@soylumery
|
Selam... Keyifli okumalar....🤗
İnşallah yakında mide fesadı geçirmezdi... Tabii iki haftada büyük ilerleme kaydettim. Zaten Cihangir'le evlenmeden önce de Nesrin dadımla bayağı çalışmıştık ama yalnız başına yapmak daha farklıydı. Şimdi ise Cihangir'e özel bir sofra hazırlamak için sabahtan beri uğraşmakla meşguldüm. Birbirimizden ayrı kaldığımız zaman zarfında otuz birine giren kocamın geçmiş doğum gününü kutlayacaktım. Bu uzun süredir aklımda olsa da ne yazık ki fırsatım olmamıştı. Şimdi ise yaptığım yemekleri kontrol etmekle meşguldüm. Çok hamarat olduğum için yaprak bile sarmıştım... Diyeceğim ama kimse inanmayacak. Aslında sardım ama yalnız değildim tabii ki. Bana eşlik eden Sevinç teyze sağ olsun, her şeyi kendim yapmak istediğim için bana tarif etmiş ben de hazırlamıştım. Yine de sarma konusunda beni fazlasıyla desteklemişti. Pastayı ise elimi bulaştırıp mahvetmek yerine hazır aldım. Kamuflajlı pastama bayağı bir güler diye düşünüyordum. Üzerindeki künye ve mermiler tam ona göreydi. Sevinç teyzeyi yolcu etmemle üst kata çıkarak duşa girdim. Güzel bir duşun ardından saçlarımı kurutup çıktım. Üzerime bisiklet yaka, omuz kısımları dantelli, siyah, kloş etekli mini bir elbise giydim. Saçlarımı atkuyruğu yaparak güzel bir makyajla tamamladım. Aşağı indiğimde masamı hazırlamaya koyuldum. Kısa süre sonra mumlukları da yaktığımda pastayı da getirerek Cihangir'in oturacağı tarafa koydum. Hediyem ise çoktan hazırdı. Başımı kaldırarak yemek masasının yanındaki duvara baktım. Gerçekten harika duruyordu. Ne tepki vereceğini bilemesem de eminim çok sevinecekti. Çalan telefonuma baktığımda tabii ki kocam arıyordu. "Güzelim." Allah'ım ne güzel sesleniyordu. "Canım geliyor musun?" "Beş dakikaya evdeyim yavrum. İstediğin bir şey var mı?" Heyecanımı belli etmemeye çalışarak sesimi kontrol altında tutmak için çabaladım. "Sadece sen." Güldüğünü verdiği nefesten anlayabiliyordum. "Geliyorum güzelim." Telefonu kapatıp heyecanla beklemeye başladım. Tam da dediği sürede duyduğum araba sesiyle hemen kapıya ilerledim. Kapıyı açtığımda onu Paşa'yla oynarken buldum. Balayından gelmemizle ilk işim Paşa'yı geri almak olmuştu. Cihangir'in bahçemize yaptığı küçük kulübede yaşamaya başlayan Paşa zaten sokak köpeği olmasından sebep daha mutluydu. Hem kulübesini sahiplenmişti hem de bahçede koruma gibi dolaşıyordu. Kocamın gelişini benden daha coşkulu karşılayan Paşa'nın Cihangir'i daha çok sevdiğini düşünmeye başladım. Dili dışarda kuyruğunu sallayarak kendini sevdirmek için her şeyi yapıyordu. Cihangir biraz daha onunla uğraştıktan sonra suyunu tazeleyip bana döndü. Yüzündeki gülümseme büyürken yanıma gelmesiyle beni baştan aşağıya incelemeye başladı. Boynuna kollarımı dolayıp yanağından öptüm. "Hoş geldin canım." Belime dolanan elleriyle boynumdan öptü. "Hoş buldum güzelim." Geri çekilerek içeri girmesine olanak sağladım. Kapıyı kapatınca uzaktan görünen masayı fark etmiş olacak ki sorgulamaya başladı. "Bugün özel bir gündü ve ben unuttum, imkânsız." Hafif kaşlarımı çattım. "Bugünü unutmuş olamazsın." Bir süre düşündükten sonra dudaklarını büktü. "Doğum günün değil, söz değil, evlenme teklifi hiç değil... Evleneli üç hafta oluyor zaten." Hızla el çırptım. "İşte buldun!" Şaşkınlıkla bana bakan suratı nasıl da tatlıydı. "Yok artık." Dişlerimi göstererek sırıttım. "Evet. Evliliğimizin üçüncü haftasını kutluyoruz." Gözleri kısılırken salona doğru adım atmasıyla onu durdurdum. "Önce elini yüzünü yıka, hadi." Meraklı bakışları daha da artarken kolundan çekmemle mecbur dediğimi yaptı. Salonda