@soylumery
|
Merhaba... Oy ve yorumlarızı eksik etmeyin. Keyifli okumalar 🫶🏻
15 Haziran... Alparslan Aksoy... Bir plan yaparken detaylar her daim kusursuz işlemez elbet. Her zaman hata payı bırakmak gerekir. Bu hataların eksi olarak geleceğini düşünsek de bazen sonuç bizim için pozitiftir. Evin içinde bir o yana bir bu yana giderken bir yandan da sinirlerime hâkim olmaya çalışıyordum. Yaptığım planın kusursuz ilerlemesini beklerken daha ilk dakikadan geride kalmıştık. Çelik gibi zırhına sarınan kadın pek de kolay yem olacak birine benzemiyordu. Onur daha fazla dönüp durmamam adına önüme geçti. “Yeter! Başım döndü.” Ona diktiğim sert bakışlarımla parmağımı kaldırdım. “Sen hiç konuşma!” Devamında gelecekleri bilerek gözlerini devirdiğinde ısrarla ekledim. “Ulan kolumdan küçük bir sıyrık diye konuştuk, gittin omzumdan vurdun. Sana o silahı verenin ben...” Söylediklerime en ufak bir alınganlık göstermezken koltuğa oturdu. “İş kazası oğlum.” Rahatça arkasına yaslanırken elini koltuğun üzerine uzattı. “Sana sabit kal dedim.” Sinirlerime hâkim olmak için derin bir nefes aldım. Tıpkı onun gibi çaprazındaki koltuğa oturdum. “Kadın dışarı çıksın diye ne kadar oyaladım onları biliyor musun sen?” Düşünceli bir şekilde ellerimi önümde birleştirdim. “O kadar ukala, dik kafalı ve kendini beğenmiş ki vuruldum diye teşekkür edeceğine bir dalga geçmediği kaldı.” Onur da ciddi bir konum alırken olduğu yerde toparlandı. “Büyük plan yaptık Alparslan. Patlarsak çok kötü olur ama bu kadın kolay olmayacak, bunu biliyorduk.” Başımı aşağı yukarı sallarken ellerimi birbirine vurdum. “Azıtır gibi beni hastane köşesine bırakıp gitti. Üç beş de para attı önüme, tamam. Ben ne yapayım?” Yandan bakışları beni bulduğunda ikimizin üzerinde de karamsarlık vardı. “Sen de o yüzden mi hastaneden kaçtın?” Ayağa kalktığımda düşünceli bir hâlde pencere kenarına yürüdüm. Sabaha karşı korumaları atlatıp kaçmıştım hastaneden. “Peşinden koştuğum sürece beni umursamayacak ama kaçarsam merak edecek.” Dalgın bir şekilde pencereden dışarı bakarken elimi çeneme götürdüm. “Belli etmek istemese de onun için vurulduğumdan beri endişeli. Mutlaka gelecek.” “Bu şekilde senden şüphe etmesine sebep oldun.” Umursamaz hâlde omuz silktim. Etse de bir şey bulamayacaktı. Yerinden kalkarak yanıma geldiğinde ellerini cebine soktu. “İnci teyzeyi ne yaptın?” Yanaklarımı şişirip serbest bıraktım. En zor kısmı da burası oldu. Klinikte olanlar çabuk gitmişti annemin kulağına. “Sokakta silahlı çatışma olmuş, bizim kliniğin camlarına isabet etmiş dedim.” Sızlayan yaramı görmezden gelmeye çalışarak dişlerimi birbirine bastırdım. “Annem hemen inandı da babam bayağı bir fırçaladı tabii. Dikkatli ol diye tembihledi sürekli. Yaralı olduğumu bilseydi çoktan çıkıp gelmişti.” Onur aynı konudan mustarip sessiz kaldığında evin önüne gelen araçlar dikkatimi çekti. Perdeyi aralamadan biraz daha yaklaşırken arka arkaya