Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@soylumery

 

 

Keyifli okumalar...🥰

 

Bakışları tekrar mavi gözlerime tırmandığında ilk defa sesi yumuşacık, bir o kadar da güven vericiydi.

"Korkma. Hiçbir şey olmayacak."

Ben ağlamaya devam ederken arkamdaki adam gülmeye başladı.

"Kandırma kızı komutan."

Cihangir'in elindeki silah hâlâ adama dönüktü, gergin duruşu her hâlinden belliydi. Onun burada oluşuysa şu an beni rahatlatan tek sebepti.

"Kızı bırak, teslim ol. Kaçacak yerin yok."

Sert sesi ürkütücüydü. Beni tutan adam elini biraz daha sıkılaştırdı.

"Bana bir şey olursa bunu da peşimden götürürüm."

O an fark ettiğim Giray'ın sesi buz gibiydi.

"Başka çaren yok, bırak kızı."

Adamın teslim olmamaktaki ısrarı devam ederken Cihangir gözlerini gözlerime dikti.

"Bir şey olmayacak."

Başımdaki silah biraz daha baskı uygularken adam bir adım geri çekildi.

"Tek bir yanlışta sıkarım kafasına."

İliklerime kadar titrerken ölüme hiç bu kadar yakın hissetmemiştim kendimi. Korku tüm bedenimi esir almış beni sonsuz bir karanlığa sürüklüyordu sanki. Çaresiz bedenim daha önce yaşamadığım bir korkunun içine hapsolmuştu. Kalbim ve aklım benim kontrolüm dışındaydı.

Cihangir'in bakışları üzerimdeydi. Bakışlarımız yeniden kesiştiği anda sadece dudaklarını oynattı.

"Korkma."

Kararan havadan tam olarak ne dediğini anlayamasam da onu başımla onayladım. O andan sonrası film sahnelerini aratmayacak nitelikteydi. Bir el silah sesi duydu kulaklarım. Gözlerimi sıkıca kapattım. Arkamdaki adamın ağırlığı beni de çekerken dizlerim daha fazlasını taşıyamayacak durumdaydı. Yere çöken bedenime itaat ederken bir el bileğimi kavrayıp beni kendine çekti. Aşinası olduğum koku ve beni saran kollara saklanırken hâlâ ağlıyor, bulduğum sıcaklığa sığınmaya çalışıyordum. Gözlerim kapalıydı, bedenimi esir alan titreme bir türlü geçmiyordu. Arkamı dönüp bakmak dahi istemiyordum. Saçlarımın okşandığını hissetsem de başımı sakladığım yerden çıkartmadım.

"Geçti İnci. Korkma artık. Ağlama güzelim."

Biraz önce sert sesiyle konuşan adamın sesi şimdi fazlasıyla yumuşak ve şefkatliydi. Fakat beni teskin etmek için kurulan cümleler bir türlü işe yaramıyordu.

"Hâlâ şokta, toparlanın gidiyoruz."

Cihangir'in tok sesiyle havalanmam aynı anda oldu. Beni göğsüne biraz daha bastırıp yürürken nefesi etkilenmiyordu bile.

"Giray çantasını, telefonunu almayı unutma. Arabayı da askerlerden birine ver."

"Emredersiniz komutanım."

Beni askerî araca bindirip kendisi de yanıma oturdu. Kısa bir bekleyişin ardından araba hareket etti. Ben ise hâlâ Cihangir'in kolları arasında, kaçacakmış gibi sıkı sıkı tutuyordum. Bedenim ara ara titremeye devam ederken saçlarımı okşuyordu. Gözlerimi bir kez bile açmadım. Tekrar o adamı görmekten korkuyordum. Cihangir beni usulca geriye çekerek, yüzüme düşen saçlarımı uzaklaştırdı.

"İnci aç gözlerini."

Başımı olumsuzca salladım. Çeneme değen parmaklarıyla başımı yukarı kaldırdı.

"Böyle yapmaya devam edersen hastaneye gideceğiz. Şimdi aç gözlerini. Ben yanındayım."

Usulca gözlerimi açarak kırpıştırdım. Cihangir ciddiyetle bakışlarını yüzümde gezdirirken iyi olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu. Sessizce mırıldandım.

