Yeni Üyelik
53.
Bölüm

53. Bölüm

@soylumery

 

Keyifli okumalar... 🤗


Sıkı sıkı sardınız mı sevdiğinizi hiç? Onu kaybetme ihtimaliyle uzun süre bekleyip yeniden gördüğünüzde doldu mu gözleriniz? Kalbinizi biri sıkıştırırken bir anda serbest kalmış gibi hissettiniz mi? Ciğerlerinize yetmeyen nefesin bir anda fazlaca iyi geldiği oldu mu?

Beş ay...

Koskoca beş ay geçti onsuz. Az görmeyin sakın. Bir yılın yarısından bir ay eksik. Yirmi hafta, yüz elli gün, üç bin altı yüz saat, iki yüz on altı bin dakika yapıyor.

Şimdi ise hasret kaldığım adamla onun evinde fakat iki ayda onun olamayacak kadar sahiplenip değiştirdiğim odada, benim aldığım yatakta, onun pek de hoşuna gitmeyen hayvan figürlü nevresimlerin arasında ve tabii kollarında yatıyordum. İşte şimdi tam evli çiftler gibi olmuştuk. Aramızdaki tek eksik küçük gibi görünen fakat büyük farkındalık yaratan imzadan ibaretti. Biliyordum o da olacaktı.

Yarım saat önce uyanmış hâlâ bekliyordum. Fakat ne yazık ki bu bekleyişim sonuçsuz kalacak gibiydi. Çok yorgun olduğunu söylemişti dün gece. Şu beş ay boyunca ne yaşadı bilmiyorum ama gözleri biraz çökmüş ve kızarık duruyordu. Sanırım çok fazla uykusuz kalmıştı. Onu rahatsız etmeden yanından sıyrılarak kaçmaya çalışırken son anda bileğimi yakaladı. "İnci."

Gözlerini açamadan adımı mırıldanması beni gülümsetirken kalkamadığım yatakta ona doğru biraz daha yaklaşıp uzayan saçlarını sevdim. Şefkat dolu bir sevgiydi bu. Başına bir öpücük kondurup fısıldadım. "Uyu sen bir tanem. Ben buradayım."

Huysuz bir çocuk gibi yine gözleri kapalı mırıldandı. "Gitmeni istemiyorum."

Onun bu hâli kıkırdamama sebep olurken belime dolanan eliyle beni kendine çekti. Şaşkınlıkla mırıldandım. "Cihan..."

O ise umursamazdı. "Hım..."

Başını göğsüme koymasıyla uykusuna kaldığı yerden devam etmeye başladı. Alt dudağımı ısırarak yüzünü görmek için çabaladım. "Ama kahvaltı."

Başını kaldırıp tek gözünü açan sevdiğim o kadar tatlı görünüyordu ki dayanamayıp gülümsedim. "Ben seni yesem olmaz mı?"

Yanaklarımın ısınmasına engel olamadığımda gözlerimi kocaman açtım. "Yaa... Ne kadar ayıp." Ben utançla sayıklarken o hâlâ uğraşmaya devam ediyordu.

"Ayıp yatakta olur diyeceğim ama tam da sözüme uygun yerdeyiz."

Kaşlarım anında havalanırken koluna küçük bir çimdik attım. "Bak ya... Çek şu kolunu kalkacağım."

Yerinden bir santim bile oynamadan çapkın bir şekilde gülümsedi. "Bir öpücük verirsen olur."

Elimi kaldırıp omzuna vurdum. Adam öpücük diyordu, ben vuruyordum. Ne kadar da romantik bir çifttik. "Sen çok fenasın ama yemezler yüzbaşı."

Omzuma küçük bir öpücük bırakıp geri çekildi. "Hım... Zeki bir sarışın demek, çok iyi. Bana da dişli bir rakip gerekiyor zaten."

Kıkırdayarak ayağa kalkıp banyoya doğru yol alırken onu geride bıraktım. "Asıl rakibi birazdan mutfakta göreceksin."

Arkamdan bağıran Cihangir'le başımı iki yana sallamaktan kendimi alamadım. "Güzelim bırakalım da mutfak sağlam kalsın."

Banyoda işlerimi hallederek salona geçip Paşa'nın ihtiyaçlarını karşıladım. Benim güzel köpeğim iki aydır bu evde bana eşlik ediyordu. Onunla vakit geçirmek benim için terapi gibiydi.

