Yeni Üyelik
52.
Bölüm

52. Bölüm

@soylumery

 

Keyifli okumalar...🤗


Cihangir'den

3 ay sonra...

Her şey Ankara'ya çağrılmamla başlamıştı. En çok İnci'yi uyurken hastane odasında bırakmak zor gelmişti. Uyandığında ilk beni göremeyecek olması canımı sıkmıştı. Zaten benim yüzümden yaşadığı onca şey içimi yeterince acıtıyordu. Meğer bunlar sadece başlangıçmış. Nereden bilebilirdim ki ailesinin bu kadar ileri gideceğini?

"Cihangir, bak oğlum seni sevdiğimi bilirsin. Sen ordumuzun gururu diyebileceğim askerleri arasındasın lakin yine birinin kuyruğuna basmışsın. Acısı buraya kadar geldi."

Ekrem Albay karşımda koltuğa oturmuş benimle konuşurken onu ayakta hazır olda bekliyordum. Kimin kuyruğuna bastığımı düşünüyordum. O kadar çoktu ki hangisi sesini buraya kadar duyurabilirdi?

"Komutanım ben..."

Sözümü kesen Ekrem Albay koltuğu gösterdi. "Önce şuraya otur."

"Emredersiniz komutanım."

Koltuğa otururken Ekrem Albay öne doğru eğilerek ellerini masanın üzerinde birleştirdi.

"Mümtaz Sargın... Derdi ne seninle?"

Albayın ağzından dökülen isimle şimdi anlamıştım kimin kuyruğuna bastığımı. Dişlerimi sıkarken nasıl bu kadar ileri gittiğini düşünüyordum. Oysa ben sadece kızını sevdim. "Kızı komutanım, İnci Sargın."

Ekrem Albay biraz merakla bana bakıp dudaklarını araladı. "Gel sen şunu bana baştan anlat bakalım Cihangir."

Sıkıntılı bir nefes verdiğimde üstünkörü İnci ve babasıyla olan sorunları anlattım. İnci'yi çok sevdiğimi fakat babasının bu ilişkiyi istemediğini, İnci'yi zorla evlendirmek istediklerini dile getirdim. Ekrem Albay beni dikkatle dinledikten sonra arkasına yasalanarak bir süre ciddiyetle düşünmüş sonra ise konuya girmişti.

"Bak oğlum, sana oğlum diyorum çünkü biliyorsun bendeki yerin farklıdır. Şayet ki farklı olmasa bile koskoca TSK seni ya da hiçbir askerini ensesi kalın bir adam için harcayacak acizlikte değil. O yüzden için rahat olsun. Fakat yine de büyük çaba sarf etmişler. Belli ki seni hiç istemiyorlar. Dikkatli olmakta fayda var."

Yüzümdeki ciddiyeti koruyarak başımı eğdim. "Bundan şüphem yok komutanım, sağ olun."

Ayağa kalkan Ekrem Albay'la ben de anında ayaklanırken eliyle bana işaret ederek oturmamı istedi. Elleri arkasında birkaç adım atıp bana döndü.

"Seni buraya çağırmamın asıl sebebi özel bir göreve gidecek olmanız. Timi topla yüzbaşı, yarın sabah operasyona çıkıyorsunuz. Uzun soluklu bir süreç olacak. Görevinizi hakkıyla yerine getireceğinizden şüphem yok. Giray'ı da al birlikte toplantı odasına geçin, detayları orada konuşacağız."

Kalbimde küçük bir sızı hissettim. Ben şimdi İnci'yi nasıl bırakacaktım? Elbette ki koskoca albay beni Ankara'ya hâl hatır sormaya çağırmamıştı. Fakat uzun soluklu bu süreç de, bana çok zor geliyordu.

"Emredersiniz komutanım."

Elimdeki beremi sıkıca tutmuş odadan çıkacağım sırada Ekrem Albay beni durdurdu. "Cihangir."

"Emredin komutanım."

Masasına tekrar kurularak sert mizacıyla bakışlarını bana dikti. "Görevin gizliliğinden bahsetmeme gerek yok sanırım yüzbaşı. Bırak herkes kazandım sansın."

Sıkıntılı bir nefesin ardından elimdeki bereyi biraz daha sıktım. "Komutanım sevdiğim kadın bunu kaldıramaz."

