Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm

@soylumery

 

 

Keyifli okumalar 🫶🏻🫶🏻

 

Bazen yaşadıklarımız, hissettiklerimiz bizi farklı beklentiler içine sürüklüyor. Kalbimiz aklımızın önüne geçiyor ve biz farkında olmadan kontrolü ele alıyor. Ne kadar mantıklı davranmak istesek de, düşündüğümüzde belki de asla yapmayacağımız şeyleri yapmaya başlıyoruz. Yaşadığımız bu duygu karmaşası olmaması gereken bir şey olsa da bunlar bizi biz yapan etkenlerdi.

Aşk en çok da hataya kapı açmak değil mi zaten?

Kalp işin içine girince aptallık da, kandırmak da kolay olur. Farkında olmadan, bilmediğimiz aşkın tutsağı oluruz da ruhumuz duymaz. Lakin usul usul çıktığınız aşk merdiveninde karşınızdaki kişinin ufacık bir hamlesi yeterlidir düşmek için.

Şimdi, daha basamakları yarılamadan dengemi kaybetmiş gibiydim. Elimi uzattığım adam kavramak yerine düşüşümü izler miydi?

"Ben gitsem iyi olacak."

Kapıya yöneldiğimde önüme geçti. Bakışlarımız tekrar birleşirken ela gözleri mavi gözlerimdeki kırıklığı göremiyordu. Sanki bomboştu bakışları.

"Niye geldin, niye gidiyorsun?"

Sabit tuttuğu sesiyle ben de sorduğu soruların cevabını arıyordum. Belki de hiç gelmemeliydim. Niye gelmiştim ki buraya? Ne görmeyi bekliyordum? Yaralı, yatağında yalnız başına yatan çaresiz bir adam mı? Bir kere adam askerdi. Defalarca alışık olduklarını dile getirmişti Giray. Ölüm tehlikesi olmayan bir yara onu ne kadar yatırabilirdi ki? İçimdeki sızıya anlam veremezken dudaklarımı ıslattım.

"Seni merak etmiştim, gördüm, gidiyorum işte. Hem habersiz de geldim zaten."

Söylediklerimle yüzü yumuşarken gözleri daha sevimli bir hâle büründü. Aslında her hâli ayrı bir yakışıklıydı. Sinirli hâli, gülümseyen hâli, üniformalı hâli hatta eşofmanlı hâli bile ayrı güzeldi. Uzun boyu, ela gözleri, kumral saçları ve en önemlisi de bakışları... Her şeyiyle dikkat çekiyordu işte. Mizacı sertti ama gülünce de hayran bırakıyordu kendine. Gerçi daha pek görememiştim ama... Çok konuşmayı sevmiyordu sanırım, genelde bakışları yetiyordu bir şeyi anlatmaya. Bu da ayrı bir hava katıyordu ona.

"Bunun için mi gidiyorsun yani?"

Sinirle kaşlarımı çattım. Daha ne olabilirdi ki? Hem kız arkadaşı olduğunu söyleseydi zaten hiç gelmezdim.

"Sizi rahatsız etmek istemem. Baksana gayet iyisin. Bakıma ihtiyacın yok senin. Olsa da kız arkadaşın bakar zaten."

Tekrar kapıya adım attığımda kolumdan tuttu.

"Gel buraya."

Beni içeri sürüklerken karşı koyamadan peşinden ilerledim. Kısa bir holün ardından salona girdiğimizde kolumu kurtardım. Karşımda gördüğüm esmer, uzun boylu güzel kadın bize şaşkınca bakarken biraz ilerisinde oturan Giray yine sırıtıyordu.

"Adresi bulmuşsun yenge."

Sessiz kalmayı seçtim. Durumu anlamaya çalışıyordum. Benim boş bakışlarımla karşımdaki kadın ayağa kalktı. Vücut hatları gerçekten güzel görünüyordu. Siyah düz saçlı, hoş bir kadındı. Muhtemelen benden büyüktü. Saçlarını at kuyruğu yaparak sıkıca toplamış, kot pantolon ve gömlek giymişti. Ne kadar sivil olsa da resmî duruyordu.