dizilen üç siyah arabayla dudağımın kenarı kıvrıldı. “Geldi.” Arabalardan siyah takım elbiseli adamlar inmeye başladığında Onur da benim gibi dikkatle onları izliyordu. “Ulan, gerçekten de geldi.” İkimizde birbirimize sırıtırken başımla kapıyı işaret ettim. “Sen kaybol, bizi yalnız bırak.” İmalı bakışlarıyla başını iki yana salladı. “Dikkat et de kafana sıkmasın.” Kapıya doğru giden adamın arkasından seslendim. “Can borcu var, hiçbir şey yapamaz.” Onur'un gittiğini kapı sesinden anlarken üzerimdeki tişörtün uçlarından yakaladım. Biraz etkileyici olmak şarttı. Hızlıca başımdan çıkardığım esnada yaram sızladı. Kasılan çenemle suratım buruşurken yeniden pencereden dışarı baktım. O sırada Serkan'ın Efruz'la binaya girdiğini gördüğümde kaşlarımı çattım. Bu olmamıştı işte. “Kuyruğunu yanında getirmese olmazdı zaten.” Kendi kendime homurdanırken biraz önce üzerimden çıkardığım tişörtü yeniden başımdan geçirerek kapıya ilerledim. Vücut gösterim bir işe yaramayacaktı nasıl olsa. Omzumda daha şiddetli bir ağrı hissettiğimde elimi duvara yaslayıp diğer elimi göğsüme koydum. Daha yaram tazeyken bu şekilde ani hareketler yapmamalıydım. Kapı çaldığında çok da acele etmedim. İkinci defa çalan kapıyı artık açmam gerekiyordu. Birkaç solup alıp yerimde doğrularak dik bir konum aldım. Kapıyı açtığımda karşımda duran ve oldukça cesur giyinen kadın ve onun arkasındaki korku filminden fırlamış gibi duran adamla her ne kadar istesem de bariz bir şaşırma belirtisi gösteremedim. “Ne işiniz var burada?” Sorumu duymayan kadın kapıyı iterek içeri girdiğinde hemen arkasından Serkan girdi. Gözlerimi devirerek kapıyı kapattım. Peşlerinden oturma odasına geçerken ayakta dikilen Efruz etrafı inceleyen gözlerle bakıyordu. Başını bana çevirdiğinde, sakin çıkan sesimle “Evimi nereden buldunuz?” dedim. Yandan bakışları beni bulduğunda umursamaz hâlde adımlayarak koltuğa oturdu. Bacak bacak üstüne atarak rahatça arkasına yaslandı. Saçlarını atkuyruğu yapmıştı, yüzünde belirgin bir makyaj vardı. Üzerini saran mavi elbisesi miniydi ve oturduğu için yukarı sıyrılmıştı. O ise o kadar rahat duruyordu ki soğukkanlılığı bile ilgi çekiciydi. “Hastaneden kaçman hoşuma gitmedi.” Ağzından dökülen kelimelerle ona baktığımda hâlâ evimi incelemekle meşguldü. Benim söylediğim ya da konuştuğum şeyler önemsizdi. Sadece o ve onun söyledikleri vardı. “Sence bunu umursuyor muyum?” Başını bana çevirdiğinde dudağının kenarı küçümseyici bir ifadeyle kıvrıldı. Bakışları sert, yosun yeşili gözleri fazla asabiydi. “Senin gibi süt kuzusunun hastaneden kaçması hiç akıllıca değil.” Hemen yanımda geldiğinden beri elleri önünde ayakta dikilen adama kısa bir bakış attım. Efruz'un söyledikleri hoşuna gitmiş olacak ki bıyık altından gülüyordu. Her ne kadar bunu istemesem de umursamaz takılmayı seçtim. “Kendi başıma idare edebilirim.” Merakla evimi inceleyen kadın ellerini koltuğun iki yanına koyarak ayağa