heyecanla onu beklerken kısa bir süre sonra dikkatle masayı inceleyerek adımlıyordu. "Tanışma yıldönümü desem o da değil." Hâlâ kendi kendine mırıldanmasıyla gülerek koluna girdim ama onun gözü pastasındaydı. Eminim artık neyi kutladığımızı anlamıştı. "Geçmiş doğum günün kutlu olsun kocacığım." Bakışları anında beni bulurken gözleri ışıl ışıldı. Biraz da beklemediği için şaşkın duruyordu. "İnci'm..." Beni tutarak kendine çekti. Sıkıca saran elleri beni göğsüne saklamak ister gibiydi. "Senin ne güzel kalbin var." Kokusunu içime çektim yine. Ne güzel kokuyordu benim adamım. "Hadi mumları üfle." Kamuflajlı pastasına bakarak güldü bir süre sonra üflemeden cırladım. "Sakın dilek tutmayı unutma." Gözlerime baktı bir süre. Sonra dönerek mumları üfledi. "Ne diledin?" Meraklı bakışlarım yüzünde gezinirken tebessümle yanağımı okşadı. "En büyük dileğim sensin sarışın ama Rabb'imden küçük bir isteğim daha var." Önüne geçtim. "Neymiş o?" Yüzümde eşsiz tebessümü belirirken burnumu sıktı. "Söylersem olmazdı ya hani." Dudaklarım büzülmüş masum kedi bakışları atıyordum. "Bilmiyor gibi yaparım." Bu hâlim onun küçük bir kahkaha atmasına sebep oldu. Belime dolanan elleriyle alnımdan öperek fısıldadı. "Söz, gerçekleştiğinde söyleyeceğim." Daha fazla uzatmayarak hareketlendim. "Otur hadi, ben çorbaları getireyim." Pastayı alarak mutfağa götürüp çorbayla geri döndüm. Fakat Cihangir'in sürprizimi fark etmesiyle duraksadım. Öylece donup kalmış şöminenin olduğu duvarı inceliyordu. Elimdekini masaya bırakarak yanına adımladım. Elimden geldiğince sessiz olmaya çalışıyordum. Yanında durunca geldiğimi hissederek bana döndü. Kolunu kaldırmasıyla hemen kanatları altına girdim. Başıma konan öpücükle fısıldadı. "Nereden buldun bunları?" Masumca yüzüne bakarak gülümsedim. "Sevinç teyze sağ olsun. Evi boşaltırken onların deposuna koymuşsunuz tüm fotoğrafları. Ben de alarak hepsini çerçeveledim. Bizim fotoğrafları da çıkarmıştım. Düğün fotoğrafları da gelince hepsini birleştirdim." Aslında Cihangir'e ne hediye alacağımı çok düşünmüştüm ama anlamlı olmasını istediğim için çaresiz kalınca Sevinç teyzeye yakınmıştım. Onun aklına gelen fotoğraflarla hayallerimin üzerinde bir sürpriz oldu. Şöminenin üzerine anne ve babasıyla olan bir fotoğrafı, ortaya hediye gelen Kur'an'ı Kerim'i onun yanına da bizim düğün fotoğrafımızı koydum. Yukarıya Türk bayrağını asmış etrafına ise ailesiyle olan fotoğraflarla bize ait olanları karıştırarak asmıştım. Burası bizim fotoğraf köşemiz olmuştu. Çok güzel duruyordu. Cihangir derin bir iç çekerek anne ve babasıyla olan şöminenin üzerindeki en çok hoşuma giden fotoğrafı eline aldı. Kollarının arasından çıkmama izin vermeden fotoğrafa dokunarak anne ve babasını sevdi. İçim yandı. Özlüyordu... O kadar güzeldi ki fotoğraf... Annesi Cihangir'i kucağına almış babası ise annesine arkasından sarılmıştı. Öyle mutlu aile görüntüsü vardı ki ben bile etkilenmişken Cihangir'i düşünemiyordum. "Sen harika bir kadınsın İnci. Ben sana daha ne kadar çok âşık olabilirim?" Elindeki çerçeveyi bırakırken gülümsedim. "Tek istediğim kocamı mutlu etmek. Otuzu geçtiğine göre yaşlanıyorsun yüzbaşı." Gülerek ve onu da güldürmek için söylediklerimle gözlerini kısarak bana döndü. Eli belime inerken sıkıca sarmaladı. Yüzüme yaklaştırdığı yüzüyle öpmeden önce nefesi tenime vuruyordu. "Artık karımsın ya inan yaşlanmak umurumda bile değil." Kalbimi hızlandıran öpücüğün ardından devam etti. "Ayrıca küçük hanım on sekizindekilere taş çıkartacak bir kocan var unutma." Eli yine burnuma uzanırken kaçtım hemen. "Evet