59. Bölüm

59. Bölüm

Meryem Soylu
soylumery

 

 

Selam...

 

 

Keyifli okumalar...🥰


Ölüm nasıl da büyük bir olgu... Ya varsın ya da yoksun. İnce bir çizgi. Nefesini kesecek bir el... Ve her şey bitti. Hani kefenin cebi yok derler ya, ne kadar doğru bir söz. İstersen milyonların olsun Azrail kapıya geldikten sonra ne çare. Hani şu adaletsiz dünyada para, mal, mülk içinde yaşıyorsun ya, gözünün görmediği fakiri es geçiyorsun. Bilmiyorsun ki sana da veren Allah ona da veren Allah. Onun sınavı fakirlik, senin sınavın zenginlik. Zengin olunca güçlü mü sanıyorsun kendini? Neden unutuyorsun peygamber efendimizin kıymetli sözünü?

"Komşusu açken tok yatan bizden değildir."

İşte bütün gücün gitti... Peki, kim kazanıyor?

Kim kazanıyor bilmem de hepimizin sonunun bir mezar taşı, bir avuç da toprak olacağını biliyorum. İster kaliteli mermerlerle süslü, boğaza bakan bir mezar, isterse toprakla örtülmüş başında bir adet tahtada yazan ismin... Hepsi bir kefenin içinde, toprağın altında ya gerisi boş...

Şimdi yoğun bakımın önünde beklerken tüm bunları düşünüyordum. Fakat en çok da Cihangir'i düşünüyordum. Sevdiğim adam, yani kocam... Çok şükür. O kadar güzel kalpliydi ki eminim üzülecekti. Belki bunu göstermeyecek, onu affetmek istemeyecekti ama üzülecekti. Öyle bir arada geziyordum ki nefes dahi alamıyordum. Dünden beri kapısında beklediğim adam hâlâ yoğun bakımda ölümle yaşam arasında savaş veriyordu. Uykusuz geçen bir gece sinirlerimi de fazlasıyla yıpratırken Kerem ve Arya durumu öğrenince yanıma gelmişti. Arda Bey ise sürekli sadık bir evlat gibi, böyle söylüyorum çünkü ne kadar üzüldüğünü görüyordum, kapısından ayrılmıyor benimle de sürekli ilgilenmeye çalışıyordu. Hastaneden ayrılmadığım için bana özel bir oda bile ayarlanmıştı.

O kadar hızlı gelişmişti ki her şey. Selim Bey'in bir anda fenalaşması, odaya giren hemşireler, beni dışarıya çıkarmaları. Daha sonra apar topar yoğun bakıma alınması... Aklıma geldikçe hâlâ içimde bir ürperti dolaşıyordu. Daha da kötüsü Cihangir göremeden ölme ihtimaliydi. Her ne olursa olsun son kez, son kez dedesini görmeli onunla yüzleşmeli diye düşünüyordum. Kim bilir belki de Selim Bey bunun için bekliyordu.

Arya ve Kerem kahve içmek için kafeye inerken onları reddederek beklemeyi seçtim. Sandalyeye oturmuş boş gözlerle yerdeki kare zemini incelerken bana doğru uzatılan karton bardakla irkildim. Burnuma gelen buram buram kahve kokusuyla başımı kaldırdım.

"Size kahve getirdim."

Elindekini biraz daha bana doğru uzatan Arda'ya tebessüm ettim. Gerçekten iyi bir adam olduğunu düşünüyordum. Ellerimi dayandığım sandalyeden kopararak kahveye uzandım ama ne yazık ki kavrayana kadar sürdü her şey.

Karşımdaki adamı bir anda duvara yapışmış hâlde görmem yetmiyor gibi bir de boynuna sarılan Cihangir'le neye uğradığımı şaşırdım. Elimdeki kahve düşerken yerimden sıçrayıp Cihangir'in kolunu kavradım. "Bir daha sakın karıma yaklaşma."

Korku ve panik içinde ne yapacağımı bilemezken elini çekmeye çalıştım. Fakat gerçekten sinirli olduğunda onun üzerinde hiçbir fiziksel etkiye sahip değildim.

"Cihangir ne yapıyorsun? Bırak adamı!"

Bana bakmaya bile gerek duymadı. "Duydun mu lan beni?"

Sert sesi bir kez daha yankılanırken arkadaki Akın'ı fark ettim. "Akın bir şey yap."

Beni duymazdan gelen Akın çıkışa yöneldi. "Ben bir çay alayım kendime."

Ağzım açık kalakalırken Arda zor çıkan sesiyle konuşmaya çalışıyordu. "Duydum... Bırak!"

Cihangir'in geri çekilmesiyle Arda eli boğazında nefes almaya çalışırken şimdi de ateş saçan elalar beni buldu. Zor da olsa yutkunarak bir adım geri çekilirken aynı şekilde lakin korkutucu bir adımla bana gelmiş, bileğimden yakalamıştı. "Gidiyoruz."

Beni çekiştirirken itiraz ettim. "Cihangir dur..."

Ben devam edemeden ağzıma tıktı lafı. "O kadar sinirliyim ki İnci, sadece sus ve yürü."

Endişeyle peşinden giderken hastaneden çıktığımızda önüne geçtim. "Canım bak deden..."

Yine lafı ağzıma tıkadı. "O adam umurumda bile değil. Şu an tek ilgilendiğim evde bildiğim karımı neden burada bulduğum."

Derin bir nefes alıp gözlerinin içine baktım. Tepkisini merak ediyordum. "Deden ölüyor."

Olduğu yerde kalırken gözlerinde küçük de olsa bir acı hissettim. Lakin bunu ustaca geri plana saklamış, yerini tekrar öfkeye bırakmıştı. "Benim dedem hiç olmadı."

Biraz çekingen de olsa elini tuttum, ikimizin de parmağındaki parlayan yüzüklere bakıyordum. Başımı kaldırmamla o çok sevdiğim ela gözler hüzünlü bakıyordu. Biliyorum belli etmek istemiyordu fakat ben artık onu daha iyi tanıyordum. "Durumu ağır Cihangir. Affetmesi zor ama..."