kalktı. Bakışları etrafta gezerken “Hiç misafirperver değilsin,” dedi dudak bükerek. “Kaçmanın sebebi de merak uyandırıcı.” Hemen sonra bakışları beni bulduğunda duraksadı. Kaşlarını çatmış hâlde neye baktığını anlamak için bakışlarımı üzerime düşürdüğümde omzumdan tişörtüme sızan kanı gördüm. İşte bu plan dışıydı... İstemsiz hâlde elimi omzuma götürerek kanıtlamak ister gibi yarama dokundum. Elime bulaşan kanla suratım buruştu. Gerçekten hiç sırası değildi. Bu şekilde karşısında daha da zayıf ve güçsüz görünüyordum. Kaşlarıyla yaramı gösterdi. “İdare şeklin etkileyici.” Sesi ifadesizdi. Başını Serkan'a çevirdi. “Eczaneden pansuman için bir şeyler al.” Her ne kadar Serkan'ın gidecek olması işime gelse de “Banyoda var,” dedim. Uzatmaya gerek yoktu. “Soldan ikinci kapı.” Serkan çıkar çıkmaz koltuğa oturdum. Üzerimdeki tişörtü çıkartmak istedim ama bu sefer pek de başarılı olamadım. Biraz önceki çevik hareketlerim sayesinde daha beter olmuştum. Hâlime acımış olacak ki yanıma gelerek tişörtümün uçlarından tutup yukarı sıyırdı. “Kollarını kaldır,” dediğinde onu ikiletmeden söylediğini yaptım. Üzerimdeki tişörtü çıkarıp önümde duran sehpaya oturdu. Yüzü buruşmuş hâlde beyaz sargıyı kırmızıya bulayan yarama bakıyordu. Elindeki tişörtü kenara bırakıp sargıma uzandı. Omzumdan sırtıma, oradan da göğsümün üzerine uzanan sargıyı dikkatle açarken ciddi ifadesi karşısında benden hiç etkilenmediğini gösterir gibiydi. Belli ki bu iş kolay olmayacaktı. “Çocuk gibi hastaneden kaçman saçmalıktan ibaret.” Kendi kendine söylenir gibi konuştuğu esnada dudağımın kenarını kıvırarak karşımdaki güzelliği izlemeye başladım. Fırsatları değerlendiriyordum. “Beni yavru köpek gibi bırakınca kaçmanın daha doğru olacağını düşündüm.” Elindeki toparladığı sargıyla duraksarken başını kaldırarak yüzüme baktı. Söylediklerim her nedense onu duraksatmıştı. İlk defa bu kadar yakın olmamızla dikkatle gözlerine bakarken “Eğer yavru köpek olsaydın...” dediğinde dudağının kenarı kıvrıldı, “Seni bırakmazdım.” İlk defa ona içten bir gülümseme sundum. Hiçbir tavrı ve yaptığı iş hoşuma gitmese de hayvanlara olan sevgisi güzeldi. Yine de yaptığı işler onda sevilecek bir şey bırakmıyordu. Duyduğumuz boğaz temizleme sesiyle başımızı yana çevirince Serkan'ı kapının önünde dikilmiş bize bakarken bulduk. Efruz anında geri çekilirken Serkan elindeki malzemeleri yanımıza bıraktı. “Bunlar iş görür.” Efruz malzemelerde göz gezdirip başını eğdi. Elindeki sargıyı bırakıp göğsümdeki yaraya baktı. Aldığı gazlı bezle kanı temizlerken fazla ciddi duruyordu. Nasıl tavlayacaktım ben bu kadını? Bir de bu yetmez gibi kuyruğu peşinden ayrılmıyordu. O sessizce işini yaparken oturduğum koltukta bacaklarımı iki yana açmış, kollarım dizlerimin üzerinde ellerimi önümde birleştirmiş onu izliyordum. Aslında bunu yapıyor oluşu bile mükâfat gibiydi. Bana kalırsa normalde yapmayacağı bir şeyi yapıyordu ama bunu