biliyorum. Kendini övmekte herkese taş çıkarır." Kahkahasıyla devam ettim. "Hadi yemekler soğudu." Masaya oturmamızla servisi Cihangir yaptı. O sarmalardan götürüyor ben de onu izliyordum. "Güzelim sen mi yaptın tüm bunları?" Hevesle başımı salladım. "Evet, beğendin mi?" Kaşları havalandı bir anda. "Sarmayı da sen yaptın." Onayımı almak istercesine yaptığı konuşmayla suratım düşmeye başladı. "Bu kadar mı imkânsız?" Gülümseyerek bir tane daha attı ağzına. "Hayır güzelim, sadece biraz uğraştırıcı olmalı. O yüzden şaşırdım." Üzgünce dudak büktüm. "Bayağı hem de. Yapması bütün günümü aldı ama yemesi beş dakika. Bu haksızlık. Ayrıca azıcık destek almış olabilirim." Benim serzenişime gülerken elimi dudaklarına götürerek öptü. "Kıyamam ben karıma. Ellerine sağlık. Her zamanki gibi çok lezzetli olmuş yemeklerin." Başımı yukarı kaldırırken inanmayan bir bakış attım. "Yalan söylüyorsun ama yine de inanıyorum sana. Çünkü hoşuma gidiyor." Başını iki yana salladı. "Yanılıyorsun İnci. Elinden ne olsa benim için güzel ve her geçen gün daha başarılı oluyorsun." Aşkla baktığım adama bir de gözlerimden çıkan kalpler eklenirken keyifli bir yemek yedik. Birlikte masayı kaldırarak ortalığı toplamamızla pastayı dilimleyerek tabağa koydum. Yanına aldığım içeceklerle bahçeye ilerledim. Cihangir de üzerini değiştirip yanıma geldi. Birlikte bahçedeki koltuğa oturduk. Fırsatı kaçırmayan Paşa gelerek kucağıma tırmanmayı ihmal etmedi. Bizden daha fazla yer kaplıyordu sanki. Bir de koltukta ona yer açıyorduk. Ben Paşa'yı, Cihangir de beni severken o kadar huzur doluydum ki hep böyle kalmak istiyordum. "İnci şu klinik için birkaç yer araştırdım. Haber beklediğim bir yer var, istersen bakarız birlikte." Duyduklarıma inanamayarak Cihangir'e döndüm. "Ciddi misin? Çok iyi olur." Başını sallarken bir anda bütün heyecanım kaçmıştı. "Ama nasıl açacağız?" Yanağımı okşamasıyla şakağıma küçük bir buse bıraktı. "Sen bunları düşünme güzelim." En çok düşünmesi gereken kişi bendim oysa. "Ne demek düşünme? Benim için açacaksın orayı." "Evet. Çünkü senin kocanım ve sana bir söz verdim." Cihangir'in net tavrını umursamaya niyetim yoktu. "Aslında benim bir fikrim var." Pek de duymak istemiyordu ama ben yine de söyleyecektim. "Benim eski klinikten kalan biraz param var. Bir de düğünde takılanlar da var, bu ikisi bayağı iş görür." Eli yanağımda başparmağıyla hafif hafif okşadı. "Olmaz İnci. Senin paran sende kalacak." Gözlerimi devirdim. Bu saçmalıktı. Benim için klinik açacaktı ama benim parama dokunmayacaktı. "Biz iyi günde kötü günde diye söz vermedik mi? Neden bana izin vermiyorsun?" Paşa'nın duyduğu kedi sesi kendisini cezbetmiş olacak ki hızlıca koşarak gitti. Bakışlarım ona düşerken Cihangir pastadan bir parça alarak bana verdi. Yutar yutmaz atıldım. "Beni böyle kandıramazsın." Pastanın tadı hoşuma giderken kendi tabağımı alarak mırıldandım. "Ama pastamı yiyerek dinleyebilirim seni." Bu hâlim onu güldürürken bir parça da ona uzattım. Cihangir hâlâ cevap beklediğimi bilerek sonunda konuştu. "Hiç vazgeçmeyeceksin değil mi? Şimdilik o paralara ihtiyacımız yok, olursa söylerim." Cevabını kabul etmiş sayarak daha fazla uzatmadım. Nasıl olsa kliniği ben düzenleyecektim. Bir süre daha pastalarımızı yiyerek klinik üzerine konuştuk. Havanın biraz esmeye başlamasıyla elimden tutarak kaldırdı. Birlikte eve girip elimizdekileri mutfağa bıraktık. Koltuğa rahat bir şekilde otururken Cihangir güzel bir film arıyordu. Bulduğu filmden memnun gülümserken ayaklarımı ortadaki sehpaya uzatarak elimi hafifçe bacağıma vurdum. Bu hareketimle