Keyifli okumalar...❤️
Mutluluğun peşinden koşarken ayağım takılıp dizlerimin üzerine düştüğümde küçük bir çocuk gibi ağlamaya başladım. Tam o sırada beyaz atlı olmasa da yeşil kamuflajlı bir adam çıktı karşıma. İlk başta siyah postalları takıldı gözüme. Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda ne de uzun gelmişti boyu...
Güneşi tam arkasına alan prensimin yüzüne düşen gölge, ondaki güzelliği saklasa da o ela gözlerini görmemek için kör olmak gerekirdi. Sert çehresi ve çatık kaşlarına inat uzattığı eli sayesinde ben çoktan görmüştüm merhametini. Tereddütle kaldırdığım elimi sıkıca kavradığı andan itibaren hiç pişman olmadım ve hep iyi ki dedim...
İşte Cihangir'le benim başlangıcım buydu. Böyle başlamıştık biz. Belki biraz masalvari anlatmıştım ama doğacak kızıma hazırlık yapıyordum. Ona bu şekilde anlatacaktım hikâyemizi.
Yatağımda yatarken derin bir nefes aldım. Kocaman karnım artık rahat bir uykuya izin vermiyordu. Yaslandığım yastıkları biraz daha düzelttim. Eskisi gibi uzanarak istediğim gibi uyuyamaz olmuştum. Sürekli kendimi yastıklarla destekliyor, hafif oturur şekilde uyuyordum. Hamileliğimin son ayında olmamdan sebep bu durum normaldi. Şikâyet etmiyordum. Aksine şu aralar bebeğime kavuşacağım günleri saymakla meşguldüm. Tek eksiğim ise her şeyim olan biricik kocamdı.
Doğumuma kısa bir süre kala göreve gitmesi çok zoruma gitmişti. Üzülmüştüm de ama bu onun işiydi ve ne kadar tehlikeli olursa olsun onurlu bir iş yapıyordu. Cihangir benim canımdı ve ona bir şey olacak korkusu içimi titretiyordu.
Elim karnıma giderken kızım küçük bir tekme attı. "Anneciğim sen de mi uyanıksın?" İç çekip devam ettim. "Sen de babanı özlüyorsun değil mi?" Karnımda kıpırdanmasıyla kıkırdadım. "Hadi babayı arayalım kızım. Belki açıktır telefonu ve bize cevap verir."
Düşük bir ihtimal olsa da her akşam olduğu gibi yine deneyecektim ona ulaşmayı. Biraz zorlanarak komodinin üzerinde duran telefonumu aldım. Bir elim karnımda diğer elimle Cihangir'i aradım. İkinci çalışta telefonu açtığında şaşkın ve bir o kadar da mutluydum.
"İnci'm." Meraklı ve hasret dolu gelen sesiyle içim eridi.
"Cihangir, nasılsın?"
Her konuşmamızda telaşlı gelen sesi yine aynıydı. Doğumum yaklaştığı için sürekli bana ulaşmaya çalışıyor her aradığımda da bana bir şey olacak diye korkuyla açıyordu. "İyiyim güzelim. Sen nasılsın? Kızımız iyi değil mi?"
Dudaklarım kıvrıldı. Bizi bu kadar düşünüyor oluşu beni mutlu ediyordu. "İyiyiz yüzbaşı. Sadece seni çok özledik."
Rahatlar gibi bir nefes verdiğinde aklının bizde olduğu belliydi. "Ben de sizi çok özledim güzelim. Kızım duyuyor mu beni?"
Telefonu hoparlöre alarak gülümsedim. "Şimdi duyuyor."
Sesine yansıttığı sevgiyle konuşuyordu. "Kızım... Babayı özlüyor musun? Ben seni daha görmeden çok özlüyorum. Babasının prensesi, anneyi çok yorma olur mu?"
Karnımda hissettiğim tekmeyle kıkırdadım. Cihangir de tabii ki bunu kaçırmadı. "Ne oldu?"
"Kızın tekme attı."
Gülüşünü belli eden solukları hayalimde yüzünü canlandırmamı sağlıyordu. "Prenses yine sahalarda."
