@soylumery
|
Merhaba...
Umarım bölümü beğenirsiniz. Lütfen oy ve yorumlarınız eksik etmeyin. Düşüncelerinizi merak ederim. 🥹🫶🏻
Keyifli okumalar 🎭
Efruz Kandemir... Ölümle yaşam arasında sıkışmış bedenlerimiz bazen neyin doğru olduğunu bilmeden ilerliyor. İhtimaller gözetmeksizin yaşadığımız hayatta üzerimize oynanan oyunlardan bihaber değil miyiz? İnsanların beyni büyük bir bilinmezlik içine hapsolmuşken kimin tam olarak hakkımızda ne düşündüğünü nasıl bilebiliriz? Biz aklının yanına duygular iliştirilmiş varlıklar olarak her zaman aldatılmaya mahkûm yaratıklarız. Ya duygularımızdan vazgeçeceğiz -ki bizi var eden onlar- ya da en çok aldanan kalbimizi söküp atacağız ki kimse gelip de oyun oynamasın. Peki ya biri aklımıza oyun oynarsa? Sabahın erken saatlerinde hastane odasında camdan dışarı bakarken onun uyanmasını bekliyordum. Dün kollarıma yığılan adamdan sonra her şey birbirine girmişti. Gece içeride, adam dışarıda yatarken her şey kontrolümden çıkmış, ben ise ilk defa bu kadar arada kalmıştım. Veterinerin yardımımızla içeri girmesi, kırılan camların arasından muayene odasına girdiğimizde uyanarak etrafa bakan Gece’yi görmemiz ve onun kendi yarasını unutup Gece’nin serumunu çıkartması düne dair hatırladıklarımdı. Sedyeye dayadığı kolundan kanlar sızıp giderken Gece’nin başını okşayıp gülümsedikten hemen sonra yere yığılmıştı. Acil bir şekilde özel hastaneye getirmiştik onu. Tek içimi rahatlatan şey yaşıyor oluşuydu. Aptal adam... Az daha benim yüzümden ölüyordu. Neyse ki doktor; “Kurşunu kolay çıkarttık, herhangi bir hasar yok, sadece biraz kan kaybetmiş,” demişti. Şimdi ise hastanede bana ayrılan odada onun uyanmasını bekliyordum. Gitmek gelmiyordu içimden. Ona herhangi bir minnet borcum olduğu için değil, sadece iyi olduğunu gözlerimle görmek istediğim içindi. Kapı çaldığında elimdeki kahve bardağını pencere kenarına bırakıp onayladım. “Gir.” Serkan kapıyı aralayıp içeri girdi. Ufak adımlarla yanıma ulaştığında suratı her ne kadar ifadesiz görünse de canı sıkkın duruyordu. Onu o kadar uzun zamandır tanıyordum ki bunu anlamak zor değildi. “Söyle.” O konuşmadan dudaklarımdan dökülen kelimeyle sıkıntılı bir nefes verdi. “Bu herifi daha ne kadar bekleyeceğiz?” Gözlerimi kıstığım sırada kollarımı göğsümde birleştirdim. İyi, hoş adamdı ama nereden giriş yapacağını bir türlü kestiremiyordu. “Ben ne kadar istersem.” Gözlerimin içine baktı ters ters ama umurumda bile değildi. “Karakoldan seni bekliyorlar,” dedi biraz da sitemle. Polise yakalanmış olmamızdan dolayı beni suçluyordu ki bu da umurumda değildi. “Avukatlar ne işe yarıyor? Yazılı ifademi ver, götürsünler.” Mecburen sessiz kaldığında kahvemden bir yudum daha alarak başımı pencereye çevirdim. “Buldun mu o herifleri?” Küçük bir sessizlik olduğunda başımı yana çevirerek ona baktım. “Serkan!” Gece’nin o hale gelmesinden sonra bahçede geniş çaplı bir arama yapmıştık ve kuytu bir kısımda farklı mamalar bulunmuştu. Uyarıcı sesimle başını kaldırarak gözlerime baktı. “Yok. Adamlar araçların