Ciddiyetinden taviz vermeyen Ekrem Albay önündeki dosyayı incelemeye başladı. "Ben sevdiğin kadına yalan söyle demedim yüzbaşı, görevin gizliliğini bozma dedim."

Dudağımın bir kenarı kıvrılmıştı bile. Yine yapmıştı babalığını. "Sağ olun komutanım."

Başını kaldırıp gülümsedi. "Bir gün küçük hanımı al bize gel. Yengen duyunca çok sevinecek."

"Emredersiniz komutanım."

Odadan çıktığımda ne hissedeceğimi bilmiyordum. Bir yanım kırık bir yanım ise öfke doluydu. İnci'nin babasının iyi bir derse ihtiyacı vardı artık. Bu küçük oyunlarla işlerin dönmediğini anlaması gerekiyordu. Ekrem Albay'ı küçüklüğümden beri tanırdım. Bende çok emeği vardı. Babamı da tanıdığı için bana ayrı bir özen gösterirdi. Çok da babacan adamdı. Eşi Sevinç Hanım ise kibar, bir o kadar da hoşgörülü bir kadındı. İnci'mi mutlaka onlarla bir gün tanıştıracaktım.

Kapıda beni bekleyen Giray hemen yanıma gelmişti. "Görev mi?"

Bakışlarım anlık onu bulurken düz koridorda ilerliyordum. "Başka ne olacak oğlum. Toplantıya bekliyorlar."

Sabah erkenden geldiğimiz Ankara'dan akşam anca dönebildik. Saat gece yarısını çoktan geçmiş ve ben fazlasıyla yorgundum. Kaç gündür ne uyuduğumu biliyordum ne de yaşadığımı. Arabayı hastanenin arka tarafına park ettim. "Giray eminsin değil mi, kimse yok?"

Giray başını bana çevirdiğinde fazla sakindi. "Eminim, Arya kalmış yanında. Zaten sakinleştirici verdikleri için uyuyormuş. O yüzden otele geçmişler. Arya'yla da Akın ilgilenecek."

İmalı bakışlarımı Giray'a diktim. "Peki, siz ne yapıyor olacaksınız Giray Bey?"

Sırıtarak üzerini düzelten dostum çoktan havaya girmişti bile. "Benimki nöbetçi bugün."

Başımı iki yana sallarken neden cevabını bildiğim soruyu sorduğumu merak ediyordum. Arabadan inmemizle gelirken aldığım poşeti de elime geçirdim. Arka kapının acil girişinde Akın bizi bekliyordu. "Sonunda gelebildiniz. Ağaç oldum burada."

Giray alayla gülümsedi. "Rahat ol ağabey, ağaç da odunun babası oluyor sonuçta, yabancı değilsiniz."

Akın sinirle Giray'ın üstüne yürüdü. "Başlatma lan odununa."

İkisinin dalaşmasına sabredecek zamanım olmadığı için araya girdim. "Ulan iki dakika düzgün durun." Akın'a dönerek devam ettim. "Arya odada mı?"

Akın eline telefonu alıp birkaç tuşa dokunduktan sonra gülerek başını kaldırdı. "Birazdan çıkar odadan, bana müsaade."

Giray da Akın'dan farklı değildi. "Ben de kıvırcığımı bir göreyim."

İkisi de hızla yanımdan tüyerken kaşlarım havalanmış onları izliyordum. "Ulan ben ne diyeyim ki size, beni geçtiniz anasını satayım."

Kendi kendime homurdanarak İnci'nin kapısına ulaşmamla yumruklarımı sıktım. İçeri girdiğimde odada sadece loş bir ışık vardı. Adımlarım beni usul usul içeri götürürken sevdiğimi gördüm. Beyaz çarşafların arasında yastığa dağılan sarı saçlarıyla melekler gibiydi benim güzelim. Yanına ilerleyerek bir süre daha onu izledim. Fazlasıyla dalgın uyuyordu. Sargılı olan bacağı örtünün dışında kalmış bembeyaz teni ay gibi parlıyordu. İçimdeki merhamet duygusu şefkatle harmanlanırken onu sıkıca sarmak, göğsüme saklamak istiyordum.