Gözlerimi devirdim. "Ya sorma... Yüzbaşı ve kızı uyum içerisinde."
Küçük bir kahkaha attı. "Sarışın... Girme kızımla arama."
Kaşlarımı çatarak yapay bir kızgınlıkla konuştum. "Kıskanıyorum ama. Hep kızını sayıklıyorsun."
Kısa bir sessizliğin ardından içimi titreten sesi kulağıma çalındı. "İnci'm... Göz bebeğim. Sen benim ilk göz ağrım, yuvamın huzurusun. Sen benim her şeyden önemlisi çocuğumun annesisin."
Dudaklarımın kıvrımını engelleyemezken alt dudağımı ısırmış Cihangir'i dinliyordum. Bir anda kasıklarıma giren sancıyla inledim. "Ah..."
Cihangir sesimi duyduğu an telaşa kapıldı. "Yavrum iyi misin, ne oldu?"
Kasılan bedenimi ağır bir şekilde yatağa bırakırken sıktığım dişlerimi de serbest bıraktım. "İyiyim. Doktor demişti, ara ara yalancı sancılar giriyor böyle."
Doğumuma iki haftadan az kaldığı için bu sancılar arada yoklar olmuştu. Kızımın gelişine gün sayarken hamilelik de giderek zorlamaya başlamıştı. "İnci'm Nesrin annen de aynı odada mı kalsa seninle? Güzelim bak aklım sende kalıyor."
Endişesini iliklerime kadar hissettiğimde sesim güven verir gibiydi. "Beni merak etme. İyiyim ben."
Aramızda küçük bir sessizlik oluşurken sebebi çok açıktı. Birbirimizin yanında olmak istiyorduk. Doğumum yakındı ve sevdiğim adama her seferinden daha çok ihtiyaç duyuyordum o ise benimle mesleği arasında kalmanın sıkıntısını çekiyordu. Biliyordum şu an yanımda olmayı her şeyden çok isterdi...
"Cihangir..."
Devam edemediğim cümlemi o çoktan anlamıştı. "Geleceğim güzelim. İnşallah sen doğum yapmadan yanında olacağım."
Gözlerim dolarken titrek bir nefes aldım. Hayır, ağlamayacaktım. "Tamam. Seni seviyorum yüzbaşı, dikkat et kendine."
"Seni seviyorum sarışın. Kızıma ve kendine iyi bak."
Telefonu kapatır kapatmaz gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı bile. Onu hem çok özlüyor hem de ona bir şey olacak korkusuyla huzurlu olamıyordum. Hamileliğin etkisiyle daha da beter bir duygu karmaşası yaşarken yine de bebeğimin ve sevdiğim adamın iyi olması şükür sebebimdi. Başımı yastığa koyduğumda bir elim karnımda geziyordu. "Merak etme kızım, baban en kısa zamanda sağ salim gelecek ve biz seni birlikte karşılayacağız."
Gözlerim ufaktan kapanırken kalbimde de dilimde de sevdiğim adam için ettiğim dualar vardı.
***
Sabah gözlerimi zar zor aralarken suratım asık uyandım. Bütün gece gördüğüm kâbuslar yüzünden zaten az olan uykum daha da ziyan olmuştu. Yatağımın yanında kocam için ayırdığım yer yine boştu. Onun yokluğu bazen çok ağır geliyordu. Yataktan kalkıp ılık bir duş alarak bedenimi rahatlatırken üzerime bir elbise geçirdim. Aşağı indiğimde Nesrin annem çoktan kahvaltıyı hazırlamıştı.
"Günaydın Nesrin anne."
Sandalyeye oturup sütle dolu koca bardağa uzanıp bir iki yudum aldım.
"Günaydın kızım."
Tezgâhta hâlâ bir şeyler hazırlayan Nesrin anneme itiraz etmekte gecikmedim. "Nesrin anne daha ne hazırlıyorsun? Zaten üç kişiyiz, kim yiyecek o kadar şeyi?
Arkasını dönüp masaya gelirken kaşlarını çattı. "Sen tabii. Cihangir oğluma söz verdim. Canın ne istiyorsa, ne seviyorsan masada olacak."
