@soylumery
|
Keyifli okumalar....🥰 Küçük yaşantılarımıza neler sığdırmıyorduk ki; acılar, neşeler, mutluluklar, hüzünler, doğrular ve tabii ki yanlışlar ama hepsi bir şekilde hayata devam etmemizi sağlıyordu. İnsanoğluna bahşedilen en güzel şeylerden biri de zamandı bence. Söylediğim şeyi küçümsemeyin. Rab'bimin bize bahşettiği en güzel şeylerden biri de unutmak mesela. Tabii ki fazlası sorun, ama dozunda olanı elbette güzel. Ben de unutuyordum zamanla. Şimdilik yaşadıklarımı değil de hissettiklerimi. Aradan geçen bir haftada daha iyiydim. Yanağımdaki kızarıklık çoktan geçmişti. İşime hızla dönmüş rutinimi devam ettiriyordum. Bu durumdan fazlasıyla mutluydum. Çalışmayı seviyordum. Çalışmak, en önemlisi de mesleğimi yapmak beni daha da güçlü kılıyordu. Eskiden İstanbul'da da küçük bir pet hayvan kliniğim vardı fakat ailem ve zengin kesim yüzünden kapatmıştım orayı. Annem sürekli işlerime karışarak kendi kokoş arkadaşlarını getiriyordu. Arkadaşlarının hava atmak için aldıkları köpek, kedi gibi küçük hayvanlarıyla ilgileniyordum sürekli. Hayvanları sadece uzaktan seven nişanlım -pardon eski nişanlım- sürekli paraya ihtiyacım olmadığını söyleyerek onun tabiriyle sevimsiz tüylü yaratıklarla ilgilenmemem gerektiğini dillendiriyordu. Elit çevrenin ise birbirleriyle yarışarak aldıkları hayvanlardan daha hasta ve nazlı hâlleri, gösteriş için gereksiz, hayvanı rahatsız edecek işlemler yaptırmak istemeleri, aşılarını yaptırırken hayvandan çok acı çekiyormuş gibi davranmaları beni sevdiğim meslekten uzaklaştırıyordu. Bir hayvan sahibinin, yavrusunun canı acırken bakamayıp üzülmesini anlıyordum ama aşı sırasında timsah gözyaşlarıyla özçekim yaparak hayvanı sakinleştirmesi gerekirken sosyal medyada paylaşmasını ve ameliyata almışım gibi davranmasını anlayamıyordum. İşte bu yüzden bir süre sonra dükkânı kapatıp kepenkleri indirmiştim. Tabii yine de haksızlık etmek istemem. Gerçek anlamda hayvansever birçok iyi müşterimi kaybetmiştim. Fakat şimdi özgürdüm. Kendi kliniğimde severek, gösterişten uzak sadece mesleğimi icra ediyordum. İnsanlar bana gerçekten ihtiyacı olduğu için, hayvanlarını düşünerek geliyorlardı. Hatta kırsal kesimlerde büyükbaş hayvanlara duyulan sevgi ve aralarında kurdukları bağ beni hem şaşırtıyor hem de hayran bırakıyordu. Biz bu meslekte Hipokrat yemini etmiyorduk belki ama merhametli olup vicdanı dinlemek gerekiyordu elbette. Bir de sevmek... Bir hayvanı sevmeyen, insanı ve doğayı da sevemiyordu işte. Sabah kalktığımda Burçak çoktan işe gitmişti. Lavaboya girerek işlerimi halledip tekrar odama geçtim. Bugün hava çok güzeldi ve buranın yazı gerçekten baskın bir mevsimdi. Üzerime mavi çiçekleri olan ince askılı bir bluz geçirdim. Altıma da siyah bir kot giydim. Ne yazık ki mesleğim gereği elbise, etek tarzı şeyleri pek giyemiyordum. Hele de sahada çalışmak buna hiç müsaade etmiyordu. Dudağıma sadece pembe parlatıcımı yedirirken gözlerime de rimel sürdüm. Hafif dalgalı saçlarım