Yeni Üyelik
54.
Bölüm

54. Bölüm

@soylumery

 

Keyifli okumalar...🥰


Arya'dan

Ben Arya Parlak...

Zengin, mutlu, her istediğine sahip ama annesi ve babası ayrı, kıymetli olsa da değersiz, asi, asabi fakat içinde küçük bir kız çocuğu barındıran kadın.

Annemle babam ayrıldığında çok küçüktüm. Yedinci sınıfın sonlarıydı sanırım. Annem her zaman babamdan daha fazlasını bekledi. Babamın aklı ise hep farklı kadınlardaydı. Onlara boşandıkları için kızmadım çünkü birlikteyken daha yorucu oluyorlardı. Fakat bundan sonrası da şahane gitmedi. Babam ilk fırsatta genç bir kadınla evlendi, annem de babamı düşman bildi. Velayetim annemde olsa da hep aradaydım aslında. Beş gün orada, iki gün burada. Bana yeni bir kardeş geldiğinde babamla bağlarımız biraz daha koptu. Annem zaten zengindi, babamdan aldıklarını da üstüne eklerken hayatına son hızıyla devam etti.

Bense hep asi kaldım. Kabul görmez, uyumsuz, tipi, tarzı farklı. Kaşında piercing, kolunda dövme, saçlarının rengiyle sıkıldıkça oynayan, kafası attığında çekip giden farklı giyinmeyi seven biri olup çıktım. Bunlar kötü değildi tabii, sadece farklı duruyordu. Ben de farklılık seviyordum zaten.

Üniversite bitince Amerika'ya kaçtım. Master yaparken biter bitmez de Türkiye'ye kaçtım. Kaçmayı seviyordum galiba. Kaçmak için sebeplerim de vardı.

Gelir gelmez en sevdiğim kuzenim olan İnci'yi bulamayınca başladı her şey. Meğer benim sessiz, sakin kuzenim kaçıp gitmişti. Onu takdir ettim. O Tuna denilen aptalla evlenmesi saçmalıktı. Fakat benim merak ettiğim nereye ve nasıl kaçtığı olmuştu ki duyduklarımla hayrete düştüm. İnci Doğu'ya kaçıp orada kendine asker bulmuş dediklerinde inanmadım. Kerem'den yerini öğrenip İnci'nin yanına geldiğimde karşıma çıkan adam kadar sinir bozucu ama bir o kadar da hızlı birini beklemiyordum.

Devasa bedeni, kaba tavırları, ters bakışlarıyla tam bir hödüktü. İnci nasıl böyle bir ortama girdi anlamasam da enişteyle tanışınca hak vermiştim. Hem yakışıklı hem kibar hem de İnci'ye hayran gibi bakıyordu. Onların aşklarına âşık oldum.

Akın ise geldiğimden beri fazlasıyla sabır zorluyordu. Benim dilim uzunmuş, beni kimse almazmış, lütfedip kimse almazsa kendi alacakmış. Aptal adam... Kendini beğenmiş, hödük herif. Ona kalmamıştım tabii ki. Yani öyleydi işte. Neden kalayım ki? Yine de vurulduğunu öğrenince üzülmüştüm onun için. İnci sayesinde daha iyi tanımıştım onları. Askerdi Akın. Yaralıydı ama sanki değil gibiydi. O kadar güçlü duruyordu ki. İlgiye alışık değilim demişti. Haklıydı belki de. Görmediği şeye uzaktı. Hem bana seninle evlenirim deyip hem de yol yapmak yerine tersleyen hayatımdaki tek erkekti. İlk defa böyle bir modelle karşılaştığımı itiraf etmeliyim.

Ta ki gideceği güne kadar...

Hastanede İnci'yi beklerken yanına çağırdı. Beraber bahçeye çıktığımızda yine yarım saati atışmakla geçirdik. Sonrasında dedikleri benim için unutulmazdı. "Biz seninle çok iyi anlaşıyoruz, senden güzel dişi kurt olur," demişti. Bu da yetmezmiş gibi "Beni bekle dişi kurt, ben her türlü bulurum seni," dediğinde öfkeyle "Seninle hiçbir bağım yok. Seni beklemeyeceğim," diyerek rest çekmiştim. Fakat o alayla gülüp alnımdan öperek "Ben yine de bulacağım seni," deyip gitmişti.

Çok sonra İnci sayesinde tesadüfen öğrendim Akın'ın soyadının Kurt olduğunu. Adam bana dişi kurt demişti. O kadar emindi ki kendinden, onun olacağımdan. Öz güveni hayret vericiydi.

Onu beklemek için özel bir çaba sarf etmedim. Hatta beklemedim de denir ama beklemiş de olabilirim. Bilmiyorum. Beklemek için bir şey yapmazken hayatıma kimseyi de almadım. Lanet bir şeydi benimki. Aklımın bir köşesinde Akın olsa da olmasa da erkeklerle özel bir şey yaşamaktan kaçacak kadar kırılmıştım. Aldatılmış bir kadın olarak hayatımda birilerini isteyeceğimi sanmıyordum. Özellikle de hödük birini.

İnci'ye kahvaltıya gittiğimde Cihangir'in geldiğini görünce içime bir burukluk düştü. Akın da gelmişti demek. Beni aramadı diye saçma bir hüzne kapıldığımda kahvaltı masasında aradı.

Tek bir şey söyledi. "Akşama evde ol, geleceğim." Ne cevabımı bekledi ne adresimi sordu ne de müsait misin dedi. O sinirle eve nasıl geldim bilmiyordum. Ona olan öfkemle hiçbir şey yapmadan oturdum ve bekledim. Fakat sonra yavaş yavaş hazırlık yapmaya başladım. Ev yemeğini sevdiğini biliyordum. Onun için yemek yaptım. Bu da yetmezmiş gibi güzel bir masa hazırladım. Duş aldım, makyaj yaptım, siyah, mini, ip askılı elbisemi giydim. Aynanın karşısında belime kadar uzanan saçlarımı geriye atıp yeşil gözlerime baktım. Tam bir aptaldım.

"Neden Arya? Neden yapıyorsun bunu?"

Kendi kendime fısıldarken kapı çalınca yerimden sıçradım. Gelmişti işte, beş aydır görmediğim adam yeniden karşıma çıkacaktı.

Telaşla kapıya adımlayıp sakin bir nefes aldım. Kendimi iyi hissettiğim an kapıyı açtım. Karşımda bir elini kapının pervazına yaslamış, altındaki siyah kotu, üzerindeki mavi gömleği, deri ceketiyle, esmer, kara kaş, kara göz, iri yarı, kaba saba ama bir o kadar da ilgi çekici adama bakakaldığımda kendisi de beni baştan aşağı süzüp dudağının kenarını kıvırdı.

"İçeri alacaksın herhâlde."