Mutfağa geçtikten kısa bir süre sonra Cihangir de peşimden geldi. Çayı koymuş kahvaltılıkları hazırlıyordum. Elimdeki peyniri dikkatli bir şekilde dilimleyerek tabağa koydum. Arkasından da elime aldığım domatesleri sudan geçirmemle kesme tahtasının üzerine bıraktım.

"Cihangir bana yardım etmeyi düşünmüyorsun sanırım."

Arkamda bana sarılmış çenesini omzuma yaslayan sevdiğim hâlinden hoşnut görünüyordu. "Aslında hâlâ rüyadan uyanmayı bekliyorum."

Domatesleri ikiye bölerek ince dilimler kesmeye başlamıştım. "Ne rüyası?"

Enseme küçük bir öpücük bıraktı. Hayır, hayır... Bu şartlar altında çalışmam mümkün değildi. Elimi kesecektim bu adam yüzünden.

"Sen mutfaktasın, kahvaltı hazırlıyorsun ve hiçbir şey dökülmemiş, kırılmamış, mutfakta gürültü yok, çaydanlıktaki su taşmamış hatta yumurtalar hâlâ hayatta. Bence bu bir rüya olmalı."

Dudağımın kenarı kıvrılsa da kızgın bir ses tonu kullandım. "Aşk olsun ya. Bir kerelik mutfağını batırdım diye dilinden kurtuluşum yok herhâlde."

Belimi biraz daha sıkı saran kolları beni göğsüne hapsederken saçlarımı kokladı. Beni ne hâle getirdiğini bilmiyordu.

Cihangir mi?

Kesin bilerek yapıyordu.

"Aşk hep var İnci'm. Seninleyken hep var."

Dayanamayıp elimdekileri bırakarak ona döndüm. Kollarımı boynuna dolarken dudaklarına küçük bir buse bıraktım.

"Hani sende ilk defa kaldığımda, daha doğrusu uyuyakaldığımda sabah bana bir omlet yapmıştın hatırlıyor musun?"

Kaşları çatılsa da aklına gelmiş olacak ki usulca başını salladı. "Evet."

Ela gözlerinde kaybolan gözlerimle devam ettim. "Benim için tekrar yapar mısın?"

Bir süre gözlerimde oyalanan sevdiğim alnıma uzun bir öpücük bıraktı. "Sen iste yapmayacağım şey yok benim."

Gülümseyerek ona tezgâhın üzerindeki malzemeleri gösterdim. "Ben hazırlamıştım buraya."

Bakışları anlık tezgâha uzanırken tekrar beni buldu. "Yapalım bakalım."

Cihangir omleti devralırken ben de kahvaltılıkları masaya diziyordum. Mutfaktan gelen güzel kokularla ufaktan Cihangir'in yanına sokuldum. "Imm... Mis gibi koktu."

Elindeki tahta kaşıkla tavadaki omleti kontrol ederek bana kısa bir bakış atıp gülümsedi. "Bir ara da öğrenmeyi mi denesen İnci? Ben yokken aç kalırsın diye korkuyorum."

Huysuzca omuz silkerken çaydanlığı alıp çayları doldurmaya başladım. "Sen yokken idare edebilirim ama senin gibi yakışıklı bir bordo bereliyi mutfağa atmışken asla."

Tavadaki omleti pratik bir hareketle servis tabağına aldı. Bana tek kaşını kaldırarak bakarken bardakları tepsiye koymakla meşguldüm. Belimden tutup beni kendine çekerek şakağımdan öptü. "Güzelim, ben seninle ne yapacağım?"

Kollarından sıyrılarak tepsiyi elime almış ilerliyordum. "Bilmem. Buluruz yapacak bir şeyler."

İmalı bir sesle yine benimle uğraşma çabasındaydı. "Benim aklımda var aslında bir iki şey."

Onu duymazdan gelerek hızlı adımlarla masaya ilerledim. Arkamdan gelen Cihangir elindeki tabağı masaya bıraktı. İkimizin de oturmasıyla omletten bir parça alıp ağzıma attım. Sıcak oluşundan dolayı ağzım yanarken yine de yemekten vazgeçmiyordum. Gülerek beni izleyen sevdiğime de bir parça uzattım. Ağzına aldığı lokmayı çiğnerken elimi tutarak dudaklarına götürüp öptü.

"Gerçekten bu konuda iyisin."

Dudağının bir kenarı anında kıvrıldı. Çapkın bakışları üzerimde dolaşıyordu. "Birçok konuda iyiyim."