Önüme koyduğu hurmalarla yerine oturdu. "Al hadi, doğumu kolaylaştırır."
Elime aldığım bir tane hurmayı aheste aheste yemekle meşguldüm. "İyi de sizin yüzünüzden kurbanlık dana gibi oldum. Cihangir'in her dediğini yapmak zorunda değiliz ki?"
Tabağımı doldururken bir yandan da beni azarlıyordu. "Sus bakayım. Kocan boşa konuşmuyor ya, adam hep seni düşünüyor. Hem şu kliniğe de gitme artık, yolda ya da klinikte doğuracaksın diye korkuyorum."
Sırıtarak elimdeki lokmayı ağzıma attım. Çalışmayı seviyordum. Hem bir nebze olsun bu sayede kafamı dağıtıyor, Cihangir'in yokluğunu daha kolay atlatıyordum. "Merak etme Nesrin anne, biz de sağlıkçıyız. Hayvan sağlığı olsa da çok inek doğurttum."
Gözlerini kısarak ters bir bakış attı. "Kendi kendini nasıl doğurtacaksa artık, bir de benimle dalga geçiyor."
Yanağından bir makas alıp gülümsedim. Terliğine uzanan Nesrin annemle iki elimi karnıma sardım. "Ya... Hamileyim."
Biz birbirimizle uğraşırken mutfağa giren Kerem'in kireç gibi yüzünü görünce şaşkınlıkla ona baktım. "Kerem ne oldu?"
Kerem, Cihangir gittiğinden beri bizde kalıyordu. Cihangir ben kliniğe gidip gelirken yalnız kalmayayım diye peşime onu takmıştı. Sadece o da değil, Sevinç teyze, Burçak, Nesrin annem, klinikte Eda hepsi Cihangir'in erleri olarak beni takip etmekle meşguldü.
Kerem zorla da olsa gülümsemeye çalışarak masaya oturdu. "Sana da günaydın abla."
Sesindeki pürüz bile dikkat çekiyordu. "Günaydın da ne bu surat? Kötü bir şey mi var?"
Gülümseyerek çayına uzandı. "Bebeksi suratımı beğenmediğini söyleme bana."
Yüzüm buruşurken uzak bakışlar atıyordum ona. "Ay Kerem ya..."
Elini karnımın üzerine koyup okşadı. "Dayısının balı, sana da günaydın."
Gülümseyerek Kerem'in karnımı sevmesini izlerken bakışlarım saate takıldı. Hemen ayaklandım. "Geç kalıyoruz. Firmadan geleceklerdi."
Ben arkamı dönmüş giderken Nesrin annem kızmakla meşguldü. "İnci yemedin doğru düzgün bir şey. En azından sütünü bitir. Doğuracaksın hâlâ aklın işte."
Merdivenleri çıkmadan cevap verdim. "Klinikte yerim."
Yukarı çıkarken karnıma bir sancı daha girdi. Duraksayarak geçmesini bekledim. Hafifleyince ani bir kararla yukarı çıkmaktan vazgeçerek sütümü almak için mutfağa yöneldim. Çünkü bir süre daha iş yoğunluğundan klinikte aç kalabilirdim ve bu istemediğim bir şeydi.
Mutfağa tekrar gireceğim anda bizimkilerin fısıltılarını duydum. İçimdeki meraka engel olamazken Nesrin annemin ağlamaklı sesi geliyordu. "Ne diyorsun Kerem sen? Biz bunu İnci'ye nasıl söyleriz?"
Duyduklarım beni daha da meraklandırdı. "Sessiz ol dadı, duyacak şimdi. Ameliyata almışlar. Durumu nasıl bilmiyorum."
Olduğum yerde donup kaldığımda tam kapının önündeydim. İçime o anda düşen korla kalbimden tek bir isim geçti. "Cihangir!"
Dudaklarımdan dökülen sevdiğim adamın ismiyle ikisi de bana döndü. Kerem hızlı adımlarla yanıma geldi. "Abla!"
İçimde hissettiğim sızıyla Kerem'e tutundum. "Cihangir'e bir şey mi oldu?"
