Yeni Üyelik
56.
Bölüm

56. Bölüm

@soylumery

Merhaba

Keyifli okumalar...🤗


Bir kuğu kadar güzel olmak istiyordum. Herkesten, her günden daha güzel olmalıydım. Ben bugünün prensesi yarının kraliçesi olmak için adım atmakla meşguldüm.

Başkalarının gözünde değil, tek bir adamın gözünde istiyordum bunu. Sadece o beni öyle görsün istiyordum. Sadece beni görsün istiyordum gözleri. Dilinden sadece benim adım dökülmeliydi. Bir tek bana kıvrılmalıydı o dudaklar. Benim kokumla huzur bulmalıydı.

Çünkü benim için tüm bunlar geçerliydi. Benim gözüm ondan başkasını görmüyordu.

Derin bir iç çektim. Üzerimdeki kırık beyaz, balık model gelinliği incelemekle meşguldüm hâlâ. Güzel duruyordu. Sevinç teyzenin modacısı gerçekten güzel iş çıkarmıştı. Tamamen dantel işlemeli olan gelinliğim, üst ve omuz kısımlarımı açıkta bırakıyordu. Kol kısımları ise yine dantel işlemeler hâlinde bileklerime kadar uzanıyordu. Kalçalarımın altına kadar üzerime tam oturan gelinliğim devamında genişliyor ve arka kısmı biraz yerlerde sürünüyordu. Sırt kısmının transparan oluşu abartılı değil, aksine zarifti. Başıma abartısız bir topuz yapılmış üzerine de yerlere kadar uzanan duvağım takılmıştı. Başımın hemen yan tarafında saçlarımın arasındaki inci toka ise olmazsa olmaz parçalar arasındaydı. Abartısız bir makyaj vardı yüzümde. Daha çok mavi gözlerimi ortaya çıkarmıştı. Kulağımda minik inci küpeler boynumda ise en eşsiz parça ay yıldızlı kolyem vardı. Parmağımda ise ait olduğum adamın izlerini taşıyan yüzükler...

Başımı kaldırmamla gülümsemeden yapamadım. Kızlar Burçak'ın başında toplanmış benim ayakkabılarımın altını doldurmakla meşgullerdi. O kadar mutluydum ki hepsi burada benim yanımda olmak için gelmişti. Arya, Burçak, Merve, Dila, Elif... Hepsine çok alışmıştım ve çok seviyordum. Gerçi Merve bana biraz düğününe gelmediğim için sitem etse de yaşananları bildiği için pek fazla üzerime gelmemişti. Ama onun Serhat'la evlenmesi beni çok sevindirdi. İkisi de birbirini çok seviyordu.

Arya, Burçak'ın omuzuna yaslanmış eliyle yer gösterirken onu süzmeden yapamadım. Uzun, askılı, kırmızı elbisesiyle çok güzel olmuştu. Göğüs dekoltesi ne az ne de abartı duruyordu. Ayaklarına kadar uzanan kloş eteğinin bir tarafı dizinin üzerine kadar kısalıyor bacağının güzelliğini gözler önüne seriyordu. Kumral saçlarını dağınık bir topuzla toplamış, birkaç mavi tutam yanlardan sarkıyordu. Kaşındaki piercingine inat yüzündeki duru makyajı onu garip bir tezatlığa sürüklüyordu. Çok güzeldi kuzenim. Hem de çok fazla. Umarım Akın akıllılık eder ve kuzenimi elinden kaçırmazdı. Çünkü Arya benden daha zor bir kadındı. Canı sıkılırsa arkasına bakmaz, çeker giderdi. Tıpkı Amerika'dan geldiği gibi. Lakin Akın iki geri bir ileri hareket etmekle meşguldü. Tek iyi yanı ise ileri oynadığı hamleler daha keskindi. Tahminimce o da çelişkide geziyordu. Arya ise daha yolun çok başındaydı.

"İşte bitti." Elindeki kalemi yerine bırakan Burçak tekrar neşeyle konuştu. "Herkesi yazdım değil mi? Eksik olmasın bak."

Kızlar onun söyledikleriyle kıkırdarken herkes onayladı. Ayağa kalkan Burçak yanıma doğru adımladı. "Bana bak, o ayağını sürte sürte yürümezsen balayını zindan ederim sana. Bir isim bile kalmayacak burada."