Kendimi çabucak toparlayıp karşısına dikildim. "Geleceğim, evde ol diyen adam benden müsaade mi istiyor?"

Sıkıntılı bakışları arkamdaki evde gezinirken bu sahneyi çabuk atlamak ister gibiydi. "O ayrı bu ayrı. Girme dersen girmem."

Kapıyı biraz daha aralayarak girmesi için geri çekildim. İçeri girip elinde tuttuğu paketi bana doğru uzattı. Şaşkınlıkla kavrarken sormadan edemedim. "Bu ne?"

Ellerini birbirine sürterek yol göstermemi beklerken bakışları beni buldu. "Tatlı aldım. Çayın yanına iyi gider."

Şaşkınlıkla bakarken boş bulundum. Oysa onun çay sevgisini biliyordum. "Çay mı istiyorsun?"

Gülerek imalı bir bakış attı. "Belli olmuyor mu?"

Toparlamak adına homur homur konuşurken içeriyi işaret ettim. "Bendeki de soru işte. Geçsene."

Salona geçtiğimizde elleri cebinde evimin her köşesini incelemekle meşguldü. Bakışları masaya takıldığında elimdeki tatlıyı masanın üzerine bıraktım. Bana doğru dönen adamla köşeye sıkışmış hissediyordum. "Benim için mi bu hazırlık?"

Ters bakışlarımı ona çevirdiğimde dik bir konum aldım. "Yoo... Arkadaşım gelecekti, sen sürpriz oldun."

Arkasını dönerek sanki fark etmemiş ya da gözden kaçırmış gibi etrafına bakındı. "Göremedim arkadaşını, nerede?"

Gözlerimi devirerek kollarımı göğsümde birleştirdim. Resmen benimle alay ediyordu. "Masanın altına sakladım."

Sırıtarak üzerindeki ceketi çıkarıp sandalyeye astı. "Lavabo nerede?"

Holü göstererek soğuk bir gülümseme sundum. "Sağdaki ilk kapı."

Odadan çıktığı anda elimi başıma vurarak kendime saydırmaya başladım. "Aptal, aptal, aptal. Yalan mı bulamadın?"

"Bu arada..." Arkamda Akın'ın sesini duyar duymaz sıçrayarak ona döndüğümde devam etti. "Ben çıkana kadar masanın altındaki arkadaşını yolcu et. Benden başkası olmasın."

Alaylı ifadesiyle tekrar arkasını döndüğünde ellerimi yüzüme kapattım. Bu akşam çabucak bitsin istiyordum.

İkimiz de karşılıklı masaya geçip oturduğumuzda sakince yemeklerimizi yedik. Başım tabağımda mümkün olduğunca ona bakmamak için çabalıyordum. Nasıl olduysa bu sefer yemek yerken konuşmadı. Beni almaktan vazgeçmişti galiba. Yemeğini bitirdiğinde başını kaldırarak suyuna uzandı. "Ellerine sağlık. Elinin lezzeti hâlâ aynı."

Unutmamıştı, o günü hatırlatıyordu bana. Anlamıyor gibi yaparak yerimden kalktım. "Sağ ol."

Tabakları toparlarken onun tabağına uzandım. Almama müsaade etmediğinde göz göze geldik. "Beni bekledin mi Arya?"

Koyu kahve gözleri üzerimde, gözlerimi kaçırmama dahi izin vermeden pürdikkat bana bakıyordu. Kuruyan dudaklarımı ıslatarak tekrar yerime oturup arkama yaslandım. "Sana seni bekleyeceğimi söylemedim."

Ellerini masada birleştirerek benim gibi arkasına yaslandı. Bu bir güç gösterisi olsa gerekti. İkimiz de kendimizden emin durmaya çalışıyorduk. "Bu sorumun cevabı değil."

Suratım asık fakat kendimden emin ukala bir gülüş sundum. "Seni beklemek zorunda değilim."

Öne doğru eğilerek keskin bakışlarını üzerime diktiğinde bir miktar tırsmış olabilirdim ama çok değildi.

"Kızım bana boşuna laf cambazlığı yapma. Beni bekledin mi, beklemedin mi? Başka bir herif bu evin kapısından girdiyse ya da girecekse ben öyle geniş kapılar sevmem. O kapıyı sıkı sıkı kapatacaksın, kilidi de bende olacak."

Yüzümü buruşturarak karşımdaki adama aşağılayan bakışlarımı diktim. Hep öyle olurdu zaten. Kadın kalbini, bedenini, evini kilitler erkekler ise açık terasta otururdu. Niye? Çünkü kadın aldatmaz, erkek ne yapsa mübahtı. Öfkeyle ayağa kalkarak elimi masaya vurdum.

"Sana ne benim kapımdan, kilidimden? İster açar içerde parti yaparım ister kilitler adada tek başıma kalmış gibi takılırım." Sandalyesini geriye iterek öfkeyle ayağa kalktığı an elimi masaya dayayarak destek alsam da susmadım. "Bana ahkâm keseceğine sen kendine bak. Askersin sonuçta. Kaç kişiyle yattın. Onunla bununla gününü gün edip gelmiş bana olmayan ilişkide sınır koyuyorsun." Gözlerim dolduğunda boğazıma oturan yumruyla devam ettim. "Ama siz ancak bunu bilirsiniz. Kadın sadık olsun da ben kimle istersem yatayım. Aldatmak zor gelmez size. Erkek milleti hep aynı."

Ufak adımlarla tam karşımda duran Akın uzun uzun gözlerime baktı, dolduğunda açık yeşile bürünen gözlerime. Bakışları masada titreyen elime düştü bir ara, saklamak için ellerimi birbirine kenetledim. Tekrar gözlerime baktığında gözleri kararmıştı sanki. Tek bir soru sordu. Beni de yakıp yıkması için yeterliydi.

"Kim yaktı senin canını?"

Gözümden bir damla yaş süzüldü. Anlamıştı işte. Her şeyi açık etmiştim. Aldatılan kadın olmak yetersizlik hissi veriyordu insana. Ben onun neyine yetememiştim ki? Yatağına girmedim diye miydi tüm bunlar? Gözümden yanağıma doğru süzülen damlayı elimin tersiyle silerken acı bir tebessüm sundum. "Ne önemi var ki? Sen, o, bu, zihniyetiniz aynı sizin."

Saçlarıma uzansa da dokunamadı. Bakışları yumuşacık, dudaklarında küçük bir tebessüm vardı. "Yanlışsın be kızım. Ben kapıları seni ilk gördüğüm gün kilitledim. Bizde tek taraflı olmaz o işler. Senin kapın açıkken benim kapımda mühür vardı."

Hayranlıkla ilk defa güzel konuşan adama baktım. Doğru muydu söyledikleri? Ben ona bir kere bile ümit vermemişken beni mi bekliyordu yani? Beklediğimden bile habersizdi.

"Sana kalbimde yer yok Akın."