Kerem beni sıkıca tutarak gülümsemeye çalıştı. "Yok abla, onu da nereden çıkardın?
Nesrin anne de yanıma gelerek sarıldı. "Kızım, sakin ol."
Bakışlarım Kerem'i bulurken yakasına yapıştım. "Kerem! Bana doğruyu söyle."
Gözlerimden yaşlar akmaya başlarken Kerem'in soluk yüzü şimdi anlam kazanıyordu. Belli ki Cihangir'e bir şey olmuştu. "Abla..."
Bir türlü devamı gelmeyen cümleyle bağırdım. "Cihangir'e ne oldu?"
O sırada kasıklarıma giren sancıyla elim karnıma gitti. "Hastaneye kaldırmışlar ama merak etme iyi. Bir şeyi yokmuş."
Hissettiğim acıyla dişlerimi sıkarken gözlerimi kapattım. Şu an çektiğim fiziksel acı bile ruhumu talan eden acının önüne geçemiyordu. "Yalan söylüyorsun." İnilti şeklinde dudaklarımdan dökülenlerle Kerem'i iterek arkamı döndüm. "Benim hastaneye gitmem lazım ama önce Cihangir'i aramalıyım."
Kendi kendime sayıklarken bir adım atmıştım ki ikinci ve daha şiddetli giren sancı yüzünden küçük bir çığlık attım. Nesrin annem hızlıca kolumdan yakaladı. "İnci!"
Onu umursamadan bir adım daha atmaya çalıştım. "Cihangir'i görmem lazım."
Sürekli farkında olmadan aynı şeyleri tekrarlıyordum. Kerem diğer kolumu tutarak beni durdurmaya çalıştı. "Bebeğe bir şey olacak abla sakin ol."
Sinirli bir şekilde Kerem'e döndüm. "Olamam. Beni hemen hastaneye götür. Cihangir'i göreceğim."
İkinci bir sancı girdiğinde dizlerimin üstüne düşerken Nesrin annem tutmaya çalışsa da başarılı olamadı. "Ahh."
Ağzımdan dökülen iniltiyle, altımda hissettiğim ıslaklığa, korkuyla büyüyen gözlerim de eklendi. Nesrin annem bağırdı. "Kerem çabuk hastaneye gidiyoruz, suyu geldi."
Kerem kolumun altına girerek beni kaldırırken sık nefesler almaya başladım. "Dayan abla. Dayan lütfen."
Söylediklerini duyacak durumda değildim. Beni apar topar arabaya bindirmeleriyle hemen yola çıktık. Arkama yaslanmış dişlerimi sıkarken kalbimde hissettiğim acı bedenimdekinden daha fazlaydı. "Cihangir'in olduğu hastaneye götür."
Dişlerimi sıkarak konuştuğumda Kerem itiraz etti. "Olmaz orası uzak. Hem doktorun..."
Devam etmesine izin vermedim. "Kerem... Cihangir'in olduğu hastaneye götür."
Kerem son hızla giderken bir yandan da Burçak'a durumu haber veriyordu. Bir süre sonra hastaneye gelmemizle beni acil kısmından içeri aldılar. Durumumdan sebep doğumhaneye götürülürken kimseye derdimi anlatamadım. Haykırışlarım, Cihangir'i görme isteğim kimse tarafından duyulmuyordu. Doktor kısa bir muayenenin ardından bakışlarını bana çevirdi. "İnci Hanım doğumunuz başlamış. Hemen müdahale etmemiz gerekiyor."
İtiraz ettim. Neden beni anlamıyorlardı? "Hayır. Benim önce kocamı görmem lazım. Beni kocama götürün."
Doktor sıkıntılı bir nefes verdi. "Bakın İnci Hanım kocanızla ilgili bilgi aldık. Şu an ameliyatta, görmeniz mümkün değil. Durumu iyi, merak etmeyin."
Arka arkaya giren sancılarıma yenisi eklenirken inlemelerimin arasında konuştum. "Yalan söylüyorsunuz. Size inanmıyorum. Kocamı göreceğim."