Kahkaha atmamla kızlar da benimle gülüyordu. "Görev anlaşılmıştır komutanım."

Önüme bıraktığı ayakkabılarımı giyerek ayağa kalktım. Aynanın önünde kendime çekidüzen verirken Burçak şirince gülümsedi. "Çok güzel oldun İnci."

Sanki biraz önce beni tehdit eden o değildi. Yanımda duran arkadaşıma baştan aşağı göz gezdirdim. "Sen de çok güzelsin."

Üzerine giydiği kahve tonlarındaki parlak elbise, esmer teniyle bütünleşmişti. Bedenini saran elbisenin etek boyu kısa olsa da abartıdan uzaktı. Bir miktar göğüs dekoltesine sahip elbisenin omuzlarından bileğine uzanan tel tel dizilmiş birbirinden bağımsız olan taşlar elbiseyi sade olmaktan çıkarıyordu. Saçlarını ise dün ne kadar kabarttıysa bugün de tam aksine tamamen düzleştirmişti. Açık bıraktığı saçları yine göz kamaştırıyordu. İri gözleri ve dolgun dudaklarıyla da Giray bu akşam kendini kaybetmezse iyiydi.

"Çok heyecanlıyım."

Burçak bana dönerek derin bir iç çekti. "Ben de."

"Geldi mi sizinkiler?"

Heyecanla atıldı. "Yoldalar, birazdan burada olurlar."

Ona destek olmak adına omzunu sıvazladım. "Hadi hayırlısı."

Yüzümde büyük bir gülümsemeyle konuşurken Sevinç teyze girdi odaya. "Hadi kızlar, ne yapıyorsunuz hâlâ? Düğün başlayacak birazdan."

Hepimizi anne edasıyla yüreğine basan Sevinç teyze benim de kalbime taht kurdu. Yaptığı en büyük şey ise gelinliğimi hediye etmesi oldu. Kendi modacısı olduğu için bu durumdan ne yazık ki benim haberim olmamış, kendi aralarında halletmişlerdi. Öğrendiğimde ise itirazlarım işe yaramadı ama zaten çok da pahalı bir gelinlik değildi üzerimdeki. Yani şu an gelinlik alsam da kiralasam da aralarında çok fazla farklar yoktu. Yine de Sevinç teyzenin yaptığı jest beni fazlasıyla mahcup etse de açıklaması beni ikna etti. Cihangir'in kendi çocukları sayıldığını, bu kadar bir yardımı annesiyle babasına borçlu olduklarını söylemişti. İşin iyi yanı ise bu sefer benim de haberim olmadığı için Cihangir de bana kızamamıştı. Sonuçta Sevinç teyze erkek tarafıydı. Hatta Ekrem Albay'dan sebep ses bile çıkaramadı. Çünkü o da onları çok seviyordu. Bana söylemiyordu ama ailesinden kalan yadigârları olarak gördüğüne emindim. Onların yanında çocukluğuna geri dönüyordu.

Kızlar odadan çıkarken Dila'yı durdurdum. Onların çıkmasıyla sıkıca sarıldık. "İyi ki bugün yanımdasın Dila. Seni çok seviyorum."

Hâlâ bu tür samimiyetlerden hoşlanmasa da benim hatırıma sarıldı. "Ben de seni seviyorum."

Gözlerim dolmuştu bile. "Sen olmasaydın..."

Sözlerimi tamamlayamadan kaşlarını çattı. "İnci! Yanlış düşünüyorsun. Ben orada olmasam başka bir seçeneğin olurdu. Ayrıca sadece sen değil ben de kurtuldum, unutma."

Gülerek yanağını okşadım. "Sen çok iyi bir kızsın."

Umursamazca omuz silkti. "Sen de çok sulu gözsün. Gözyaşlarını kınada akıtsaydın keşke."

Bu sefer de ben omuz silktim. "Sebep bulamadım."

İkimiz de bir anda gülmeye başladık. O sırada kapı açıldı ve başımı çevirmemle öylece ağzım açık donup kaldım. Habersiz yakalandığım Cihangir çoktan belirmişti kapıda. Ne yapacağımı bilemeden beklerken Dila da benim şaşkınlığımı öğrenmek adına başını yana çevirdi. Cihangir'i görmesiyle tekrar bana döndü. Elini hafif çeneme dokundurarak ağzımı kapatmamı sağlarken yine de ona bakabileceğim kuvvette değildi.