Dilimden zehir gibi dökülenlerle başımı yana yatırdım. Biraz önceki sıcacık bakışları buz kesti ama sesi aynıydı. "Fazlalıkları atarsan bana da yer açılır," dedi umursamazca.

Hayretle bakıyordum ona. Deli olmalıydı. Kalbim dolu diyordum o zaman boşalt diyordu. "Nereden biliyorsun fazlalık olduğunu?"

Eli sandalyeye gittiğinde sıkıca kavradı. Kasılan çenesiyle dişlerinin arasından tısladı. "Canını yakanlar sana fazlalık gelmiyor mu? Onları atarsan ben yer bulurum kendime."

Bakışlarımı kaçırdım. Bu dediğini yapalı çok oluyordu. O adını bile anmak istemediğim pisliği ben çoktan atmıştım. Yine de ona bu kadar çabuk söyleme niyetinde değildim. Bıraktığım tabakları yeniden alıp mırıldandım. "Masayı toplasam iyi olur."

Elimdekilerle mutfağa kaçmamla bir süre sonra bana yardıma geldi. Birlikte topladık masayı. Çay koydum onun için. Tatlıları tabağa koyduğum sırada dalıp gitmişken sesi gelince yeniden sıçradım. "Dövmen... Kurt olmasının sebebi ne?"

Bakışlarım onu bulduğunda kendimi toparlayıp gülümsedim. "Üstüne alınma, seninle ilgisi yok."

Yanıma gelip kalçasını tezgâha yasladı. Kollarını göğsünde bağlamış beni izliyordu. "Onu anladık. Sebebini merak ettim."

Omuz silkerek çekmeceden iki çatal aldım. Tabaklarla birlikte tepsiye yerleştirirken mırıldandım. "Benim için sadakatin simgesi."

Kolumdaki dövmeye dokunduğu an içim ürperdi. Tüm bedenimi elektrik çapmış gibiydi. İki parmağının tersini dövmenin üzerinde gezdirdiğinde göz göze geldik. "Kurtlar hayatları boyunca tek bir eş ve çocuklarıyla birlikte yaşarlar."

Bakışlarımı yere düşürüp çaylarımızı doldurmaya başladım. Bunu bilmesine şaşırmadım.

"Aferin sana, anladın." Onun daha fazla sorgulamasına müsaade etmeden tepsiyi uzattım. "Sen tatlıları al, ben çayları getiririm."

Birlikte mutfaktan çıkıp salona giderken yine susmadı. "Niye yalnız kalıyorsun kızım sen bu koca evde? Gidip ailenle kalsana."

Elimdekileri ortada duran koca sehpaya bırakıp L koltuğun köşesine oturdum. "Sana ne be adam? Her şeyime karışma."

Yanıma otururken "İlgimi çekiyorsun," dedi dürüstçe. Dudağımı kıvırarak çayıma uzandım.

"Annemle babam ayrı. En müsait yer kendi evim."

Aslında tüm içimdekileri saklamak içindi bu tebessüm. Çayımdan içerken o da benim gibi kendi çayına uzandı. Sıcak demeden koca bir yudum alıp yerine bıraktı. "Neden ayrıldılar?"

Elimdeki bardağı yerine bırakırken gürültülü bir nefes verdim. Bitmiyordu soruları fakat ben de anlatmak istiyordum. Ona doğru dönerek kolumu koltuğun kenarına yasladım. Bacaklarımı kalçamın altına yerleştirerek sıyrılan eteğimin üzerine yastık koydum. Beni izleyen bakışları üzerimde, bana doğru döndü. Birbirimize yakındık ama bundan şikâyetçi değildim.

"Babam annemi hep aldatırdı. Annemle boşanır boşanmaz genç bir kadınla evlendi. Her şeyden kaçıp Amerika'ya gittim. Fakat kızlar annelerinin kaderini yaşar, babalarına benzeyen erkekleri severmiş. Aldatıldım ve dönüşüm tekrar buraya oldu." Bakışları kararmış adama buruk bir tebessüm sundum. "Söylesene Akın, sadece soyadın mı kurt?"

Sorduklarının da fazlasını anlatırken sanki beni anlıyor gibi elimi kavradı. Ben sert durmaya çalıştıkça o yıkmaya çalışıyordu.

"Ben bordo bereliyim Arya. Senin soyadında mı diye sorduğun bizim yüreğimizde yatıyor. Benim bayrağım, vatanım, kitabım bir de kadınım tektir. Ne başkasını alır yerine koyarız ne de olanın üstüne çıkarız. Sadakat bizim ezberimiz."

İnanmak istiyordum ona. Geçmişi silmek, gerçekten dürüst bir adamla beraber olmak istiyordum. Akın söylediklerinde haksız olamazdı değil mi? Elim göğsüne gittiğinde oradaki kurdu arıyordu parmaklarım. Belki ulaşırsam inanmak daha kolay olurdu. Göz göze geldiğimizde bakışları dudaklarıma kaydı. Başıma geleceği anladığımda yutkundum. Kıvrılan dudaklarıyla belimden kavradığı gibi beni kendine çekti. Dudaklarıma kapanan dudaklarıyla ona karşılık vermekte gecikmedim. Beni bastırdığı göğsünden rahatsız değildim. Aksine aynı tutkuyla öptüm onu. Ellerim göğsünde, kalbim ritmini kaybetmiş, gözlerim kapalı, içimden bir şeyler akıp gidiyordu. Zor nefeslerle ayrılan dudaklarımıza aşkın acısı bulaştı. Yüreğimde korkuyla birleşen bir tutku vardı. Alnını alnıma yaslamış nefesi dudaklarıma vururken küçük bir öpücük daha bıraktı. Hızla inip kalkan göğsüme parmağını bastırarak fısıldadı.

"Burası beni bekledi değil mi? Sen inkâr etsen de o açık sözlü. Bana en güzel köşesini ayırmış bile." Yakalanmış olmanın sıkıntısıyla iç çektim. Kalbim bana isyan ediyordu. Onu güçsüz ellerimle itmeye çabalasam da olmadı. Sadece yüzümü görmek için başını geriye çekti. "Söyle bana Arya, ne desen kabulüm."

İçimdeki huzurla Akın'ın yanaklarına ellerimi koyup kendime çektim. Gözlerim gözlerinde fısıldadım. "Daha iyi bir seçeneğim olmadı."

Kıvrılan dudakları yeniden dudaklarımı bulduğunda bu sefer ömürlük olsun istiyordum. Ömürlük ve sadece birbirimize ait.

***

İnci'den...

Gün doğumu...

Yeni bir günün ifadesi. Ne de güzel...

Benim gün doğumum da Cihangir mesela. Bana yeni bir hayat veren, aşkı tattıran adam. Sevginin, paranın içinde yaşamak olduğunu söyleyen herkesten beni kurtaran adam. Yanımda olamadığında bile kalbimde olan adam. Son nefesime kadar başucumda görmek istediğim yegâne insan.