izini kaybetmiş. Kameralara bakmaya çalıştık ancak bir şey çıkmaz. Plakalar sahte zaten, herifler maskeli.” Gözlerimi kapattığımda “Ev,” dedim. En azından oradan bir iz olması gerekirdi. İkinci bir sessizlik olduğunda elimdeki bardağı sert bir şekilde pencere önündeki mermere koydum. “Sizin yaptığınız işe ben...” Öfkeme hâkim olmak istesem de yapamıyordum. “Bana bir şey söyle Serkan.” “Efendim...” dedi her yükseldiğimde yaptığı gibi. “Kameralar o dakikalarda kapalı görünüyor. Adamlar hiçbiri bir şey görmemiş, hepsini sorguladım.” “Alarm da mı çalışmamış?” Başını iki yana salladığında ellerini önünde birleştiren adama doğru bir adım atıp işaret parmağımı ona doğru diktim. “Bana bu durumun suçlusu kimse bulacaksın Serkan, duydun mu beni? Evime kadar giren, Gece'yi uyutan, bana tuzak kuran o it kimse bulacaksın.” Başını eğdiğinde son anda ekledim. “O evi koruduğunu sanan beceriksizlerden de kurtul ve daha iyilerini bul. Evin güvenliğini arttır. Güvenlik şirketini de değiştir,” dediğimde başını kaldırdı. “En iyisiydi onlar.” Ters bakışlarımı üzerine diktim. “Demek ki yeterince iyi değillermiş.” “Siz nasıl isterseniz Efruz Hanım.” Yine senden size geçmiştik. Belli ki tavır yapıyordu ancak bu da umurumda değildi. Bu şekilde tuzağa nasıl düştüğümüzü anlayamıyordum. Olacak şey değildi. Benim gibi bir mafya liderinin evde güvenlik zafiyeti yaşadığı duyulursa gülünecek hale düşerdim. İşin kötü tarafı ilk defa böyle bir oyuna düşüyordum ama bulacaktım. O şerefsizler her kimse bulacaktım! Kapı çaldığında ikimizin bakışları da kapıyı buldu. İçeri giren hemşire korkuyla bize doğru bir adım attı. “Efendim, hastamız uyandı.” Dün geceden beri beklediğim haberle daha fazla beklemeden odadan çıktım. Bana verilen odanın çaprazındaki kapının önünde duran adamlarım beni gördüğü anda toparlanırken kapıyı açtığım gibi içeri girdim. Serkan hemen arkamdan geliyordu. İçeride bulunan bir doktor ve iki hemşire beni gördüğü anda toparlanırken hasta yatağında yatan adama ilişti gözlerim. Sonunda gözlerini aralamış, hafif dik konuma getirilmiş yatağında bana bakıyordu. Onu es geçerek doktora döndüm. “Durumu nasıl?” Doktor nazik bir gülümsemeyle memnun bir halde elindeki dosyalara baktı. “Alparslan Bey'in kan değerleri gayet normal. Gözlerini de açtığına göre herhangi bir tehlike kalmadı. İki gün daha kendisini burada ağırlayacağız. Sonrasında bir aksilik çıkmadığı sürece taburcu olabilir.” Tekrar hasta yatağında yatan adama baktım. Kolundaki serum akıp giderken bence de turp gibi duruyordu. Sadece biraz halsiz gibiydi ki o da normaldi. “Teşekkürler doktor bey.” Hemşireler ve doktor odadan çıktığında Serkan kapıyı kapattı. Ayağımdaki topukluların yerde çıkardığı tok sesle yürürken biraz daha yaklaştım ona. “Dokuz candan biri gitti haberin olsun.” Yüzünde tek bir mimik bile oynamadı. Belli ki esprimi beğenmemişti. “Böyle mi teşekkür ediyorsun?” Sorusuyla küçük bir kahkaha attım. Teşekkür beklemesi ayrıca komikti. “Sana kim önüme atla dedi?” Ona doğru eğilerek gözlerini içine