"Cihangir, Giray doğru mu söylüyor?"

Şaşkınlıkla Cihangir'e bakarken homurdanmaya başladı.

"Boş yapıyor yine."

Karşımda duran kadın tatmin olmamış olacak ki bana elini uzattı.

"Merhaba, ben Üsteğmen Merve Onay."

Tahmin ettiğim gibi asker çıkmasıyla şaşırmamıştım. Cihangir'in etrafında hep bir asker vardı zaten. Ha bir de doktor... O da ihtiyaç yüzünden. Ellerimizi birleştirdim. Ne yazık ki bir rütbem yoktu.

"Merhaba, ben de İnci."

Gülümsemesi yüzüne yayılırken Cihangir'e kısa bir bakış attı.

"İnci... Ne kadar güzel bir ismin var. Tanıştığıma memnun oldum."

Ellerimiz ayrılırken gülümsedim.

"Teşekkür ederim. Ben de."

Bakışları benden uzaklaşıp Cihangir'e ulaştı.

"Bu kadar beklemene şaşmamalı Cihangir. Değmiş doğrusu."

Kaşlarım çatılırken Cihangir de itiraz etti.

"Yok kızım bir şey. Bakma sen Giray'a."

Merve inanmayan bir bakış attı.

"Neyse bana müsaade. Serhat bekliyordu zaten."

Cihangir başıyla onayladı.

"Selam söyle Serhat'a."

Hazır ola geçen Merve parmaklarını alnına değdirdi.

"Emredersiniz komutanım."

Ben Merve'ye şaşkın şaşkın bakarken diğerlerini gülümsetmişti. Hemen arkasından Giray da ayaklandı.

"Dur, beraber çıkalım. Cihangir'in ilacı geldiğine göre ben de dinlenebilirim artık."

Cihangir'in sesi sertti. "Seni zorla tutan yoktu Giray."

Yanımızdan geçen Giray oldukça keyifliydi. "Badiler bu günler içindir dostum."

İkisi de giderken Cihangir onları yolcu etme gereğinde bile bulunmadı. Hâlâ aynı yerde dikildiğim için eliyle koltukları gösterdi.

"Otursana İnci."

Ev küçüktü, tam bir bekâr evi gibi duruyordu. Karşılıklı iki kanepe, iki tekli koltuk, ortada küçük bir halı ve üzerinde sehpa... Hepsi eski dursa da düzenli ve temiz görünüyordu. Kenarda ise küçük bir masa ve sandalyeler vardı. Kanepelerden birine geçip oturduğumda o da karşıma oturdu. Bir süre halının desenlerini inceleyip başımı kaldırdım.

"Ben Merve'yi kız arkadaşın sanmıştım."

Bakışlarını üzerimden ayırmayan Cihangir netti.

"Benim kız arkadaşım yok."

Dudaklarımın kıvrılmasına engel olamadım. Nedense cevap hoşuma gitmişti. Bozuntuya vermeden toparlanırken boğazımı temizledim.

"Nasıl oldun? Yaran nasıl?"

Öne doğru eğilerek dirseklerini iki bacağına yasladı.

"İyi durumda. Sadece biraz dinlenmem gerekiyor."

Onaylamayan bir bakış attım.

"Bu şekilde mi dinleniyorsun? Uzan hadi biraz."

Oturduğum koltuktan kalkıp yanına ilerledim.

"Gerek yok İnci. Böyle iyiyim."

Kolundan tutarak kanepeye uzanmasını sağladım. Kenarda duran küçük pikeyi de alarak üzerine örttüm.

"İşte böyle... Doktor olmasam da veteriner hekimim ve emin ol sana çok iyi bakacağım."

Tek kaşını kaldırıp garip bir bakış attı. "Bu söylediğine sevinmeli miyim?"

Bir an duraksayıp düşündüm. "Evet... Yani bu iyi bir şey." Tekrar ona baktığımda dudakları kıvrılmış beni izliyordu. "Aç mısın? Yemek yedin mi?"

Şimdi de kaşları havalandı. Her yaptığım onu şaşırtıyordu sanki.

"Yoksa bana çorba mı yapacaksın?"