Peki ya ben...

Ben ona ömrümü vermeye hazırdım. Ben onun tüm gidişlerinde beklemeye razıydım. Ben onun her gelişinde içi kıpır kıpır olacak kadındım. Ben onu her gönderdiğimde akşama kadar eli kalbinde bekleyecek insandım.

Memnundum da... Şikâyet etmeye hakkım var mıydı? Ben onu öyle kabul ettim. Çok sevdiği mesleğine âşık bir adama kuma gittim. Kocaman yüreği beni de almıştı içeriye, beni de sarmıştı sıkıca.

Şimdi bana sorun "İnci nasılsın?" diye. Size vereceğim tek cevap güçlüyüm olur. Her zamankinden daha güçlü... O benim arkamda olduğu sürece ben hep güçlüyüm.

Hani güç dediğimiz şeyi, para ve kas kütlesi sanıyor ya bazıları... Elbette ki etkileri vardır, yok diyemem. Fakat asıl güç bence çok başka şeyler. Sevmek mesela, onurlu olmak, insan olmak... Günümüzde bu tür şeyler az bulunur olsa da takdire şayan olduğunu düşünüyorum.

Yine raydan çıktım ama hemen toparlıyorum.

Sabahın erken saatlerinde kalkmış dünden hazırladığımız valizlerimizle yola çıkmıştık. Kısa süren uçak yolculuğunun ardından Ankara'ya gelmemizle valizlerimizi bir ordu evine bıraktık. Ardından da bize eşlik eden Paşa'yı bir süreliğine evcil hayvanların bakımının yapıldığı bir hayvan oteline bıraktık. Oradan ayrılarak Cihangir'in istediği yere gitmek için taksiye bindik.

Şimdi elini tuttuğum adamla askerî şehitliğe gelmiş, belirli aralıklarla duran mezar taşlarının arasında ilerliyordum. Adımlarım onun adımlarını takip ediyor, sadece yere bakıyordum. Elimi sıkıca kavramış bana yol göstermek istercesine bir adım önden gidiyor, sükûneti de elden bırakmıyordu. Ben de ses çıkartamıyor, sadece onun adımlarını takip ediyordum. Belli ki konuşmak istemiyordu. Ben de bu isteği geri çevirmedim.

Bir süre daha ilerlememizle adımları yavaşladı. Bu sebepten etrafıma daha dikkatli bakarak sevdiğim adamın soyadını aramaya başladım. Biraz daha dar bir yola girdiğimizde birkaç adım sonra yan yana iki mezar taşı karşıladı bizi. Yanlarında ise kırmızının en güzel tonuna sahip iki al bayrak... Beyaz mermerin üzerindeki "şehit" diye başlayan yazı rütbeleriyle devam edip "Ruhlarına Fatiha" diyerek son buluyordu. İçimden tekrar tekrar, beynime kazımak istercesine okumuştum isimleri.

Bahar Aksoy...

Süleyman Aksoy...

Annesiyle babasının yanına getirmişti beni. Belki de tanıştırmak istemişti. Ne zor bir durumdu. Başımı kaldırmamla sevdiğim adamı yanı başımda dua ederken buldum.

Öylece bakakaldım...

Ona olan hayranlığım giderek artarken ilgiyle izlemeye başladım. Elleri göğüs hizasında, avuç içleri semaya uzanmış, başı hafif yere eğik, annesiyle babasının mezarına düşen bakışlarıyla dudakları fısıltı eşliğinde kıpırdanıyordu. Ne güzel adamsın be sevdiğim... Ben sana daha kaç kez âşık olacağım... Hem güçlü hem de aciz bir kul... Elbette ki eksiklerimiz vardı. Yanlışlarımız, günahlarımız... Ama yaradan bizi tövbelerimizle kabul etmiyor muydu? Yeter ki biz tövbe etmesini bilelim.

İçimi kaplayan ürpertiyle düşüncelerimden sıyrılıp önüme döndüm. Onu o hâlde ömür boyu izleyebilirdim ama şimdi yapmam gereken sevdiğim adamın ailesinin ruhuna birer Fatiha okumaktı. Ben de açtım semaya ellerimi. Üzerimdeki elbiseye baktım sevimsizce. Askılı çiçek desenli dizlerimin altına uzanan yazlık bir elbise giymiştim. Keşke söyleseydi buraya geleceğimizi, daha dikkatli olurdum. Yine de niyetimi bozmayarak duama başladım. Bitirmemle ellerimi yüzüme sürdüm. Başımı Cihangir'e çevirdiğimde buğulu gözlerine inat tebessümle beni izlerken bulmuştum onu. Ben de gülümsedim çabucak. O gülüyordu ya ben neden gülmeyeyim?

Dizlerinin üzerine çöküp annesinin mezar taşını sevdi. Babasınınki hemen onun yanında duruyordu. Bir an bana döndü. Elimi kavradı önce, sonra yanına çekti. Zaten aramızda bir adım boşluk vardı ama benim çökmeme müsaade etmedi. İlk annesine seslendi. Öyle ya, anneler başka olurdu.

"Anne... Bak sana gelinini getirdim. Senin gibi o da çok güzel. Altın sarısı saçları var, okyanus mavisi gözleri... Görüyor musun? Bana hep büyüdüğünde sen de bir kadını seveceksin derdin. Bak anne ben büyüdüm, bir kadını sevdim ve onunla yuva kurmak istiyorum."

Gözlerim istemsizce dolarken zorla da olsa yutkundum. Gözyaşlarım akmasın diye derin bir nefes almıştım ama kararlıydı, beni ağlatacaktı.

"Baba, sana adımı neden Cihangir koydun dediğimde bana çok anlamı var demiştin. Sen Süleyman oğlu Cihangir'sin, hem dünyaya hükmedecek kadar güçlü hem de şehzade Cihangir gibi tahttan feragat edecek kadar da yürekli olacaksın demiştin. Onun özrü sırtındaki kamburuydu belki ama benim özrüm de sizin yokluğunuz oldu baba. Fakat her şey Allah'tan diyerek üzülmüyorum. Bak ben yine güçlüyüm ama bu sefer sevdiğim kadın sayesinde. O da senin gibi gözü kara biliyor musun? Gelininle aynı kadere sahipsin. Şimdi bizimle olsan onu en iyi sen anlardın."

Bir sessizlik çöktü üstümüze. Gözümden bir damla yaş süzüldü yanağıma. Beni kendi öz babam anlamamıştı, acaba Cihangir'in babası anlar mıydı? Doğru ya o da benimle aynı kaderi yaşamıştı. O da mirastan menedilmişti. Bana ne nasihat ederdi bilmiyorum ama onun bütün engellere rağmen sevdiği kadınla evlenmesi, yuvasını kurması bana en büyük örnekti.