Gözlerim kısılırken yüzümü buruşturdum. "Egona söyle kahvaltıyı seninle baş başa yapmak istiyorum. Onun eşlik etmesi gerekmiyor."

Küçük bir kahkaha atıp önündekilerden yemeye başladı. Ufaktan ufaktan kahvaltıya devam ederken Cihangir'in sesiyle başımı kaldırdım. "İnci, seninle konuşmak istediğim şeyler var."

Elimdeki çatalı bırakırken dikkatimi ona verdim. "Seni dinliyorum canım."

Çayından bir yudum alarak tekrar yerine bıraktı. Arkasına yaslanıp ciddi yüz ifadesine yeniden dönüş yaptı. "Yarın Ankara'ya gideceğiz."

Beklemediğim şeyle şaşkındım. "Neden? Eve sonra mı döneceğiz?"

Sakin bir tonda konuşmaya devam etti. "Hayır güzelim Ankara'da kalacağız. Timi Ankara'ya çektiler."

Duyduklarımla büyük bir duygu karmaşasına düştüm. Anlık sevincim bir anda kendini hüzne bıraktı. Meğer ben farkında olmadan ne çok alışmıştım oraya. "Cihan hiç mi gitmeyeceğiz? Hem Burçak orada. Sonra Yusuf, Dila..."

Üzgün hâlimi gören sevdiğim elimden tutarak beni kendine çekti. "Gel bakalım." Dizine oturmamla kollarımı boynuna doladım. Saçlarımı sevip boynumdan öptü. "Güzelim bu benim tercihim değil. Birkaç işimi halletmek için yine gideceğim. O zaman sen de gelirsin olmaz mı?"

Bakışlarımı yere düşürdüm. Dudaklarım bükülmüş mutsuz bir şekilde başımı salladım. Eli çeneme giderken başparmağıyla hafifçe okşadı. "Ankara'da yaşamak seni üzecek mi?"

Bakışlarım ela gözlerine tırmanırken o da üzgün duruyordu. "Şey... Aslında..."

"Mutsuz olmanı istemiyorum İnci'm. Fakat böyle olması gerekiyor. Biliyorum zor, alıştın oraya. Gerçi kaç aydır da İstanbul'dasın. Maalesef bizim iş böyle. Yakında Ankara'ya da alışacaksın, kendine çevre yapacaksın. Sonra oradan da gitmek zorunda kalacağız."

Ellerim yanaklarına ulaşınca kirli sakallarını okşadım. Bu sabah tıraş olmamıştı sevdiğim. "Ben mutsuz değilim. Seninle her yere gelmeye hazırım. Yalan yok aslında bir yandan seviniyorum. Çünkü orada çok kötü şeyler yaşadım ama benim bütün güzel anılarım da oraya ait. En önemlisi seni orada buldum ben. Oranın bendeki yeri hep ayrı olacak."

Elime konan öpücük içimi titretirken gülümsedi. "Ankara'da daha güzel anılar biriktiririz olmaz mı? Ben artık karım olmanı istiyorum. Hem Burçak da Giray'la evlenir o da gelir yanımıza. Güzel olmaz mı?"

Beni ikna etmek isterken doğru yolda ilerliyordu. İçimi tatlı bir telaş sardı.

Cihangir'in karısı olmak...

Ne kadar da güzel geliyordu kulağıma. Uzun zamandır beklediğim ve istediğim şey bu olsa gerekti. Bu şekilde de yanındaydım ama artık aramızda hiç mesafe, engel kalmasın istiyordum. Şirince gülümsedim. "Ne zaman evleneceğiz ki?"

Anında dudakları kıvrılan sevdiğim tabaktan aldığı salatalığı ağzıma iliştirdi. "Hah şöyle güzel sorularla gel be İnci'm. Ankara'ya gidelim başlarız hemen hazırlıklara."

Yüzüm gülse de aklımda bir sürü soru vardı. Ağzımdaki lokmayı yutar yutmaz konuştum. "Cihan nasıl yapacağız peki? Yeni bir şehre gidiyoruz. Ben çalışmıyorum. Ortada hiçbir şey yok, bütün yük senin omuzlarında."

Cihangir beni dinlerken tekrar çayına uzandı. Hâlâ adamın dizinde oturuyordum. Yerimde rahat sayılırdı doğrusu. Belimdeki eli usulca bulunduğu yeri okşadı. "Sence ben bir düğünü bile yapamaz mıyım küçük hanım? Benim maaşımdan haberin yok herhâlde."