"Eve gitmek istiyorum."

Emin olmak istercesine bakıyordu yüzüme.

"İyi misin?"

Başımı aşağı yukarı salladım. Beni kolunun altına alarak göğsüne yasladı. Bundan şikâyetçi değildim. Hatta bu durumdan fazlasıyla memnundum. Kokusu bana huzur veriyordu. Göğsü sığınak gibiydi. Güvenli ve huzurlu...

Sessiz geçen yolculuk evime gelmemizle sona erdi. Evimin adresini bile vermeden eve gelişimize şaşırmadım. Zaten bunu sorgulayacak durumda da değildim. Beni yine kucağına alıp yukarı çıkartırken arkasından da Giray geliyordu. Çantamdan aldıkları anahtarla eve girmemizin ardından beni odaya götürdü. Yatağıma yatırıp ayakkabılarımı çıkarttı. Üzerime örttüğü pikeye sarıldım sıkıca. Tam gideceği sırada elini kavradım.

"Yalnız kalmak istemiyorum."

Kısık sesle konuştum. Daha fazla şey söylemek istiyordum ama hâlim yoktu. Bir süre öylece başımda bekledi. Derin bir nefes alıp yanıma oturdu. Eli yine saçlarıma uzanmıştı.

"Merak etme, arkadaşın gelene kadar salonda olacağım. Ben varken kimse dokunamaz sana. Hadi uyu artık. Uyandığında kendini daha iyi hissedeceksin."

Ağırlaşan gözlerim kapanırken hâlâ saçımı okşadığını hissediyordum. Kendimi huzurlu bir karanlığa bırakmadan önce tek istediğim uyuyup her şeyi unutmaktı.

***

Bütün gece korku dolu kâbusların ardından yüzüme vuran güneşle uyandım. Gözlerim açılmamak adına direnirken göz kapaklarım fazlasıyla ağır geliyordu. Yine de gayret ederek gözlerimi araladım. Yatakta doğrularak oturdum. Dudağımda hissettiğim acıyla yüzüm buruştu. Elim istemsizce dudağımın kenarına giderken elime değen pütürlü doku dün yediğim tokadı aklıma getirdi. Bir an içimi kaplayan ürpertiyle titredim. Kapım ağır bir şekilde açılırken içeri Burçak girdi.

"Uyandın mı kuzum?" Yatağımın yanına oturan Burçak'a boş gözlerle bakıyordum.

"Bütün gece aklım çıktı. Sürekli uykunda sayıklayıp titredin." Elini alnıma ve yanağıma koyup beni kontrol ettikten sonra başparmağıyla hafifçe dudağımın kenarına dokundu. "Çok kötü görünmüyor. Nasıl hissediyorsun kendini?"

Sanırım akşam eve geldiğinde her şeyi öğrenmişti.

"İ-iyiyim."

Kuruyan boğazım bana yardımcı olmazken zor da olsa cevap verdim. Burçak durumu anlamış olacak ki hemen yatağımın yanında duran, ne zaman geldiğini bilmediğim bardağı bana uzattı. Birkaç yudum su içtikten sonra daha iyiydim.

"Allah belasını versin o itlerin. Hepsi gebersin, pislikler. Nasıl kıydılar sana? Elime geçseler hepsini bisturiyle küçük parçalara ayırırdım. Anestezi yapmadan organlarını çıkarır hepsini başkalarına bağışlardım. Tabii ciğerlerini köpeklere vermek dışında. Morfin yerine suni sancı verip..."

Burçak'ın hayal gücü ve tıbbi bilgisiyle devam edecek olan konuşmasını sonlandırmak adına mırıldandım.

"Burçak..."

Hemen dudaklarını büzdü. Bakışlarında öfkenin yanında bana duyduğu şefkati de görebiliyordum.

"Ah... Özür dilerim. Hadi kalk güzel bir duş al. Bugün izinliyim ve sana enfes bir kahvaltı hazırlıyorum."

Buruk bir tebessüm sundum. Bu izni benim için kullandığı çok açıktı.

"Teşekkür ederim."

Yüzündeki tebessümle ayağa kalkarak odadan çıkacağı sırada başını bana çevirdi.