Konuşmama yine engel olarak arabaya doğru tekrar hareketlendi. "Eve gidiyoruz."

Elimi sıkıca tutarak beni yönlendirmesiyle arabaya bindik. Yol boyunca ne ben ne de o konuştu. Cihangir'deki evimize geldiğimizde arabadan indim. Eve girdiğimde ise kendimi çok yorgun hissediyordum. Arkamdan gelen Cihangir kapıyı kapatırken salona ilerledim. İkimiz de karşılıklı koltuklara oturduk.

Bir süre sesiz geçen dakikalarda Cihangir'in bana kızacağı anı bekliyordum ki çok da gecikmedi. "Benden habersiz buraya gelmen hiç hoşuma gitmedi İnci."

Oturduğum koltukta huzursuzca kıpırdandım. İşte başlıyorduk. "Telefonun kapalıydı. Nasıl haber verebilirdim ki?"

Çatık kaşlarının gölgelediği ela gözleri bulmuştu mavilerimi. "Gelmeyebilirdin mesela."

Sıkıntılı bir nefes verdim. "Keyfi gelmedim. Arda Bey dedenin kötü olduğunu söyleyince..."

Hırıltılı sesiyle sözümü kesti. "Sen de bana İstanbul'a gidiyorum diye mesaj atıp buraya geldin öyle mi? Ulan ben o mesajı görünce ne hâle geldim biliyor musun? Nasıl geldim buraya onu bile bilmiyorum."

Sinirle kaşlarımı çattım. Ufaktan seslerimiz yükselmeye başlamıştı bile. "Sürekli sözümü kesince ben kendimi açıklayamıyorum farkında mısın? O senin deden ve ben de yapmam gerekeni yaptım. Sana ulaşabilseydim..."

Bir anda kendime gelirken cümlelerimi bu sefer ben yarıda kestim. Aklıma gelenle yerimden kalkarak Cihangir'i incelenmeye başladım. Koltukta öne doğru oturmuş, dirseklerini bacağına yaslamıştı. Gergin bedeni ve sert ifadesiyle ne yaptığımı anlamaya çalışırken yanına gelerek önünde diz çöktüm.

"Sen benim gittiğimi mi sandın?"

Bakışlarım bir anda yumuşamış gözlerinin içine bakıyordum. "Hayır, sen benim karımsın. Sadece ailen ya da o peşindeki it seni zorla götürmüş olabilir ya da kandırabilir diye..."

Sert çıkan sesi başta kendinden emin sonlara doğruysa endişesini ifade eder nitelikteydi. Elimi yanağına koymamla sözleri yarıda kaldı. "Beni kimse bir yere götüremez artık. Kimse ayıramaz senden. Ben üzülme diye dedenden bahsetmedim."

Bakışları yumuşadı. Ellerimden tutarak kaldırmasıyla kucağına aldı. Kollarım boynuna doladım. Çenemi başına yaslamış, kokusunu içime çekiyordum. Özlemiştim onu. Gözlerim kapalı sadece nefes alışlarımızı dinliyordum. Belime dolanan kolları beni sıkıca sarmış, başını göğsüme yaslamıştı.

"Cihangir!"

Ne olduğunu anlayamayan kocam merakla bana baktı. "Hım."

Aklıma gelen şeyle yüzüne baktım. Ben bunu neden düşünemedim? "Sen benim hastanede olduğumu nereden biliyordun?"

Sorumu beklemiyor olacak ki dudaklarını birbirine bastırdı. Bir süre sessiz kaldığında benim de merakım giderek artıyordu. "Ben bordo bereliyim."

Cevabı bu sefer ikna edici değildi. "Bordo berelilere vahiy gelmiyor bildiğim kadarıyla."

Tereddütte kalmış görünen Cihangir sanki bir şeyler saklar gibiydi. Bir anda başımda ampuller yanarken hayret dolu bir bakış attım. "Sen... Sen beni takip ediyorsun... Ama nasıl?"

Artık ortaya çıkan durumla o da saklama gereği duymadı. "Telefonunla."

Gözlerim kısılırken hızla ayağa kalktım. "Tabii ya..."

Kaşlarımı çatarak parmağımı salladım. "Sana inanamıyorum Cihangir. Bana zerre kadar güvenmiyorsun."

Ayağa kalkarak itiraz etti. "Hayır, İnci öyle değil."

Şimdi de ben onu dinlemeyecektim. Arkamı dönerek ilerlemeye başladım. "Konuşmak istemiyorum. Duşa gireceğim."

Kızgınlıkla odadan çıkıp kendimi duşa attım. Üzerimdekileri çıkarıp sıcak suyun altına girdiğimde çok sinirliydim. Bana hiç mi güvenmiyordu yani?

Sinirlerimi gevşeten sıcak suyun altında ne kadar kaldım bilmiyorum. Fakat beni fazlasıyla rahatlamış, üzerimdeki hastane kokusunu da atmamı sağlamıştı. Havluma sarınıp çıktığımda yatak odasına geçtim. Cihangir hâlâ salonda olacak ki sesi oradan geliyordu. Telefonla konuştuğunu düşünerek üzerime burada bıraktığım kıyafetlerden giydim.

Ona ne olursa olsun geç olmadan dedesinin anlattıklarını anlatmam gerekiyordu. Fakat şu an kızgındım. Ne yapacağımı bilemeyerek bana güzel güzel bakan yatağa baktım. Belki de biraz zaman tanımalıydım. Düşünmeye ihtiyacı vardı. Yorgun ve dün gece sebebiyle uykusuz bedenim ayaklarımı çoktan harekete geçirmişti bile. Yatağa girdiğimde açılan kapının sesini duyarak gözlerimi kapattım. Şu an tartışmak istemiyordum. Bir süre sessiz geçen saniyeler sonunda yatakta hissettiğim hareketlilikle Cihangir'in yanıma yattığını anladım. Ona kızgın da olsam huzur veren varlığı sessiz bir nefes almama sebep oldu. Belime dolanan eliyle beni kendine çekerek göğsüne yasladı.

