@soylumery
|
Keyifli okumalar...🥰
Zamanın yapraklarıydı üzerimize savrulan. Yok olup giden günlerde saklıydı geçmiş. Her seferinde eskisinin yerini alan güneş aslında bir döngünün tekrarıydı. Yine de güzeldi yaşamak. Her yeni gün umut ve yeni bir başlangıç demekti. Fakat bazı zamanlar yanına beklemeyi iliştirirken sabrı da öğretiyordu. Üç hafta geçmişti. Koskoca üç hafta... Ne sesini duyabilmiş ne de bir haber alabilmiştim. Neden bekliyordum onu? Neden beni arayıp haber vermesini istiyordum? Neden bana uzun bir süre olmayacağını söyleyip gitmişti? Belki söylemese daha kolay olacaktı her şey. O zaman düşünmek zorunda kalmayacaktım. Şimdi kendime anlamsız bir sorumluluk duygusu yüklemiştim. O gün giderken öyle bir bakmıştı ki unutamıyordum. Ne kadar sürecekti bu gidiş, yoksa başına bir şey mi gelmişti? Asker beklemek böyle bir şey miydi? Eğer böyleyse gerçekten zor bir durumdu. Özellikle de oğlunu, eşini göreve göndermek, sonrasında sadece beklemek... Dayanması zor. Allah hepsine sabır versin. "Abla artık kliniği kapatmayacak mıyız?" Daldığım düşüncelerden Yusuf'un sesiyle kendime geldim. Masanın üzerinde oynadığım kalemi bırakıp yüzüne baktım. "Sen çık yakışıklı, ben kapatırım." Yusuf ikilemde kalmış gibi yüzüme baktı. "Emin misin abla? Ben bekleyebilirim." Hafifçe tebessüm ettim. "Hadi git eve, annen bekler." Yusuf'un çıkmasıyla derin bir iç çektim. Aklıma gelen şeyle telefonuma sarılıp Burçak'ı aradım. Telefon açılır açılmaz konuşmaya başladı. "Ben bu gece geç geleceğim tatlım. Evde yemek var ya da dışarda ye istersen." Sabırla dinledim onu. Daha ben ağzımı açamadan o bir sürü şey sıraladı. "Burçak önce bir 'alo' ya da 'efendim' demen gerekmez mi?" Kıkırdaması kulağımda yankılanıyordu. "Tatlım bunların hepsi vakit kaybı." Göremese de gözlerimi devirip devam ettim. "Ben aslında seni başka bir şey için aradım." Hemen panikledi. O bile benim hayatımın normal akışında olmasını beklemiyordu. "Yoksa bir sorun mu var?" "Hayır, yani evet. Biliyorsun işte Cihangir hâlâ gelmedi. Sende numarası vardı. Bana gönderir misin?" Burçak'ın telefondan duyulan kahkahasıyla kaşlarımı çattım. "Ben de daha ne kadar sabredeceğini merak ediyordum doğrusu." Huysuzca homurdandım. "Burçak, ne ilgisi var?" "Tamam tamam. Atarım şimdi. O sarıyı da sor bakalım, nerelerdeymiş? Neyse hasta geldi kapatıyorum ben." Onun da Giray'ı merak etmesi gülümsememi sağladı. Ne kadar yan çiziyor olsa da belli ki sarıyla ilgileniyordu. "Tamam teşekkürler canım kolay gelsin." "Enişteye selam söyle bebeğim." Suratıma kapanan telefona boş boş baktım bir süre. Bu kız çok fenaydı. Gerçeği bildiği hâlde hâlâ nişanlıymışım gibi davranıyordu. Kısa süre sonra gelen numarayı hızlıca telefonumun rehberine ekledim. Elim her seferinde aramak için ekrana dokunacak olsa da vazgeçiyordum. En sonunda cesaretimi toplayıp aradım. Fakat ne