"Bu arada acele etsen iyi olur. Senin yakışıklı birazdan burada olur."

Konuşmama izin vermeden çıkmasıyla arkasından bakakalmıştım. Sadece kendi kendime mırıldanabildim.

"Benim yakışıklı..."

Cihangir'den mi bahsediyordu? Ama neden geliyordu ki şimdi? Muhtemelen bir sorun olmuştu. Ya da karakola mı gitmem gerekiyor acaba?

Daha fazla düşünmeyerek kendimi banyoya attım. Aynanın karşısına geçtiğimde gözlerim biraz daha büyüdü. Üzerimde hâlâ dünkü kirli kıyafetler duruyordu. Saçlarım birbirine karışmış, makyajımın akmasıyla göz altlarım kararmıştı. Ağlamaktan şişen gözlerim ve yanağımdaki kızarıklık yüzünden elim istemsizce oraya, daha sonra da dudağımın kenarındaki yaraya gitti. Kendimi böyle görmek canımı acıtıyordu. Gözlerim tekrar doldu. Dün yaşananlar gözümün önüne gelirken titreyen ellerimle üzerimdekileri çıkararak suyu açtım. Ilık suyun altında başımdan aşağı süzülen damlalar gözyaşlarıma karışıyordu. Duş almak bir nebze olsun rahatlamamı sağlamıştı. Saçlarımı üstünkörü kurutarak banyodan çıkıp odama girdim. Üzerime eşofman ve tişört geçirirken saçlarımı ev topuzu yaptım. Kapı zilinden kısa süre sonra gelen seslere kulak verdim. Sanırım Cihangir gelmişti. Fakat duyulan seslerden yalnız olmadığı belli oluyordu. Bakışlarım dolabımdaki aynaya kayarken yanağımdaki hafif kızarıklık dikkat çekiyordu. Beyaz tenli olmak da ayrı bir sıkıntıydı. Aynanın önünde duran fondötenimi alarak yüzümdeki kızarıklığı mümkün olduğu kadar yok ettim. Şimdi kendimi daha iyi hissediyordum.

"Bebeğim hadi, kahvaltı hazır."

Burçak'ın sesini duymamla derin bir nefes alıp odadan çıktım. Ufak adımlarla salona ilerliyordum. İçerinden Giray'ın sesi geliyordu.

"Ee kıvırcık, çayları doldurmayacak mısın?"

Burçak memnuniyetsiz sesiyle terslemekten geri kalmadı.

"Onu da bir zahmet sen yap. Kahvaltıyı ben hazırladım zaten. Ayrıca benim adım Burçak."

"Biz de poğaça aldık kıvırcık. Ne olmuş yani?"

"Bana bak sarı, beni sinirlendirme. Yoksa seni bardak niyetine görür bütün çayı üstüne dökerim."

Duyduklarım beni gülümsetirken Cihangir'in hiç sesi çıkmıyordu. İçeri girdiğimde ilk olarak karşımdaki sandalyede oturduğunu gördüm. Onun bakışları da hemen beni bulmuştu. Gözlerimi kaçırarak masaya doğru ilerledim.

"Günaydın."

Burçak ve Giray'ın bakışları da bana dönerken ikisi birden konuştu. "Günaydın."

Burçak yanındaki sandalyeyi kavrayarak geriye çekti. "Hadi otur tatlım. Giray da çayları dolduracaktı şimdi."

Tam karşısında oturan Giray'a imalı bir bakış attığında mecbur ayaklandı.

"Sadece bu seferlik kıvırcık."

Burçak saçlarını geriye atıp gözlerini kıstı.

"Bir daha olacağını kim söyledi? Her gün evime gelmeyi planlamıyorsundur inşallah."

Giray elindeki çaydanlıkla çarpık bir gülümseme sunduğunda fazla tatlı görünüyordu.

"Fena fikir değil."

Onları dinlerken Giray'ın önüme bıraktığı çayı alarak dalgın bir şekilde yudumladım. Ya da yudumlamaya çalıştım. Sıcak çayın dudağımın kenarındaki yaraya değmesi canımın yanmasına sebep oldu. Ağzımdan kaçan inleme bakışların bana dönmesini sağlarken burukça gülümsedim.