"Çok özledim seni." Bu duruma sessiz kalırken uyanık olduğumu bildiğini anlamıştım. Zaten onun gözünden kaçacak bir durum değildi. Eli saçlarımı ufak ufak severken kısık sesi kulağıma çalınıyordu. "Başın o kadar çok derde giriyordu ki sana o telefonu aldığımda tedbir amaçlı yüklemiştim programı. Niyetim sadece seni korumaktı. Zaten şimdiye kadar toplasan üç kere anca baktım nerede olduğuna. Sana olan güvenimi sorgulama İnci. Sana güvenmesem nasıl evlenirdim?"

Kokusu bütün bedenimi esir alırken, sırtımı yasladığım göğsü ve nefesi kulağıma vurdukça ninni gibi gelen sesi içimi sıcacık yapıyordu. İnsan birine âşık olduğu zaman zaafları oluyordu ne yazık ki. Birçok şeyi onun için tolere edebiliyordu. Aslında bu durum karşılıklı olduğunda güzeldi. Çünkü aşk aynı zamanda da fedakârlıktı. Fakat tek taraflı ve kötü birine denk geldiğinizde sizi yer bitirirdi.

Ben Cihangir'e olan zaaflarımdan pişman değildim. Çünkü onun da benim için neler yaptığını görebiliyordum. Bunlar benim için yeterliydi. Düşüncelere dalmış sessiz kalırken başıma bir öpücük bıraktı.

"Uyumadığını ikimizde biliyoruz öyle değil mi?"

Huysuzca omuz silktim. "Belki rüyadayım şu an."

Gülerek burnunu saçlarımın arasına gömdü. "Sanmıyorum."

Ona dönerek kaşlarımı çattım. "Neden söylemedin bana peki?"

Sözlerimi bitirirken karşılaştığım çıplak göğsü ses tonumdaki sertliği aynı derecede devam ettirmemi engelledi doğrusu. Allah'ım bu adam neden bu kadar yakışıklıydı?

Benim hâlimi fark etmiş olacak ki dudağının kenarı kıvrıldı. "Bakmadığım için önemsemedim. Sonra da aklıma gelmedi. Kusura bakma güzelim."

Burun kıvırdım. "Bu seferlik hoş görebilirim ama beni dinlersen."

Gözleri devrilirken konunun nereye geleceğini biliyordu. "İnci!"

Yanından çıkmak için hareketlendim. Kendimce umursamaz görünmeye çalışıyordum. "Sen bilirsin."

Yanından gitmeme izin vermeyerek pes etti. "Tamam... Tamam İnci, anlat ama yanımdan gitme."

Tekrar kollarına sığındığımda nereden başlayacağımı bilemedim. En iyisi dedesinin başladığı yerden anlatmaktı. Sessizce beni dinleyen Cihangir'e başından sonuna dedesi ne söylediyse anlattım. Hatta ölen halasını bile biliyordu artık. Benim anlattıklarımı tepki vermeden tavana bakarak dinledi. Bitirdiğimde ise uzun bir süre sessiz kaldı.

"Bu anlattıklarının hiçbiri küçük bir çocuğun suçu olamaz İnci."

Buruk çıkan sesiyle söylediklerinde fazlasıyla haklıydı lakin olan olmuştu. Ölümle savaşan yaşlı bir adam vardı ortada. "O ölüyor, zamanı yok. Biliyorum haklısın fakat affedersen sadece onun bedeni huzur bulmayacak sen de rahatlayacaksın.

Başını iki yana salladı. "Bilmiyorum... Kalbimde hâlâ acı çeken çocuk onu affetmek istemiyor İnci. Ölüm korkusuyla benden af dileyen bir adam neyi değiştirir?"

Elimi göğsünün üzerine bırakırken kalbini okşamaktı niyetim. "Kalbindeki çocuğu da özgür bırakacaksın unutma. Hem o da hatasının farkında, bunu vicdanı rahat etsin diye yapmıyor. Gerçekten pişman Cihangir. Deden belki de ölmek için bile seni bekliyor olabilir. Sen merhametli bir adamsın, deden gibi mi davranacaksın?"

Yine sessizliğe gömülen sevdiğim bana döndü. Yanağıma düşen saç tutamlarını geriye attı. "Düşüneceğim."

Bunun bile bir aşama olduğunu düşünerek başımla onayladım. "Düşün ama fazla zamanın yok unutma."

Kalbi kırık sevdiğime sarıldım. Bu hareketimle o da beni sarmaladı. Başımı göğsüne yasladım. İyice yorgun düşen bedenimle sığındığım sıcaklık beni derin bir uykuya çekiyordu. Gözlerim giderek kapanırken artık engel olamıyordum.

Gözlerimi tekrar araladığımda yanımdaki boşluğu fark ettim. Kararmakta olan havaya takıldı gözlerim. Yerimden kalkarak Cihangir'i aramaya başladım. Nasıl bu kadar uyudum anlamıyordum. Bütün odaları tek tek gezmemle Cihangir'i bir türlü bulamadım. Tam telefonumu almak için salona geçtiğim sırada kapının sesini duydum. Salondan çıktığımda içeri giren Cihangir'le karşılaşmıştım. "Cihan... Dedene mi gittin, beni neden uyandırmadın?"

Kapıyı kapatırken başını yerden kaldırmadı. Sanki omuzları çökmüş, kırgın bir hâli vardı. "Evet. Derin uyuyordun, kıyamadım."

Sesindeki gariplik dikkatimi çekti. Yanına giderek yüzüne baktım. Gözleri kızarmıştı. "Bir şey mi oldu?"

Alacağım cevap beni korkutsa da duymak zorundaydım. Kor gibi yanan ela gözlerini gözlerime dikti. Öyle bir bakıyordu ki yutkunamadım. "Onu affettim İnci..." Başta tebessüme bürünen yüzüm devam eden sözleriyle solup gitti. "O ise beni yine terk etti."