Kaşlarım havalanırken hayretle Cihangir'e baktım. Az almadıklarını biliyordum ama tam olarak da maaşından haberim yoktu doğrusu. Bunu soracak da değildim ki zaten benim kastettiğim şey bu değildi.

"Ben öyle mi dedim? Sadece, sana yük olmak istemiyorum."

Gözleriyle beni işaret etti. "Senin bana yük olabileceğin tek şey dizimdeki ağırlığın olabilir ki onda da kuş kadar olduğun için etki etmiyor."

Dudaklarım kıvrılırken alnımı alnına yasladım. "Ya Cihangir ben ciddi..."

Cümleme devam edemeden çalan kapıyla, birine yakalanmış gibi hızla Cihangir'in kucağından kalktım. "Sakin ol güzelim."

Onun gülen yüzüyle ben de tebessüm ettim. "Ben kapıya bakayım."

Kapıyı açtığımda Kerem ve Arya karşıma dikilmiş gülümsemekle meşguldü. "Ablaların bir tanesi, günaydın."

Gülümsemesi bana da bulaşırken aslında ben bugün zaten çok mutluydum. "Günaydın, hoş geldiniz. Geçin hadi."

Kapıyı biraz daha açmamla içeri girdiler. "Seni kahvaltıda yalnız bırakmayalım dedik."

Arya'nın bana uzattığı poğaçaları alırken gülümsedim. "Aslında pek yalnız değildim ama..."

Ben kendi kendime mırıldanırken Kerem, Cihangir'in ceketini askıda görünce başını iki yana salladı. "Sana hiç yakıştıramadım. Eve erkek mi attın?"

Gözlerim anında büyürken bir an bundan vazgeçerek kıkırdadım. "Çok yakışıklıydı, kendime engel olamadım."

Arya hemen anlayarak gülümserken Kerem şaşkınlıkla bana döndü. Ah kardeşim...

"Yuh... Enişteme ne oldu? Büyük aşk ne çabuk bitti abla?"

Kaşlarım havada Kerem'in ajitasyonunu dinlerken cevabı ben yerine sevdiğim adam verdi. "Belki de eve enişteni atmıştır Kerem."

Kerem arkasını dönünce kapıya yaslanmış Cihangir'i gördü. "Enişte!"

"Kerem."

Onların bu hâli beni gülümsetirken Kerem çok komik görünüyordu. Onu kendine getirmek adına içeriyi işaret ettim. "Hadi geçin içeri."

Kerem, Cihangir'le tokalaşırken Arya da selam verip peşimden mutfağa geldi. Elimdekileri tabağa koyarken ona bakıp gülümsedim. "Kerem'le kendine çay koy hadi."

Bardaklara yöneldiğinde sesi hem mahcup hem de durgundu. "Kusura bakma canım, geldiğini bilseydik rahatsız etmezdik."

Üst raftan iki tane tabak çıkardım. "Saçmalama, iyi ki geldiniz."

Bir an aklıma gelen şeyle duraksayarak ona döndüm. "Akın seni aramadı mı?"

Üzgünce ama umursamaz durmaya çalışarak omuz silkti. "Hayır. Arar belki."

Yine de sesinde gizlediği umut ortaya çıkmak için çırpınıyordu. Omzuna dokunarak destek olmak istercesine okşadım. "Merak etme, arayacaktır."

İçeri geçtiğimizde hep birlikte kahvaltıya devam ettik. Kerem sonu gelmeyen sorularını Cihangir'e iletirken sevdiğim adam yine sabırla cevap veriyordu.

"Sana çok kırgınım enişte." Kerem'in anlık çıkışıyla bakışlarımız ona dönerken Arya'nın telefonu çaldı. Yüzünde büyük bir gülümsemeyle ayağa kalkarken bize çekingen bakıyordu. "Ben telefona bakayım."

Yüzüme geniş bir gülümseme yayıldı. Arya'yı bu hâle getiren Akın'dan başkası olamazdı. Son ayrıldıklarında Akın'ın kendisini beklemesini istediğini söylemişti. Bu konuda cevapsız kalmış olsa da tüm şaşkınlık ve tereddütlerine rağmen kalbi o farkında olmadan beklemekle meşguldü. Ben Arya'nın gidişini seyrederken Cihangir, Kerem'i sorguluyordu. "Seni kıracak ne yapmış olabilirim Kerem?"

Kerem sahte bir kızgınlıkla kaşlarını çattı. "O kadar kaçış operasyonu planlanmış, neden benim haberim yok? Bütün aksiyonu kaçırıyorum."