yazık ki ulaşılamıyordu. Ben sanmıştım ki... Yani ne düşünüyorsam artık. Adam göreve gitti ve ben aradığımda hemen ulaşmayı beklemiştim. Yok, bu böyle olmayacaktı. İçim daralıyordu benim. Moralim bozuk ayağa kalktım. Çantamı ve anahtarımı aldım. Telefonumu da çantanın içine atıp kapıya ilerledim. Işıkları kapatıp kliniğin kapısını kilitleyerek arabama yöneldim. Kısa sürede eve geldiğimde hemen üzerimi değiştirdim. Lavaboda işlerimi halledip mutfağa yöneldim. Evde yemek olsa da canım hiçbir şey istemiyordu. Dolaptan aldığım elmadan bir ısırık alarak salona geçtim. Televizyonu açmış kanallarda geziyordum. En sonunda bir film bulup izlemeye başladım. Geçen saatlerin ardından mayıştığım koltuktan kalkıp televizyonu kapattım. Odama ilerlerken kapının açılmasıyla arkamı döndüm. Burçak daha yeni geliyordu eve. "Hoş geldin." Yorgun bir şekilde içeri girerek kapıyı kapattı. "Hoş buldum. Yatıyor muydun?" Hafifçe başımı eğdim. "Evet." Anahtarını bırakıp yanıma ilerledi. "Ben de bir duş alıp yatacağım hemen. Çok yorgunum." Yanağına bir öpücük bırakıp gülümsedim. "Tamam. İyi geceler." Tekrar odaya yöneldiğimde arkamdan "İyi geceler," diye mırıldandığını duydum. Üzerime pijamalarımı geçirip lavaboya gittim. İşlerimi halledince tekrar odama gelip kendimi yatağa attım. Uzandığım yatakta telefonumu elime alıp tekrar baktım. Fakat ne arama ne de mesaj vardı. Boş boş galeriye girdiğimde fotoğraflarıma bakmaya başladım. Aklım Cihangir'deyken İstanbul'da çekildiğim bir fotoğrafa takıldı bakışlarım. Üzerimdeki askılı ve altımdaki şort yaz ayının göstergesiydi. Açık olan sarı saçlarım rüzgârda savrulurken gülümsüyordum. Arkamda ise erkek kardeşim iki kulak yapmış sırıtıyordu. Benim gibi mavi gözleri belirgin bir şekilde kendini gösterirken babamdan aldığı koyu kahve saçları bizi ayıran en belirgin özellikti. Ben ne kadar anneme benziyorsam Kerem de gözleri dışında bir o kadar babama benziyordu. Kerem... Onu çok özlemiştim. Şimdi üniversite ikinci sınıfa geçmişti. Arkamda bırakırken zorlandığım kişi tek o olmuştu. Ama neden gittiğimi bildiği için kızmamıştı bana. Aksine arkamda durup destek olmuştu. Kaçarken sadece o biliyordu gidişimi. Babam yüzünden onu hiç arayamamıştım. Çünkü birbirimize ne kadar düşkün olduğumuzu biliyordu. Bu yüzden ararsam bulurdu beni. Özlüyordum... Tek tesellim bu günlerin geçecek olmasıydı. Elim ağzımda esnerken telefonu kapatıp komodine bıraktım. Sarıldığım pikemi biraz daha üstüme çekip gözlerimi kapattım. Cihangir'i düşünerek kendimi uykunun tatlı kollarına bıraktım. Kulağıma gelen ses beni uykumun en güzel yerinde uyandırırken huysuzca mırıldandım. Yastığı başımın üstüne koysam da gelen sesi engelleyemiyordu. Bir süre dinleyip sesin telefonumdan geldiğini anladığımda tek gözüm kapalı elimle komodini yoklayarak telefonu kavradım. İlk önce saat dikkatimi çekmişti, ikiyi