Kendi ellerimle bakmayı, iyileştirmeyi isterdim sevdiğimi. Kalbinden öpmek, şifa olsun diye açılan her yarasına dudaklarımı bastırmak isterdim. Yine canım sıkıldı. O dağda neler yaşamış ne badireler atlatmıştı bilmiyordum. Ya ona dokunmuş olsaydı o pislik. O zaman kendimi asla affetmezdim.

Tüm cesaretimi toplayıp bacağının açıkta kalan kısmını örttüm. Yanına oturmamla güzel yüzüne düşen saç tutamlarını işaret parmağımla kenara iteledim. Yanağındaki hafif morluk ve dudağının kenarındaki küçük yara gerilmeme, yumruğumu daha çok sıkmama sebep oluyordu. Ben onun saçının teline kıyamazken benim kadınım ne hâllere gelmişti. Hem de benim yüzümden ve bu ilk de değildi.

Elini kavramış severken hafif kıpırdanmasıyla başımı kaldırarak yüzüne odaklandım. Dudaklarından dökülen mırıltıları ise anlamam geç olmadı. Adımı sayıklıyordu sarışınım. Saçlarına uzanarak usul usul okşadım. "Buradayım güzelim, yanındayım."

Zorlukla araladığı göz kapakları mavi irislerini gün yüzüne sererken hayranlıkla izliyordum onu. Beni fark ettiğinde doğrularak kollarıma atıldı. "Cihangir... Geldin!"

Hafif pürüzlü çıkan sesi yorgundu. Ah be İnci'm, ah be sarışınım sana gelen her acı önce bana uğruyor.

Zarif bedeni kollarımın arasına sığınırken sıkıca sardım onu. Göğsüme bastırdım sevdiğimi. Bütün kötülüklerden saklamak ister gibi... "Geldim güzelim."

Hıçkırıkları arasında kesik nefesler alışıyla benim de nefesimi kesiyordu da farkında değildi işte. Küçük ellerinden biri kaybetmekten korkarcasına omzumu sıkıca tutmuş, diğeri de ensemde geziyor ve saç tutamlarımı seviyordu. Dolan gözlerimi kamufle etmek istercesine indirmiştim göz kapaklarımı. İçime akacaktı yine gözyaşlarım. Onu o kadar çok özledim ki...

"Biliyordum... Bana yalan söylediler. Benim sevdiğim adam beni bu hâlde bırakıp gitmez."

Duyduklarım kalbime ağır bir yük yüklerken ben şimdi İnci'ye tekrar gideceğimi nasıl söyleyecektim? Saçlarını okşayarak kokusunu içime çektim. Ne yazık ki söylediklerine cevap veremedim. Daha fazla ağlamasına dayanamayarak geri çekildim. "Güzelim yapma, ağlama. Bak, ben kahroluyorum sen ağlayınca."

Ellerimi yanaklarına koymuş okşarken mavileri buğulu bakıyordu. "Babam dedi ki sen..."

Cümlesini bitiremeden tekrar ağlamaya başladı. Bu adam, bu gözyaşlarının bedelini ödeyecekti. Yanağındaki yaşları silerek cümlesini ben tamamladım. "Benim gideceğimi söyledi ve bunu kendinin yaptığını."

Bir anda ağlaması kesilirken şaşkınlıkla bakan gözleri görülmeye değerdi. Ben de bu duruma kayıtsız kalmayıp tebessüm ettim. "Biliyorsun."

Başımı eğmemle engel olamadığım bir öfkeyle gözlerimi gözlerine diktim. "Benim bilmediğim, karşılığında senden ne istediği."

Gözleri yine dolan sevdiğim başını yere eğdi. Onun bu hâli canımı sıkarken parmaklarımla çenesini kavrayarak başını kaldırdım. Gözlerimiz yine kesişirken tebessüm ettim. "Söyle güzelim."

Bir süre düşünüp fısıldadı. "Eğer Tuna'yla evlenirsem..."

Yumruğumu sıkmamla aynı anda dişlerimi de sıktım. Sinirliydim. Ah o adam İnci'nin babası olmayacaktı... O zaman her şey daha kolay olurdu. Öfkeyle ayağa kalkarak pencereye doğru yürüdüm. Dudaklarımın arasından istemsiz küfürler savuruyordum. Burnumdan soluyordum âdeta. Bu nasıl bir hırstı böyle? Kadınım yaralı hâlde bir de o ite mecbur bırakılıyordu.