başını bacağıma koyup küçük de bir öpücük bıraktı. Gülümseyerek elimle saçlarını okşamaya başladım. Çok seviyordum onu, her şeyden çok. "İnci'm." Mırıltı gibi çıkan sesiyle ben de mırıldandım. "Hım." Bakışları televizyonda elini kaldırarak parmaklarının tersiyle yüzümü okşadı. Dudaklarım kıvrılırken parmakları dudaklarımın üzerinde geziyordu. Mutluluk ve huzurun birleşmiş hâli gibiydik. Çok şükür ki onunla evliydim. Hâlâ cicim ayları yaşıyor olsak da Cihangir benim her daim şükür sebebimdi ve ileride de öyle olacağını biliyordum. "İlk defa... Yani ailemden beri ilk defa doğum günümü kutladım biliyor musun?" Bunu beklemiyordum. Aslında çok da şaşırmamak gerekiyordu. Cihangir'i doğum günü kutlarken düşünemiyordum. "Arkadaşların... Giray unutmaz ki." Eli çıplak bacağımda sesi ifadesizdi. "Biz pek doğum günü kutlayan tipler değiliz İnci." Parmaklarımı yanağına götürürken sesimi el verdiğince neşeli tuttum. "Bundan sonra benim doğum günü kutlamalarıma katlanmak zorunda kalacaksın." Gülümseyerek tekrar bacağımdan öptü. "Zevkle." Cihangir tekrar filme odaklanırken ben de onun saçlarını sevmeye devam ettim. Filmin bitmesiyle benim de uykum gelmişti zaten. Cihangir yattığı yerden kalkarken bakışları bendeydi. "Şu doğum günü çocuğunun her istediği yapılıyor mu hâlâ?" Çapkın bakışları üzerimde gezen kocamın niyeti açıktı. "Bilmem yapılıyor mu?" Elimden tutarak koltuktan kalkmama yardımcı oldu. "Yapılıyor bence." Bilsem de sorma ihtiyacı hissettim. "Ne isteyeceksin ki?" Arkama geçtiğinde belimden tutarak beni merdivenlere yönlendirirken boynuma tatlı tatlı öpücükler bırakıyordu. "Karımı mesela." Gülümsememi saklayarak dudaklarımı büzdüm. "Ama bugün senin doğum günün değil ki kocacığım. Ben geç kalan bir kutlama yaptım. Üzgünüm." Bir basamak arkamdan merdivenleri tırmanan Cihangir daha da üzgündü sanırım. "Bir bordo bereliyi bu hâllere düşürmek olmuyor sarışın." Kıkırdayarak odaya girdiğimde çoktan beni kucağına alan adama blöf yapıyordum. "Hm... bunu düşüneceğim yüzbaşı." *** Sabah erkenden kalkarak kahvaltı hazırlamaya koyuldum. Masaya her şeyi koymamla Cihangir'i çağırmak için yukarı çıktım. Odanın kapısını açtığımda onu yarı çıplak buldum. Pantolonunu giymiş, bir yandan telefonla konuşuyor bir yandan da tişörtünü giymeye çalışıyordu. Bu hâli beni güldürürken yanına ilerledim. Ona yardımcı olmamla tişörtü giymiş, alnıma da laf arası bir öpücük bırakmıştı. Hayır yani, bir tişörtü bile bensiz giyemeyen bir bordo bereliyle evlenmiştim. Kendimi fazlasıyla önemli hissederken Cihangir'in yatağımızı çoktan toplamış olması, hem de bunu benden daha iyi yapıyor olmasıyla bütün havam gitti. Arkamı dönüp hâlâ sert bir şekilde konuşan Cihangir'e baktım. O ise benim kendi içimde yaşadıklarımdan habersiz sert ifadesiyle daha çok karşı tarafı dinliyor arada da onaylıyordu. Kısa olduğunu düşündüğüm konuşmasını sonlandırmasıyla suratı asıldı sanki. Bana döndüğünde tebessüm etti. Buruk tebessümü dikkatimi çekerken sormak dahi istemiyordum. Cevap beni korkutuyordu. "Kahvaltı hazır canım." "Tamam güzelim." Komodinin üzerinde duran silahını alarak beline yerleştirmiş, sonra da saatini koluna geçirmişti. Hayranlıkla onu izlerken bunu fark etmiş olacak ki bakışları beni buldu. Yanıma gelerek kolunu omzuma doladı. "Sen beni mi izliyorsun?" Omuz silktim. Ama omzumdaki kolundan dolayı pek başarılı olamadım. "Yoo." İkimiz de söylediğim yalana inanmazken birlikte aşağı indik. Sormaktan ömür boyu kaçamazdım. "Bir sorun mu var Cihangir?" Sorumu es geçerek masaya oturdu. "Önce bir kahvaltımızı yapalım." Onun