baktım. “Bir daha böyle aptallıklar yapma. Arada ölüp giden sen olursun.” Boş boş gözlerimin içine bakarken kendimi geriye çektim. “Yine de bu yaptığını karşılıksız bırakmayacağım.” Arkamı dönüp pencereye ilerlerken devam ettim. “Kliniğinin kırılan camları değiştirilecek. İçeride oluşan maddi hasar karşılanacak. Hem Gece için hem de kendini kurşunların önüne attığın için hesabına yüklü bir miktar para yatırılacak.” Ellerim arkada bakışlarım penceren dışarı uzanmış gökdelenleri izlerken cevabını bekliyordum. Bir süre sessiz kaldığında cevap gelmeyeceğini düşünürken “Gece nasıl?” dedi. Bu sorusu ona dönmemi sağlarken Serkan'la göz göze geldik. Arkamda duran peteğe kalçamı yaslayarak saçlarımı omzumdan geriye savurdum. “İyi.” Bakışları etrafta gezindiği sırada bir şey arar gibiydi. Yanında duran çekmeceye uzandığında yarasını ağrıtmış olacak ki küçük bir inilti döküldü dudaklarından. Bakışlarım Serkan'ı bulduğu an hemen ona yaklaşarak “Ne arıyorsun?” diye sordu. Acıyla yüzü buruşurken pes ederek arkasına yaslandı. “Telefonum.” Serkan çekmecelere bakarak bulamadığında kapattı. “Yok.” “Dolaba bak,” diyen Alparslan'la Serkan'ın suratı anbean değişirken başımla bakmasını işaret ettim. Belli ki önemliydi. Belki de haber vermek istediği birileri vardı ya da sevdiği kadının sesini duymak istiyordu. Serkan kıyafetlerin arasında bulduğu telefonu neredeyse Alparslan'ın üzerine fırlattı. Telefonu alan adam bunu umursamadan bir süre telefonla ilgilendi. Her ne olduysa bakışları bizi bulduğu sırada ikimizin üzerinde göz gezdirdi. “Başka bir şey yoksa telefonla konuşacağım.” Kaşlarım havalanmış halde karşımdaki adamın özgüvenine hayretle baktım. Gerçekten bu adam kadar ukalasını kendim dışında görmemiştim. Sert bir soluk vererek tam onun ayak ucuna geldim. “İki gün boyunca buradasın, hastane masraflarını düşünme ve otel odasındaymış gibi düşün. Bir daha da gözüme görünme.” Alayla dudağını kıvırdığında telefonunu işaret etti. Artık defol şu odadan der gibiydi. Öfkemi ondan çıkarmamak adına arkamı dönüğümde Serkan önden giderek bana kapıyı açtı. Bilerek ağırdan alırken onun kiminle konuşacağını merak ediyordum fakat o süt kuzusu tabii ki beni şaşırtmadı. “Anne.” Dudağımda oluşan kıvrımlarla çıktım odadan. Demek küçük bey ilk annesini aramıştı. *** İki Ay önce... Alparslan Aksoy... Toplantı odasında oturmuş önümdeki ekrana bakarken Onur oldukça hazırlıklı anlatımına devam ediyordu. “Efruz Kandemir... On beş yaşından beri mafyanın içinde. Manevi babası; yakın zamanda suikasta kurban giden Kansız lakaplı Şahin Kandemir,” dediğinde ekranda beliren adamı daha önce birçok kez medya ve gazetelerde görmüştüm. Ölümü de büyük ses getirmişti. “Karısını ve kızını yine aynı şekilde çok eskiden kurulan tuzakla kaybetti. Efruz'u bir gece yarısı sokakta bulup sahip çıkıyor. Bir süre yanında tutarak eğitimiyle ilgilenirken kısa süre sonra onu da bu işlerin içine sokuyor.” “Efruz'un gerçek ailesi kim?” dedim Onur'u durdurarak. Onun için bir nebze üzülmüştüm. Kimsesiz bir