Doktor inatçı tavrımla ne yapacağını bilemezken tekrar bebeği kontrol etti. "Bebek geliyor. Doğuma başlıyoruz."
Hemşire ve ebe hazırlanırken bağırdım. "İstemiyorum. Kocamı görmeden olmaz."
Doğumhaneyi inleten sesimle doktor da hâlime hem acıyor hem de çözüm üretmeye çalışıyordu. Kapıdan içeri beklemediğim şekilde giren Burçak'ı görünce ağlayarak elini tuttum. "Burçak, Cihangir..."
Vücuduma giren sancılarımdan dolayı devam edemedim.
"Cihangir iyi İnci, lütfen doğuma konsantre ol. Kızına zarar veriyorsun."
Başımı iki yana salladım. Beni kandırıyorlardı. Bakmamam için kandırıyorlardı. "Durumu kötü ve benden saklıyorsunuz. Kocamı göreceğim."
Burçak baş edemeyeceğini anladığında doktora dönerken durumumu sordu. "Doktor bey ben de doktorum, İnci'nin de arkadaşıyım. Doğum başladı mı?"
Doktor sıkıntılı bir nefes verdi. "Doğum başladı ama inatla istemiyor."
Burçak bana dönerek şefkatle saçlarımı okşadı. "İnci sana yemin ederim şu an ameliyatta. Göğsünden yaralanmış ama durumunu bilmiyorum. Eğer doğum olmazsa bebeğin zarar görecek. Kızına zarar gelsin ister misin? Cihangir'e ne diyeceksin sonra?"
Elim karnımda korumak istercesine sardım. "Kızım..."
O kadar çok ağlıyordum ki iyiden bitkin düşmüştüm. Çektiğim acının tarifi ise imkânsızdı. Arada kalmıştım. Hem kızıma bir şey olsun istemiyor hem de Cihangir'in ne hâlde olduğunu bilmek, görmek istiyordum. Çıldırmak üzereydim. Ne olursa olsun sevdiğim adama bir şey olursa kahrolurdum ama kızıma da bir şey olursa ne ben kendimi affederdim ne de Cihangir beni affederdi. Doktora dönerek gözlerimi kapatmamla doktor hemen müdahaleye başladı.
O kadar hayvanın doğumuna eşlik eden ben kendi doğumumda bu kadar çuvallayacağımı hiç tahmin etmezdim. Dokuz ay boyunca kendimi hazırladığım doğum o kadar acılı ve üzüntülü geçmişti ki çektiğim acı tarifsizdi. Doktorun uğraşı, Burçak'ın destekleri ve kalan gücümle yaptığım doğum oldukça zor olsa da kızım sağlıkla doğdu fakat ben daha fazla dayanamayarak bayıldım.
Gözlerimi tekrar araladığımda kendimi pembelere boyanmış bir odada yine pembelerin içinde buldum. Etrafıma bakarak neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Kerem uyandığımı görür görmez oturduğu yerden kalkarak yanıma geldi. "Abla uyandın... Şükürler olsun."
Elim karnıma giderken hissettiğim boşlukla inledim. "Kızım..."
Kerem gülümseyerek yana kaydı. "Burçak abla, prensesi getir."
Hemen arkasındaki Nesrin annem, Burçak ve Arya bebeğimin başında toplanmış onu seviyordu.
Burçak bebeğimi alarak bana uzattığında ellerimi uzatıp kavradım. Gördüğüm bebekten ve aldığım kokudan gözlerim anlık kapanırken dudaklarım şükürle kıpırdandı. "Allah'ım sana binlerce kez çok şükür." Göğsüme bastırdığım bebeğimin kokusunu derin derin içime çekerek kokladım. Hâlâ kollarımın arasında oluşuna inanamıyordum. "Kızım..."
Üzerindeki sırtında melek kanatları olan pembe tulumu o kadar çok yakışmıştı ki minicik yüzüne baktıkça tebessümümün yanında süzülen gözyaşıma engel olamadım. "Hadi emzir hemen."
Burçak'ın sözleri beni derin bir rüyadan uyandırırken unuttuklarımı da hatırlatmaya başladım. Başımı kaldırdığımda beni tebessümle gözleri dolu dolu izleyen herkes yakalanmışçasına bakışlarını kaçırmaya başladı.