Cihangir'in bana dönen bakışlarıyla hemen yüzümü kuruladım. Sanırım sıra bana gelmişti. Ellerimi önümde birleştirip titrek bir nefes verdim. "Merhaba, ben İnci... Sizinle tanışmak beni çok mutlu etti. O kadar güzel bir evlat yetiştirmişsiniz ki âşık olmadan yapamadım." Cihangir gülerken ona ters bir bakış atıp devam ettim. Tüm ciddiyetimi bozuyordu. "Eminim kalbinin güzelliği de size ait. Allah sizden razı olsun. Rabb'im mekânınızı cennet eylesin."

Bana şefkatle bakan Cihangir elimi kavrayıp dudaklarına götürdü. Önümde ailesinin mezarı başında diz çöken adam beni kendine tekrar tekrar âşık etmekten başka bir şey yapmıyordu. Ayağa kalkarak etrafına bakındı. "Ben su bulayım."

Cihangir'in uzaklaşmasıyla elimi mezarı çevreleyen mermerin üzerinde gezdirdim. Tertemiz ve bakımlı duran mezarlar belli ki sürekli elden geçiyordu. Toprağın üzerindeki kurumuş çiçekleri toplarken mırıldandım. "Bazen Cihangir'in benden daha şanslı olduğunu düşünüyorum. Sizi çok seviyor ve sizden hep güzel bahsediyor. Biliyorum birlikteliğiniz kısa sürmüş ama bu bile sizi birbirinize bağlamak için yetiyor. O size çok düşkün. Sizinle ilgili çok konuşmasa da hep güzel şeyler anlatıyor. Ben de ailemi güzel hatırlamak isterdim. Bana şefkatle sarıldıkları, sevdikleri anılarımız olsaydı ne olurdu ki?" Kalbimde bir yerler sızlamıştı yine. Derinde bir yerler... Hangimize daha zordu? Küçücük yaşta çok sevdiği annesini, babasını kaybeden Cihangir'e mi yoksa gerçek bir anne ve babaya sahip olamamış bana mı? Elimle akan gözyaşımı sildim. Cihangir'in babasının mezarına dikmiştim bakışlarımı. "Baba... Baba diyorum size ama... Beni kızınız olarak görün lütfen. Cihangir bizi birbirimize benzetti ya hani... Siz babam gibi davranmazdınız değil mi bana? Severdiniz beni, oğlunuzun başına dert oldum diye kızmazdınız bana."

"Seni çok severdi İnci'm, ikisi de çok severdi."

Arkamda duyduğum sesle yerimden sıçradım. Hemencecik yüzümü kurulayarak yanıma gelen Cihangir'le başımı ondan tarafa çevirdim. "İşte bu oğlunuz hep böyle. Sürekli sessizce gelip beni korkutuyor."

Elindeki suyu toprağın üzerinde gezdirirken dudağının kenarı kıvrıldı. "Beni şikâyet mi ediyorsun şimdi?"

Mezardaki çiçekleri severken karşılık verdim. "Hıhı. Bulmuşken edeceğim tabii. Bir de oğlunuz çok fena, çok da kurnaz, çok akıllı, arada da odun ama iyi kalpli, çok yakışıklı ve çok tatlı, bazen de huysuz... Yine de korunaklı bir ev gibi. İnsanın başköşeye kurulası geliyor." Kıkırdayarak devam ettim. "Hani böyle sığınaklar olur ya, her türlü felakette kendini korumak için oraya saklanırsın işte tam öyle."

Cihangir'den gelen gülme sesiyle başımı ona çevirdim. "Ne?"

Başını iki yana sallarken alt dudağını ısırdı. "Şu an beni övüyorsun."

Dudaklarım büzülürken kendimi dik bir konuma getirdim. Gözlerim yine ela gözlerini bulmuştu. "İyi huyların daha baskın demek ki."

Yanıma gelerek elimi kavradığı gibi dudaklarına götürdü. "Öyle demek ki."

Mezarlıktan çıktıktan sonra Cihangir güzel bir restoranda yemeğe götürdü beni. Bir süre annesiyle babası hakkında sohbet ettik. Daha sonra birlikte Anıtkabir'e gittik. Aslanlı yolda beraber yürümüş, birlikte Mustafa Kemal Atatürk'ün kabrini ziyaret etmiştik.

Cihangir içeride o kadar güzel konuşmuştu ki söylediklerini unutmayacaktım. "Eski zamanlarda savaşta ilk hedef komutanlar olurmuş İnci'm. Çünkü komutan öldüğünde askerler korkar ve geri çekilirmiş. Komutan demek askerin pusulası demek. Bir savaşı kazanmak için birçok şey gerekir ama Mustafa Kemal Atatürk gibi bir komutan ve savaş arkadaşları her ülkeye nasip olmaz. Bir komutanın ve binlerce şehidin direnişiyle ülkemiz hâlâ özgür bir ülke, ruhu şad olsun," demişti.

Kabrin olduğu bölümden çıktığımızda ise yan taraftaki müzeleri gezdik. Cihangir benim rehberim olurken her kısmı bana özenle anlatıp bilgi veriyordu. Bense bazen dikkatle onu dinliyor, bazen gördüğüm şeylere bakıyor, bazense telefonumla fotoğrafımızı çekiyordum. Her ziyarete gelen gibi askerlerin nöbet değişimlerini izledik. Tabii bu daha çok benim ilgimi çekmiş, Cihangir de bana ayak uydurmuştu.

Bir süre de Kızılay'da gezmemizle akşamı ettik. Cihangir akşam yemeğine komutanına davetli olduğumuzu söyleyince güzel bir pasta ve küçük bir hediye aldık. Tekrar yola çıktığımızda Ankara'nın daha sakin bir kısmına doğru yol aldık. Geniş bir siteye gelmemizle güvenlikten geçtik.

Bu sitede genel olarak iki katlı evler vardı. Ön kısımları bahçeli, birbiri ardına dizilen evler ne çok sıradan ne de çok lüks yapılardı. Yine de ilgimi çekmişlerdi. Lakin ilgimi çeken daha başka bir konu vardı. O da Cihangir'in beni bir albayın evine götürüyor olmasıydı.

"Cihangir ben biraz heyecanlandım."

Elini koltuğun üzerindeki elimin üzerine yerleştirerek sıktı. "Heyecanlanacak bir şey yok ki güzelim. Ekrem Albay çok iyi bir adamdır. Babamın arkadaşıydı. O yüzden beni de oğlu gibi sever."

Ben cevap veremeden taksi durunca geldiğimizi anladım. Elinden tuttuğum adamla birkaç adım sonra geldiğimiz kapının önünde durduk. Cihangir zile bastı. Kısa bir süre sonra açılan kapıyla bizi genç bir görevli karşıladı. "Hoş geldiniz efendim, buyurun."