kızın daha on beş yaşında gece yarısı bir mafyanın eline düşmesi her ne olursa olsun üzücüydü. Elindeki kalemi masaya bırakarak ayakta durmaktan sıkılmış olacak ki sandalyeye oturdu. “Küçükken yetimhaneye bırakılmış, ailesi hakkında bilgi yok. Sürekli yetimhaneden kaçtığı biliniyor ve bir seferinde de Kansız'la karşılaşıyor.” Başımı eğdiğimde masada duran kumandaya basıp ekrandaki görüntüyü değiştirdi. Yeniden Efruz'un görüntüsü yansıdı. “Liseyi bitirir bitirmez yurt dışına gidiyor ve üniversiteyi Amerika'da okuyor. Yazları babasının yanına gelerek onun işlerini idare ediyor. Çok zeki ve akıllı. Bu durum Kansız'ın da dikkatini çekince kızı kendi lehine yetiştirmeye başlıyor. Başlarda mekân koruma işlerine bakarken zamanla haraç bağlama kısmını da üstleniyor. Tabii aynı zamanda kara para aklama işini de kızı üzerinden yapıyordu. Efruz'un Amerika'ya gidişleri onun için nimet gibiydi.” Onur sessizliğe büründüğünde ekrandaki kişi değişerek bir adam belirdi ama benim merak ettiğim eksik bir şey daha vardı. Emin olmak adına dosyaya bakıp başımı kaldırdım. “Silah kaçakçılığı.” Onur gülümseyerek benden tarafa döndü. “O pek yaptığı bir iş değildi. Kansız bu işten kızını uzak tutuyordu ancak kendisi ölünce bu iş de kızına geçti.” Sıkıntılı bir nefes bırakıp devam etti. “Bu sebeple de bizim dikkatimizi çekmiş oldu.” Alayla dudağımın kenarını kıvırdım. “Diğer yaptıkları önemsiz miydi?” Gözlerini devirerek ellerini önünde birleştirdi. “Tüm bunları biliyor olduğumuza göre önemsiz değil elbet ancak kanıtımız yok ve o zaman hedefimiz Kansız’dı. Adam öldü ve silah kaçakçılığının genç bir kadının eline geçmesi diğer mafya liderlerini pek memnun etmedi.” Kaşlarım havalandığında merakla öne doğru eğildim. Giderek heyecanlı olmaya başlamıştı. “O zaman kızın kafasına sıkacaklar,” dedim tespitte bulunarak. Dudağının kenarını kıvırdı. “Denediler,” dedi alaylı sesiyle. Bu şekilde keyifli olduğuna göre başaramamışlardı. “Eee...” dedim merakla. “O önce davrandı,” Omuz silkerek umursamaz görünse de bunu bekliyor gibiydi. “Kendi yerine geçmek isteyen adamı ortadan kaldırarak masada kendine yer açtı.” Etkileyici bularak başımı eğdiğimde bir kez daha onun fotoğrafına bakma ihtiyacı hissettim. Fazla masum görünüyordu. “Düşmanı çok olmalı,” dedim mırıldanır gibi. “Öyle,” dedi beni destekleyerek. “Kendine pek çok düşman kazandırdı. Öldürdüğü baronun oğlu peşinde. İlk fırsatta canını almak için bekliyor. Ayağının kaymasını bekleyen çakallar da çok.” Bir kadının bu tarz bir hayatı seçmesi oldukça zor olmalıydı. “Neden devam ediyor?” dediğimde omuz silkti. “Kansız'ı öldürenlerden intikam almak istiyor ve onun vasiyetine kendince sahip çıkıyor.” Alaylı bir tıslama çıktı dudaklarımdan. Şerefsiz bir adamın neyine sahip çıkıyordu ki? Kirli işlerine mi? Kendi içimde muhakemeye düştüğümde Onur sessizliğimden faydalanarak önüme bir dosya daha attı. Ekrandaki adamı gösterdi eliyle. Esmer, kalıplı bir adamdı. “Serkan,” dedi adamı tanıtarak. “Serkan Bektaş. Otuz iki yaşında. Öncesinde