"Cihan."

Arkamdan gelen kısık sesle başımı çevirirken İnci'nin kalkmaya çalıştığını fark ederek hemen yanına gittim. "Güzelim kalkma."

Onu durdurmaya çalışırken sesi de bedeni gibi tüy hafifliğindeydi. "Sürekli yatmaktan sıkıldım zaten."

Ona hak vererek engel olmaktan vazgeçtim. Yatağının yan kısmında bulunan düğmeye basarak baş kısmını dikleştirdim. Arkasındaki yastığı da düzeltip yaslanmasını sağladım. "Böyle iyi sanırım."

Yüzünde tatlı bir tebessüm oluştu. "Evet."

Aklıma gelen şeyle bakışlarım üzerinde dolaşıyordu. "Bir şeyler yedin mi? Aç mısın?"

Dudaklarını bükerken fazla masumdu. "Canım bir şey istemiyor."

Aç olduğu her hâlinden belli olurken yanımda getirdiğim poşete doğru ilerledim. Tekerlekli yemek masasını İnci'nin yanına getirip poşetteki sıcak çorbayı da alarak üzerine bıraktım.

"Bunu da mı düşündün?"

Gülümseyerek yanına oturup çorbasını elime aldığım kaşıkla karıştırmaya başladım. "Konu sen olunca..."

Uzattığım kaşıktaki çorbayı dikkatle içerken mırıldandı. "Ben içerdim."

Elimi kaldırarak yanağını okşadım. Onunla son kez olsun ilgilenmek istiyordum. "Ben içirmek istiyorum."

Yüzündeki utangaç gülümsemeyle çorbasını içmeye devam etti. Bir süre sessiz olan oda yine onun sesiyle neşelendi. "Cihangir gitmeyeceksin değil mi?"

Meraklı bakışları yüzümde dolaşırken zaman kazanmak adına bir kaşık daha verdim çorbadan. "Önce karnını doyuralım."

Kaşları çatılırken adım dökülmüştü dudaklarından. "Cihangir."

"İnci." Onun taklidini yapmamla pes etti.

"Tamam."

Uslu bir çocuk gibi çorbasını içmesinin ardından elimdeki kaşığı kâsenin yanına bıraktım. "Teşekkür ederim."

Gülümseyerek masanın üzerindeki peçeteyi ona uzattım. "Zevkti."

Dudaklarını siler silmez aynı konuya döndü. Hiç vakit kaybetmiyordu. "Söylemeyecek misin?"

Kaçamayacağımı anlayıp bir çırpıda söyledim. "Gideceğim güzelim."

Çabucak gözleri dolduğunda sesi titredi. "Babamın dedikleri doğruydu, değil mi?"

Aramızdaki masayı kenara çekip elini kavradım. "Hayır İnci, sakın böyle düşünme. Baban evet bu durum için çok çabalamış fakat bordo bereliler sadece genelkurmaydan emir alır güzelim, başkası bize emir veremez. Genelkurmay da iki üç çapulcunun dediğiyle hareket edecek değil."

"O zaman neden gidiyorsun?" Birden aklına bir şey gelmiş gibi gözleri korkuyla açıldı. "Yoksa beni bırakacak mısın? Uzaklaşmak için mi tüm bunlar?"

Kendi gibi kalbi de narin olan sevdiğim nasıl da kırılgandı. Galiba bu şekilde olmayacaktı. Biraz daha ona yaklaşmamla yanağını okşadım. "İnci'm, ben sana söz verdim. Bak hâlâ o güzel parmağında benim taktığım yüzük var. Sence ben senden uzaklaşırsam nefes alabilir miyim? Ama görev işte, gitmem gerekiyor. Affet, yanında olmam gereken zamanda yapamıyorum. İnan bu benim için daha zor."

Bir süre yere düşen bakışları içimi acıttı. Hele o başını tekrar kaldırdığındaki kabullenişi... Ona tekrar tekrar âşık olmamı sağlıyordu. "Tamam... Ben yine burada beklerim seni."

Allah'ım ben bu kalbi güzel kadını hak edecek ne yaptım? Başımı olumsuzca salladım. "Hayır İnci'm, burada beklemeyeceksin."

Kafası karışık, bakışları tedirgindi. "Ama Cihangir, ben seni anlamıyorum."