"Ben çıkayım o zaman," diyen Dila'ya sadece başımı sallamakla yetindim. Zira şu an ne dese onu duymaz, görmezdim.

Dila çıkarken Cihangir ona göz kırparak gülümsedi. Eminim şu an Dila da gülüyordu ama olan benim kalbime oluyordu işte. Bu adama bu hareketleri yasaklamam gerekiyordu.

Evet, evet... Kesinlikle sağlığım açısından bunu yapmalıydım. Yoksa bir gün kalpten gidecektim.

Kapanan kapıyla Cihangir'in bakışları tekrar beni bulurken ben onu izlemekle meşguldüm. Yine siyah bir takım tercih etmişti. Nasıl da yakışıklı duruyordu. Bana doğru adımlamasıyla yutkundum. Ellerimin heyecandan terlediğini hissederken gelinliğimin eteklerini kavradım. Kalbim anlamsız bir heyecana büründü. Bana yaklaşan her adımında kendinden emin ifadesi artıyor, her seferinde yüzündeki çarpık gülüş daha da büyüyordu.

Geliyordu gelmekte olan ve benim artık kaçacak yerim yoktu.

İkimizin de farkında olduğu bu konu onu güldürüyor beni ise kalpten götürüyordu. Titrek bir nefes aldım o gelmeden. Son adımını da atmasıyla başımı kaldıramadım.

Ya kalbim atmayı bırakırsa diye korktum bir an. Peki, o da benim gibi heyecanlı mıydı?

Parmakları çeneme dokununca kolundaki saati fark ettim. Benim aldığım saati takmıştı. Birbirimize aldığımız şeylerin her daim manevi değeri vardı. İkimiz de farkındaydık bu durumun. Başımı kaldırınca bakışlarımız birleşti. Her zamanki gibi pürüzsüz cildi, ela gözleri, kısa saçlarıyla başımı döndürmek için fazlasına ihtiyacı yoktu.

"İnci'm."

Sesi öyle buğulu geliyordu ki cevap veremedim. Kayboldum gözlerinde. Göz bebeğinin en uç noktalarında gördüm kendimi. Ne de güzel parlıyordum oralarda. Tıpkı bir inci tanesi gibi. Usulca eğdi başını. Sıcacık dudakları dokunmuştu alnıma. Mesken tuttu bir müddet orayı. Yumuşacıktı. İçimi ısıttı yine. Alnımdan kopan dudakları yanağıma ulaştı bu sefer de. Tüy kadar hafif bir buse bıraktı oraya da. Kulağıma yol alan dudakları kıpırdanmaya başladı.

"Adının hakkını verecek kadar güzel olmuşsun." Dudaklarımı kemirerek sürdüğüm ruju ziyan ederken onu tüm benliğimle dinliyordum. Yanağıma değen burnunu hafif sürterek kokumu içine çekti. Çekti çekmesine de bana bir şey bırakmamıştı. Elleri belimde beni fazlasıyla zarif tutuyordu. "Bugün de bir bitseydi hayırlısıyla, şükür namazı kılacağım."

Kendimi tutamayıp kıkırdadım. İkimiz de artık o aramıza yer eden belirsiz sınırın kalkmasını istiyorduk.

"Sana eşlik edebilirim."

Başını geriye çekerek tutkunu olduğum elalarını dikti gözlerime. "Bundan sonra başka şansın var mı sanıyorsun güzelim?"

Gözlerimi kaçırmak istesem de eli çenemi tutarak izin vermedi. Dudaklarım kıvrılmış gülerken iç çektim. "Olmasın da."

Bakışları bir anda dudaklarıma düştü. Anlık bir sürenin ardından tekrar gözlerime sabitledi. "Bu ruj yakışmamış bence sana."

Kaşlarım havalanırken mırıldandım. "İyi duruyordu ama..."

"Ben hallederim."

Şaşkın şaşkın nasıl halledeceğini düşünürken bana yaklaşmasıyla son anda kendimi geri çektim. "Ya... Cihangir ben de inanıyorum sana. Ruj önemli."

Hâlime gülerken burnumu sıktı. "Pekâlâ... Akşam bu konuyu tekrar masaya yatıracağız nasıl olsa."

Yanaklarım ısınırken koluna vurdum. Benim burnum acıyordu. "Of Cihan ya."

Kahkaha attı. "Kırmızı beyaz güzel oldun böyle."