İçeri girdiğimizde hemen arkasından gelen elli, elli beş yaşlarında, kırlaşan saçlarına rağmen oldukça dinç ve güzel görünen, altında siyah kalem eteği ve üzerinde krem bluzuyla, yüzündeki bütün çizgileri sergilemek pahasına bize doğru gülümseyerek yaklaşan kadınla istemsizce ben de gülümsedim.

"Cihangir, hoş geldiniz oğlum."

Kadının neşeli sesi beni daha da mutlu ederken yine de biraz çekingendim. "Hoş bulduk Sevinç Hanım. Nasılsınız?"

Cihangir'in koruduğu resmiyete karşın sıcak çıkan sesi ilgimi çekti.

"Ah bu çocuk, Sevinç teyze demeyi bir öğrenemedi." Cevap beklemiyor olacak ki hemen bana odaklandı. "Sen İnci olmalısın değil mi kızım? Ekrem söyleyince nasıl mutlu oldum."

Utangaç bir gülümseme sundum. "Evet efendim." Elimdekileri uzatarak devam ettim. "Bunlar sizin için."

Elimdekileri alarak gülümsedi. "Neden zahmet ettiniz güzel kızım?"

Ben cevap veremeden arkadan tok bir ses duyuldu. "Hanım, yeter çocukları kapıda tuttuğun. Sorguya içeride devam edersin."

Başımı kaldırmamla tıpkı Sevinç Hanım gibi saçları kırlaşmış, lakin yüz hatları sert yine de gülüşü sıcak, uzun boylu, ufaktan göbekli ama dinç, Sevinç Hanım'la aynı yaş aralığındaki Ekrem Albay karşılamıştı bizi.

"Kusura bakmayın çocuklar, geçin hadi."

Sevinç Hanım'ın bizi yönlendirmesiyle Ekrem Albay'ın yanına ilerledik. "Hoş geldiniz çocuklar."

Cihangir hemen başıyla selam verdi. Ben biraz çekingen olsam da mırıldandım. "Hoş bulduk efendim."

Hep birlikte yemeğe geçtiğimizde servisler yapılmış ve yemeğe başlamıştık. Bir süre sessiz giden yemek Sevinç Hanım'ın sesiyle bölündü.

"Ee söyleyin bakalım düğün ne zaman?" Duyduğum soru başımı kaldırıp sevdiğim adama bakmama sebep oldu. Cevabı ben de merak ediyordum. Ee Cihangir, düğün ne zaman?

Cihangir gayet rahat bir şekilde elindeki çatalını kenara bıraktı. "Tam tarih belirlemedik. Biliyorsunuz, yeni geldik buraya. Yerleşir yerleşmez yapacağız inşallah."

Bu mantıklı cevap karşısında Sevinç Hanım heyecanla atıldı. "Bahar seni böyle görse çok gurur duyardı Cihangir."

Cihangir sessiz kalırken Ekrem Albay eşini uyardı. "Hanım sırası mı şimdi?"

Sevinç Hanım duygusal bir moda girerken iç çekti. "Aman ne bileyim aklıma geldi işte." Sonra kendi kurduğu duygusal havayı kendi dağıttı. "Hadi soğumadan bitirin yemeklerinizi. Cihangir bak sen geliyorsun diye bu sefer ben yaptım yemekleri."

Cihangir keyifle gülümsedi. "Ellerinize sağlık. Yine çok güzel olmuş."

Sevinç Hanım'ın bana dönen bakışları gelecek cümleyi belli ederken dudaklarım büzülmüştü bile. "Gerçi sen artık benim yaptıklarımı da beğenmezsin. İnci daha güzellerini yapar sana."

Cihangir'in bıyık altından gülüyor oluşu gözlerimin kısılmasına neden oldu. Yine de bozuntuya vermedim. Sevinç Hanım ve Ekrem Albay'ın bakışları üzerimizde gezerken itirafta bulunmayı seçtim. "Ben pek bilmiyorum efendim. Ellerinize sağlık sizin yemekleriniz çok güzel olmuş."

Sevinç Hanım şefkatli bir gülümsemeyle baktı bana. "Önemli değil ki kızım. Ben de bekârken pek bilmezdim. Evlenince öğrendim hepsini."

"İnşallah ben de öğrenirim," diyebildim sadece. Şimdilik temennim bu yöndeydi.

Keyifli bir şekilde biten yemekle Cihangir ve Ekrem Albay konuşmak için çalışma odasına çekildiler. Biz de Sevinç Hanım'la beraber bahçelerindeki koltuğa oturmuş kahvelerimizi yudumluyorduk.

"Ekrem, ailenle olan sıkıntılardan biraz bahsetti kızım. Ailen istemiyormuş evlenmenizi."

Bakışlarım durgunlaşırken başımı salladım. "Evet."

Elimin üstüne elini koyarak okşadı. "Üzülme kızım. Cihangir çok iyi bir çocuk. Küçüklüğünden beri tanır, bilirim onu. En ufak yanlışını görmedim. Annesiyle babası da öyleydi. Bahar benim arkadaşımdı. Çok iyi kadındı. Cihangir onları kaybedince zor günler geçirdi. Bize bile bir süre yaklaşmadı. Gülmedi, içine kapandı. Zor günlerdi ama şimdi çok şükür yüzünde gülücük eksik değil. Uzun zamandır ilk defa onu böyle görüyorum."

İç çekerek yüreği yaralı adamıma bir kez daha üzüldüm. "İnanın ben de çok mutluyum. Cihangir'i çok seviyorum. Zor günler geçirdik ama tek istediğim onunla mutlu bir yuva kurmak."

Kahvesinden bir yudum alan Sevinç Hanım dikkatli bir şekilde fincanı yerine bıraktı. "Benim de iki kızım var, biri evli. Eşiyle Bursa'da yaşıyor. Diğer kızım bekâr, İstanbul'da öğretim üyesi."

"Öyle mi? Ne kadar güzel."

Sıcak bir gülümseme sundu. "Sen de benim kızım sayılırsın artık."

İçimde sevgi kıvılcımları yükselirken gülümsedim. "Teşekkür ederim efendim."

Tekrar ortamı bir sessizlik aldığında Ekrem Albay kapıda göründü. "Hadi bakalım hanım misafirlerimiz gidiyor."

Arkada görünen Cihangir'le hemen ayaklanırken Sevinç Hanım itiraz etti. "Aa... Ne gitmesi Ekrem? Kız daha kahvesini bitirmedi."

Onların bu samimi konuşması beni gülümsetirken araya girdim. "İçtim, teşekkür ederim Sevinç Hanım."

Gözleri sevimli bir şekilde kısılırken ellerini beline koyarak kaşlarını çattı. "Bak bu da hanım diyor. Sevinç teyze diyeceksin kızım. Ama körle yatan şaşı kalkarmış." Kaşlarım havalanmış Sevinç Hanım'ı dinlerken onun hız kesmeye niyeti yoktu. "Bak yatmak deyince aklıma geldi. Sen nereye götürüyorsun akşam akşam kızı?"