Daha fazla dayanamayıp sarı saçlarından bir tutamı yakalayarak oynamaya başladım. Bu ipeksi saçları iki gün sonra silah tutan elim çok arayacaktı. "Artık burada kalmanı istemiyorum İnci. Seni tekrar tehlikeye atamam, gözüm arkada kalır."

Küçücük eli elimi kavrarken üzgünce dudak büktü. "Nereye gidebilirim ki?"

Gözlerimi kapatarak derin bir iç çektim. "İstanbul'a gideceksin, ailenin yanına."

Şaşkınlıkla gözleri açıldı. "Ne? Cihangir, babam beni Tuna'yla..."

Başparmağım dudağına giderken diğer parmaklarım yanağını kavramıştı bile. Devam etmesine izin vermeden başımı iki yana salladım. Kurduğu cümle o kadar can sıkıcıydı ki anlatamam.

"İnci'm. Sence de ailen iyi bir dersi hak etmedi mi? Açıkçası bu durum benim pek hoşuma gitmeyecek ama onlara küçük bir oyun oynayalım diyorum."

Merakla bakan gözleri ve aralanan dudaklarıyla bu hâliyle bile o kadar cezbedici duruyordu ki bazen bordo bereli olduğuma seviniyordum. Sabırlı olmak da iyi bir şeydi.

"Nasıl?"

"Bak şimdi bir tanem, sen babana bu durumu kabul ettiğini söyleyip onlarla İstanbul'a gideceksin. Böylelikle de güvende olacaksın. Onun dışında da bırak kazandım sansınlar ve sana hayallerindeki gibi bir düğün hazırlasınlar. Ama her şey düğüne kadar sürecek İnci..."

Ben devam edemeden heyecanla o tamamladı. "Ve düğün günü her şey sona erecek."

Tebessümle gülerken başımı eğdim. Zeki bir kadına sahiptim. "Aferin sarışın."

Gülen yüzü bir anda solarken yine aklına bir şey gelmiş olmalıydı. "Ama Cihangir kliniğim, Yusuf, sonra Burçak... Ben nasıl ayrılacağım?"

"Güzelim... Ben kaç ay gelmeyeceğim bilmiyorum ama bir sene bile sürebilir bu. O zamana kadar gittiğim yerde nasıl kalacağım? Duramam İnci. Seni burada biri mi kaçırdı, bir şerefsizin eline mi düştün diye kafayı yerim. Artık seni biliyorlar ve ilk hedef sensin ama İstanbul'a gidersen aklım biraz daha rahat olur. Emin ol, anne ve baban o dağdaki itlerden çok daha iyiler. En azından dediklerini kabullenmiş gibi yaparsan seni rahat bırakırlar. Hem ben yokken yine akbaba gibi başına üşüşecekler." Elimle saçlarını omzundan geriye atarak devam ettim. "Biliyorum kliniğinden ayrılman zor ama sen hepsinin üstesinden gelebilirsin. Söz sana döndüğümde yeni bir klinik açacağım."

Bir süre gözlerime bakarak düşündü. Aklına yatmamış olacak ki kaşları havalandı. "Ya sen gelmeden düğün için ısrar ederlerse."

Elini avuçlarım arasına aldım. Avuç içine öperek gülümsedim. "Elinden geldiğince düğünü uzat. Bırak her şey mükemmel olsun. Benim kadınım çok akıllı. O ne yapacağını biliyor." Söylediklerimle gözleri parlarken gülümsedi ama bu sefer de benim suratım asıldı. Bu plan en çok benim canımı sıkıyordu. "İnci, o iti kendinden uzak tutacaksın. Ne olursa olsun sana yaklaşmayacak. Bak yemin olsun o herifi doğduğuna pişman ederim, yaparım bunu."

Elini yanağıma koyarak okşadı. Yüzünde güzel bir tebessüm vardı. "Merak etme, halledebilirim."

Yanağımı yasladım sıcacık eline. Gözlerim anlık da olsa kapandı. Bir erkek bir kadının bakışlarında, dokunuşunda huzur buluyorsa daha ne isteyebilirdi ki? "Biliyorum... Bir de..."

Yarım kalan cümlemi tamamlamam için tekrar etti. "Bir de..."