dünden kalan maşanın etkisindeydi. Biraz düzelterek açık bıraktım. Gözlüğümü başıma geçirerek çantamı ve telefonumu aldım. Kapının önünde topuklu ayakkabılarımı da ayağıma geçirip evden çıktım. Yolda Yusuf'u aramıştım. "Günaydın Yusuf. Klinikte misin?" Neşeli sesi hemen kulaklarımda yankılandı. "Günaydın İnci abla. Evet, biraz önce geldim." Arabayı sürerken dikkatli bir şekilde önüme bakıyordum. "Çayı koy o zaman canım. Simitleri alıp geliyorum ben de." "Oo koydum bile." Farklı bir durum beklemem yanlıştı zaten. "Harikasın." Telefonu kapatıp yolda simit almak için mola verdim. Kısa sürede kliniğe geldiğimde arabayı park ettim. "Simitler geldiii..." Neşeli bir şekilde içeri girdiğimde karşımda Yusuf'u beklerken gördüğüm adamla susmak zorunda kaldım. Kısa süreli bir şaşkınlık geçiriyordum. "Cihan... Beklemiyordum." Yavaş adımlarla yanına ilerledim. Masamın başında ayakta dikilirken aldığım notları inceliyordu. Benim gelişimle bırakarak bakışlarını bana çevirdi. "Nasıl olduğunu merak ettim." Üzerine giydiği mavi tişörtü ve kot pantolonuyla kumral saçları, sinekkaydı tıraşı ve sıradan olmasına rağmen her seferinde dikkatimi çeken ela gözleriyle yine yakışıklı görünüyordu. "İyiyim." İkimiz de birbirimizin gözlerinde garip bir ışığın peşine düşmüş kaybolurken Yusuf kendimize gelmemizi sağladı. "Geldin mi İnci abla? Hadi, masa hazır. Cihangir abi de kahvaltıda eşlik eder bize." Kaşlarım havalanırken bakışlarımı Yusuf'a çevirdim. Hemen de tanışmışlardı. Hatta abisi bile olmuştu Cihangir. "Siz tanıştınız mı?" Gülümseyerek Cihangir'i işaret etti. "Evet, Cihangir abi askermiş ve senin arkadaşın olduğunu söyledi." Kısılmış gözlerimi Cihangir'e diktim. Dudaklarında gezen kıvrımlar dikkatimi çekti. Bir ben bilememiştim zaten ne olduğumuzu. Nişanlı mı, arkadaş mı yoksa iki yabancı mı belli değildi. "Evet, arkadaşım olur kendisi." Yusuf aceleci bir tavırla arka tarafa yöneldi. "Hadi abla çaylar soğuyacak." Yanı başımda duran adama baktım bir kez daha. "Bize eşlik edersin değil mi?" Dudaklarını nemlendirip gözlerime baktı. Bu soruyu bekliyor muydu onu bile anlayamıyordum. "Rahatsız etmek istemem. Zaten kısa süreliğine uğramıştım." Geniş bir gülümseme yaydım yüzüme. "Saçmalama, gel lütfen." Arka tarafa geçerek küçük bir masa ve sandalyelerin olduğu kısma ilerleyip oturduk. Elimdeki simitleri bir tabağa yerleştirerek masaya koydum. Bir parça alıp Cihangir'e uzattığımda gülümsedi. "Kusura bakma fazla bir şey yok ama..." Kahvaltımız sade ama güzeldi. Peynir, zeytin, domates, salatalık ve salamdan oluşuyordu. Bize de yetiyordu doğrusu. Belki kimilerine göre lükstü fakat benim eski yaşantımı düşününce... Düşünmesem daha iyiydi sanırım. Cihangir masaya kısa bir göz gezdirip gülümsedi. "Emin ol gördüğüm birçok kahvaltının yanında lüks kalır." O askerdi. Eminim ki çok zor şartları olmuştu. Bense hep iyi şartlarda yaşamıştım. Benim maddi açıdan en çok zorda kaldığım zamanlar bugünün şartlarından fazla