Gözlerimi devirmemle ayağa kalktım. Önümdeki tabakları alırken Cihangir yine manidardı. "Oğlum sen daha askerliğini yapmadın değil mi?"

Bu soru beni gülümsetirken Kerem'in ne cevap vereceğini biliyordum ki beni şaşırtmadı. "Yoo..."

Cihangir elini Kerem'in omzuna atarak hafifçe sıktı. "Orada görüşelim diyeceğim ama sen bedelli yaparsın kesin. Karşılaşmamız zor."

Mutfağa elimdekileri bıraktığımda Cihangir de eline birkaç tabak alarak peşimden geldi. Belime sarılıp yanağımı öpmesiyle gözlerim açıldı. "Cihangir yapmasana, Kerem görecek şimdi."

Beni dinlemeyerek tekrar sarıldı. "Görsün. Nişanlımı yanağından öpemeyecek miyim?" Yüzüne yaramaz bir gülümseme yayılırken hafif kulağıma eğilerek fısıldadı. "Tabii dün gece aldığım öpücüğü hiçbir şeye değişmem ama neyse."

Gözlerim mümkünmüş gibi biraz daha açılırken ısınan yanaklarımla kollarından kurtuldum. O kadar hasrettim ki ona, dün gece o öpücüğü nasıl vermiştim ben de bilmiyordum. Kendimi kaybetmiştim sanırım. Sevdiğimde de unutulmaz bir etki yaratmışa benziyordum.

"Bilerek yapıyorsun resmen."

İki parmağıyla burnumu sıkıştırırken tatlı tatlı gülümsüyordu. "Bunu yapmayı da çok özledim."

Acıyan burnumla yüzüm çoktan buruşmuştu bile. "Ama acıyor yüzbaşı."

Elim burnumda avuç içimle ovarken Kerem kapıda belirdi. "Masadakileri getirdim ama içeri girmeli miyim bilemiyorum."

Alaylı bir şekilde bize sırıtarak bakan Kerem bakışlarımı Cihangir'e çevirmeme sebep oldu. Onun da sırıttığını gördüğümde gözlerimi kıstım. Bir tek utanan, çekinen ben olmalıydım. "Gel Kerem. Ben çıkıyordum zaten."

Arya'nın da bize katılmasıyla masayı toplayıp bir süre daha oturduk. Kerem çok iyi anlaştığı Paşa'yla sürekli oyun oynamıştı. Geçen zamanla onlar ayaklanırken vedalaştık. Aslında bu veda biraz zor oldu. Yarın Ankara'ya gideceğimizi söylemiştim ve ikisi de üzülmüştü. Bu durum beni de üzüyordu. Çünkü eskiden evime rahat bir şekilde gidebiliyorken bundan sonra gidebileceğim tek yer Cihangir'in yanıydı. Eminim babam artık beni bahçe kapısından bile içeri almayacaktı. Zaten Kerem'in dediğine göre mirastan da çoktan menedilmiştim.

Peki, çok mu önemliydi? Hayır...

Sırf bu mirastı, paraydı derken olan her şey bana oldu. Benim çekmediğim kalmadı. Bütün hayatım sırf bu yüzden değişti. Ben evden bile bu yüzden kaçıp gittim.

Ama hani her şerde bir hayır var derler ya, işte ben onu yaşıyordum...

Şimdi tek derdim sevdiğim adamdı. Onun yanında olmak, onunla sıcacık bir yuva kurmak... Ne güzel dertlerim vardı öyle. Hem böylesi çok daha huzurluydu.

Arya ve Kerem'in gitmesinden kısa bir süre sonra tekrar kapı çaldı. Kapıdaki her kimse kapıyı kırmaya niyetli olmalı ki yumrukları ardı ardına iniyordu. Oturduğumuz koltuktan ilk ben kalktığımda Cihangir bileğimden yakalayarak beni durdurdu. "Ben bakarım."

Paşa da bu gürültüye sessiz kalamayarak havalarken başını okşayarak onu biraz sakinleştirdim. Cihangir'in hemen peşine takıldım. O sırada duyduğum sesle anlık refleks olarak Cihangir'in kolunu yakaladım.

"Aç kapıyı İnci. İçeride olduğunu biliyorum. Bana hesap vereceksin. Aç şu kapıyı."

Tuna bağıra çağıra kapıya attığı yumruklara tekmelerini de eklemişti sanırım. Cihangir yumruğunu sıkmıştı ve bedeni de çoktan gerildiğinde benim korkum da iki katına çıktı.