Suratım buruştu, hatta eminim ki şu an bakışlarım bile kararmıştı. Aptalca bir plan yapmıştım ama benimki çaresizliktendi. "Şu gelinlik işi canımı sıkıyor."

Eli boynumdan kalbime bir yol çizerken kalbimin üzerine parmağını bastırdı. "Ben bu kalbin gelini değil miyim yüzbaşı? Üzerimdekinin ne önemi var? Üzerimdeki simge benim kalbimi değiştirebilir mi?"

Dudaklarım kıvrılırken iki elimle yanaklarını kavradım. Başını biraz yukarı kaldırırken aynı zamanda eğilmemle alnına uzun bir öpücük bıraktım. Dudaklarımı teninden ayırmadan fısıldadım. "Sen benim gelinimsin, gelincik çiçeğim."

Aklıma gelen şeyle geri çekilerek montumun iç cebini yokladım. İçinden çıkardığım ay yıldızlı kolyesini o mağaranın içinde bulmuştum. Merakla elime bakan sevdiğim kolyesini hemen tanırken yine dolmuştu gözleri. "Cihan..."

Buruk çıkan sesi beni de etkilerken iki ucundan tuttuğum kolyeyi ona doğru uzattım. Eliyle saçlarını toplanmasıyla kolyeyi ait olduğu yere takıp boynuna tüy kadar hafif bir öpücük bıraktım.

"İşte tekrar olması gereken yerde." Eli kolyesinin ucuna gittiğinde hafifçe okşadı. Ona ikinci getirdiğim şeyi cebimden çıkartarak uzattım. "Bu sende kalsın ben gelene kadar."

Elimdeki bordo bereye bir süre baktıktan sonra o güzel mavi gözlerini serdi gözlerime. "Takar mısın?"

Yüzümde büyüyen tebessümle biraz daha yaklaştım ona. Altın sarısı saçlarının üzerine geçirdiğim bordo bere ona bir kez daha âşık olmamı sağlayacak kuvvetteydi.

Bendeki iki kalp ağrısı da aynı bedende vücut buldu.

Saçlarını itinayla düzeltince okyanus mavisi gözlerine baktım.

Baktım ve yandım...

Küçücük kalbi kalbime tutunmuş beni kavururken ben de yandım. Onun bakışlarında hapsoldum ve ben ilk defa teslim oldum.

Karşımda bordo beremi takmış sarışına itaatkârdım, hem de tüm kalbimle. Dalmış hayran hayran onu izlemeye devam ederken elini yanağıma koydu. "Güzel oldum mu?"

Ben, şu hasta yatağında bile ondan daha güzel kadın görmemiştim. "Çok güzelsin."

Dudakları kıvrılırken bakışlarına biraz parıltı biraz da utanç ekledi. Bu değişim beni merakta bırakırken yanağımdaki eli enseme yol almaya başladı. Bakışları dudaklarıma düştüğünde kalbim hızlandı.

Kırk küsur eğitimden geçen ben bir şu kadının bakışına tav oluyordum ya daha da ıslah olmazdım herhâlde.

Birbirimizi âdeta çeken bedenlerimiz bizi biraz daha yaklaştırırken İnci'min dudakları dudaklarıma dokundu. İlk defa sevdiğim kadın benden önce davranıp hamle yaptı. Masum öpücüğünde bile kora düşen ben uslanmaya hiç niyetli değildim.

İnci böyle yaparsa ben göreve nasıl gidecektim?

Eşsiz bir öpücüğü misafir eden dudaklarım kendini geri çekmesiyle büyük bir yokluğa düşerken buna izin vermeyerek tekrar dudaklarımızı birleştirdim. Hasret giderircesine öptüğüm dudaklardan ayrılmak fazla zor oldu. Yine utanarak başını göğsüme sakladı. Saçlarını öptüm, sevdim. O benim yuvamdı. İnsan yuvasını bırakır mı? "Çok zor be İnci'm. Ben kendimi o kadar güçlü sanarken senin beni bir saniyede nakavt etmen olur iş değil."

Hoşuna gitmiş olacak ki kıkırtıları göğsüme çarpıyordu. Başını kaldırarak çenemden öptü. Yok, yok kesin benim sabrımı sınıyordu. "Ben senin karın olacağım yüzbaşı. Yani rütbe olarak senden üstteyim."

