

Tebessümle alnıma küçük bir buse bıraktı. Fakat içimi kemiren kurt benim tebessümümü buruklaştırıyordu. "Cihan."

"Söyle yavrum."

Olduğum yerden ayaklanırken elimle üniformasının görünmeyen tozlarını aldım. "Bundan sonra en sevdiğin tatlı bu olsun mu?"

Beklemediği yerden gelen soru kaşlarını havalandırırken bir süre sessiz kaldı. Sanırım neden böyle bir soru sorduğumu düşünüyordu. Anlaması da fazla uzun sürmeyecekti. "İnci..." Beni kendine çekerek sıkıca sarıldı. Saçlarımı kokladı derin derin. Kulağıma yaklaşan dudaklarından boynuma vuran nefesi içimi titretirken fısıldadı. "Güzelim, ben seni çok seviyorum. Seninle bir gelecek planlıyorum ve başka kimseye yer yok. Sadece ikimiz, sen ve ben."

Başım önümde dudaklarımı birbirine bastırdım. Bunun hayalini o kadar çok kuruyordum ki... Daha fazla ne acı ne de onsuzluk istiyordu kalbim. "Biliyorum ama başkası değil, sadece ben bilmek istiyorum sevdiğin tatlıyı. Belki çocukça geliyor sana ama..."

Başımı kaldırdığımda yeniden göz göze geldiğimiz an devam edemedim. Kırıktı kalbim, yüreğim acı doluydu ve anlamsızca hâlâ bir yerlerde delice bir kıskançlık geziyordu. Onu paylaşamıyordum. Onun sevdiği şeyi bile benim bilmem gerekirdi, başka bir kadın değil. "Hayatımda yediğim en güzel, en lezzetli tatlı buydu. Bundan sonra en sevdiğim tatlı da sadece senin yaptığın kek olacak."

Sevinçle boynuna atılırken küçük bir çocuk gibiydim. Sevilmeye ve hatta avutulmaya ihtiyacım vardı. Ben Cihangir'in içtenliğini biliyor ve ona inanıyordum. "Sen bir tanesin yüzbaşım."

Şakağımdan öpüp geri çekildi. "Ama kaytarmak yok İnci Hanım. Evlenince bol bol yapacaksın bana bu kekten."

Dişlerimi göstererek sırıttım. Keşke evi ne hâle getirdiğimi de bilseydi ama şimdi söyleyip aldığım övgüleri bozamazdım. "Anlaştık."

Birden aklına bir şey gelmiş gibi bakışları değişen Cihangir eliyle yanağımı okşadı. "İnci'm şu düğün işini de bir konuşsak artık."

Alt dudağımı dişlerken aslında onu anlıyordum. İkimiz de işten fırsat bulup bir türlü konuşamamıştık. Biz artık gerçekten nişanlı bir çifttik. Allah'ım bu gerçekti, değil mi? Bana hâlâ rüya gibi geliyordu. "Bu akşam konuşsak olmaz mı?"

Kolundaki saate bakıp başıyla onayladı. "Çok iyi olur. Hatta akşam yemeğini birlikte yiyelim."

"Olur."

"Sen burada otur. Benim çocukların yanına inmem lazım. En geç bir saate gelirim."

Parmak uçlarımda yükselerek yanağından öptüm. "Güç versin yüzbaşıma."

Gülerek beni kendine çektiği gibi dudaklarıma küçük bir öpücük bıraktı. "İşte şimdi vermiş oldu."

Kıkırdamamla koltuklara yönelirken Cihangir odadan çıktı. Sakin bir şekilde arkama yaslanmış onu beklerken bir süre sonra telefonum çalmaya başladı. Ayağa kalkarak masanın üzerine bıraktığım çantama ulaşıp içinden telefonumu aldım. Furkan'ın aradığını görünce hemen açtım.

"İnci Hanım, müsait misiniz?"

"Seni dinliyorum Furkan, bir sorun mu var?"

Furkan'ın sesi biraz telaşlı gelirken beni de merakta bıraktı. "İki tane acil doğum var. Ben ancak birine gidebiliyorum. Diğerine de siz gider misiniz?"

"Elbette. Sen adresi mesaj at bana."

"Hemen atıyorum."

Telefonu kapatıp çantamdan küçük bir not defteri ve kalem çıkardım. Mesleki ihtiyaçtan hep bulundururdum. Acil bir işim çıktığını ve evde buluşacağımızı belirten notu koparıp masasının üzerine bıraktım. Tabii sonuna da onu çok sevdiğimi yazmıştım. Cihangir bu durumdan hoşlanmayacaktı ama bu da benim işimdi işte.

Apar topar karargâhtan çıkarak arabama bindim. Furkan'ın attığı adrese doğru yol alırken uzak bir köy oluşu canımı sıkmıştı. İlçeden çok fazla uzakta olmasıyla tenhalaşan yolda arkamdaki araç sert bir hamleyle önüme geçti. Ani fren yapmasıyla son anda zor bir şekilde, çarpmama ramak kala durdum. Öfkeme mâni olamazken biraz da korktum. Ne olduğunu anlamaya çalışırken arabadan inen silahlı iki adamla gözlerim büyüdü. Korkuyla gelen ani bir hareketle kapımı kilitledim. Arabayı tekrar çalıştırdığım sırada biri kapımı yokladı. Geri gitmeyi denediğim anda arkamda duran arabayı son anda aynadan gördüm. Kendimi sıkışmış hâlde hissederek başımı yana çevirdiğim an cama yaslanan silahla irkildim.

"Aç kapıyı."

Adamın sesi beni ürkütürken aşırı adrenalinle bedenimi saran titremeye engel olamıyordum. Aklıma gelenle çantama yöneldim. İçinden telefonumu çıkarmaya çalışırken silah sesi duydum. Arkasından duyduğum cam kırılma sesleriyle çığlık attım. Başımı ellerimin arasına almış, ne olduğunu anlamaya çalışırken kapımı açan adam beni kolumdan tutup aşağı çekti.

"Bırak beni! Kimsiniz siz?"

Kurtulmak için adamın elinde çırpınırken ensemde hissettiğim acıyla gözlerim kapandı. Hissizleşen bedenim anında boşluğa düşerken her yer koca bir karanlıktı.

🌺🌺

Yeniden görüşünceye dek hoşça kalın.

İnstagram:soylumery

Loading...
0%