etkilendiği için yaptığını sanmıyordum. Sadece kendini sorumlu hissediyordu. Omzuma bandaj sarmak yerine sadece yaranın olduğu kısmı kapattı. Görüntüden memnun kendini biraz geriye çekerek yarama baktı. Hiç çekinmeden onu izliyordum. Hatta kaba bir tabirle gözlerimi üzerinden ayırmıyordum ama bir sapık gibi değil, rakibine kafa tutar gibi bakıyordum. Onun kaybedişini zevkle izleyecektim. Bu bir soğuk savaştı ve o kalbini ellerime verene kadar devam edecekti. “Annen nerede?” Sorusuyla bir anda afallarken “Annem mi?” diyerek tekrar ettim onu. Bu da nereden çıkmıştı şimdi? Dudağının kenarını kıvırdı. “Süt kuzularına annesi bakmaz mı?” derken sesi yine alay doluydu. Güldüm. Gülerken de başımı yere düşürdüm. Beni fazla küçümsüyordu. Kimin kurt kimin kuzu olduğunu zamanla görecektik. “Ailem Ankara'da, burada yalnız kalıyorum.” Kaşları havalandı. Tekrar etrafına bakınma ihtiyacı hissetti. Bekâr evi olduğuna kanaat getirmiş olacak ki atkuyruğu yaptığı saçlarını geriye savurdu. “Kız arkadaşın?” dedi merakla. Başımı iki yana salladığımda, “Normal arkadaşında mı yok?” diye sordu çemkirir gibi. Buna yok dersem fazla saçma olurdu. “Çocuk mu var senin karşında?” Alaylı bakışlarıyla yaramı işaret etti. “Hem de yaralı bir çocuk.” Bu konuda mecburen sessiz kalırken ayağa kalktı. Sesli bir soluk verdiğinde başını iki yana salladı. Bir süre sessizce başımızda bekleyen Serkan'la bakıştılar. Suratsız herif onu anlamış olacak ki başını iki yana salladı ama belli ki benimkinin içinde sakladığı merhamet vardı. “Bir şeyler yemiş olduğunu ümit ediyorum.” Dudağımın kenarı kıvrılırken biraz da rahat etmek adına koltuğa uzandım. “Yemedim.” Gözlerimi kapatmış beklerken bir an aklıma gelenle tek gözümü araladım. “Madem buraya kadar geldin bir zahmet benimle ilgilen.” Diğer gözümü de araladığımda gülümsedim. “Sonuçta bu hâldeysem sebebi sensin.” Serkan bana doğru bir adım attığında Efruz elini kaldırarak onu durdurdu. Burnundan küçük bir homurtu yükseldi. “Benim için ilk vurulan kişi sen değilsin.” Ellerini arkasına alarak bana doğru yaklaşıp tam dibimde durdu. “Ama şu yersiz cesaretinle sebebi ben olmasam da zaten çok yaşamazsın.” Bir süre birbirimize baktığımızda ellerimi karnımın üzerinde birleştirip yeniden gözlerimi kapattım. “Çok da dert etmiyorum. Sonuçta artık beni koruyacak güçlü bir kadın var.” Gözlerim kapalı beklerken kısa bir sessizlik oldu. Hemen ardından duyduğum topuk sesleri ve ardından sert bir şekilde kapanan kapıyla gözlerimi araladım. Olduğum yerde hızlıca doğrulduğumda sert bir soluk bıraktım. Kalmasını beklerdim. Sahiden de acımasızdı. Yerimden kalkarak pencere kenarına yaklaştım. Onun apartmandan çıkışını izlediğim sırada korumaları bir anda etrafını sardı. Saldırıdan dolayı belli ki temkinliydi. Arabaya bindiğinde camı indirerek eliyle Serkan'a işaret verdi. Arabaya yaklaşan adama bir şeyler söyledi. Serkan başıyla onayladı. İki koruma apartmanın