Elim burnuna giderken sıkmayı ihmal etmedim. "Şu görev bitsin ilk işim seni karım yapmak olacak. Malum rütbeni daha da yükseltmek lazım."

Gözleri yine hüzne bulanırken alt dudağını ısırdı. "Keşke hiç gitmesen."

Boğazıma oturan yumruyu görmezden gelerek yanağını okşadım. "Hadi bakalım uyku zamanı."

"Sen de gel."

Kendince bana yer açmak isterken bacağını ağrıttı. Hemen ayağa kalkarak yardımcı oldum. Yanına uzanmamla göğsüme sığındı. Başındaki bereyi çıkarıp yastığın altına sıkıştırdım. Başından öperek sıkıca sarıldım. O benim kıymetlimdi.

"Cihangir."

"Söyle yavrum."

"Saçlarım çok kötü kokuyor değil mi?"

Dudaklarım kıvrılırken onayladım. "Hıhı."

Sesi hemen kırıldı. "Çok da kirli."

Saçlarına uzanarak bir tutamı yakalayıp incelemeye başladım. "Sanırım yıkaman gerekiyor."

Hâlâ göğsümde olan başı kıpırdanırken giderek ses tonu da bozulmaya başladı. "Keşke yatmasaydın yanıma, rahatsız oldun."

Dudaklarım kıvrılmıştı, onun görmüyor oluşunun rahatlığıyla devam ettim. "Ne yapalım, yattık bir kere."

Daha fazla dayanamayarak kaşları çatık geri çekilirken göğsüme vurdu. "Kaba adam, insan kırılmasın diye azıcık yalan söyler."

Gülüşüm tüm mimiklerime yayılırken onu tekrar kendime çektim. "Uyumamak için bahane üretiyorsun şu an."

İç çektiğinde içindeki kırıklığı biliyordum. Kelimeleriyle de gizlemedi. "Uyursam gideceksin."

Kokusunu içime çekerek saçlarını öptüm. "Gideceğim ama yine sana döneceğim."

"İnşallah."

Onun tatlı mırıltıları göğsümde yer bulurken bir süre sonra düzene giren nefesiyle uyuduğunu anladım. En zoru bu kısımdan sonra başladı. Şimdi meleğimi burada yalnız başına bırakıp gitmek bana zor gelmeyecek de kime gelecekti? Bir kez daha kokladım onu. O kötü koktuğunu sansa da benim için aynı şey geçerli değildi. Başını yastığa güzelce yerleştirdikten sonra alnına bir öpücük bırakıp üstünü örttüm.

"İyi ol İnci'm ve beni bekle. Allah'a emanetsin kıymetlim."

Odadan çıktığımda ise ilk işim Giray'ı bulmaktı. Bu çok da zor olmazken onu Burçak'ın odasında buldum. Burçak geldiğimi biliyordu ve bize yardım etmişti. Fakat bildiği sadece bu kadardı. Giray'la aşağı indiğimizde ise Akın'ı almak için kantin tarafına gittik. Onu bulamayınca bahçeye çıktık.

"Ara şunu neredeyse gelsin."

Giray telefonu cebinden çıkardığında gördüğüm şeyle elindeki telefonu tutarak aramasına engel oldum. Hayretle gözlerim açılmış bakarken Giray da benim baktığım yere bakıyor olacak ki mırıldandı.

"Hadi lan. Öptü mü o kızı?"

Gözlerimi devirerek Giray'a baktım. "Abartma oğlum, alnından öptü sadece."

Giray hâlâ Akın'la Arya'yı dikkatle izlerken mırıldandı. "Resmen kadınımsın dedi."

Arkamı dönerek yürümeye başladım. "Zevzeklik yapma da Akın'a mesaj at arabaya gelsin."

Karargâhta toplandığımızda Giray hâlâ Akın'la uğraşmakla meşguldü. "Ağabey ne dedin Arya'ya, bundan sonra benim kadınım olacaksın falan mı?"

Akın artık sıkılmaya başlamıştı. "Sana ne lan, sana ne? Bir git başımdan."

Giray'ın pes etmeye niyeti yoktu ne yazık ki. "O değil de adam tur bindirdi bize. Ferrari gibi yeminle."

Eren araya girdi. "Ağabey bize de bir iki taktik mi versen? Aranızda bir ben kaldım."