Gözlerim kısıldı. Şu benimle uğraşmaları hiç bitmiyordu. Zevk alıyordu adam. "Derdin buydu değil mi yüzbaşı?"

Elimi tutarak dudaklarına götürdü. "Benim hayat felsefem bu sarışın."

Dudaklarım büzülürken mızmızlandım. "Beni utandırıp sinir etmek mi?"

Yüzünü yüzüme yaklaştırıp fısıldadı. "Hayır güzelim. Vatanım, bayrağım ve kadınımı bir tutmak."

Yine ağzım açık kalmış söylediği kelimelerdeki derinlere saklanan anlamları arıyordum. Cihangir'in canını vereceği şeyler arasına girmiştim. Onun için her şeyin üstünde gördüğü asla sadakatinden ödün vermeyeceği şeyler vardı. Demek ki artık beni de öyle görüyordu. Bu sefer o elini çeneme dokundurarak hafif bir baskı uyguladı. Bu hâlim onu daha çok gülümsetiyordu.

"Cihan..." Ben devam edemeden sözümü kesti. "Çok güzelsin."

Dudaklarından dökülen kelimelerle dayanamayıp yanağına uzandım. "Peki, sen niye bu kadar yakışıklısın? Beni şaşkına çeviriyorsun."

Tebessümle baktı bana. Yanağını okşadığım elimi kavradı. Sıkıca yanağına bastırdığı sırada gözleri kapandı. Başını çevirerek avuç içime hafif bir öpücük bıraktı. Gözlerim kapandığında fısıldadı. "Yanına yakışmaya çalışıyoruz işte."

Dudaklarım gerilirken büyük bir gülücük çıkmıştı bile ortaya. Bilmiyordu ki beni bile gölgede bırakıyordu. Ben ilk defa bir adamı bu kadar kıskanıyordum. Ona değen her bakış benim tüylerimi diken diken ediyordu.

Ellerimizi birleştirerek gülümsedi. "Çıkalım artık."

Birlikte odadan çıkmamızla geniş bir alanda yürümenin ardından bahçeye çıktık. Mevsim yaz olduğu için kır düğünü tercih etmiştik. Fazlasıyla sade bir düğündü bizimkisi. Çimenlerin üzerine kurulan masalar bile sayılıydı. Cihangir'in gelen bayağı bir tanıdığı olsa da benim pek fazla gelenim yoktu ne yazık ki. Sadece bir iki yakın okul arkadaşım gelmişti o kadar. Onun dışında da kimseyi davet etmemiştim zaten. Nesrin dadım da gelmek istemişti ama Kerem bile zor kaçmıştı yanıma. Neyse... Hiç yoktan sıcak ve samimi bir düğün olacaktı. Zaten önemli olan da bu değil miydi?

Çimenlerin üzerindeki sandalyeler açık kahve tonlarında ve beyaz tüllerle süslenmişti. Yuvarlak masaları sade beyaz örtüler kaplamış, üzerlerinde ise küçük renkli çiçekler vardı. Yanlarında ise küçük ikramlıklar duruyordu ve olmazsa olmaz nikâh şekerleri... Bize ayrılan yolda yürürken tanıdıklarımın yanında tanımadığım birçok kişi de vardı. Cihangir burada ve diğer şehirlerde ortak görev aldığı arkadaşlarını hatta komutanlarını düğüne davet etmişti. Hepsi bizi izliyor artarda alkış sesleri duyuluyordu.

Masaların arasından geçerek çiçeklerle süslenmiş bize ayrılan alana geçtik. Masanın yanında bizi ayakta bekleyen nikâh memurunun yanına geldiğimizde biz de yerimizi aldık.

Herkesin yerine oturmasıyla nikâh şahitlerimiz de yanımızdaki yerini almıştı. Ekrem Albay Cihangir'in şahidi olurken benim şahidim de tabii ki Burçak oldu. Nikâh memurunun her zamanki konuşmalarını bir sene içerisinde ikinci kez gelin olarak dinliyordum. Birincisinde lüks içinde içime sinmeyen bir gelinlikte, kalbimde sevgiye dair hiçbir şey olmayan yanımdaki adamla dinlerken şimdi kalbime sığmayan bir coşkuyla, nikâh memurunun ne dediğini anlamama izin vermeyen kalp atışlarımla, dilimi damağımı kurutan ama kalbimi sıcacık yapan yanımdaki adamla, hayallerimdeki gelinliğin içinde dinlemek bambaşka bir duyguydu.