bu hâli beni daha da merakta bırakırken hemen çayları doldurdum. Cihangir sürekli bana bir şeyler yedirmeye çalışıyordu. Tıka basa doymamla verdiği son lokmaya itiraz ettim. "Cihangir doydum artık." Bana vereceği parçayı kendi ağzına attı. "Söylemeyecek misin?" Sıkıntıyla nefesini verirken yapması gereken bir şeyi yerine getirir gibiydi. "Göreve gidebiliriz İnci." Kalbimde hissettiğim sızının bir tarifi olsaydı keşke... Size hissettiğim duygu karmaşasını aktarırken bile gözlerim dolardı kesin ki şimdi de öyle oldu. Mavilerimde biriken sular taşmak için bahane ararken cılız çıkan sesimle mırıldandım. "Ama biz evleneli daha bir ay bile olmadı." Gideceğini elbette ki biliyordum ama bu kadar erken olmamalıydı. Cihangir oturduğu sandalyeden kalkarak önümde diz çöktü. Gözlerimi görmesin diye indirdiğim başımı parmaklarıyla çenemi tutarak kaldırdı. "İnci'm... Biliyorum ama... Yavrum ne olur ağlama, kısa sürecek. Hemen geleceğim." Gözümden süzülen bir damla yaşla Cihangir hemen sarmaladı beni. Kollarım boynunda sıkıca sardım. Başım boynunda derin derin kokusunu içime çekiyordum. "Ben sensiz yapamam ki." Titreyen sesimle konuşurken bir yandan da onu içime sığdırmaya çalışıyordum. Kimse görmezse belki beni bırakıp gitmezdi sevdiğim. "Sen asker eşisin İnci. Yapacaksın bir tanem. Bensiz ne gerekiyorsa yapacaksın." Huysuzca çocuk gibi omuzlarımı silktim. "İstemiyorum. Ben sadece seni istiyorum." Yanağımı okşarken dudağıma tatlı bir öpücük kondurdu. "Geleceğim güzelim, hemen geleceğim." Beni avutmak için çabalıyordu. Ayağa kalkarak beni de kaldırmasıyla içim parçalandı. Cihangir birçok kez göreve gitti ama hiçbiri bu kadar ağır gelmedi. Beni yaralı bırakıp gittiğinde bile daha az acımıştı canım. Şimdi onun karısıydım ve bırakmak istemiyordum. Ona bir şey olacak korkusu tüm bedenimi esir almış, dönmeme ihtimalini duymak dahi istemiyordu. Kapının önüne geldiğimizde sızlandım. "Gitmesen olmaz mı?" "Olmaz güzelim." Gözümden bir damla daha süzüldü. "Ne zaman geleceksin peki? Eliyle yine yanağımdaki yaşı sildi. "Bilmiyorum ama kısa sürecektir." Kollarını belime dolayarak beni kendine çekti. Şakağıma uzunca bir öpücük bıraktı. "Kendine dikkat et güzelim. Bana ulaşamayabilirsin. Sevinç Hanım sana her zaman yardım eder. Bir sıkıntıda onu ara. Kart sende, arabanın anahtarını da bırakı..." Daha fazla devam etmesine izin vermeyerek parmaklarımı dudaklarına bastırdım. Bunları konuşarak vakit kaybetmek istemiyordum. Sessiz kalışıyla uzanıp hasret kalacağım dudaklara sıcacık dudaklarımı bastırdım. Gözlerimdeki yaşlarla dokunmuştu dudaklarım dudaklarına. Gitmemesi için onu ikna etmek ister gibi. İşe yaramayacaktı belki ama deniyordum işte... Beni sıkıca saran kolları bırakmak istemezcesine göğsüne sakladı. Öyle tutkuluydu ki öpüşmemiz, bir o kadar da yakıcı... Zorla ayrılan dudaklarımızla alnını alnıma yasladı. "Cihangir..." Fısıltı eşliğindeki yalvaran sesime aynı tonda karşılık verdi. "Gitmek hiç bu kadar zor olmamıştı, hiç bu kadar ağır gelmemişti İnci." Göz göze geldiğimizde kızaran ela gözleriyle karşılaştım. Bu durum canımı yakarken yaptığım hatayı fark ettim. Onun için her şeyi daha da zorlaştırıyordum. Yanağıma süzülen damlayı hızlıca yok ettim. Zorla da olsa bir tebessüm sundum. "Dikkatli ol. Allah'a emanetsin." Dudakları kıvrılırdı ama hüzünlü bir kıvrımdı bu. Eli enseme uzanırken şakağıma küçük bir öpücük bıraktı. "Gitmeden ararım seni. Lütfen İnci, lütfen başını derde sokma güzelim." Yapay bir sinirle kaşlarımı çattım. "Evde ne yapabilirim Cihangir?" Gülümseyerek burnumu sıktı. "Vallahi