Başım önde ses çıkartmazken konuşma biraz farklı yönlere gider oldu. Yanaklarım anlamsız bir şekilde kızardığında Cihangir de beklemediği soru karşısında bocalamıştı sanırım. "Ordu evine, yani şimdilik."

Cihangir'in bile çekingen kalmasını sağlayan Sevinç Hanım'a kocası engel oldu. "Yahu bırak çocukları, bunaltma."

Ama Sevinç Hanım vazgeçecek gibi değildi. "Olur mu hiç öyle şey? Burada biz dururken ordu evine götürüyor kızı. Vallahi bırakmam. Düğüne kadar bizde kalacak İnci."

Anında başımı kaldırdığımda Cihangir'le göz göze geldik. Memnuniyetsiz yüz ifadesi beni gülümsetirken o itiraz hakkını kullanmaktan yanaydı. "Biz size rahatsızlık vermeyelim."

Lakin yanında karşı gelemeyeceği bir adam vardı ki Sevinç Hanım da bunu biliyordu. "Bir şey söylesene sen de Ekrem. Bak itiraz ediyor."

Ekrem Albay üst rütbeden emir alarak gereğini yerine getirdi. "Oğlum, hanım doğru söylüyor. Kızın oralarda ne işi var? Sen şu ev işini hallet, geçersiniz."

Cihangir'le kesişen bakışlarımız içler acısıydı. Biliyordum benden ayrı kalmak istemiyordu. Ben de istemiyordum. Biz yeterince ayrı kalmıştık zaten. Dahası için sabrımız yoktu ama karşı gelmeyecekti sanırım.

"Pekâlâ. Ben gideyim o zaman."

Israrlar karşısında çaresiz kalan Cihangir pes etti. Ya da emre itaat etmek zorunda kalmıştı bilemiyorum. Sonuç olarak ben kalıyordum, o gidiyordu.

Kapıya kadar Cihangir'i yolcu etmemizle diğerleri bizi yalnız bıraktı. Masum masum gözlerine bakarken biraz kısık sesle konuştum. "Aklım sende kalacak."

Bunu bekliyormuş gibi eli enseme giderken beni göğsüne çekti. Başıma bıraktığı öpücükle fısıldadı. "Ben sensiz nasıl uyuyacağım?"

Küçük bir kıkırtı döküldü dudaklarımdan. Başımı kaldırarak gözlerine baktım. "İki gecede ne çabuk alıştın."

Belimdeki eli biraz daha sıkılaştı. Yüzüme yaklaştırdığı yüzüyle kalbime fısıldadı. "Öyle huzur verici ki alışmam için bir saat bile yetiyor." Hayran hayran ela gözlerine bakarken iç çekmeden yapamadım. Hemen itiraz etti. "Yapma şöyle."

Kaşlarım havalanırken anlamayan gözlerle bakıyorum. "Ne yaptım ki?"

Yüzüme düşen saç tutamını kavrayıp mırıldandı. "Fazla masum duruyorsun, fazla ilgi çekici."

Dudaklarım kıvrılmıştı yine. Alt dudağımı ıslatıp ben de onun gibi mırıldandım. "Ne zaman geleceksin?"

Aklındaki şey onu mutlu eder gibi gülümsedi. "Sabah erkenden gelirim. Birlikte evimize bakmaya gideriz."

Heyecanla gözlerim parladı. Ev diyordu, Cihangir ev diyordu. Hatta ev de değil evimiz diyordu. "Gerçekten mi?"

Başını sallarken arkamdaki evin içine kısa bir bakış attı. "Anlaşılan elimi çabuk tutmam lazım." Kahkaha atmamak için zor tuttum kendimi. Sevinç Hanım farkında olmadan bizim için iyi bir şey yapmıştı. Cihangir bu hızla bir haftaya düğün yapardı. Bakışları yüzümde gezinirken huysuzlandı. "Ulan böyle olacağını bilsem gelir miydim buraya ben?"

Elimi dudaklarına bastırarak susturmaya çalıştım. "Abartıyorsun şu an." Kaşları çatılmıştı bu sefer de. Onu ikna etmek istercesine yanağını öptüm. "Hadi git artık."

Alnıma sıcak, hasret dolu bir öpücük bıraktı. O kadar ayrı kalmıştık ki birbirimizden küçücük zaman aralığı bile bize fazla geliyor, birbirimizden uzak kalma düşüncesi canımızı sıkıyordu.

Biz artık aynı yuvanın içinde birbirimize sığınmak istiyorduk.

***

Sabah uyandığımda bir an nerede olduğumu düşündüm. Telefona kurduğum alarmı fark etmemle hemen kapattım. Sevinç Hanım bana kızlarının kıyafetlerinden vermişti. Misafir odasında kalmıştım ama yine benim için uyumak zor olmuştu. Eğlenceliydi de aynı zamanda. Cihangir de benim gibi uyuyamayınca bir süre telefonda konuşmuştuk, liseli âşıklar gibi... Bu yüzden uyanmak için telefonumun alarmını kurmuştum ve görünen o ki iyi yapmıştım.

Üzerimi değiştirip dün çıkarttığım elbiseyi tekrar giydim. Banyoya giderek elimi yüzümü yıkayıp mutfağa yöneldim. Çalışan kız bahçede olduklarını söyleyince balkon kapısına yöneldim. Yine Sevinç Hanım'ın neşeli sesi geliyordu. Onlara katılmamla keyifli bir kahvaltıya başladık. Ekrem Albay ciddi bir yapıya sahip olsa da Sevinç Hanım aşırı neşeli ve pozitif bir insandı. Muhabbeti ise hiç bitmiyor, sürekli konu açıyordu. Bu sayede ben de çekingen davranmak yerine ona eşlik ediyordum. Güzel geçen kahvaltının ardından Cihangir'in gelmesiyle dışarı çıktık.

"Eve bakmaya mı gideceğiz?"

Elini sıkıca tutmuş kaldırımda sakin adımlar atıyorduk. "Hıhı."

"Burada mı ev? Yürüdüğümüze göre burada."

"Hıhı."

Ben ne kadar heyecanlıysam o da bir o kadar durgundu. Yine de heyecanım baskın geldi. "Cihangir ne zaman buldun bu evi? Bana hiç bahsetmedin."

Dalgın dalgın yürürken bu sefer de başını iki yana salladı. "Bulmadım."

Kafam karışırken mırıldandım. "Kiralık değil mi? Bakmaya geldik sanıyordum."

Sesi kırgındı. "Değil. Bir ay oluyor kiracılar çıkalı."

Ondan daha hızlı adımlar atıp önüne geçtim. Benim yüzümden durmak zorunda kalırken ela gözlerini gözlerime dikti. "Neler olduğunu söylemeyecek misin?"