Üzgünce dudak bükerek gözlerimi kaçırdım. Hiç düşünmemiştim bunu. Benden çorba mı bekliyordu acaba? Ama zordu yani...

"Şey... Aslında ben daha bir yumurta bile kıramıyorum. Çorba yapmaya kalksam ne olur Allah bilir. İstanbul'da bu işleri hep başkaları yapıyordu. Burada da Burçak yapıyor."

Ciddiyetini koruyarak devam etti.

"Peki karnımı nasıl doyurmayı planlıyorsunuz veteriner hanım? Mama falan mı getirdin yanında?"

Yanına oturup gülümsedim. En basit soruyu sormuştu şu an.

"Ha... ben dışarıdan söyleriz diye düşünmüştüm."

Kendisini tutamayarak sesli bir şekilde gülerken benim yüzüm çoktan asılmıştı. Ne var yani yemek yapmayı bilmiyorsam? İstanbul'da mutfağın yolunu bile bilmezdim ben. Bu dalga geçmesi için bir sebep değildi.

"Gerçekten harika bir hasta bakıcısın."

Dudaklarımı büktüm

"Dalga geçmesene."

Kendisini toparlayıp eliyle saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı.

"Kızma hemen. Hadi telefonumu uzat da sipariş verelim. Hem sen de acıkmışsındır."

Neden bana bu kadar yaklaşıyordu? Bazen tam bir buz kütlesi olurken bazen de o kadar sıcak davranıyordu ki ne yapacağımı bilemiyordum. Hele o nadir dokunuşları. İçimde bir şeylerin kıpırdanmasına, dokunduğu yerin yanmasına sebep oluyordu.

Sehpanın üzerinde duran telefonu uzattım. Bir yeri arayıp iki kişilik sipariş isteyerek kapattı. Kısa bir bekleyişin ardından kapı çaldı. Oturduğum koltuktan kalktığım sırada Cihangir de ayaklandı.

"Sen otur. Ben bakarım."

Mecburen onu beklerken kısa sürede elinde poşetlerle döndü. Ayağa kalkıp poşetleri elinden almak için ona doğru uzandım. Bana kararsız bakıyordu.

"Merak etme hazır şeyleri tabağa koyabiliyorum."

İkimiz de poşetleri kavradığımızda muzip bakışları üzerimde geziyordu.

"Ben bir an emin olamadım."

Kaşlarımı çatarak elindeki poşetleri çekiştirdim.

"Sinir bozucusun."

Dudakları kıvrılmıştı. Eliyle mutfağı gösterdi.

"Hemen çaprazdaki kapı."

Uyuz işte, ne olacak. Eline bir şey geçtiğinde kullanmaktan kaçınmıyordu. Salondaki küçük masaya tabaklarla birlikte içecekleri de koyduğumda Cihangir de oturdu. Bir süre sessizce yemeğimizi yerken başımı kaldırdığımda göz göze geldik.

"İnci."

"Efendim."

Sıkıntılı bir nefes aldı.

"Söylesene nişanlından neden kaçıyorsun?"

Bütün iştahım kaçarken suratım asıldı. Bu konuya değinmek dahi istemiyordum.

"O benim nişanlım değil."

Başını iki yana sallarken bana inanmadığı çok açıktı.

"Hadi ama İnci, seni araştırdım. Üç ay önce nişanlanmışsınız. Boy boy resimleriniz var. Ünlü iş adamlarının kıymetli evlatları şirketlerle birlikte yuvalarını da birleştiriyor." Bana gazetede yazan haber başlıklarını söylerken arkama yaslanmış onu dinliyordum. "İkiniz de gözde bekâr, zengin aile çocuğu. Ama sen o hayatı bırakıp bir anda kaçarak buraya geliyorsun. Neden?"

"Bunlar sizi ilgilendirmez yüzbaşı."

Kızgınlıkla masadan kalkmaya yeltendiğim sırada elimi kavradı. Bakışlarım ellerimize düşerken kıpırdayamadım. Başımı kaldırdığımda gözlerimiz birleşti. Gözlerini kapatıp açmasıyla sıkıntılı bir nefes verdim.