yeteneklerinin sınırı yokmuş gibi." Sağ elimin avuç içiyle burnumu ovarken kaşlarımı çattım. "Gidişine bir tek burnum seviniyor, haberin olsun." Erkeksi bir kahkaha atan kocam karizmatik olmakta ısrarcıydı. "Ah İnci... Çok şey söylerdim ama geç kalıyorum." Cihangir'i yolcu etmemle sırtımı kapıya yaslayıp öylece kaldım. Hiç bu kadar zor olacağını düşünmemiştim. Akşam geleceğini bildiğim zamanlar onu işe göndermek çok daha kolay geliyordu ama bu şekilde sanki içimden de bir şeyler sökülerek onunla gitti. *** Ertesi gün sabah yalnız uyandığım yatak buz gibi geldi. Sıkıca sarıldığım Cihangir'in yastığı beni avutmaya yetmese de kokusu biraz da olsa huzur vermişti. Gölgeyi de Cihangir yerine koyup yanıma yatırdım. Cihangir bunu duysa "Beni oyuncak ayıyla da bir tuttun ya İnci," diye başlardı kesin. Sabah ilk iş olarak onu arasam da telefonu kapalıydı. En son dün gitmeden aramıştı. Sevdiğim adamı düşünmek bile beni mutlu ederken evi toplamış sonra da kahvaltı olarak bir elma almıştım kendime. Kızları arayıp onlarla dertleşmeyi de ihmal etmedim. Burçak çok yakında yanıma gelecekti. Arya'nın gelişi biraz zordu ne yazık ki. Onun bütün hayatı İstanbul'daydı. Öğlene kadar temizlikle geçirdiğim vaktimin sonunda kendimi duşa attım. Duştan çıkıp odada giyinirken gelen telefonun Cihangir'den olduğu düşüncesi beni heyecanlandırmıştı. Fakat bu ekrana bakana kadar sürdü. Sitenin güvenliği arıyordu. Telefonu kulağıma götürmemle konuştu. "İnci Hanım sizi bir bey görmek istiyor." "Kimmiş?" "İsmi Arda Kalkan. Düğününüzde Selim Bey'le gelmiş, tanıyormuşsunuz." Bir anda kaşlarım çatılırken bu durum hoşuma gitmedi. "Görüşmek istemediğimi söyleyin." Bir süre sessizlik olurken güvenlik tekrar konuştu. "İnci Hanım acil bir konu olduğunu söylüyor." İçimdeki ses izin ver diyordu. Ben de kulak verdim. "Pekâlâ gelsin." "İyi günler İnci Hanım." "İyi günler," diyerek telefonu kapatmamla üzerime baktım. Altımda mavi bir kot, üzerimde de askılı bir bluz vardı. Saçlarımı biraz toparlayıp aşağı indim. Kapımın çalmasıyla hemen açtım. "Merhaba İnci Hanım ben Arda." Üzerinde takım elbisesiyle karşımda duran adama dik dik bakıyordum. "Neden geldiniz?" İfadesiz yüzüyle soruma hazırlıklı gibiydi. "Selim Bey sizinle görüşmek istiyor. Sizi İstanbul'a götürmek için geldim." Yok daha neler? "Geleceğimi de nereden çıkardınız? Hem de İstanbul'a..." Ellerini önünde bağlayan adam kendinden emindi. "Gelmek zorundasınız İnci Hanım." Gözlerim kısılırken elimle fazla açmadığım kapının kolunu sıkıca kavradım. "Hiçbir yere gelmiyorum." Tam kapıyı suratına kapatırken eliyle engel oldu. "Gelmezseniz her şey için geç olabilir. Selim Bey'in durumu kötü." Son cümlesi beni durdururken usulca başımı uzattım. "Neyi var?" Sıkıntılı bir nefes verdi. İşlerin iyiye gitmediği kesindi. "Dün akşam kalp krizi geçirdi. Durumu ağır." Aklıma ilk gelen isimle mırıldandım. "Cihangir..." Benim mırıltımı duyan adam yine sakindi. "Kendisine ulaşamadık. Görevde olduğunu düşünüyorum. O dönene kadar geç olabilir. Zaten dönse de görüşmek isteyeceğini sanmıyorum." Kocam ne düşünüyorsa onun arkasındaydım. Çünkü o asla bile bile yanlış yapmazdı. Onun kalbinde kırgın, küçük bir çocuk geziyordu hâlâ. "Haksız mı sizce?" Düz bakışlara sahip adamın duyguları yoktu sanırım. "Değil elbet... Lakin bir de Selim Bey'i dinleyin. Belki de kocanız için iyi bir şey yapmış olacaksınız." Aklım karma karışık oldu. Gitsem bir dert, gitmesem bir dertti. Bir de yalan söylüyor olma ihtimali vardı. Yani bunun için sebebi var mıydı bilmiyorum ama. Cihangir... Of... Ne karar vereceğimi