Sadece sarıldım sevdiğime. Aslında sevdiğime değil de o küçük çocuğa sarıldım. Onun acısını dindirmek için çabaladım. Bu sonu bekliyordum fakat onun kalbi burada en çok darbeyi alandı muhakkak.

"Hayır kocacığım, o zaten gitmek için seni bekliyordu. Sen sadece onun ruhunu serbest bıraktın. Artık acı çekmeyecek."

Ölüm kimsenin suçu olamazdı. Fakat ölene kadar yaptıklarımız bizim sorumluluğumuzdu...

***

Arya'dan...

Hayatta pek çok zorlukla tek başıma idare etmeyi öğrendiğimde uzaktan mesafe ilişkisi kadar zorlu olacağını bilmiyordum. Bir adama karşı bir şeyler hissederken onunla arama giren mesafeler çok fazla sinir bozucuydu. Yine de avantajı yok değildi. Mıy mıy ilişkilerden hoşlanmayan ben her dakika sevgi kelebeği gibi dolaşmaktan da nefret ederdim. Bu yüzden Akın'ı nadiren gördüğüm, içimde saklanan hasret ve özlemin son bulduğu vuslat dolu günlere hayrandım.

Düşününce de İnci'den şanslıydım galiba. Kocasını yeni evlenmişken göreve göndermek kolay olmasa gerekti. Bazen ona üzülüyor bazen de kocasına duyduğu aşka, sevgiye hayran oluyordum. Tüm yaşananlara inat aşklarını doludizgin yaşamaya devam ediyorlardı.

Şimdi bile yukarıda uykusuz hâlde yoğun bakım odasının önünde bekliyorsa bu kocası içindi. Cihangir'in ailesinden geriye kalan tek kişi olan dedesi içindi.

Kerem'le hastanenin kafesinde boş bulduğumuz bir yere oturmuş elimizdeki kahveleri yudumlarken aklım bir yandan da Akın'da geziyordu. En son aradığında yine görevde olacağını söyleyip kapatmıştı. Onu en son düğünde görmüştüm. Birlikte dans ederken her şey rüya gibiydi. Onunla geçirdiğim her dakika ne kadar bunu belli etmesem de hayallerimin ötesine ulaşıyordu.

Kerem'in varlığını bile unutmuş boş gözlerle kahvemi izlerken yanaklarımın iki yanına konan koca ellerle buz kestim. Bu da yetmezmiş gibi başıma konan öpücük ürkmeme neden olduğunda korkuyla bana gülen Kerem'e baktım. Onun rahatlığı az da olsa beni sakinleştirirken ellerin esaretinden kurtulur kurtulmaz yanımdaki sandalyeyi çeken adama baktım. Eliyle çay istediğini işaret edip yanımıza otururken çemkirmeden edemedim. "Manyak herif, nereden çıktın sen? Ödüm koptu."

Sanki beni duymuyor gibi Kerem'e küçük bir tebessüm sundu. "Selamünaleyküm."

Kerem, Akın'ın uzattığı eli kavradı. "Aleykümselam enişte, hoş geldin."

Akın gülerek diğer eliyle Kerem'in omzuna vururken isyan ettim. "Akın!"

Sert sesim dikkat çekmiş olacak ki dik bakışları beni buldu. "Hoş buldum Arya. Boynuma atlamana gerek yok, ben de seni özledim."

Suratım asık ona bakarken homurdanıyordum. "Atlayacak değilim."

Akın alttan bakışlarını üzerime diktiğinde önüne çay bırakan genç bile aramıza girememişti. Kerem boğazını temizlediğinde ikimiz de ona bakınca bardağını tepesine dikerek kahvesini bitirip ayaklandı.

"Sen burada olduğuna göre eniştem de geldi. Ben bir bakayım."

Kerem ortamın gerginliğinden sıyrılmak için kaçar gibi giderken ters bakışlarımı Akın'a diktim. "Kaçırdın çocuğu."

Rahat bir şekilde arkasına yaslanıp çayını yudumlarken fazla ciddi duruyordu. "Bu gece buradayım."

Konudan bağımsız söylediklerinde gizlenen şeyi bilsem de omuz silktim. "Bana ne bundan?"

Gözlerini devirerek çayından bir yudum daha alıp masaya bıraktı. "Karnım aç, dışarıda beraber yemek yiyelim."

Yandan bakışlarla ona bakıp kollarımı göğsümde birleştirdim. "Bakarız."

Akın bunu evet olarak kabul etmiş olacak ki tekrar çayını içmeye devam ederken Kerem geldi. "Ablamlar gitmiş."

Şaşkınlıkla ayağa kalktım. "Ne demek gitmiş?"

Kerem omuz silktiğinde Akın ağır ağır yerinden kalktı. "Cihangir götürmüştür. Onun için kolay değil." Ona hak verdiğimde devam etti. "Biz de gidelim artık."

Hep birlikte hastaneden çıktığımızda Kerem kendi arabasıyla eve dönerken biz de Akın'la yemek yiyeceğimiz bir restorana gittik. Tıpkı bir beyefendi gibi oturmama yardımcı olan Akın bir o kadar da huysuzdu. "Beni böyle yerlere getirmesen olmuyor değil mi?"

Kendi yerine geçtiğinde rahat olmadığını biliyordum. Yine de anlamamazlıktan geldim. "Neyi varmış buranın?"

Garsonun bıraktığı menüyü incelerken ters bir bakış attı. "Sevmediğimi biliyorsun," dediğinde omuz silktim.

"Belki hödük olmaktan vazgeçersin diye getiriyorum."

Gözlerini kısarak bana doğru eğildiğinde az buçuk tırsmadım değildi. "Ne senden vazgeçerim ne de hödük olmaktan."

Yemeğimizi yedikten sonra birlikte benim evime geldik. Bu artık böyleydi. Akın ne zaman İstanbul'a herhangi bir sebeple gelse bende kalıyordu. Zaten genelde sebebi de ben oluyordum.