"Cihangir." Dilimden dökülen isimle herkes sessiz kalırken Burçak'a diktim bakışlarımı. "Cihangir iyi mi?"
Dudaklarımdan kaçan hıçkırıkla Burçak telaşla konuştu. "İyi... Yoğun bakımda ama gayet iyi merak etme. Ameliyat çok güzel geçti ve akşama normal odaya alacaklar."
Derin bir nefes aldım. Rabb'ime ikinci kez şükrettim. "Onu görmek istiyorum."
Burçak gülümserken kızımın cılız sesi duyuldu. "Doktordan rica ettik. İzin verdi ama önce küçük hanımı doyurman gerekiyor."
Buğulanan gözlerime inat kıvrılan dudaklarımla içgüdüsel olarak emmek için aranan kızıma baktım. Odadan herkes çıkarken Burçak'ın yardımıyla kızımı emzirdim. Güçlü durmaya çalışıyordum. Kızımın, kocamın bana ihtiyacı vardı. Onlar için ayakta duracaktım. Uyuyan bebeğimi yatırıp Nesrin anneme emanet ederek Burçak, Arya ve Kerem'le yoğun bakım katına çıktım.
Kerem bir an olsun elimi bırakmazken zorla bir iki adım atmıştım ki yoğun bakımın kapısında bekleyen Cihangir'in arkadaşlarıyla karşılaştım. Giray kapının önünde yere çökmüş beklerken Akın bir omzunu duvara yaslamış ayakta dikiliyordu. Eren ve Oktay ise yan yana oturmuş başları yerde duruyordu.
Bizi fark etmeleriyle hepsi toparlandı. Giray ayağa kalkarken Akın bize doğru döndü. Üzerimdeki pembe geceliğim, başımdaki kurdelemle bugünü hiç böyle hayal etmemiştim. Üzerimdeki şala biraz daha sarıldım. Giray yanıma gelerek gülümsedi fakat oldukça buruktu.
"İnci dinlenseydin keşke. Biz bekliyorduk."
Yorgun bir nefes verdim. "Kocamı göreceğim."
Giray sessiz kalarak kenara çekilirken Burçak hemşireyle konuşuyordu.
Arya ve Kerem'in yardımıyla kapıya geldiğimde hemşirenin de yardımıyla hazırlanıp içeri girdim. Yatakta cihazlara bağlı uyuyan adamı görünce gözlerimden tekrar yaşlar akmaya başladı. Ağır adımlarla yanına ulaştım. Sargılı göğsü aldığı darbeyi ben almışım gibi canımı yakıyordu. Titreyen ellerimle elini kavradım. "Çabuk uyan Cihangir. Kızımız seni bekliyor."
Hareketsiz yatan kocamla küçük bir hıçkırık döküldü dudaklarımdan. Şimdi kapalı olan ela gözlerinin bana şefkatle bakması gerekirdi. Onun yerine ben yatarken sevdiğim adamın beni ve kızımı öperek mutluluk gözyaşları dökmesi gerekirdi. Şimdi ise o, her şeyden habersiz yaralı hâlde yatarken ben başında ağlıyordum.
Eğilerek alnına sıcak bir buse bıraktım. Busemle birlikte dökülen birkaç damla gözyaşım, toprağı filizlendirmek içindi...
Hemşirenin uyarısıyla odadan çıkarken sabırsızca akşamı bekleyecektim. Akşam Cihangir'i normal odaya alacaklardı ve biz tekrar her şeyi geride bırakacaktık...
***
Cihangir'den
Gözlerimi araladığımda dışarıdan vuran güneşle aydınlanan odada, gördüğüm pembe balonlara takıldı gözlerim. Pembe fiyonklar, pembe süslemeler, pembe harflerle yazılmış hoş geldin yazısı... Yüzüm buruşurken öldüm mü acaba diye düşündüm bir an. Yoksa etrafımda bu kadar pembenin başka bir açıklaması olabilir miydi?
Tekrar doğup cinsiyet değiştirmediysem tabii...