Bizi nasıl buldu bu adam? Düşüncem çok kısa sürdü doğrusu. Kerem'le Arya'yı takip etmiş olmalıydı. Normalde ikisi de dikkatli davranıp gizli geliyorlardı ama Tuna sinsi bir adamdı. Kaçtığım yerde bile beni ilk bulan o olmuştu.

"Cihangir açmayalım."

Sesimdeki panik ve gözlerimdeki korku her şeyi açıklıyordu. Elini kaldırarak yanağımı okşadı. "Kapımıza kadar geleni geri çevirmek bize yakışmaz güzelim."

Şaşkınlıkla Cihangir'e bakarken ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum. Neydi bu şimdi? Ne olursan ol, yine gel falan mı? Kaşlarım çatılmış onu izlerken Cihangir kapıya iki üç adımda ulaştı. Başımda yanan ampulle ne dediğini geç de olsa anladığımda ona ulaşamadan kapıyı açtı. Kısa bir süre sessizlik oldu. Anlaşılan Tuna, ben yerine Cihangir'le karşılaşmanın şaşkınlığını yaşıyordu. "Sen..." Birkaç adım atmamla Tuna'nın yüzü görüş açıma girdiğinde surat ifadesi kızgın ve aynı zamanda şaşkındı. "Demek çıktın o cehennemden."

Tuna'nın şaşkınlığı, Cihangir'in dudağının kenarını azıcık da olsa kıvırdı. Belli ki Cihangir'i hâlâ kendilerinin gönderdiği yerde sanıyordu. Ama büyük bir yanılgı içerisinde olduğunu bilse ne hissederdi acaba? Oysa başından beri bizi tehditleriyle sindirdiğini sanarken büyük bir oyunun içine düşmüştü.

"Ne diye dayandın kapıma?"

Cihangir yine rahat, yine güçlüydü. Sesi sakin, bir o kadar da sertti. Bir eli kapı kolunda, bedeni kapının önünde duvar gibiydi. Benim sığınağım, benim korunaklı yapım ondan başkası olamazdı.

"Kimse beni nikâh masasında bırakamaz. Bana hesap verecek o sür..."

Tuna sözünü tamamlayamadan Cihangir çoktan kavramıştı boğazını. "Ağzından çıkanı kulağın duysun. Ortada bir hesap varsa adam gibi benimle gör."

Geri çekilen Tuna'nın sesi hırıltılı çıkıyordu. "Kimse beni küçük düşüremez. İkiniz de bunun hesabını vereceksiniz."

Cihangir sinirle bir adım öne attı. "Kes lan sesini! Duyan da seni adam sanacak. Ulan defol git, ağzımı bozmayım."

Endişe içinde ikisini dinlerken iki elimi birleştirmiş korku ve panik hâlindeydim. Hayatımda yaşadıklarım yeterince canımı yakmışken artık huzura ve sakinliğe ihtiyacım vardı. "Cihan hadi içeri geçelim."

Cılız çıkan sesime Cihangir tepki vermezken Tuna'nın bakışları beni buldu. Bir anda ok gibi hedefi üzerime çektiğimde ağzımı açtığıma pişman oldum. "Sırf bu adam yüzünden beni rezil ettin. Hepsi bu adamın yatağı için miydi?"

Duyduklarım yüzüme ateş basmasına sebep olurken kıpkırmızı kesildim. Fakat bunun sebebi utanç değil, kızgınlık ve öfkeydi. Ben kendimi biliyordum ki bilmesem bile bu Tuna'yı ilgilendirmezdi. Komik olanı ise Cihangir'in daha bana el sürmemiş olmasıydı.

Cihangir'e duydukları yetmiş olacak ki beni geriye çekerek hızla dışarı çıkıp arkasından da kapıyı çekti. Beklemediğim tepki şaşkınlıkla kapıyla bakışmama sebep oldu. Korkuyla kapıyı tekrar açtığımda onları yerde buldum. Cihangir arka arkaya Tuna'ya yumruk atarken çığlığı bastım. "Cihangir! Yapma lütfen."

Normal şartlarda Tuna'nın saatlerce dayak yemesini izleyebilirdim. Hatta bundan keyif almam bile mümkündü ama Cihangir öyle bir üstüne çullanmıştı ki Tuna tepki verecek durumda bile değildi. "Ulan sen benim kapımda, benim kadınımla nasıl konuşuyorsun it herif? Seni gömerim lan buraya."