Ben üzerimi değiştirmek için odaya giderken o da kendine çay koymak için mutfağa geçti. Adam çay için yaşıyordu. Neredeyse çayla yatıp çayla kalkacaktı. Altıma bir tayt geçirip üzerine de kalçalarıma kadar uzanan bol kesim bir tişört geçirdim. Saçlarımı serbest bırakarak yüzümdeki makyajı sildim.

Adımlarım beni usul usul mutfağa götürdüğünde Akın çoktan çayı demlemiş görünüyordu. Yukarıdan dolabı açarak ikimiz için de birer bardak çıkardı. O dolabı kapatıp hemen yanındakini açtığında dikkatle onu izliyordum. Benim evimi benden iyi biliyordu. Hâlbuki kaç kez gelmişti ki buraya... Yine de yakışıyordu. Beyaz gömleği tüm gün üstünde olmaktan kırışsa da geniş omuzlarını, iri bedenini rahatça ortaya çıkarıyor, keten, siyah pantolonu ile fazla uyumlu duruyordu.

"Orada öylece beni izleyeceğine bir iki çerez çıkart."

Hayretle hâlâ arkası dönük adama bakarken toparlanarak öne doğru adımladım. "Arkanda gözün mü var senin?"

Çekmeceden aldığım çerezleri tezgâha bırakırken dudağının kenarını kıvırarak aldığı kâseleri önüme itti. "Göze ihtiyacım yok, aklım var."

Kim ne derse desin zeki bir adamdı. Çayları koyup salona geçtiğimiz gibi orta sehpaya çerezleri ve çayları yerleştirdik. Akın koltuğa oturduğunda kumandayı alıp yanına oturdum. Durmayan eli beni kendine çekerken itiraz etmeden sırtımı göğsüne yasladım. "Ne izleyelim?"

Sorumu umursamadan dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Bana fark etmez."

Bir eli göbeğimin üzerinde olan adam çayına uzanırken ben de kafama göre bir film açtım. Bilim kurgu izlemeyi severdim. Başım göğsünde Akın'ın izin verdiği ölçüde kâselerden birini aldım. Bir iki fındık ağzıma atmış yerken mırıldandım. "Kaç gün kalacaksın?"

Elimi yakalayıp parmaklarım arasındaki fındığı kendi ağzına attı. Başımı ona doğru çevirerek ters bakışlar atarken yanağımdan öptü. "Ne kadar kalayım?"

Elimdeki çerezleri toplu hâlde ağzına tıkıştırırken bir o kadar da huysuzdum. "Sanki beni dinleyecekmişsin gibi sorma."

İtirazsız ağzına soktuklarımı yerken kaşlarını çattı. "Hep böyle huysuz mu olacaksın?"

Omuz silkerek tekrar filme odaklandım. "Sürekli ayrı olmaktan hoşlanmıyorum."

Ensemle boynum arasına dudaklarını bastırdığında gözlerim kapandı. "Ankara'ya gel."

Gözlerim bir anda açıldı. Ona doğru döndüğümde bir kolu hâlâ bedenimi sarıyordu. "Nasıl bırakabilirim her şeyi? Bütün işim, hayatım burada. Kolaysa sen gel."

Elimdeki tabaktan bir fıstık alıp ağzına attı. "Gelemeyeceğimi biliyorsun."

"Hep böyle mi devam edeceğiz?" dediğimde gözlerimin içine baktı. Yeşil gözlerimin en uç noktalarında zihnimden geçenlere ulaşabilirmiş gibiydi.

"Sıkılmış gibisin."

Hüzünlü bakışlarımla elimi yanağına yerleştirdim. Sorguluyordu fakat doğru değildi. "Sıkılmadım. Sadece bağlandıkça daha çok özlüyorum ve bu her geçen gün daha da dayanılmaz bir hâle geliyor."

Başını yana çevirdiğinde avuç içime dudaklarını bastırdı. Koyu kahve gözleri yeniden beni bulduğunda alev alevdi. "Asker yâri olmanın bir diğer adı da hasret Arya. Askeri kendine yâr biliyorsan hasreti dost saymayı öğreneceksin."

Bakışlarım yere düştüğünde üzgündüm. Mesafeler aramıza koca bir boşluk bıraksa da kalplerimizde birbirine bağlı kördüğümler vardı. Ona bu kadar bağlanmak beni korkutuyordu. Tekrar bağlanıp yarı yolda kalmak, aldatılmış bir kadın olmak istemiyordum. Bir kalp kaç defa kırılabilirdi ki?

Çenemden kavrayıp başımı kaldırdığında yeniden göz göze geldik. Bakışlarının yoğunluğuna kapılıp giderken beni kendine çeken adamdan habersizdim.

***

İnci'den...

İki ay sonra...

Gözlerim kapalı biraz daha sokuldum yatağıma. Yastığım yumuşacıktı. Dudaklarım kıvrılırken başımı yastığa gömdüm. Ne kadar da güzel şeydi uyumak...

Ta ki kocam bana tekrar seslenene kadar. "İnci hadi güzelim kalk artık."

Dudaklarım büzülürken mızmızlandım. "Cihan... Lütfen, uyumak istiyorum."

"Yavrum yarım saat önce de aynısını söylemiştin."

Yatakta hissettiğim hareketlilikle tek gözümü araladım. "Bugün kalkmasam olmaz mı?"

Saçıma uzanarak sevmeye başladı. "Olmaz küçük hanım klinik için yer bakacağız ve benim zamanım yok. Oradan işe gideceğim."

Haklı olduğunu bilsem de kıpırdayamadım. "Birinin beni bu yataktan kazıması lazım." Aklıma gelen şeyle sırıtmaya başladım. "Asker emrediyorum! Hemen kaldır beni."

Hâlâ tek gözüm açık gülerken Cihangir kafasını iki yana salladı. Yanımdan kalkmasıyla artık pes ettiğini düşünürken beklemediğim bir şekilde kendimi havalanırken buldum. Şimdi ise Cihangir'in omuzunda yere bakıyordum. Tabii yine cırlamayı ihmal etmedim. "Manyak adam! Ne yapıyorsun?"