Nikâh memurunun bitmeyen konuşması beni çileden çıkarırken her şey sanki çok yavaş ilerliyor, herkes sanki ağır çekimde hareket ediyordu. Hâlâ içimdeki her an bir şeyler olabileceği korkusu bedenimi esir alırken derin bir iç çektim. Elimde hissettiğim sıcaklıkla başımı yana çevirdiğimde Cihangir'in küçük tebessümüyle karşılaştım. Heyecanımın farkında olan sevdiğim, bana sakin olmam için destek oluyordu. Ben de küçük bir tebessüm sundum. Nikâh memurunun adımı zikretmesiyle dikkatimi ona verdim.

"Sayın İnci Sargın, iyi günde kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta, hiçbir baskı altında kalmadan Cihangir Aksoy'la evlenmeyi kabul ediyor musunuz?"

Memurun sorusuyla bakışlarım sevdiğim adamı buldu yine. Ciddi duruşuna karşın gözlerinde saklayamadığı tedirginlikle gülümsedi. Ona her türlü evet diyeceğimi bildiği hâlde yine tedirgin oluşu sadece bana olan aşkındandı. O da bu aşamayı sorunsuz halletmek istiyordu. Cihangir'e olan bakışlarımla ve kendimden emin çıkan sesimle cevap verdim.

"Evet."

Cihangir'in bakışları tebessümle birleşirken alkış sesleri çalınıyordu kulağıma. Elimi dudaklarına götürerek küçük bir öpücük bıraktı. Davetlilerin coşkulu alkışıyla nikâh memuru tekrar sözü devraldı.

"Sayın Cihangir Aksoy, iyi günde kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta, hiçbir baskı altında kalmadan İnci Sargın'la evlenmeyi kabul ediyor musunuz?"

Yüzündeki hiçbir mimiğini kaçırmadan cevabını duymak için ona döndüm. Sıcacık bakışları yüzümde gezdi. Ciğerlerine aldığı havayla birlikte bir çırpıda içindekini diline döktü. "Evet."

Tok ve bir o kadar da kendinden emin çıkan sesi hayran hayran ona bakmama sebep oldu. Bana hep evet desene Cihangir.

Yeni bir alkış dalgası duyuldu ve nikâh memuru şahitlerin de onayını almasıyla defteri bize uzattı. Defteri imzalayıp Cihangir'e uzatırken kızların da yoğun isteğiyle Cihangir'in ayağına bastım. Bana dönen bakışları o kadar güzeldi ki şirin bir sırıtışla gülümsedim.

"Artık komutan benim yüzbaşı."

Kıvrılan dudaklarıyla beni izlerken hiç ses çıkartmadı.

"Ben de belediyenin bana verdiği yetkiye dayanarak sizleri karı koca ilan ediyorum."

Nikâh memurunun son sözleriyle elime uzattığı evlilik cüzdanını kavrayıp havada salladım. Cihangir'e dönmemle gülümseyen bakışları karşıladı beni. Elleriyle başımı iki yandan kavrayıp alnıma uzun bir buse bıraktı. Geri çekilmeden fısıldadıkları ise kalbimi yerinden oynatıyordu.

"Ama hâlâ bir bordo bereli değilsin sarışın."

Her ne kadar kontrolün bana geçtiğini düşünsem de hâlâ kendisiyle kıyaslanamayacak konumda olduğumu üstü kapalı dile getiren Cihangir haksız sayılmazdı. Çünkü ne zaman onu alt ettiğimi düşünsem her zaman benim önüme geçmeyi başarıyor, son sözüyle noktayı koyuyordu.

Gözlerimi kısarak ona baktığımda yüzünde büyüyen gülümseme tarifi imkânsız bir güzelliğe sahipti. Benimle uğraşmak Cihangir'in en büyük hobisi oluyordu.

Tebrikleri kabul etmemizle ben dans müziğini beklerken farklı bir şey oldu. Akın ve Giray ellerindekilerle yanımıza geldiler. Cihangir'e baktığımda onu gülerken yakaladım. Benim anlamadığımı görmesiyle açıkladı.

"Bizde evlenen arkadaşımızın düğününde geline Kur'an ve Türk bayrağı hediye etmek âdettir güzelim."