Yaralandığım aklıma gelirken elim göğsümdeki sargıya gitti. Hissettiğim acıyla yüzüm tekrar buruştuğunda dişlerimi sıkarak başımı yana çevirdim. Suratımdaki ifadeyle öylece donup kalırken kalp atışlarım hızlanmış bir an nefes alamamıştım. Ciğerlerimin isyanıyla aldığım derin nefesi yanımda uyuyan iki meleği ürkütmekten korkarcasına usulca verdim.
Hastane odasında yatağımın yanına koyulmuş yatakta uyuyan iki sarışından başka bir şey görmüyordu gözlerim.
Hafif yan dönmüş kurdelesi başında, pembe geceliğiyle yanımda uyuyan kadınımın kucağındaki korumak istercesine sarmaladığı küçücük melek benim kızım mıydı gerçekten?
Merakla hafif onlara doğru eğildiğimde hissettiğim acıyla küçük bir inilti döküldü dudaklarımdan. İnci biraz daha kızımıza sarılırken dudaklarım kıvrıldı. Elimi kaldırarak tüy hafifliğinde karımın saçlarına dokundum. "İnci'm... Güzel kadınım benim."
Bakışlarım kızıma düşerken parmağımı yanağına değdirmek istediğimde kaşlarım havalandı. Ne kadar da küçüktü. Yumuşacık tenine değen parmağımla tebessüm ettim. Aynı zamanda da gözlerim doldu. "Hoş geldin prenses."
Fısıltıya benzer sesimle dudaklarını büzmüş kendince bir şeyler emiyor olacak ki dudakları kıpırdanıyordu. Bu hâli hoşuma gitmiş, yüzümdeki gülümseme biraz daha büyümüştü.
Nasıl da annesine benziyordu. Daha minicik olsa da ben karşımda küçük İnci'den başka bir şey görememiştim. İnşallah gözleri de annesi gibi mavi olurdu.
İçimi kaplayan sıkıntıyla iç çektim. Güya doğumdan önce karımın yanında olacaktım. Oysa daha doğumuna vardı. Başımı kaldırdığım sırada iki okyanus mavisi karşıladı beni. İnci'nin tebessümle fakat ne yazık ki şiş ve kızaran gözleriyle beni izlediğini gördüğümde yutkunamadım. Ben onun gülüşünü saklamasına dayanamazken ağlaması hele de benim yüzümden olması içimi eritiyordu.
"Beni çok korkuttun."
Cılız ve sitemli sesi fısıltı şeklinde çıktı. Elimi uzatarak yanağını okşadım. "Benim yüzümden mi erken doğum yaptın?"
Gözleri dolarken bir damla süzüldü yanağına. Yine de zorla gülümsedi. "Kızımız da babasını merak etmiş."
Aynı şekilde benim de gözümden bir damla süzülürken saklamak ister gibi bakışlarımı yere düşürdüm. İlk defa karımın gözlerine bakamadım. Ortamızda yatan meleğe takıldı bakışlarım. Kendi kendime konuşur gibi fısıldadım. "Özür dilerim."
Ben ikinci defa ağır yaralanıyordum ama ilki çok da önemli olmamıştı. Çünkü o zaman hayatımda silah arkadaşlarım dışında kimse yoktu. Ailem gibi şehadet mertebesine ulaşmak benim için en büyük şerefti. Fakat ikinci kez ağır yaralandığımda şehadetin güzelliğini bilsem de arkamda bırakacağım karım ve kızım aklıma gelen ilk şeydi. O an sadece onların bensiz ne yapacağını düşündüm. Evet ölüm Allah'ın emriydi fakat arkanızda bırakacaklarınızı düşününce insanın içi cız etmiyor değildi. İnce parmaklarıyla yanağıma dokunan İnci'yle bakışlarım tekrar onu buldu. "Yanımızdasın ya, çok şükür."
Yanağımdaki elini kavrayıp dudaklarıma bastırdım. Koklayarak öptüm elini. Onun her bir zerresini çok özlemiştim. Mavi gözleri öyle hasretle bakıyordu ki hayranlıkla, bir o kadar da içimde yanan hasretle onu izliyordum.