Beni umursamayıp banyoya yol alırken çok netti. "Emre itaat ediyorum komutanım."

Banyoya geldiğimizde beni dikkatlice yere indirdi. Kaşlarım çatılırken ellerimi belimin iki yanına koydum. "Al işte, kaçtı bütün uykum."

Benim huysuz hâlime şaşkınlıkla bakarken burnumu sıktı. "Sabah sabah ne oldu sana bilmiyorum ki."

Arkasını dönmüş banyodan çıkarken homurdanıyordum hâlâ. "Burnum acıdı. Uyuz adam."

Elimi yüzümü yıkayıp banyodan çıkmamla daha iyi hissediyordum kendimi. Biraz önceki huysuzluğumun sebebini ben de bilmiyordum ama kendimi fazlasıyla yorgun hissediyordum. Üzerimi değiştirmek için yatak odasına geçtiğimde Cihangir'i bulamadım. Aşağıda olduğunu düşünerek dolabıma yöneldim. O sırada gözlerim yatağımıza ilişti. Her zamanki gibi Cihangir benden önce toplamıştı.

Bu adam her kızın hayalindeki erkekti herhâlde ama benim kocamdı.

Kızlar...

Üzgünüm ama benim...

Şaka yaptım üzgün değilim.

Kıkırdayarak kendime turuncu renk bir elbise çıkarttım. Sabah sabah ruh hâlim beni bile şaşırtıyordu. Üzerinde çiçekler bulunan çift askılı, hafif dekolteli, uzun, iki yanında yırtmaçlar bulunan elbisemi üzerime geçirdim. Boynumda sürekli duran kolyeme aynanın önündeki yüzüklerimi de ekledim. Saçlarımı biraz düzenleyip serbest bıraktım. Hafif de bir makyaj yaptım.

İşimin bitmesiyle odadan çıktım. Aslında bugün benim için çok önemliydi. Çünkü Cihangir'le klinik için ilk adımı atacaktık. Dedesinin ölümüyle Cihangir için biraz daha zor olmuştu bazı şeyler. Cenaze merasimi ve bunun akabinde gerçekleşen yoğun bir kalabalıkla başsağlığı dileyenler Cihangir'i bayağı yormuştu. Kendi içinde yaşadıklarını saymıyorum bile. Tabii bir de yalnız bilinen Selim Bey'in gizemli torununun ortaya çıkması da birçok dedikoduya sebep olmuş, millet dua etmek yerine dedikodularla meşgul olmuştu. Basın bile bu haberlerle çalkalanmış lakin görüntü alamadıkları için Cihangir gizemli torun olarak kalmıştı. Bir hafta İstanbul'da kalmış, yedisinde de Selim Bey adına büyük bir Kur'an okutulmasıyla tekrar gelmiştik Ankara'ya. Bununla da kalmamış bir de kırkı için büyük bir mevlit yapılmıştı. Şimdi ise daha normaldi her şey. Tabii bir şey dışında. Artık benim eski hâlimden bile daha zengin bir kocam vardı. Dedesi bütün mirasını Cihangir'e bırakmıştı.

Aşağı indiğimde mutfaktan Cihangir'in sesi geliyordu. Kapıdan girdiğimde onu tezgâhın önünde, arkası dönük buldum. Üzerindeki lacivert tişörtü, altındaki siyah kotuyla ne kadar da yakışıklı duruyordu. Hem kulağına yasladığı telefonu omzuyla sıkıştırmış konuşuyor, hem de kahvaltı hazırlıyordu. Allah'ım hayallerimin de ötesinde bir eşe sahiptim.

Yanına ilerleyerek arkasından sarıldım. Başımı sırtına yasladım bir süre. Kokusunu içime çektim. Ne güzel kokuyordu. Bir de şu silahı aramıza girmese daha mutlu olacaktım. Yine de onun her şeyi bana huzur veriyordu. Telefonu kapatarak tezgâha bıraktı. Homurtularını duyarken araya girdim. "Arda Bey mi yine?"

Huysuzca onayladı. "Başka kim olabilir?"

Yapay bir kızgınlıkla devam ettim. "Vallahi kıskanacağım artık. Benden çok onunla konuşuyorsun."

Elindekileri bırakarak bana döndü. "Yetkilerin hepsi onda. Hâlâ ısrarla beni arıyor."

Gülümseyerek yanağını okşadım. "Ne olursa olsun bazı kararları yalnız vermesini bekleme."

Kollarını belime doladı. Yüzünde ise bu durumdan hoşnutsuz olduğunu gösteren bir ifade vardı. "Ben bir askerim İnci. Öyle holding yönetmek falan bana göre değil."

Çenesine bir öpücük bıraktım. "Bugün son kocacığım. Neye karar verdin peki?"

Selim Bey tüm mirasını Cihangir'e bırakırken aynı zamanda küçük bir de şart koşmuştu. Fazlasıyla akıllı bulduğum Selim Bey, Cihangir'den iki ay boyunca mirasını hiçbir şartla devredemeyeceğini belirtmişti. Bugün ise son günüydü. Muhtemelen Cihangir'in ani bir karar vermesini istememişti.

Elini kaldırarak saçlarımı sevmeye başladı. "İnci... Bu mirastan vazgeçersem bana kızar mısın?"

Tebessümle baktım gözlerine. "Bunu mirastan menedilen birine mi soruyorsun?"

Parmakları çenemi kavrarken gülümsedi. "Yine de ne düşündüğünü bilmek istiyorum."

Dudaklarım büzülürken düşünmeme gerek olmadığını biliyordum.

"Ben seni asker olarak sevdim, öyle âşık oldum sana. Allah'a şükür durumumuz da gayet iyi. Daha fazlasında gözüm yok Cihangir. Ben fazlasını da gördüm ama huzurlu değildim. Şimdi ise çok mutluyum. O yüzden ne karar verirsen arkandayım."

Beni kendine çekmesiyle sıkıca sarıldı. Başıma konan öpücükler gülümsetirken huzurla başımı göğsüne yasladım. "Sen başıma gelen en güzel şeysin sarışın."