değildi. Birbirimizden belki de çok farklıydık. Buruk bir tebessüm gönderdim. "O zaman afiyet olsun." Çayımı yudumlayıp kahvaltılıklardan yerken bir yandan da Yusuf'un meraklı sorularını dinliyordum. Sürekli Cihangir'e işiyle ilgili sorular soruyor, nasıl asker olunacağını öğrenmeye çalışıyordu. Hatta benim fark etmediğim Cihangir'in belindeki silahın modeline kadar sormuştu. Cihangir ise her seferinde onu sabırla cevaplayıp kahvaltısını yapıyordu. Anlattığı her şeyi dinlerken ben de öğreniyor, hayranlıkla onu izliyordum. Duruşu, oturuşu, ufak tebessümleri, konuşurken her kelimeyi özenle seçmesi büyüleyiciydi. Çay bardağını kavraması dudaklarına götürüşü... Ah ne diyordum ben. "Yusuf yeter artık. Adama kahvaltısını yaptırmadın." Anlık çıkışım ikisinin de bana bakmasına sebep oldu. Açıkçası ben de böyle bir çıkış yapmayı beklemiyordum. "Kusura bakma abi, çok soru sordum." Yusuf'un mahcup bakışlarıyla içim burkulmuştu. Cihangir çayından bir yudum alıp Yusuf'un başını okşadı. "Sorun değil. İstediğini sorabilirsin." Tekrar gözleri parlayan Yusuf heyecanla bana döndü. "İnci abla, ben veteriner olmaktan vazgeçtim. Lise bitsin asker olacağım." Elimdeki çatalı bırakıp kaşlarımı çattım. Daha dün benim gibi olmak istediğini söylüyordu. Ne değişmişti şimdi? "Hani benim gibi olmak istiyordun?" Haylaz bakışlarını bana dikip gözlerini kırpıştırdı. Belli ki Cihangir'den etkilenmişti. Hoş, etkilenilmeyecek bir adam da değildi ya neyse... "Ama asker olmak daha havalı. Hem o zaman bütün güzel kızların gözü bende olur." Gülümseyerek elimdeki simitten bir parça kopardım. "O nereden çıktı?" Sorumu bekler gibi heyecanla atıldığında pişman olmak için çok geçti. "Ee sen iki saattir gözünü Cihangir abiden alamıyorsun." Elimdeki parçayı ağzıma atmış yavaşça çiğnerken Yusuf'un söylediklerini duyunca donup kaldım. Zar zor çayımdan bir yudum alarak ağzımdaki lokmayı yuttum. Bir iki öksürmemin ardından Cihangir'e yandan bir bakış attım. Gözleri tabağında olmasına rağmen dudakları kıvrılmış sırıtıyordu. Yanaklarımın yandığını hissederken Yusuf'a döndüm. "Sen yanlış görmüşsün, benim baktığım falan yok. Hem sadece havalı diye bir meslek seçilmez. Önemli olan işini sevip doğru yapman." Şimdi Yusuf da sırıtıyordu. Gözlerim kısıldı. Küçük oyuncu yapmıştı yapacağını. "Neden kızdın ki İnci abla? Ben yine severim mesleğimi." Derin bir iç çekip somurttum. Yusuf'a kızgın bakışlar atıyordum ama olan olmuştu. Cihangir'in eline çoktan koz geçmişti. O esnada kapıdan gelen açılma sesiyle Yusuf yerinden fırladı. "Ben hemen bakarım." Onun çıkmasıyla Cihangir'le baş başa kaldık. Ona yandan bakışlar atmakla meşguldüm. Sakince elindeki çatalı bırakıp başını kaldırdı. Dudaklarında yaramaz bir gülüş vardı. Elimi kaldırarak işaret parmağımı salladım. "Sakın gülme!" Gülümsemesi yüzünde daha da büyürken tekrar kızdım. "Gözlerimi senden alamadığım falan da yok, tamam mı? Kendini fazla yakışıklı zannetme." Yüzündeki gülümseme alaylı bir