geçiyordu. O an ekranda arayan kişiyi gördüğümde hızla yerimde doğruldum. Kapanmadan telaşla telefonu açtım. "Cihan." Derin bir nefesin dışarı verilmesinin ardından konuştu. "İnci... İyi misin?" Sesini duymak içimi rahatlattı. Fakat onun sesi tedirgin geliyordu. "İyiyim. Ne oldu ki?" Uyku mahmuru ne konuştuğumun bile farkında değildim. "Beni aramışsın, başın dertte sandım. Uyandırdım mı?" Bu saatte ne olabilirdi ki? "Ha... Evet. Yani uyuyordum. Sen nasılsın?" Rahatlamış gibi sesi yumuşadı. "İyiyim. Ne için aramıştın?" Sorusu beni afallatırken ne desem bilemedim. "Şey... Yani... Şey için işte..." Uyku mahmuru daha da saçmalamayarak ofladım. Ben bu sorunun cevabını hiç düşünmemiştim ki? Yani bir cevabı vardı elbette lakin bunu söyleyemezdim şimdi. "Ne için İnci?" Elimi alnıma vurup aklıma gelen şeyle devam ettim. Bazen kafaya vurmak çalışmasını sağlıyordu. Sağlamıyorsa da şimdi işe yaramıştı. "Yusuf için." Bir süre sessizlik oldu. Ardından beni tekrar etti. "Yusuf için." Yutkunarak yerimde kıpırdandım. "Evet..." Kendimden emin bir şekilde yalanıma devam ettim. "O aramamı istedi de. Sana soracağı birkaç sorusu daha varmış. Ne zaman gelecek diyordu." Sahi Yusuf bunları ne zaman demişti? "Hım... Demek öyle." Demediyse bile artık demişti. "Evet. Ne zaman geleceksin? Yani Yusuf'a ne söyleyeyim?" Alt dudağımı ısırırken kendime kızıyordum. İki dakikada kendimi ele verecektim. Hatta belki de vermiştim. Derin bir iç çekip konuştu. "Yusuf'a belli olmadığını söyle." Hiddetle itiraz ettim. "Ne demek belli değil?" Dudaklarımı birbirine bastırırken gözlerimi kapattım. Yaptığımın farkına varıp düzeltmeye çalıştım. "Yani en azından bir süre söyleseydim çocuğa." Nefes alışlarından güldüğünü anlasam da bozuntuya vermedim. "Ne zaman olduğunu bilmiyorum İnci. Şimdi kapatmam gerekiyor. Kendine dikkat et ve beni merak etme." Kendimce itirazda bulundum. "Ben etmiyorum ki zaten. Yusuf için... Neyse... sen de kendine dikkat et." "Biliyorum, Yusuf için... İyi geceler ufaklık." Yine ufaklık diyerek telefonu kapatması moralimi bozarken suratım asık telefonu kenara bıraktım. Beni küçük kardeşi gibi görüyordu. Ben yirmi dört yaşında genç bir kızdım. Hatta yakında yirmi beş olacaktım. Nerem ufaktı benim? Moralim bozuk bir hâlde tekrar yatağıma sığınıp kaşlarımı çattım. Uyuz adam. Kendisi çok büyüktü sanki. Sahi büyük müydü ki? Çok da büyük gibi durmuyordu ama yine de büyüktü benden. Hem ne fark ederdi ki? Ne önemi vardı yani? Hayır, ben niye ufaklık oluyordum acaba... Saçma sapan düşüncelerimden kendimi kurtarıp gözlerimi kapattım. En azından sesini duymuştum. İçim biraz daha rahattı. Gözlerimi açar açmaz saate baktım. Sekize geliyordu. Yataktan kalkıp duşa girdim. Güzel bir duşun ardından havluma sıkıca sarınarak Burçak'ın odasına ilerledim. Kapıdan baktığımda hâlâ uyuduğunu gördüm. Sanırım bugün geç