önüne doğru yaklaştığı esnada suratım buruştu. Belli ki beni korumalarını istemişti. Serkan'ın da binmesiyle araba harekete geçti. Onların gidişinin ardından kısa süre sonra kapı çalarken kimin geldiğini biliyordum. Kapıyı açtığımda Onur içeri girdi. Birlikte salona geçerken sehpanın üzerindeki kanlı malzemelerle çabucak bana döndü. “Ne oldu burada?” Omzumu göstererek koltuğa yöneldim. “Pansumanımı yaptı sağ olsun.” Karşıma oturan adam şaşkındı. “Emin misin?” Gözlerimi kapatıp açtığımda bir umut “İyi geçti o zaman,” dedi. Düz bir ifadeyle arkama yaslandım. “Bir arpa boyu yol alamadım.” *** Bir hafta sonra... Efruz Kandemir... Kaç gündür yaşadığım saçmalıkların son bulması için çabalarken hâlâ sonuçsuz kalmış olmanın öfkesini atabilmiş değildim. Ne evime kadar gelen birini bulabilmiştim ne de yaşananları üstlenen biri çıkmıştı. Bu durum daha fazla gerilmeme sebep oluyordu. Serkan'a verdiğim talimatla evin dört bir yanı artık iki katı korumalarla korunurken farklı bir güvenlik şirketiyle anlaşarak kamera sistemlerine güncelleme getirmiştik. Yine de bu işi kim yaptıysa profesyonel olduğunu düşünüyordum. Çalışılmış bir tuzaktı. Tam da amaçlarına ulaşmak üzerelerdi ve o aptal olmasaydı belki de şu an hayatta olmayacaktım. Kendi canından oluyordu az daha. Şimdilerde ise iyi olduğunun bilgisini almıştım. İşine başlamıştı bile. Öyle ki korumaları çekmiştim peşinden. Aslında biraz da benim yüzümden başı daha çok derde girer diye endişe etmiştim. Tek sevdiğim varlığım olan Gece'yi bile kullanmaya çalışan insanlar Alparslan gibi insanları harcamaktan geri kalmazlardı. Odamdan çıktığımda üzerimi değiştirmiş ve gece için hazırlanmıştım. Mekânlardan birinde bu aralar arka arkaya olay çıkıyordu ve orayı kontrol etmem gerekiyordu. Almam gereken haraçlar vardı. Aslında biz mekân korumalığı adı altında mekânları haraca bağlardık. Kazandıklarından kâr payı alır bunun karşılığında da mekânın güvenliğini sağlardık. Güvenlik dediğimde başka tiplerin haraç bağlamasına engel olmaktı. Yaptığım işten pek gocunduğum söylenemezdi. Sonuçta bu işi biz yapmasak başkaları yapacaktı. Onların alacağı parayı ben alıyordum sadece. Sayemde de güvenli bir eğlence sektörü oluşuyordu. Kendime ait iki mekânım bile vardı. Kazandığım paralarla güzel yatırımlar da yapıyordum. Ayağımdaki yüksek topuklularla merdivenleri tek tek iniyordum. Siyah, üzerime oturan bir elbise tercih etmiştim. İp askıları omzumu sıkı sıkı tutarken mini olmasının yanında küçük de bir yırtmacı vardı. Son basamağa geldiğimde beni bekleyen Serkan elini uzattı. Gözlerimi devirerek son basamağı da indim. “Gerek yok Serkan.” Suratı asıldığında dudağımın kenarını kıvırdım. “Hanım hanımcık olmam gereken yerlerde yap şunu.” Mecburen başını eğdiğinde “Çıkıyor muyuz?” diye sordu. Etrafıma bakınarak Gece'yi aradım. Bahçedeydi muhtemelen. Yaşananlardan sonra onu bir müddet eve almıştım. Ne yazık ki evi pek