hâl alırken başını salladı. "Hıhı." Beni resmen dikkate almıyordu. Yusuf her şeyi bitirmişti zaten. Bu gerçekten utanç vericiydi. Daha ne kadar kızarabilirdim ki. Yanaklarım yanıyordu. Sinirle dişlerimi sıkarken Yusuf içeri girdi. "Abla bir adam geldi. Seni görmek istiyor." Havayı dağıtan sözlerle yerimden kalktım. "Tamam ben ilgilenirim." Ön tarafa geçtiğimde karşımda Deniz'i bulmak beni şaşırtırken birkaç adımda yanına ulaştım. "Deniz... Hoş geldin." Beni gördüğü anda dudaklarındaki tebessüm biraz daha büyüdü. "Hoş buldum. Nasılsın İnci?" Hâlâ şaşkınlığımı atamazken dudaklarımı ıslattım. "İyiyim. Sen?" Bir adım daha atarak aramızdaki mesafeyi azalttı. "Teşekkür ederim. Geçenlerde Burçak rahatsız olduğunu söylemişti. Birkaç gündür yoğundum. Bugün fırsatını bulmuşken geleyim dedim. Hem bir geçmiş olsun derim hem de yeni kliniğini görmüş olurum diye." Elinde bana uzattığı küçük hediyeyi mahcup bir şekilde kavradım. "Çok teşekkür ederim ama gerek yoktu. Zahmet etmişsin." Kahverengi gözlerini gözlerime dikti. "Olur mu hiç öyle şey?" Kaçırdığım bakışlarımı elimdeki pakete düşürmüş bakarken bir an kendime geldim. "Ah... Kusura bakma gelmene şaşırdım da biraz," Elimle koltukları gösterdim. "Otursana." Koltuklara yönelirken arkamda duyduğum ses olduğum yerde öylece kalmama sebep oldu. "Kim gelmiş canım?" Yüzbaşı bana canım mı demişti yoksa bana mı öyle geliyordu? Allah'ım ne yaşıyordum ben böyle? Bir adım gerileyerek Cihangir'e döndüm. Yüzüne baktığımda çatık kaşlarıyla sadece Deniz'e bakıyordu. "Deniz gelmiş, geçmiş olsun demek için." Buruşan suratı memnuniyetsiz olduğunu belli ediyordu. "Öyle mi? Ne kadar ince bir davranış." İğneler bir şekilde konuşmasının ardından yanımıza yaklaştı. "Yalnızsın sanmıştım." Deniz'in mırıldanan sesiyle başımı ona çevirdim. Kendimi annesiyle eşi arasında kalmış koca gibi hissediyordum. Ben cevap veremeden Cihangir elini uzattı. "Hoş geldin." Daha çok niye geldin der gibi konuşan Cihangir'e cevap gecikmedi. "Hoş buldum." Deniz'in de hoş bulmadığı aşikârdı. Elini bir süre çekmeyen Cihangir, en sonunda zorla da olsa geri çekildi. Fakat bu sefer de bakışları elimdekine düştü. "Bu ne?" Gözlerimi kutuya çevirip tekrar kaldırdım. "Deniz kliniğe küçük bir hediye almış." Yine hoşlanmamıştı durumdan. Derdini anlayamıyordum. Huysuz çocuk gibi davranıyordu. "Aman ne güzel." Mırıldanarak konuşurken hediyeyi elimden alıp masaya bıraktı. "Hadi geç kalıyoruz sinemaya canım. Çantanı al da çıkalım." Şaşkın bir şekilde Cihangir'e bakarken jetonumun düşmesi uzun sürmedi. Deniz'in gitmesi için böyle söylediğini anladığımda, yine de ağzım açık kaldı. Çünkü böyle bir tepkiyi beklemiyordum. Yaptığından dolayı kaşlarım çatılırken hâlâ birbirimize bakıyorduk. Resmen adamı kovuyordu. Hem de benim kliniğimden... "Ben gitsem iyi olacak. İşlerim vardı zaten." Deniz suratını asmış, gitmekten başka çaresi olmadığının farkındaydı. "Bir zahmet." Cihangir homurdanırken hızla dirseğimi