Apartmandaki kimse korkudan olacak ki kapıya çıkmazken ben ne yapacağımı bilmiyordum. Cihangir gibi bir adamı kolundan tutmak bile riskli görünürken bir yumruk daha indirdi yüzüne ve ben yine yalvardım. "Cihan lütfen."

Beni duymayan kulakları avına odaklanmış bir aslana aitti. Tuna'nın inlemeleri ve çırpınışları işe yaramazken ağlamak üzereydim. "Ulan dövmemek için elimden geleni yapıyorum. Sabrediyorum ama şerefsiz kapıma kadar geliyor dayak yemek için."

Cihangir hıncını alamazken daha fazla dayanamadım. Havaya kalkan yumruğunu yakalamamla düşeceğim sırada Cihangir ani bir hareketle bileğimi kavrayıp buna engel oldu. Kaşları çatılmış yüz ifadesi sertti. "Ne yapıyorsun İnci?"

Gözlerim dolarken ağlamaklı sesimle konuştum. "Cihan yeter. Ağzı burnu kan içinde. Lütfen bırak artık."

Gördüğüm manzara midemi bulandırırken bedenimi anlamsız bir titreme aldı. Midemin bulantısına engel olmak ister gibi elim karnıma gitti. Ellerim titremeye başlayınca Cihangir ayağa kalkarak Tuna'yı yakasından tuttuğu gibi ileri fırlattı. "Defol git lan kapımdan."

Olduğu yerden zorla toparlanan Tuna iflah olmaz bir yaratıktı. "Bunun hesabını vereceksiniz."

Cihangir öne doğru bir adım attığında Tuna sendeleyerek kaçarcasına merdivenlere yöneldi. Ben eve girip koşarak yatak odasına gittim. Pikeyi kaldırdım ve uzun zamandır yaptığım gibi gölgeyi kucağıma alarak sarılıp yattım. Uzun zamandır Cihangir'in yokluğunda yaptığım gibi. Pikenin ucunu kavramamla tepeme kadar çektim. Neden böyle olduğumu bilmiyordum. Tekrar beş ay öncesine gittim. Cihangir o pisliği döverken de kanlar içinde bırakmıştı. Evet, hepsi hak etmişlerdi. Belki de çok daha fazlasını hak ediyorlardı ama dayanacak hâlim kalmamıştı. Bu beş ayda neler çektiğimi bir ben bir de Allah biliyordu. Bedenimdeki, ruhumdaki tüm yaralarla tek başıma kalmış, tek başıma baş etmeye çalışmıştım. Yaşadıklarım küçümsenecek şeyler değildi ve ben fazlasıyla iyi atlatmıştım.

Cihangir'i beklesem de bir süre gelmedi. Muhtemelen çok sinirliydi ki sakinleşmeyi bekliyordu. Geçen zaman beni de sakinleştirirken Cihangir'in ayak sesleri geliyordu kulağıma. Yataktaki ağırlıktan anlamıştım yanıma oturduğunu. Gözlerimi kapatmış sessizce onu dinliyordum. Kısa bir süre sadece yanımda bekledi. Sonra ise o güzel sesi yankılandı kulaklarımda.

"İnci'm."

Karşılık vermedim. Şu an deve kuşu gibi yatağıma saklanmakla meşguldüm. Hiç kıpırdamadım. Çünkü sussun da istemiyordum. Onun sesine ihtiyacım vardı. Onun nefesine, onun sıcaklığına... Ben onsuzluktan yoruldum, onunla huzurlu olmak istiyordum. Cihangir başımdaki pikeyi usulca aşağı indirdi. Gözlerimiz kesişirken ne kadar da güzel bakıyordu. Öyle sevilesi, öyle aşk dolu...

"Seni korkutmak değildi niyetim. "

Zorla gülmeye çalışırken buldum kendimi. "Biliyorum."

Eli saçlarıma giderken yavaşça sevdi. "Bana kızma, o it çok daha fazlasını hak ediyor."

Başımı aşağı yukarı salladım. "Sadece... Yoruldum."

Gözleriyle yanımdaki boşluğu işaret ederek gülümsedi. Beni anlıyordu, beni anlayacak tek kişiydi. "Bana da yer var mı?"

Onun tebessümü bana da bulaştı. Kenara kaydığımda ayağa kalkarak yanıma yattı. Kolunu uzatmasıyla hemen başımı kolunun üzerine koydum. Aramızda ise yine benim küçük ayım vardı. Saçlarımı severken masal anlatır gibi konuşmaya başladı.