Giray fırsatı kaçırmayarak atıldı. "Taktik maktik yok bam, bam, bam..."

Hâlâ hazırlık yaparken bir yandan onları dinliyor bir yandan da gülüyordum. Akın hâlâ huysuzdu. Gerçi o hep huysuzdu.

"Giray kaşınma, bak elimde kalacaksın."

"Odundun iki dakikada çiçek oldun. Ne yapayım, her zaman karşılaşmıyorum böyle bir şeyle."

Akın'ı fazlaca zorlayan Giray hak ettiği gibi küfrünü yemişti bile. Akın hâlâ homurdanmaya devam ediyordu. "Ulan iki dakika ağzımı bozmayım diyorum izin vermiyorsunuz anasını satayım."

Herkes gülerken hazırlanmamla artık araya girmem gerektiğini düşünerek onlara döndüm. "Yeter bu kadar şamata. Beş dakikaya çıkıyoruz."

***

İnci'den

Düğünden kaçarak yine magazin gündemine oturan ben taktığım bordo bereyle ünüme ün kattım. Bu da yetmez gibi Arya'nın birkaç muhabire ek dedikodu vermesiyle Sargınlar ve Şahinler topa tutulmuş, zorla evlendirilen kadın olarak nikâhtan kaçmam takdir toplamıştı. Lakin bunların hiçbiri beni ne mutlu ediyor ne de ilgimi çekiyordu. Düğünden beri iki ay geçmişti ve benim sevdiğim adam hâlâ yoktu. Sadece düğünden iki gün sonra bir kere aramış fotoğrafımı gördüğünü söylemişti.

"Yeşilde de güzeldi ama beyazda ayrı güzel olmuş borda bere. Bir kadına ancak bu kadar yakışabilirdi," demişti.

Ah be sevgilim oysa yanımdaki adam sen olsaydın her şey kusursuz olacaktı.

Yine aynı yere gelmiştim. Eminönü sahiline... Paşa'yı gezdirmek için sık sık geliyordum. Cihangir'le burada balık ekmek yemiştik. Neredeyse her fırsatta gelip onunla oturduğum banka oturuyordum. İki aydır da onun Cihangir'deki evinde kalıyordum. Ne de olsa anahtarın yerini bildiğim için eve girmek zor olmamıştı. Dila ve Burçak mecburen dönerken Arya ve Kerem fırsat buldukça gizlice yanıma geliyorlardı. Ne yazık ki annemle babam çoktan silmişti beni defterden. Zaten silmeseler de artık yapacak bir şeyleri kalmamıştı.

Fakat Tuna...

İşte o biraz sıkıntıydı. Herkesin içinde onu nikâh masasında terk etmem kibirli kalbini daha da karartmış olmalıydı. Benden hakkı olmasa da hesap sormak isteyecekti, biliyordum. Fakat karşıma çıksın istemiyordum. Ondan korktuğumdan değil ama sevdiğim adam gelmeden başıma bir iş açmasını istemiyordum. Ne çok şey yaşamıştım... Benim de mutlu, huzurlu olmaya hakkım yok muydu? Sevdiğim adamın sıcacık göğsüne sığınmaktı tek istediğim.

Derin düşüncelerde kaybolmuş denizi seyrederken yanımda hissettiğim hareketlilikle dikkatim dağıldı. Paşa yanımda yatarken yerinden kalkıp yanıma oturan adama atılınca şaşkınlıkla başımı çevirdim. Gördüğüm spor ayakkabıları takip eden kot pantolonla dikkat kesilirken devamındaki deri ceket ve içindeki hâkî yeşili tişört, o da yetmezmiş gibi bileğinde gördüğüm tanıdık gelen saatle hızla başımı kaldırdım.

Yanıma oturmuş onu unutmayan Paşa'nın sevgi gösterisine karşılık verirken bana gülerek bakan adamın sahiciliğinden şüphe ederek elimi uzattım. Fakat dokunmaya korktu yüreğim. Ya hayalse... Gözlerim dolarken heyecanla titreyen sesime inat fısıldadım. "Cihangir... Geldin..."

Ve özlediğim sesiyle sahiciliğini kanıtlamak ister gibi karşılık verdi. "Geldim güzelim."

 

Görüşürüz...🤗

 

İnst. Hesabım: soylumery

Loading...
0%