karnına geçirdim. Fakat bu onda herhangi bir etki yaratmadı. Durumu toparlamak adına Deniz'e elimi uzattım. "Kusura bakma lütfen. Gelmene çok sevindim. Yine beklerim." Elimi sıkarak tebessüm etti. "Gelirim tabii. Görüşürüz." Samimi bir tebessüm sundum. "Görüşürüz." Deniz çıkar çıkmaz kaşlarımı çatarak Cihangir'e döndüm. "Bu yaptığın neydi şimdi?" Ellerini cebine koyarak omuz silkti. Umursamaz tavrı sinirlerimi daha da bozarken kızdım. "Yaptığın çok ayıp. Resmen kovdun adamı. Nezaketen buraya kadar hediye alıp gelmiş. Az daha dursa dövecektin." Bana doğru yaklaşarak tam önümde durdu. "Ya ne yapsaydım? Benimle nişanlı olduğunu bildiği hâlde sana asılıyor it herif. Dua etsin de ağzını burnunu kırmadım." Kaşlarım havalanırken kollarımı göğsümde birleştirdim. "Sen de benim nişanlı olduğumu düşünmüyor musun?" Yüzü yine ifadesizleşti. Kızmıştı sözlerime. Birbirimize olan sert bakışlarımızı Yusuf'un sesi böldü. "Biliyordum... Aranızda bir şey olduğunu biliyordum." Yusuf'un heyecanı tüm dikkatimi dağıtırken bir anda neye uğradığımı şaşırdım. Bu çocuk akıllanmayacaktı. "İnci abla neden bana nişanlı olduğunuzu söylemedin?" Cihangir hâlâ ifadesiz gözlerle bakıyordu bana. Hâlimize gülmekle ağlamak arasında kararsızdım. Yusuf'a dönerek tek kaşımı kaldırdım. "Yusuf, sen şu yarım kalan testleri çözmeye başla istersen. Asker olmak için de çalışman gerekiyor." Uyarımı anlayan Yusuf hemen arkaya tüydü. "Atladığın bir şey var İnci. Ben sana asılmıyorum." Cihangir'in soğuk sesi içimi ürpertti. Sanki ben çok meraklıydım birinin bana asılmasına. Onun asılmadığını da biliyordum. Fakat gerçek nişanlım gibi davranıyordu. Tuna bile karışmazdı bana bu kadar. Zaten ona izin de vermezdim. "Öyle mi Cihangir Yüzbaşı? Buna sevindim." Kaşları havalanırken yüzü alaylı bir hâl aldı. "Cihan'a ne oldu?" Yanaklarımı şişirip serbest bıraktım. "Niye hep en son takılman gereken şeylere takılıyorsun." Yine omuz silkti. "Bilmem. Belki de uzun zaman sonra bana Cihan diyen ilk kadın olduğun içindir." Bütün dikkatim anında dağıldı. Ben ne diyordum, neye kızıyordum bir anda hepsi gitti. Bu yüzden mi bu kadar ilgisini çekiyordu? Daha önce kim demişti acaba? Gözlerinde tekrar kaybolurken aklımda uçuşan soru işaretleri beni alıp götürüyordu. Derin bir iç çekti. "Ben artık gitsem iyi olur." Zor da olsa tebessüm ettim. "Nasıl istersen." Belki de böylesi daha iyiydi. Sürekli kafamı karıştırıyordu. Kendimi istemsizce onu düşünürken buluyordum ve bu benim için giderek tehlikeli olmaya başlıyordu. "Tamam o zaman görüşürüz." "Görüşürüz." Çıkışa yönelirken kapıyı açıp tam çıkacağı sırada tekrar bana döndü. Çıkmadan önce gözleri gözlerimde kenetlendi. Tok sesi kulaklarımda yankılandı. "Bu arada uzun bir süre burada olmayacağım. Başını belaya sokmamaya çalış." Ben konuşamadan çıkıp gittiğinde kalbimde hissettiğim boşluğun yanında küçük bir de sızı hissetmem normal miydi?
💛💛💛
Görüşmek üzere hoşça kalın.❤️💙
Instagram hesabım:soylumery |
0% |