Gülerek geri çekildim. "Ama bugün beni dondurma yemeye götüreceksin yüzbaşı. Zengin kocam varken bunu değerlendirmeliyim."

Küçük bir kahkaha atarak tekrar tezgâha döndü. "Sana bütün dondurmalar feda olsun."

Birlikte güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra Cihangir'le benim için bulduğu yere baktık. Eve çok yakın olması ve işlek bir caddede bulunuyor oluşuyla hoşuma giderken şimdiden kliniğimle ilgili hayallere dalmıştım bile. Oradan sonra güzel bir yerde dondurma yemiştik. Daha sonra Cihangir beni eve bırakarak işine dönmüştü.

Eve gelir gelmez Arya'yı aradım. Ona çektiğim dükkânın fotoğraflarını gönderip bir sürü fikir aldım. Yanıma geleceğini söyleyen kuzenim hiçbir fırsatı kaçırmıyordu.

Arya için klinik bahane, Akın şahaneydi sanırım.

İşin güzel yanı, yarın Burçak da buraya taşınıyordu. Sonunda tayinini Ankara'ya aldırmıştı. Ona buradaki kiralık evlerden birini tutmuştuk. Tek kişi için biraz büyüktü fakat ileriye yönelik tutmuşlardı. Yakında evlenecek olan arkadaşım, Giray'la bu evde yaşayacaktı.

Bir süre evi temizlemekle uğraşmış sonra da akşam yemeği hazırlamak için mutfağa geçmiştim. İyiden ev hanımlığına soyunan ben giderek uzmanlaşıyordum. Lakin çalıştığım zamanları çok özlemiştim ki kavuşmama az kalmıştı. Ne yemek yapacağımla ilgili düşünürken çalan telefonum dikkatimi dağıttı.

Telefonu elime aldığımda kapıdaki güvenliğin aradığını gördüm. Güvenlik beni arayınca aklıma kötü şeyler geliyordu. "İnci Hanım misafiriniz var."

İkinci bir Arda vakası yaşamamak adına temkinli bir şekilde sordum. "Kim?"

"Kerem Sargın efendim, kardeşinizmiş."

Şaşkınlıkla ama aynı zamanda heyecanla onayladım. "Evet. Bekliyorum kendisini."

Telefonu anında kapatmamla kapıya ilerledim. Kerem bana geleceğinden hiç bahsetmemişti oysa. Kesin bana sürpriz yapmak istedi. Aslında bir aydan az olmuştu görüşeli fakat yine de gelişi beni çok mutlu etti. Heyecanla kapıyı açtığımda ise beklediğim kişi yerine anne ve babam çıktı karşıma. Şaşkındım, hiç olmadığım kadar. "Anne... Baba..."

Bir anda öne atılan annem normalde pek yapmadığı bir şey yaparak bana sarıldı. "Kızım... Nasıl da özledim seni."

Geri çekilmesiyle uzak uzak baktım anneme. "Beni mi?"

Dediğimi duymazdan gelen annem beni kenara iterek yanımdan geçti. Arkasından gelen babam da sesini sıcak tutmaya çalışsa da ona yabancı duruyordu. "Hoş geldin demek yok mu?"

İkinci bir şok dalgası bedenimi sararken zorla yutkundum. "Beklemiyordum..."

Babam tamamlamama müsaade etmeden içeri girerken en arkada üzgün gözlerle bakan Kerem'le baş başa kaldık. "Kerem ne oluyor?"

Bana doğru bir adım atan kardeşim gergindi. "Abla..."

O anlatamadan annemin sesi geldi. "İnci, hizmetçin nerede?"

Kaşlarım havalanırken arkamı döndüm. Bilmediğim bir hizmetçim mi vardı benim? "Yok ki."

Garip garip bana bakan annem tam salona ilerleyeceği sırada cırladım. "Ayakkabılar..."

Annemle babam panik hâlimi görünce neye uğradıklarını şaşırdılar. "Ne diyorsun İnci?"

Babamın sert sesiyle gözlerimle ayakkabılarını gösterdim. "Evime öyle giremezsiniz. Hatta neden girdiğinizi de anlamış değilim."

Annemle babam ilginç bir şey duymuş gibi birbirine bakarken dolaptan çıkardığım terlikleri önlerine bıraktım. Mecburen dediğimi yapan annem homurdanmakla meşgul olsa da duymazdan geldim. Salona geçtiğinde babam koltuklardan birine kurulmuştu bile. Fakat annem etrafı incelemekle meşguldü.

"Bu zevksiz seçimler kocana mı ait İnci?"

Omuz silkerek içimi ısıtan evimde göz gezdirdim. "Hayır, bana."

Annem burun kıvırarak koltuğa oturduğunda Kerem de tekli koltuklardan birine oturdu. "Gelişinizi neye borçluyum?"

Açık sözlülüğüm annemin tepkisine yol açtı. Belli ki bir süre daha birbirimizi kandırmaya devam edecektik. Ya da sadece onlar beni. "Hep böyle saygısız oldun İnci. Sana nezaketi bir türlü öğretemedim."

Buruk bir tebessüm sundum. "O yüzden mi beni evlatlıktan reddettiniz?"

Annem verecek cevap bulamıyor olacak ki babam boğazını temizleyerek dikkati üzerine çekti. "Damat ne zaman geliyor?"

Ağzım açık kaldı. Kulaklarım yanlış mı duydu yoksa babam damat mı demişti? Hayret ediyordum bu ani değişimlere. "Damat mı?"

Benim şaşkın hâlime dayanamayan Kerem müdahale etti. "Baba, ablam aptal değil. Kızınızı kandırmak yerine dürüst olun."

Bakışlarım Kerem'i bulurken ilk defa onu böyle sert gördüm ama haklıydı. Neydi bu şimdi?

"Bence de, konu her neyse açık açık söyleyin artık."

Annemle babam birbirleriyle bakıştı, bir süre sonra annem ipi göğüslemiş olacak ki yine hesap sorar gibiydi. "Cihangir'in dedesinin Selim Aksoy olduğunu bize nasıl söylemezsin İnci?"