bilemeyerek başımı kaldırmamla adamın sabırsız bakışlarını yakaladım. "Ne zaman döneceksiniz?" Çabucak cevapladı. "Hemen." Elimle kapıyı tutarken geri çekildim. "Bana biraz izin verin lütfen." Başıyla onaylaması üzerine kapıyı kapattım. Telefonu elime alarak hızlıca Cihangir'i aradım ama yine ulaşılamıyordu kocama. Bu durum canımı sıkmıştı. Ne yapacaktım ben? Ya adam ölürse? Cihangir üzülür müydü acaba? Derin bir iç çektim. Babam ölüm döşeğinde olsaydı ve son kez beni görmek isteseydi ne olursa olsun onu görmek isterdim. Gözlerimi kapatıp birkaç saniye beklediğimde kararımı verdim. Kapıyı açarak beni ileride arkası dönük bekleyen adama seslendim. "Arda Bey, beklerseniz hazırlanacağım." Yüzünde ilk defa tebessüm gördüm. "Tabii İnci Hanım. Ben arabada bekliyorum sizi." Kapıyı kapatıp hemen Cihangir'e bir mesaj attım. İstanbul'a gittiğimi yazmıştım. Dedesiyle ilgili durumu yazmak istemedim. Mesajla böyle bir şeyi öğrensin istemiyordum. Nasıl olsa telefonunu açar açmaz beni arayacaktı. Üst kata çıkmamla üzerimdekini değiştirip daha uygun bir şey giydim. Çantamı, telefonumu ve birkaç ihtiyacımı alarak aşağı indim. Ayakkabılarımı da giymemle hazırdım. Son olarak üzerime ince bir hırka almayı da ihmal etmedim. Son anda aklıma gelen Paşa'yla Sevinç teyzeyi arayarak ilgilenmesini rica ettim. Arda'nın eşliğinde havalimanına ulaşmış, uçağa binmiş, kısa süre sonra da İstanbul'a gelmiştik. Orada bizi bekleyen arabaya da binmemizle bir hastanenin önünde durduk. Yol boyunca sessiz kalan Arda muhabbetten uzaktı. Sadece ihtiyaç hâlinde konuşmuş, muhabbet meraklısı olmayan ben de memnun kalmıştım. Özel hastanenin içine girdiğimizde asansörlere yönelmiş oradan da VIP odaların olduğu kata gelmiştik. Geçmişimden alışık olduğum özel ilgi ve ihtişam beni şaşırtmasa da Cihangir'in dedesinin bizi bile aşan bir mülkiyeti vardı. Geldiğimiz hastane bile onlara ait olmalıydı. Arda bir odanın kapısını açarak geçmem için yol gösterdi. İçeri girmemle kapıyı arkamdan kapatması bir an duraksayarak arkama bakmama sebep oldu. Sakince tekrar önüme döndüm. Birkaç adım sonra geniş odada duran yatak ve yatağın üzerinde bir sürü kablolarla bağlanmış Selim Bey'i gördüm. Sessiz adımlarla yanına ulaştığımda uyuduğunu fark ettim. Bir süre onun yaşlı bedenini, nefes alışlarını izledim. Ne gariptir ki Cihangir tıpkı dedesine benziyordu. İkisinin de boyu uzun, göz renkleri ve yüz yapısı aynıydı. Selim Bey'in oğlu bile torunu kadar benzemiyordu kendisine. Sadece Selim Bey'in yaşlanan ve çökmüş bedeni, kırlaşmış saçları Cihangir'den çok uzaktı. Dalmış onu izlerken bir an gözlerini açmasıyla irkildim. Bu hâlimi fark edemeyecek kadar yorgun bakışları beni görünce biraz daha açıldı. "Demek... beni... kırmadın." Yorgun çıkan sesi cümlesini eslerle tamamlamasına sebep olmuştu. "Geçmiş olsun efendim." Zoraki bir tebessüm sundu. "Pek geçecek gibi değil. Zaman geldi galiba." Onu telkin etmek adına bir adım daha yaklaştım. "Umudunuzu kaybetmeyin lütfen." Benim ayakta kalmam dikkatini çekmiş olacak ki eliyle yatağın boş kısmına vurdu. "Otur kızım." Bu durum beni biraz ikilemde bırakırken ikna etmek adına devam etti. "Seninle konuşmak istediklerim var." Elimdeki çantayı kenara bıraktım. Yatağa oturduğumda Selim Bey bir süre dalgın dalgın önüne baktı. Başını kaldırmasıyla gözlerimiz kesişti. "Cihangir beni hiç affetmeyecek. Ben hatalıyım kızım, ben onu en çok ihtiyacı olduğu zamanda yalnız bıraktım. Oğlum Süleyman'a olan kızgınlığımı torunumdan çıkarttım. Pişmanım ama çok geç. Azrail başımda bekliyor." Gözünden akan bir damlayla