"Bakmayın öyle, iyiyim. Sadece..." elimdeki bardağı gösterdim. "Çay çok sıcak."

Dudaklarında şefkatli bir gülümseme gezen Burçak masadaki elimin üzerine elini koydu.

"Kusura bakma canım. Ben düşünemedim. Hemen sana meyve suyu getiriyorum."

Ayaklanmaya çalışan arkadaşımı kolundan tutarak durdurdum.

"Gerek yok. Otur lütfen."

Sakin bir şekilde ilerleyen kahvaltı Burçak ve Giray'ın didişmeleri sayesinde neşelenirken beni fazlasıyla gülümsetmişlerdi. Masadan kalktığımızda Burçak yardım etmek istesem de izin vermeyip koltuğa oturttu. Cihangir de hemen yanımdaki koltuğa oturmuştu.

"Hadi bakalım Giray Bey, bir asker ne kadar kibar olur göster bize."

Boş gözlerle Burçak'a bakan Giray durumu anlamamıştı. Ya da o kadar kibar olma niyetlisi değildi.

"Derdin ne senin kıvırcık? Yine ne istiyorsun?"

Gözlerini deviren Burçak, üst üste koyduğu tabakları Giray'ın eline tutuşturdu.

"Şimdi yeterince açık mı?"

Suratını buruşturarak mutfağa giden Giray'ı Burçak takip etti. Tebessümle onları izliyordum. Didişiyorlardı ama uzaktan ikisi de çok sevimli görünüyordu.

Gülümseyerek Cihangir'e dönen bakışlarım bizi göz göze getirdi. Gülümsemem yüzümde donup gittiğinde gözlerinin ne kadar da güzel olduğunu düşünüyordum. Kesinlikle bu adamda farklı bir şey vardı. Çok güzel bakıyordu. Fazla anlamlı geliyordu. Bilemiyorum, belki de bana öyle geliyordu. Peki ya sadece bana öyle bakıyor olması mümkün müydü?

Gözlerine dalıp gitmişken bir anda farklı bir şey oldu. Elini kaldırıp kızaran yanağımı tüy hafifliğinde okşayarak dudağımın kenarındaki yaraya dokundu. Bu... benim için çok farklıydı. Fakat kısa sürmüş, hemen çekmişti elini.

"Nasıl hissediyorsun kendini?"

Sıcacık sesiyle gelen soru içimi de aynı hızda ısıttı.

"İyiyim. Sadece unutamıyorum ve bütün gece kâbuslar..."

Yumruğunu sıktı. Bakışları sert, vücudu ise gergindi.

"Merak etme, bir iki güne hepsi geçecek. Düşünmemeye çalış."

Ellerinde gezen bakışlarımı yüzüne çıkardım.

"O öldü mü?"

Kimden bahsettiğimi hemen anlarken beni başıyla onayladı.

"Korkma, artık sana asla zarar veremez."

Titrek bir nefes aldım. Bakışlarımı yere düşürdüm.

"Ben... teşekkür ederim. Yani... siz yetişmemiş olsaydınız..."

Daha fazla devam etmeme izin vermedi.

"Teşekkür edilecek bir şey yok. Bu bizim görevimiz."

Tekrar göz göze gelmemizle tebessüm ettim. Doğru düzgün güldüğünü görmediğim adamın da dudakları kıvrılmıştı ilk defa. Ama bu o kadar küçüktü ki...

İçeri giren Giray yanımıza ilerleyip Cihangir'in karşısına durdu.

"Ağabey karargâhtan bekliyorlar."

Başıyla onaylayan Cihangir ayağa kalktı. Onunla birlikte ben de ayaklandım.

"Biz gidelim artık. Sen de dinlen."

Cihangir'in sözlerini Giray devam ettirmişti.

"Geçmiş olsun İnci."

Onları kapıya kadar yolcu ettim. Burçak da yanımıza geldi.

"Tekrar teşekkür ederim."

İkisi de gidince salona geçtik.

"Burçak benim kliniğe gitmem gerekiyor."

Kolumdan tutarak beni koltuğa oturtan arkadaşım kızgın bakıyordu.