Kerem'e döndüm hemen. Bunu tek bilen Arya ve oydu çünkü. Mahcup bakışlar atan kardeşimi es geçerek tekrar anneme odaklandım. "Söylenecek bir şey yok. Biz de yeni öğrendik zaten."

Babam özüne dönmeye başladı. "Ne demek yok? Şirket için ne kadar önemli biliyor musun sen?"

Umursamazca omuz silktim. Şirket içindi zaten her şey. Hiç İnci için olmamıştı. "Umurumda bile değil."

Tavrım babamı daha çok sinirlendirdi. "Sen zaten aileni ne zaman düşündün ki? Senin yüzünden o Tuna olacak şerefsiz bizi oyuna getirdi. Şirket batmak üzere."

Alaylı bir homurtu çıktı burnumdan. Hâlâ mı demek istiyordum. Hâlâ mı Tuna? Ben evliydim. Kocam bu kapıdan içeri girse ve bu ismi duysa ortalığı birbirine katardı. "Çok sevdiğiniz, uğruna beni bile harcadığınız Tuna mı sizi oyuna getirdi? Aslında ne düşünüyorum biliyor musunuz, az bile yapmış."

Babam hiddetle ayağa kalktı. "Sen ne biçim bir evlatsın?"

Annem babamla arama geçerek durumu yumuşatmaya çalışıyor olacak ki babama ters bir bakış attı. "İnci, ailene yardım etmek zorundasın. Artık çok zenginsin." Duraksayan annem etrafına bakındı. "Gerçi hâlâ neden bu kulübe gibi yerde yaşadığını anlamadım ama..."

Çünkü parayı değil de huzuru seçiyordum ki durumumuz da pek çok aileye göre lüks sayılırdı. İnsanoğlu fazlasını istemeye bayılıyordu.

"Bu ev dubleks anne. Ayrıca bize fazla bile. Kusura bakmayın ama ne yazık ki ben zengin değilim. O miras kocamın ve çok istiyorsanız ondan isteyin."

Annemin gözleri kısıldı. "O kendini beğenmiş serseriyle babanı mı muhatap edeceksin yani?"

Ufaktan başım ağrımaya başlamıştı bile. "Kocamla ilgili dikkatli konuş!"

Sert çıkan sesimle annem tekrar yumuşadı. "Aman canım neyse ne."

Tam tekrar konuşacağım sırada kapının açılma sesini duydum. Hepinizin dikkati o yöne kayarken görüntüden önce ses geldi. "İnci, ben geldim güzelim."

İçimi basan sıkıntı daha da kötüye gidecek düşüncesiyle beni tuhaf bir duruma düşürürken Cihangir'in neden erken geldiğini merak ediyordum.

Salonun çıkışına doğru zor da olsa adımladım. Nedense kendimi yine hâlsiz hissetmeye başlamıştım. Ben çıkamadan karşımda görünen Cihangir'in gülen yüzü arkamdaki manzaraya takılınca öyle bir sertleşmişti ki ben bile korktum. Zoraki bir tebessümle gülümsedim. "Hoş geldin canım."

Bakışları annemle babamda gezerken eliyle beni kendine çekip başıma sahiplenen bir öpücük kondurdu. "Hoş buldum İnci'm." Bakışları bana dönerken asık suratımı fark etmişti sanırım. "İyi misin?"

Cevap vermek yerine başımla onayladım. Elimden tutarak benimle ortaya ilerleyen Cihangir, babamın önünde durdu. "Hayırdır Mümtaz Bey, bu gelişinizi neye borçluyuz?"

Cihangir'in sert ve tok sesiyle kendinden emin hâli bile her şeye bedeldi. Zeki hâli bile âşık olma sebebimdi.

"Kızımın yanına gelmek için sebep mi lazım?"

Ukala bir gülümsemeyle bakan Cihangir oldukça kendinden emindi. "Şimdi mi hatırladınız kızınız olduğunu?"

Babam hiddetle bağırdı. Gücü yetmediği, altta kaldığı ne varsa sesini yükselterek çözmeye çalışıyordu. "Haddini bil! Biz buraya kızımın hakkını aramaya geldik."

Sesler ufaktan uğultu şeklinde gelmeye başlamıştı artık. Cihangir şaşkın bir şekilde babama bakıyordu.

"Kızınızın hangi hakkı kaybolmuş da arıyorsunuz?" Alaylı bakışlarına sözlerini de ekledi. "Anlaşılan burnunuz iyi koku alıyor."

Babamın vereceği cevabı bilirken bu kadar düşecek olması ve bunu beni katarak yapıyor oluşu daha da canımı acıttı. Yerin dibine geçiyordum. Daha fazla kocamın önünde ne kadar rezil olacaktım ki?

"Bütün başımıza gelenler senin yüzünden. O mirasta kızımın da hakkı var."

Duyduklarım kulaklarımda yankılanırken duymamış olmak isterdim. Elim başıma gitti bir an. İyiden başım dönmeye başlamıştı.

"Çok geç kaldınız Mümtaz Bey. Bütün mirasımı bağışladım. Şimdi kapımda dilenmeyi bırakın da defolup gidin evimden."

Cihangir'in sözleri herkesi muma çevirirken ortamı bir sessizlik kapladı. Ya da ses vardı ama ben duyamıyordum, bilemiyorum. Bir an Kerem'in bana seslendiğini duyar gibi oldum. Bacaklarım beni taşımakta zorlandığı anda Cihangir'in dikkatini çekmek için elini sıktım. "Cihan..."

Cılız çıkan sesime inat en son Cihangir'in gür sesi yankılandı kulaklarımda. "İnci... İnci'm..."

Sonrası ise kocaman bir karanlık...

 

 

💛💛💛

 

 

Bir sonraki bölüm final bölümü olacak.

 

 

Görüşmek üzere hoşça kalın 😇

 

 

İnstagram: soylumery

Bölüm : 10.12.2024 23:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...