Şimdi Giray ve Akın'ın amacını anlamamla yüzümde kocaman bir tebessüm oluştu. Ne güzel bir âdetti, hayran kalmıştım doğrusu. Giray elindeki bayrağı üç kez öperek başına koymuş sonra da bana uzatmıştı.

"Bir askerin evini süsleyecek en güzel hediye Türk bayrağıdır yenge."

Gülümseyerek bayrağı alıp Giray'ı taklit ederek üç kez öptüm. Arkasından Akın elindeki Kur'an-ı öperek aynı şekilde başına koymuş ve bana uzatmıştı.

"Müslümanın ışığı Kur'an-ı Kerim'idir. Evinizde süs olmasın, yolunuza ışık olsun yenge."

Akın'ın anlamlı konuşmasıyla Kur'an-ı Kerim'i alarak ben de öptüm. "Teşekkür ederim."

Hiç beklemediğim bu davranışı hayranlıkla izledim. Herkes de beğenmiş olacak ki yeni bir alkış dalgası yayıldı. Arya, elimdekileri alıp uygun bir yere götürürken yükselen dans müziği bizim içindi. Cihangir elimi tutarak orta kısma götürdü. Elleri, belimdeki yerini zarif bir şekilde aldığında benim kollarım da çoktan boynuna dolanmıştı. Müziğin ritmiyle dansa ayak uydururken gözlerimi onun gözlerinden alamıyordum.

"Rüyada gibiyim Cihangir. Hâlâ inanamıyorum. Biz evlendik şimdi, değil mi?"

Belimdeki eli beni inandırmak istercesine bulunduğu yeri okşarken gülümsedi.

"Hepsi gerçek güzelim. Sen sabah zaten Allah'ın huzurunda benim karım olmuştun."

Doğruyu söylüyordu sevdiğim. Sabah erkenden dini nikâhımız kıyılmıştı. Şimdi de resmî nikâh kıymıştık. Her iki şekilde de karısıydım artık.

"Haklısın."

Şakağıma kondurduğu öpücükle beni etrafında döndürdü. "Yine de İnci Aksoy olman hoşuma gitmedi değil."

Kıkırdayarak kollarına sığındım biraz daha. "İnci Aksoy... Cihangir Aksoy'un biricik karısı."

Kendi kendime mırıldanmamla hâlâ inanmakta zorlandığım şeyi kanıtlamak ister gibiydim. Kulağa da çok hoş geliyordu doğrusu.

Dudaklarını alnıma yaslarken tenime vuran nefesiyle mırıldandı. "Bu durumda sen bana ne diyordun bakalım? Bir türlü duyamadım."

Cihangir'in istekli ama bir o kadar da bunu belli etmek istemeyen hâli yine gülmeme sebep oldu. Biraz onunla uğraşmak adına düşünüyormuş gibi yaptım. "Hm... Ne diyorduk? Hah buldum. Hayatım." Gülmemek için kendimi tutarken Cihangir itiraz etti. "Yok. Sanki başka bir şeydi." Dudaklarım büzülürken tekrar düşünür gibi yaptım. "Canımın içi." Başını iki yana sallarken sabırsızdı. "Her şeyim." Kaşları havaya kalktığında sevinçle iki parmağımı şıklattım. "Buldum..." Merakla bana bakıyordu. Bir kelime bu kadar hevesle beklenir miydi? "Aşkım."

Dişlerimi göstererek sırıtırken gözleri kısıldı. "Yanlış kişiyle uğraşıyorsun İnci."

Umursamazca omuz silkmemle belimdeki eli sıkılaştı. Beni kendine yaslamasıyla dudakları kulağıma ulaştı. "Bu umursamaz tavrını gece de çok merak ediyorum karıcığım. Acaba yine aynı mı olacak?"

Yüzüm anında kıpkırmızı kesildi. Geri çekilmek istemesiyle izin vermedim. Şimdi beni bu hâlde görürse daha çok uğraşacaktı. "Sen çok fena bir kocasın."

Duydukları küçük bir kahkaha atmasına sebep oldu. Başıma konan öpücükle fısıldadı. "Sen de az değilsin karıcığım."

İkinci dans müziğinde arkadaşlarımız bize eşlik etti, Giray ve Burçak bize yaklaşırken merakıma da yenik düştüm. "Nasıl gidiyor sizinkilerle?"