Kansız'ın en has adamlarındandı fakat Efruz gelince ikinci sıraya düştü. Şimdi ise Efruz'un sağ kolu. Her işinden haberdardır. Her türlü pis işi gözünü kırpmadan halleder. Sadakati sonsuz.” Onur anlatırken karşımda duran iri yarı, saçlarını üç numaraya vurdurmuş, esmer, sağ kaşında çizik olan elinin üzeri dövmeli adamla alt dudağımı büktüm. “Böyle bir adam ikinciliği nasıl kabullenmiş?” Onur ayağa kalkarak ekrana yaklaştı. Adamı bir süre incelediğinde tekrar bana döndü. “Sence?” Tek kaşı havada bana bakan adamla ben de ekrana bakma ihtiyacı hissettim. Bir süre adamı incelediğimde sessiz bir soluk verdim. “Kansız hayattayken kızına dokunamazdı.” Başını eğdiğinde psikopat gibi görünen adamın karanlık duran gözlerine baktım tekrar. “Şimdi ise kadının sağ kolu...” Düşünüyordum ki bulmam zor olmadı. “İki ihtimal var,” dedim. “Ya adam itliği seviyor ya da...” Onur merakla bana bakarken kaşlarım havalandı. “Kadını.” Elini masaya yasladığında gülümsedi. “Ya da fırsat kolluyor.” “Sanmam,” dedim arkama yaslanarak. “Öyle bir tipi yok.” Benim sözlerim Onur'u yeniden adama bakmaya itti. “Tipi öyle mi diyor?” dedi alayla. Gözlerimi devirmeden edemedim. “Sence?” Bir anda ciddiyete bürünürken “Haklı olabilirsin, Efruz ona fazla güveniyor.” Sabahtan beri geçiştirilen asıl konuya geçme ihtiyacı hissetim bir anda. Bu kadar tanıtım yeterdi bana göre. Ben bu filmin neresinde olduğumu merak ediyordum. “Benden ne istiyorsunuz?” Onur sorduğum soruyla masadaki bilgisayarına uzanarak oturmadan bir iki fotoğraf geriye gitti ve karşımda yine o kadın belirdi. “Senden istenilen şey basit.” Boş bakışlarıma aldırmadan devam etti. “Kuzuyu kurtlar kapmadan sahip çıkman.” Oturduğum koltukta öne doğru gelerek ellerimi masanın üstüne koydum. Kaşlarımı çatmış Onur'un ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum. “Ne demek bu?” Sıkıntılı bir nefes vererek yanıma adımladı. Tıpkı benim gibi ekrana döndüğünde ikimizde kadını izliyorduk. “Senden istenilen kadına yaklaşarak hayatına girmen. Hatta gerekirse kadını kendine aşık etmen.” İşte tüm ciddiyetim buraya kadardı. Koca bir ağız dolusu kahkaha savurdum o anda. Sandalyemle birlikte Onur'a doğru döndüm. “Hadi lan oradan!” Tüm ciddiyetiyle bana bakan adamla suratımdaki gülümseme ufak ufak silinmeye başladı. “Olum, kafasına sık de sıkayım, kaçır de kaçırayım, suikast düzenle de düzenleyim, mekanını havaya uçur de yapayım da aşık et nedir yani? Kimin hayatına giriyorum lan ben? Komşu kızı mı o?” Sandalyeye oturduğunda ciğerlerine doldurduğu havayı gürültüyle geri bıraktı. “Alparslan, durum ciddi. Senden istenilen kadının hayatına girmen. Gerekirse kadının her şeyi olman. Kadın mafya babalarının olduğu masada söz hakkına sahip. Silah ticareti yapacak. En ulaşılabilir kişi. Herkes en zayıf halka olarak onu görüyor. İlk ortadan kaldırılmak istenilen kişi de o. Biz onun yanında olursak tüm kontrol aslında bizde olacak. Düşünsene ülkemize girişi yapılan silahlardan ve hatta diğer suç örgütlerine dair her şeyden haberdar