Aramızdaki ufaklıktan gelen sese kadar sürdü her şey. Küçük bir cızırtı ile ağlarken ikimiz de ona baktık.
"Acıktı galiba."
İnci kızımızı emzirmek için kucağına aldığında hafif doğruldum. Fakat bu çok kolay olmadı. O kızımızı emzirirken ben de ilgiyle onları izliyordum. Nasıl da yakışmıştı annelik sarışınıma.
"Bu kız obur mu biraz?"
Dudakları kıvrılırken gözlerini gözlerime dikti. "Babasına çekmiş."
Tek kaşımı kaldırdım. "Ama nedense annesinin kopyası gibi."
Hoşuna gitmiş olacak ki gülümsedi. Karnını doyuran kızım gözlerini araladığında ilgiyle ona baktım. Küçük mırıltılar çıkararak ellerini ağzına götürmeye çalışıyordu.
"Almak ister misin?" Tereddütle baktım gözlerine. İsterdim tabii ama nasıl olacaktı? O da tereddüt etmiş olacak ki alt dudağını ısırdı. "Yaralısın, sorun olursa..."
Dudaklarımı ıslatıp ellerimi uzattım. Benim pamuk kızım yarama anca şifa olurdu. "Ver güzelim."
Dikkatli bir şekilde bana uzatmasıyla bir an nasıl tutacağımı bilemedim. En iyi yaptığım şey silah tutmaktı benim. Ben şimdi benden bir parça olan bu minicik prensesi nasıl tutacaktım?
İnci'nin de yardımıyla kucağıma aldığımda göğsümde hissettiğim acıyı umursamadım bile. Hafif eğilerek koklarken bir kez daha hayret ettim. Nasıl bu kadar güzel kokabilirdi? Canım yansa da pek umurumda değildi. Çünkü şu an acıdan daha baskın gelen bir duyguyu tatmakla meşguldüm. Babalık duygusu... Kızımın başına küçük bir öpücük kondururken eli yanağıma değdi. "İnci... Bu harika bir şey."
Kızımı izleyerek konuştum. Gözlerinin ne renk olduğunu anlamaya çalışıyordum ama belli olmuyordu. Gri gibiydi ama değil gibiydi de.
"Bu değil, Bahar."
İnci'nin dudaklarından dökülen isimle başımı kaldırarak gözlerine baktım. Kulaklarımda yankılanan isim benim ilk hayranlık duyduğum kadına aitti. İsim koyma konusunda İnci'ye ne tercihte bulunmuş ne de isim önermiştim. Onun isteği kabulümdü. O ise bebeğimize annemin adını vermişti.
"Bahar."
Dudaklarımdan dökülen fısıltıyla gözümden bir damla yaş süzülüp kızımın yanağına damladı. O sırada bir dua döküldü kalbimden. Allah'tan kızımın kaderinin babaannesinin kaderine ya da babasının öksüz kaderine benzememesini istedim. İnşallah güzel bir kaderi olurdu.
Başımı kaldırıp tekrar sevdiğim kadına baktığımda alnına sıcacık, uzun bir öpücük bıraktım. O, benim kalbime taht kurmuş en kıymetli kadındı.
"Seninle olduğum her güne şükrediyorum İnci. Sen benim en değerlimsin." Gözlerindeki parıltılarla dudakları kıvrılmış beni dinlerken devam ettim. "Tabii kızımdan sonra."
Dudakları büküldü hemen. İlk fırsatta o dudaklardan tekrar öpecektim. Hatta... Neyi bekliyordum ki?
Bir elimle kızımı tutarken diğer elimimle omzundan sarılarak kadınımı kendime çektim. Dudaklarına hasret dolu ama kısa bir öpücük bıraktım...
Ben artık hem eş hem de babaydım...
Bölüm sonu...🌺
Son bir özel bölüm yazacağım ve böylece Baytar Hanım sonlanmış olacak. O zamana dek hoşça kalın...❤️
Instagram hesabım: soylumery
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
106.37k Okunma |
8.7k Oy |
0 Takip |
63 Bölümlü Kitap |