İkisi de sıkıntılı bir nefes verdi. Sanki bunu sormamı bekliyorlardı. "Gitmiyor."

Burçak'ın hüzünlü sesini Giray devam ettirdi. "Ağabey ben görevde böyle terlememiştim. Bu ne arkadaş sanki onlar birbiriyle evlenecek."

Benim kıkırdamamla Cihangir de güldü. "Yakışır benim badime, az kaldı sık dişini."

Burçak kıkırdadı. Bir yandan da eğleniyordu. "Ne azı? Daha buradan sonra yemeğe gideceğiz."

Giray arkasından gelenin ne yazık ki farkında değildi. "Allah'tan kayınpeder masadan kalktı da kolundan tuttuğum gibi dansa getirdim kıvırcığımı. Ne akıllı adamım be."

Suratım buruşmuş Giray'ın arkasındaki Burçak'ın babasına bakarken Cihangir sırıtıyor, Burçak ise göz kaş işareti yaparak susturmaya çalışıyordu. "Dur bakalım akıllı oğlan, daha sana vermedim kızımı."

Giray olduğu yerde donup kaldığında gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Burçak dudaklarını kemirirken utanmıştı sanırım. "Şey efendim ben..."

Giray'ın gevelemesiyle Burçak'ın babası tekrar araya girdi. "Çekil bakayım, kızımla ben dans edeceğim."

Giray mecbur Burçak'tan uzaklaşırken hem hâllerine kahkaha atmak istiyor hem de onlara imrenerek bakıyordum. Ah be baba, sen de beni çek defteri olarak görmek yerine böyle sevip sahiplenseydin ya...

Derin bir iç çekmemle Cihangir durumu anlamış gibi beni biraz daha bastırdı göğsüne. Onun kollarında başka kimseye ihtiyacım olmadığını bana tekrar tekrar hatırlatıyordu.

Yanımıza doğru dans etmek için gelen Arya ve Kerem'le asıl dikkatimi çeken arkalarından gelen Akın oldu. Bu durum beni tedirgin ederken Cihangir'in ceketini biraz çektim. "Cihan."

Benim baktığım yere bakmasıyla gülümsedi. "Sıkıntı yok güzelim, iyi insanlara zararsızdır."

Dudaklarım büzülerek onları izlerken Kerem dans için Arya'nın belini kavrayamadan Akın Arya'yı bileğinden yakalayıp kendine çekti. "Kerem, ikidir aynı hatayı yapıyorsun koçum. Bu kadın benim, ilk dans da bana ait."

Kerem beklemediği tepkiyle öylece ağzı açık kalırken Akın çoktan Arya'yı kolları arasına almıştı bile. "İkidir mi?"

Zavallı kardeşim şaşkın şaşkın bakarken ilk seferi hatırlamıyordu bile. "Çok istersen ikinci dansı yapabilirsin Arya ablanla."

Akın'ın üstüne basa basa söylediği son kelime Kerem'i çok de etkileyen bir durum değildi. Çünkü zaten Arya'yı ablası olarak görüyordu. Akın'ın anlamsız kıskançlığına Cihangir müdahale etti.

"Kerem gel aslanım, sen ablanla dans et. Ben başka birini dansa kaldıracağım."

Kerem beni kolları arasına alırken Arya, Akın'ın başının etini yemekle meşguldü. Fakat benim merak ettiğim Cihangir'in kimin yanına gittiğiydi. Sevinç Hanım'a yaklaşmasıyla içim rahatladı.

"Abla bırak şu kocanı takip etmeyi de bana odaklan. Akın ağabey ne iş?"

Gözlerimi devirerek Kerem'e döndüm. "Ablacığım anlasana hoşlanıyor Arya'dan."

Kaşları havalanırken dudak büktü. "Bence daha fazlası. Biraz önce benim dedi."

Akın ve Arya'ya bakarken mırıldandım. "Belki de âşıktır, ki sanırım öyle."

Kerem'in kahkahasıyla ona döndüm. "Tim olarak bizim sülaleye dadandılar resmen. Teyzem çıldıracak."

Omuz silkerek gülümsedim. "Allah'tan ailede başka kız kalmadı."