Buruk bir tebessüm sundu bana. Gözlerinde acı, hüzün, keder kol geziyordu. Neydi bu kadar canını sıkan? "Ev benim İnci."

Kaşlarım havalandı birden. "Nasıl yani?"

Eli yanağıma giderken usulca okşadı. "Annemle babamındı." Sustum. Konuşamadım. Sessizce çekildim önünden. Yanındaki hizaya geçmemle tekrar adımlamaya başladık. Bu sefer ben sormadan o anlatmaya başladı.

"Buradaki evler çok eski İnci ama sağlam yapılar. Babamların bu evi aldığı zamanlar burası şehrin daha dışında kalıyordu ve ucuzdu. Şimdilerde genişleyip değerlendi tabii. Ben çocukken babamlarla Ekrem amcalar birlikte almışlardı bu evleri. Aslında yan yan oturuyorduk ama daha sonra Ekrem Albay daha geniş olanlara geçti. Yani bizim ev daha küçük."

Anlattıklarını dinlerken evin boyutuyla ilgilenmiyordum. Bu kısmı geçeli çok oluyordu. "Olsun, senin evin ya gerisi önemli değil."

Aynı site içerisinde alt sokağa geçmiş ve bir süre daha yürümüştük. Yol boyunca sıralanan evler, kaldırım kenarlarına dikilen ağaçlar da bize eşlik etmeyi ihmal etmedi. Çok geniş bir site olmasa da iki bölümden oluşuyordu. Kapıda duran güvenlik ve etrafı çevreleyen duvarlar da korunaklı bir yer olduğunu gösteriyordu. "Bayağı korunaklı bir yere benziyor."

Cihangir bana dönerek hafifçe gülümsedi. "Öyle olması gerekiyor. Burada oturanların çoğu önemli insanlar. Önceden bu kadar değildi. Hatta site şeklinde de değildi. Fakat sonradan bu hâle getirildi."

"Anladım."

Birlikte evin önüne geldiğimizde bahçe kapısından girerek kapının önünde durduk. Kapıyı açmasıyla girişin Ekrem Albay'ın evine benzediğini fark ettim. Tek farkı onların evinin minyatür hâli gibiydi. İçeri adımlamamızla karşımıza geniş bir salon çıkıyor, sol tarafta ise mutfağa açılan bir kapı karşılıyordu. Sağ kısımda ise kısa bir hol, yanında yukarı uzanan merdivenler vardı. Dubleks bir eve göre küçük ama bir o kadar da güzeldi. Tek sorunu biraz bakımsız ve yıpranmış görünüyordu. Evin mutfağına girdiğimizde dolapların eski oluşu dikkatimi çekti. "Biraz bakıma ihtiyacı var."

Benim mırıltım Cihangir'e ulaşırken onayladı. "Haklısın güzelim. Bu ev en az yirmi beş senelik ama sen bak, beğenmediğin ne varsa yenileriz."

Ilımlı tavrı içimi ısıtırken ona dönerek yanına ilerledim. "Cihangir eğer bu ev seni üzecekse... Yani normal bir apartman dairesi de olur. Benim için senin mutlu olduğun yer önemli."

Elini kaldırarak saçlarımı sevdi. "Sen harika bir kadınsın İnci'm ama lojmanda kalmak istemiyorum. Burası ailemin evi. Senelerdir buraya hiç gelmedim, o yüzden bu hâlim. Kusura bakma güzelim."

Benim de elim yanağına gitti. Sabah tıraş olmuş olacak ki pürüzsüz tenini okşadım. "Sorun değil. Sadece mutlu ol istiyorum."

Avuç içimi öperek gülümsedi. "Hadi üst kata da bakalım."

Birlikte merdivenleri tırmanırken üç kapı karşıladı bizi. Kapılardan birini açan Cihangir belime dokunarak beni içeri yönlendirdi. "Burası yatak odası."

İçeri geçmemle odayı inceledim. Cihangir arkamdan sarılırken gülümsedim. "Ee ne düşünüyorsun güzelim?"

Ellerim beni saran ellerinde birleşirken gözlerimi kapattım. "Çok güzel, havadar, camları geniş." Gözlerimi aralayarak devam ettim. "Güneş de alıyor ama biraz yıpranmış. Önce bir bakım şart. Boyarız birlikte olmaz mı?"

Cihangir'e bakma ihtiyacı hissederek başımı ondan tarafa çevirdiğimde yüzümüzün ne kadar yakın olduğunu fark ettim. Bir süre gözlerimizin içine baktık. Seviyordum, hem de çok seviyordum. Gözlerimde gezen bakışları dudaklarıma düşünce yutkundum. İçimi saran sıcaklık onun sayesindeydi. Beni sarıyor sıcacık yapıyordu. Sırtıma vuran kalp atışlarını hissederken usulca bana yaklaşıp dudaklarıma tatlı bir öpücük bıraktı. Kapalı gözlerimi bir süre açamazken beni etkisi altına alıyordu. "Oldu bil güzelim."

Birbirimizden koparak yatak odasından çıkıp yandaki küçük odaya girdik. "Burası benim odamdı."

Elini sıkarken üzülmemesi için neşeli sesimle mırıldandım. "O zaman burası yine çocuk odası olur."

Gözlerinin içi parladı sevdiğimin. "İnşallah İnci'm."

Evden çıkarken hâlâ düşüncelerimi sıralamakla meşguldüm. "Hemen Arya'yı arayacağım. Bu evin üstesinden en iyi o gelir. Sonuçta iç mimar. Cihangir sonra birlikte eşyalara bakalım mı ne dersin?"

Kapıyı kilitleyen sevdiğim anahtarı elime uzattı. "Artık senin." Neşeyle anahtarı kavrarken devam etti. "Benim son kez Doğu'ya gitmem gerekiyor."

Dudaklarım büzülürken beni kolunun altına almasıyla yeniden yürümeye başladık. "Ben de geliyorum o zaman."

Başıma küçük bir öpücük bıraktı. "Sen kal ve evimizi düzenle, ben de oradaki işlerimi halledip döneyim hemen, olmaz mı İnci'm? Sadece birkaç gün."

Huysuzca omuz silktim. "Burçak'ı da özledim. Hani birlikte gidecektik?"

Beni durdurarak parmaklarıyla çenemi kavradı. "Yakında çalışmaya başlayacağım. İstiyorum ki evimizi hemen düzene koyup evlenelim. Yine beraber düzenleriz evimizi."

Bu durum içime sinmiyor olsa da ona hak verdim. İş paylaşımı yaparsak daha kısa sürede sonuca ulaşabilirdik. "Tamam, öyle olsun."

 

💛💛💛

 

Tekrar görüşmek üzere hoşça kalın.

 

İnstagram:soylumery

Loading...
0%