olacağız.” Bir türlü kafamda oturtamadığım şeylerle bir anda koyulaşan mavilerimi Onur'un kara gözlerine diktim. “O zaman hepsinin kafasına sıkalım gitsin. Ne diye yaşamalarına izin veriyoruz?” Gözlerini devirerek arkasına yaslandı. Kollarını göğsünde birleştirirken ifadesi fazla ciddi duruyordu. “O işler öyle olmuyor oğlum, sen de biliyorsun. Önemli olan kişiler değil, adamlar yer altı mafyası. Onları temizlesek yine türeyecekler, yerine anında yenileri gelecek. Onları da besleyenler var. Biz yok etmek değil, yönetmek istiyoruz. Ellerimizde sadece ihtimallere ve ajanlarımıza dayalı dosyalar var. Hepsine baksan vergilerini dahi aksatmayan, sürekli bağışlarını yapan saygın iş adamları.” “Olmaz,” dedim önümdeki dosyaları iteleyerek. “Bu görev bana göre değil.” “Alparslan...” dediğinde devam etmesine izin vermedim. “Ailem var lan benim. Annemi düşün, babam ağzıma sıçar.” Onur son sözlerimle ne demek istediğimi anlarken sessiz kalmayı seçti. Ben hiçbir zaman kendimi düşünmemiştim ancak ailem sınır çizgimdi. Benim dokunacağım her tehlikenin onlara bulaşma ihtimali yüksekti. Bu da benim en son kabul edeceğim şeydi. Bir anda toplantı odasının kapısı gürültüyle açılırken içeri Ertuğrul Başkan girdi. İkimizde ayağa kalkarak kendimize çekidüzen verdik. Sabah dosyayı önüme bırakan adam ne kadar sakinse şu an karşımda takım elbisesiyle duran adam bir o kadar öfkeliydi. “Biz senden ricada mı bulunduk Alparslan?” dediğinde ses çıkaramadım. Belli ki bizi dinlemişti. Doğru diyordu. Dosya önüme fırlatıldığında yeni görevin hayırlı olsun demekle yetinmişti. “Başkanım...” diyen Onur'u elini kaldırarak susturduğunda cevabı benden bekliyordu. Başımı kaldırarak dik bir konum aldım. “Görevleri seçme hakkımız var,” dediğimde kaşlarını biraz daha çattı. “Başka bir seçeneğin varsa geçerli bu durum,” diye düzeltti. Bana doğru bir adım daha atarak başını yana yatırdı. “Ha korkuyorsan...” Ciddiyetimden bir şey kaybetmeden sözünü kestim. “Benim korktuğum tek şey ailem.” “Otur Alparslan,” dedi sakince. Mecburen oturduğumda Onur'a da oturması için bir işaret verdi. Tıpkı benim gibi Onur da oturduğunda kendisi ayakta durmayı seçti. Ellerini masaya yaslayarak öne doğru eğildi. “Biz seni niye yetiştirdik?” Sessiz kalma ihtiyacı hissettim. “Biz sana niye emek verdik Alparslan?” dedi aynı sakinlikle. “Seni niye sakladık oğlum?” diye sordu üstüne basa basa. “Niye her görevde kullanmayıp temiz tuttuk?” dediğinde anlamamı ister gibi bakıyordu. “Hadi bunları geçtim...” dedi masadan ellerini çekerek. “Bu mesleğin kurallarını da mı unuttun?” “Başkanım,” dedim pişmanlıkla. Elini kaldırdı susmam için. Bakışları bende değil Onur'daydı. “Alparslan'ı evine bırakın.” Arkasını dönmeden önce son kez bana döndü. “Düşün taşın karar ver. Yarın haber bekliyor olacağım.”
🖤🤍
Bölüm sonu yorumlarınızı bekliyorum.🤔
Bir süre bu şekilde bir ileri bir geri gideceğiz. Bazı yalanları siz bilirken bazılarından habersiz yaşayacağız.
Hadi hayırlısı 😂
İnstagram: soylumery
Görüşmek üzere hoşça kalın
⭐️⭐️⭐️ |
0% |