Cihangir, Sevinç teyzeyle dans ederken Yusuf da Dila'yı dansa kaldırdı. Onları yan yana güzel güzel giyinmiş görmek beni mutlu ediyordu. İkisi de birlikte ders çalışıyorlardı ve bu benim hayallerimin bile ötesiydi. Yusuf hızla Dila'nın eksiklerini tamamlamasına yardım ediyordu. Biraz ileride Oktay ve Elif onların yanında ise Merve ve Serhat dans etmekle meşguldü. Bütün sevdiklerimizin etrafımızda olması beni daha da mutlu ediyor bugünü sorunsuz bir şekilde kapatmak istiyordum.

Dans kısmının bitmesiyle pastamızı kestik. Gelenlere pastaları ikram edilirken biz de her masaya uğrayıp sohbet ediyor, tebrikleri kabul ediyorduk. Cihangir beni bir sürü arkadaşıyla tanıştırmış, sohbet esnasında da bol bol gülmüştük. En son bizimkilerin masasına gelmemizle Akın ayağa kalkarak Cihangir'in omuzuna dokundu. "Sıra bizde."

Akın'ın ne demek istediğini anlayamazken ceketini çıkararak Arya'nın sandalyesine astı. Belindeki silahı görmemle ise gözlerim büyüdü. Adam düğüne bile silahıyla geliyordu. Arkasından Cihangir de onu taklit etmiş ceketini çıkararak bana uzatmıştı. Manasız bir gülümseme vurdu dudaklarıma. Kocam ceketini çıkarıp bana vermişti. Belki bu söylediğim çok aptalca ama çok seviyorum ne yapayım. Yanağımı okşadı tatlı tatlı.

"İzle."

Neyi izleyeceğimi bilemeden onayladım hemen. Oynayacaklardı sanırım ama ne olsa ben onu izlerdim zaten.

Arkasını dönüp giderken onun belindeki silahı görmemle ise az önceki şaşkınlığım daha da arttı. Akın'ın hakkını yemiştim doğrusu. Damat düğünde silahla gezerse gelen arkadaşında olması kadar doğalı yoktu herhâlde. Giray, Eren, Oktay ve Serhat da peşlerine takılınca harmandalı çalmaya başlamıştı bile. Dikkatle onları izlerken hepsi birbirinden yakışıklı ve karizmatik duruyordu. Lakin içlerinde bir tanesi vardı ki o artık kocam oluyordu. Bakışıyla, gülüşüyle içimi titretiyordu. Hepsinin oynamaya başlamasıyla arka arkaya kopan alkışlara ben de eşlik ettim. Kollarını kaldırmaları kendi etraflarında dönüşleri, dizlerini kırıp yere çökmeleri, kalkışları o kadar etkileyici görünüyordu ki sevdiğim adama bir kez daha hayran kaldım. İlgiyle onları izlerken Burçak'ın elimdekini alarak beni itelemesiyle bir anda kendimi ortada buldum. Herkes hâlime gülerek alkışlarken ben ne yapacağımı bilemeden ortada sap gibi kalmıştım. Cihangir oynamaya devam ediyor etrafımda dönüyordu. Kalbim heyecanla yerine sığmazken kendimi toparlayıp ona ayak uydurarak oynamaya başladım. Gelen alkışların beni utandırması yetmiyormuş gibi bir de Cihangir önümde diz çökünce...

Ah... Devamı yok çünkü kalp krizi geçiriyordum.

Ama bu da yetmiyormuş gibi ayağa kalkmasıyla bana göz kırparak ölüm fermanımı da imzalamış oldu.

Resmen bana suikast kurmuştu. Kasıtlı adam öldürmekten müebbetle cezalandırılmasını istiyordum. Lakin cezası kalbimde mühürlenmek olacaktı.

Hepsinin aynı anda yere çökmesiyle biten oyunda herkes yavaş yavaş ayağa kalkarken Cihangir hâlâ olduğu yerde duruyordu. Yüzündeki gülümseme çoktan silinmiş bakışları sertleşmişti.

"Cihangir."

Ne olduğunu anlamak için fısıldarken beni duymadı bile. Ayağa kalkan Cihangir tam arkamdaki noktaya sabitlediği bakışlarıyla sert çehresini sunmaya devam ederken içimi bir ürperti kapladı. Onu neyin bu hâle getirdiğini öğrenmek adına arkamı döndüğümde kaşlarım çatıldı. Kim olursa olsun bugünü mahvetmeye hakkı yoktu.

💕💕

Yeniden görüşmek üzere hoşça kalın 🤗

İnstagram:soylumery

Loading...
0%