pişmanlığını hissederken benim de gözlerim doldu. Bunları belki de şu an Cihangir dinliyor olmalıydı. Ben ne yapabilirdim ki? Cihangir'e nasıl dedeni affet derdim? O küçücük bir çocukken zor zamanlar geçirmişti. Bunu nasıl unuturdu? Sessiz kalışımla devam etti. "Süleyman'ın bir ablası vardı. Daha beş yaşında kaybettik onu. Çok güzel bir kızdı Mihrimah." Şaşkınlıkla gözlerimi büyüttüm. İşte bu sürprizdi. "Cihangir'in halası mı? Ama ben tek çocuk diye biliyordum." Elimin üzerine elini koyarak hafifçe vurdu. "Cihangir de bilmiyor. Süleyman o zaman iki yaşındaydı. O bile hatırlamıyordu ablasını. Trafik kazasında öldü. Yola fırlayınca biz bir an..." Devam edemedi. Zorla yutkundu. Gözleri dolu dolu, sesi titriyordu. "Karım hep kendini suçladı. İyi bir anne olamadığını düşündü. Süleyman'la avuttuk kendimizi. Ona sarıldık. O acımızı dindirdi. Fakat Süleyman asker olmak istediğini söyleyince her şey tepetaklak oldu. Annesi de ben de istemedik. Bizi dinlemedi. Oysa benim koltuğuma geçecek tek kişi oydu zaten. Çalışmasına bile ihtiyacı yoktu. Annesi kahroldu onu da kaybedeceğim diye. Tartıştık. Çok tartıştık. Durdurmak için çok uğraştım. Biz onu kaybetmek istemedik. Biz bir evladımızı daha kaybetmek istemedik. En son mirasla korkutmak istedim. Vazgeçmedi hayallerinden. Evden ayrıldı. Üç ay sonra da karımı kaybettim." Zorla yutkundu. Hayretle onu dinliyordum. "Beynindeki tümörü çok geç fark ettik..." Nefesi kesilirken devam edemedi. Kalbim sızladı. Sanırım hâlâ karısının acısını taşıyordu. "Size su vereyim." Ayağa kalkmamla yatağının yanında duran komodinden bir bardak su alarak uzattım. Bir yudum alıp geri bıraktı. Tekrar konuşacağı sırada onu engelledim. "Lütfen devam etmeyin. Dinlenmeniz gerekiyor." Başını olumsuzca iki yana salladı. "Vaktim az. Sen onun en yakınısın. Beni dinleyecek, ona anlatabilecek tek kişi." Tekrar yatağa oturdum. Zorlu bir nefes alarak devam etti. "Karımın ölümünü oğluma biçtim. Onu suçladım. Cenazeye gelmesine bile izin vermedim. Kalbim buz tuttu âdeta. O da çok üzüldü, biliyorum. Onu cenazeden sonra annesinin mezarında bulmuştum bir kere. Ağlıyordu..." Gözlerinden süzülen yaşlarla daha fazla dayanamayarak ağlamaya başladım. "O kadar öfke doluydum ki onu yine kovdum. İçimdeki bütün öfkeyi dökerek hem de. Sonra aradan yıllar geçti, oğlumun şehit olduğu haberini aldım. Ve Cihangir... En büyük hatam onu yok saymak oldu. Daha çok küçüktü babası öldüğünde. Yedi yaşındaydı. Onu görmek için gittim." Daldığı yerden gözlerini ayırarak aynı ela gözleri bana dikti. Sanki Cihangir bakıyordu. "Bana ne dedi biliyor musun?" Merakla baktım ona. "Ne dedi?" Kafasını ağır ağır sallarken devam etti. "Ben de babamla annem gibi olacağım dedi. Babam gibi asker olacağım... Biliyordum olacaktı. Oldu da... Almadım onu yanıma, istemedim. Uzaktan takip ettim. Babasının yolundan hiç şaşmadı. Ben onu da kaybederim sandım, bağlanmak istemedim. Babasının acısını ondan çıkarttım. Çok geç anladım hata yaptığımı ama Cihangir büyüdü, her şeyi sildi. Hayatını kurdu. Öyle olunca daha da zor oldu her şey. Şimdi ise beni affet demeye yüzüm yok ama..." Zor bir nefes verdi. "Yine de ölmeden bir kere..." Devam edemedi. Bir anda fenalaştı. Ne olduğunu anlayamadım. "Selim Bey iyi misiniz?" Cevap verememesiyle daha da korktum. Hemen hemşireyi çağırmak için düğmeye bastım. Panik içinde, ne yapacağımı bilemeyerek aynı şeyi tekrarlıyordum. "Selim Bey... Selim Bey... İyi olacaksınız." Gelen hemşireler, arkasından giren Arda ve akan gözyaşlarım... Ben Cihangir'e ne diyecektim?
💛💛💛 İnstagram:soylumery |
0% |