"Biz, yani ben buraya gelmeden önce ondan ayrıldım ama anlamamakta fazla ısrarcı. Ya da ailelerimiz fazla ısrarcı bilemiyorum. Bir türlü kabul etmediler durumu ama benim için çoktan bitti. Kendi aileme de onun ailesine de söyledim bunu."

Eli yavaşça elimin üzerinden düşerken boğazını temizleyip ikinci sorusunu sordu.

"Peki sebep ne? Hâlâ seviyor musun onu?"

Dudaklarımda buruk bir gülümseme vardı. Sevmek mi? Tam aksine aklıma Tuna geldiğinde tüylerim diken diken oluyordu.

"Bizimkisi aşk birlikteliği değildi yüzbaşı. Ailelerin kararlarıyla nişanlandık. Kimse fikrimizi sormadı. Hoş Tuna da bu durumdan şikâyetçi değildi zaten. Onlara göre olması gereken buydu. Şirketler için bizim birlikteliğimiz önemliydi ama yapamadım işte. Göz göre göre sevmediğim bir adamla yapamadım."

Eli saçlarıma dokunmak isterken vazgeçip indirdi. Bakışları derin olsa da yüzü yine ifadesizdi.

"Üzülme. Zamanla anlarlar seni."

Umursamazca omuz silktim. Ben şansımı çok denemiştim. Tabii ki ilk seçeneğim evden kaçmak olmamıştı. Fakat ne yazık ki son çare olarak buna başvurmuştum. Geri dönüşü olmayan bir yoldu benimki. Ne yazık ki Kerem dışında da ailemin beni anlayacağını sanmıyordum. Yine de konuyu kapatma niyetindeydim. Tüm bunları Cihangir'e anlatmanın faydası yoktu.

"Bilmem belki de." İştahımın kapanmasıyla ayaklandım. "Her neyse şunları kaldırayım artık."

Masayı toplarken ne kadar istemesem de Cihangir de bana yardım etti. Mutfakta bulaşıkları birlikte yıkayıp kaldırdık. Mutfağı da salon kadar düzenliydi. Az eşyası vardı ama hepsi temiz ve toplu bir şekilde duruyordu. Mutfağını sanki hiç kullanmıyordu ama bulaşıklarda yardım etmesi, her şeyin yerini bilerek güzelce yerleştirmesi durumun tam tersi olduğunu gösteriyordu.

İşimizin bittiğinde kendimize kahve yaparak içeri geçtik. Karşılıklı kanepelerde otururken hem kahvelerimizi yudumlayıp hem de sohbet ediyorduk. Ona bugün kurtardığım yavru köpeği anlattığımda beni dikkatle dinledi. Zaten çoğunlukla da ben konuşuyordum. O sadece dinleyerek arada yorum yapıyordu.

Fazla gizemliydi. O benimle ilgili her şeyi bilirken ben sadece onun bir asker olduğunu biliyordum. Bir de kaldığı yeri öğrenmiştim. Ne enteresan bilgi ama...

Geçen saatlerin ardından esnemeye başladım. Saat epeyce geç olmuştu. Zaten bugün fazlasıyla yoğun ve yorucu bir gün olmuştu benim için. Kalkmak için izin istedim.

"Bana müsaade."

Eliyle oturmamı işaret ederek ayağa kalktı.

"Dur, ben bırakırım seni."

"Buna gerek yok."

Odasına giderken sesi emir kipleriyle doluydu.

"Otur İnci. Hemen geliyorum. Hava da karardı. Bırakmam seni böyle."

Üstünü değiştirmek için yanımdan ayrıldığında yorgun bedenimi kanepeye yasladım. Bir süre sonra başım düşerken kanepeye iyice yerleşerek gözlerimin kapanmasına engel olamadım. Kendimi uykunun tatlı kollarına bırakırken oldukça huzurluydum.

Uykumda duyduğum ses rüya ile gerçek arasında gidip geliyordu. Fakat gerçek olamayacak kadar uzaktı benim için.

"O kadar masum, o kadar güzelsin ki... Seni koruyamamaktan korkuyorum."

 

 

 

💛💛💛

 

 

instagram:soylumery

 

 

Loading...
0%