gidecekti. Odama girip hızlıca giyinmeye başladım. Altıma beyaz, dar bir kot üzerime de mavi, omuzları açık, etek kısımları dantelli, bol ve yarım kollu bir bluz geçirdim. Saçlarımı da kurutunca zaten düz olduğu için bir şey yapmama gerek kalmamıştı. Hafif bir makyajla birlikte hazırdım. Mavi bluzum gözlerimle uyum yakalamış, onların daha da belirgin olmasını sağlamıştı. Aynada son kez kendime bakıp görüntüden memnun kalarak çıktım odadan. Burçak'ı uyandırmadan buzdolabını açmış içinde elma aramakla meşguldüm. Mutfak konusunda beceriksizliğim sayesinde bir kahvaltı bile hazırlamaktan acizdim. Elma benim için hayat kurtarıcıydı. "Günaydın." Arkamdan gelen sesle yerimden sıçradım. Hâlâ uyku sersemi konuşan Burçak korkmama sebep olmuştu. Elimi göğsümün üzerine bastırdım. "Manyak! Korkuttun. Ne geliyorsun sessizce?" Hâlime gülmeden edemedi. "Nereden bileyim korkacağını?" Dolaptan bir bardak alıp su doldurdu. "Ee seninkiyle konuştun mu?" Elmamı yıkarken cevap verdim. "Gece aradı konuştuk. Ayrıca o benimki değil." Son söylediğimi duymazdan gelerek devam etti. "Ne zaman geliyormuş peki?" Yüzüm anında düşerken hırsla elmamdan ısırdım. "Bilmiyorum." Suyunu bitirip bardağını tezgâha bıraktı. "Gelir... Merak etme bu kadar, alışıktır o." Ağzımdakileri yutarak gülümsedim. "Senin sarıyı özledin mi yoksa?" Hemen dudaklarını büktü. "Ben mi? Yok daha neler?" Abartılı bir şekilde konuşmasına gözlerimi devirdim. "Tabii tabii..." Kapıya ilerlerken yine konuyu kapatıyordu. "Ben biraz daha yatacağım tatlım. Evden öğlen çıkmam gerekiyor." Peşine düştüm. "Ben de çıkıyorum zaten. Klinik yoğun bugün." Evden çıkıp kliniğe gelmemle yoğun bir iş temposuna başladım. Birkaç tohumlama ve kliniğe gelen yavru köpeğin gençlik aşısı, birkaç iç dış parazit aşıları derken yorucu bir gün oluyordu. Yusuf kliniğe gelen müşteriye ilaçları vererek gönderdiğinde çalan telefonumla masaya yöneldim. Ekrandaki Burçak'ın ismi beklediğim kişi olmasa da hemen telefonu açtım. "Efendim Burçak." "Güzelim, nasılsın?" Sakince sandalyeme oturup karşılık verdim. "İyiyim canım. Bugün yoğun biraz. Sen nasılsın?" Sesindeki anlam veremediğim bir tedirginlik vardı. "İyiyim. Bizim hep yoğun, biliyorsun," Kısa bir es verip devam etti. "Sana bir şey söylemem gerekiyor." Burçak'ın sonlara doğru daha da artan tedirgin sesi gizlemeye çalışsa da belli oluyordu. "Sorun ne Burçak?" Derin bir nefes alıp bir çırpıda konuştu. "Cihangir burada." Duyduğum isimle dikkat kesilirken durumu anlamaya çalışıyordum. Neden oradaydı? Birini görmeye mi gitmişti? Ya da... yaralı bir asker mi vardı? Bir anda aklıma gelen düşünceyle telefonu daha sıkı kavradım. "O... iyi mi?" Burçak yatıştırmak adına çabucak cevapladı. "Sakin ol canım. Sadece yaralı ve..." Kalbimde ince bir sızı hissederken devamını dinleyemedim. "Ben hemen oraya geliyorum."
💛💛💛
Instagram:soylumery |
0% |