"Zor günler geçirdin ve ben bütün bunlar olurken yanında değildim ama hepsini telafi edeceğim. Yarın sabah Ankara'ya gideceğiz. Evimizi, yuvamızı kuracağız, düğünümüzü yapacağız ve sana eğer istersen söz verdiğim gibi güzel bir klinik açacağım."

Bir anda gözlerim parlarken beni nasıl mutlu edeceğini iyi bilen sevdiğime bir kez daha hayran kaldım. "Gerçekten klinik açar mıyız?"

Dudaklarımdan dökülenlerle utandım. Adam bana evlenip yuvamızı kuralım diyordu ve ben sadece son cümlesi olan klinik kısmına takılıyordum. Fakat ne yapabilirdim ki, işimi çok seviyordum ve çalışmak beni daha güçlü yapıyordu. Ayrıca Cihangir'e bir şekilde destek olmam lazımdı. Sonuç olarak zengin İnci Sargın geride kalmıştı. İşin kötü kısmı ise geçen seferki gibi rahat bir klinik açacak paraya da sahip değildim artık. Ne yapacaktım ben? Cihangir ben açarım diyordu ama her şeyi ondan beklemek ne kadar doğruydu ki?

"Açarız tabii. Senden sadece birazcık zaman istiyorum. Hepsini halledeceğim İnci'm. Söz veriyorum."

Elimi kaldırarak yanağına koymamla yine kirli sakallarını okşadım. Diğer yanağına ise küçük bir öpücük bırakıp geri çekildim. "Cihangir ben de bir şeyler yapmak istiyorum. Böyle bütün yük senin omuzlarında."

Eli çeneme giderken kavramasıyla alnımdan öptü. "Bir bordo bereli her şartta ayakta kalabilir güzelim. Asla plansız hareket etmez ve her türlü ihtimale hazırlıklıdır."

Abartılı bir şekilde hayrete düşer gibi elimle açılan ağzımı kapattım. "Fazla etkileyicisiniz yüzbaşım." Gözleri kısılınca o kadar tatlı olmuştu ki dayanamayıp kıkırdadım. Eli burnuma giderken bu sefer hızlı davranarak elini ittim. "Ya... Sakın burnuma dokunma."

Beni gıdıklamaya başlamasıyla bir yandan ellerinden kurtulmak için çabalıyor bir yandan da kahkaha atıyordum.

"Demek koskoca yüzbaşıyı dalgaya alıyorsun öyle mi? Bak, ben neler yapıyorum sana."

Çırpınışlarım fayda etmezken inledim. "Lütfen bırak artık. Çatlayacağım gülmekten."

Sevdiğim adamın da mutluluğu yüzüne yansırken neşeyle gülüyordu. Bir müddet sonra bana acımış olacak ki bırakarak tekrar yanıma yattı. Bir süre sessizce tavandaki beyaz boyayı, sadelikle duran yuvarlak çiçek desenli avizeyi inceledik. Beni kendine çeken Cihangir hâlâ sarılmakta olduğum aramızdaki ayımın engeline takılırken homurdandı.

"Şu ayıyı aldığım güne ben..." Gülmemek için yüzüne bakamadığımda onun ters bakışlarının bende olduğunu biliyordum. "Bu ayı iyice sevimsiz gelmeye başladı bana." Dayanamayıp kahkaha atmamla kaşları çatıldı. "Bak gülüyorsun bir de."

Omuz silkerek kendimi durdurmaya çalıştım. "Resmen Gölge'yi kıskanıyorsun."

Tek kaşı havaya kalkarken suratı asıldı. "Ulan şu tüylü yaratığa benim unvanı verdin ya ne diyeyim ki ben İnci..."

Tekrar kıkırdamamla Paşa anlaşmış gibi odaya gelerek yatağa çıktı. Kuyruğunu sallayarak Cihangir'i yalamaya çalışırken o kadar sevimliydi ki Cihangir bile gülmeye başladı. Onu da aramıza alıp tüylerini okşamasıyla köpeğim yatmıştı bile.

"Bak babası, oğlum seni çok seviyor."

Sözlerim Cihangir'i dondururken ağır çekimde bana döndü. Kaşları havalanmış, gözleri üzerimdeydi. "Babalık beklentim farklıydı ama şimdilik bu da idare eder."

 

💛💛💛💛

 

İnstagram: soylumery

Loading...
0%