"Hayır efendim. Hiçbir yere gitmen gerekmiyor. Ben Yusuf'la konuşup her şeyi hallettim. Sen sadece dinlenmene bak."

Yanıma oturan arkadaşıma içten bir tebessüm sundum.

"İyi ki varsın."

Yine havalı bir şekilde kıvırcık saçlarını geriye attı.

"Biliyorum bebeğim."

İkimiz de aynı anda gülmeye başladık. Dudağımın acımasıyla gülüşüm yarım kaldı. Burçak da eliyle serinletmeye çalışırken çok komik görünüyorduk.

Meraklı bakışlarımı ona diktim. "Sen akşam mı öğrendin olanları?"

Dudaklarını birbirine bastırdı.

"Evet. Eve girdiğimde o ikisini üzerinde formalarıyla evde gördüm. Az daha bütün apartmanı ayağa kaldırıyordum. Korkudan ödüm patladı," Heyecanlı bir şekilde anlatırken ellerini de kullanmayı ihmal etmiyordu. Gülümsememle devam etti. "Bana her şeyi anlatıp gittiler. Seninki numaramı alıp sabah geleceğini söyledi o kadar," Kaşları çatıldı birden. "Hayır insan bir sorar gelebilir miyim diye. Ama adam kasıntı, bizi de erlerinden sanıyor galiba."

Gülümsemem yüzümde biraz daha büyürken araya girdim.

"Hani çok beğenmiştin, çok yakışıklıydı. Şimdi kasıntı mı oldu?"

Anında dudak büktü.

"Kızım yakışıklı adam, doğruya doğru ama kasıntı oluşu da doğru. Ayrıca seni de bayağı merak ediyor haberin olsun. Otuz kez aradı seni sormak için. Hayır, nereden verdim numaramı anlamıyorum ki. Gerçi bana fikrimi de sormadı."

Alt dudağımı dişlerimin arasında ezerken yandan bir bakış attım.

"Demek defalarca arayıp beni sordu."

Sırıtarak arkasına yaslandı. Bu yetmezmiş gibi kollarını bir de göğsünde birleştirdi.

"Aşk kuşuna bak sen. Hemen gözleriniz parladı küçük hanım."

Gözlerimi kaçırıp surat astım.

"Saçmalama, adam benim hayatımı kurtardı. Minnet duyuyorum sadece. Hem o kadar kötüydüm ki normal merak etmesi."

Bana inanmayan gözlerle bakıyordu.

"Tabii tabii, ben de aptaldım ya zaten."

Lafı değiştirmem gerektiğini anlayıp çevirdim.

"Bakıyorum da şu Giray'la aranız bayağı samimi. Kıvırcık, sarı falan. Maşallah mı diyelim, ne diyelim?"

Yüzünü buruşturdu.

"Hı... maşallah de. Nazar edersin falan sonra," Kıkırdamamla dik bir konum aldı. "Ben onun kadar kalın kafalı bir erkek görmedim. Yakışıklı ama kafası çalışmıyor. Nasıl subay oldu anlamıyorum ki. Rab'bim hepsini bir arada vermiyor demek ki."

Gözlerimi devirdim. O kadar da değildi yani.

"Abartmıyor musun? Ayrıca biraz önce yakışıklı bulduğunu söyledin."

Şimdi de yan çizme sırası onda olacak ki ayaklandı. "Senin dinlenmen gerekmiyor mu? Yatsana biraz."

Beni koltuğa yatırırken imalı bakışlar atıyordum ona.

"Kaç bakalım."

Ben sırıtırken dil çıkarıp odadan kaçar adımlarla gitti. Uzandığım koltukta hayallere dalmış düşünürken elim istemsizce yanağıma gitti. Tıpkı onun dokunduğu gibi parmaklarım yüzümde geziyordu. Dudağımdaki yaraya dokunmamla canımı acıttım. Kendi kendime kızmayı da ihmal etmedim. "Aptal! Her şeyden bir mana çıkartma. Sürekli başın belada ve belli ki sana acıyor."

Kendi kendime kaşlarım çatılmış mırıldanırken bir an tekrar gülümsedim.

"Olsun... Yine de o artık benim kurtarıcım."

 

 

 

💛💛💛

 

 

 

Instagram:soylumery

Loading...
0%