sevmiyordu. Bulduğu her fırsatta dışarı kaçardı. “Arabaları hazırlasınlar, Gece'yi görüp geleceğim.” “Emredersiniz efendim.” Bahçe kapısından çıktığımda hava kararmaya başlamış, aydınlatmalar açılmıştı. Gece'nin kulübesinin boş olduğunu gördüğümde koca araziye baktım. “Gece!” Kısa bir süre sonra sesi geldi. Hemen sonra onu gördüm. Ağaçların ardından havlayarak bana doğru koşuyordu. Yanıma geldiğinde yere çöktüm. Kollarımın arasına girdiği an yanaklarını, tüylerini okşamaya başladım. “Nasılsın oğlum? İyi görünüyorsun.” Karşılık olarak iki kez havladığında kendime çekip başından öptüm. “Aferin oğluma.” Ayağa kalkmış Gece ile oynamaya devam ederken Serkan geldi. Eliyle kapıyı gösterdi. “Çıkabiliriz Efruz Hanım.” Yola çıktığımızda gideceğimiz yer biraz uzaktı. İstanbul trafiğini de hesaba katarsak bir saate yakın sürecekti yol. “Bir ses yok mu hâlâ?” Serkan neyden bahsettiğimi anlamış gibi başını iki yana salladı. “Her kimse ortaya çıkmamak için iyi çalışmış.” Umutsuzca başımı camdan dışarı çevirdim. İçimde kaplayan sıkıntıya engel olamıyordum. “Bu sessizlik iyi değil Serkan.” Sıkıntılı bir iç çektim. “Şerefsizin teki bize iyi bir oyun oynadı ve az daha amacına ulaşıyordu.” Dalgın bakışlarım bir anda kararırken aklımdan geçenler korkunçtu. “Şimdi arkamızdan gülüyor olmalı.” “Efendim...” diyerek atıldığında sözünü kestim. Boş laflara ayıracak zamanım yoktu. “Unutma ki babamı da bu şekilde oyuna getirip öldürdüler. Belli ki sıra bende.” Elimi cama götürerek parmaklarımı üzerinde gezdirdim. “Herkesten şüpheleneceksin Serkan. O güne ait ve öncesinde kim varsa soruşturacaksın.” Aklıma gelen şeyle ani bir hareketle başımı Serkan'a çevirdim. “O gün bütün klinikler kapalıyken neden orası açıktı bilmen gerekir.” Serkan duraksarken gözleri karardı. “O heriften mi şüpheleniyorsunuz? Kendini öldürüyordu.” Alayla dudağımın kenarını kıvırdım. “Ben herkesten şüphe ederim. Kimse masum değildir.” Alparslan'ı tekrar hatırladığımda dudak büktüm. “O adamda başka bir şey var. Fazla cesur... Bizi hiç yadırgamadı. Sanki...” dedim ama devamını getiremedim. “Umarım bir daha karşımıza çıkmaz.” Serkan oldukça emin arkasına yaslandı. “Aklı varsa çıkmayacaktır. Adamlarımız bir süre peşindeydi. İşinde gücünde sıradan biri. Yatırdığımız paradan da memnun olacak ki bir daha hiç sesi çıkmadı.” “Ne kadar yatırdınız hesabına?” dediğimde Serkan “İki milyon.” dedi. Tek kaşım havaya kalkarken küçümseyici bir bakış attım. “Gece ve benim değerim iki milyon mu Serkan?” Küçük bir telaşa düştüğünde bakışlarını kaçırdı. “Sizin bir ederiniz yok efendim. O para sadece basit bir veterineri mutlu edecek miktar.” Yüzümde küçük bir gülümseme oluşurken usul usul başımı salladım. “Aferin... Sakın bir karşılığım olduğunu düşünme.” Mekâna geldiğimizde arka kısmı tercih ettim. Ön taraf fazla kalabalıktı ve burası büyük bir mekândı. Giriş yaptığımda kendimi kenar kısımlara yapılmış localardan etrafı en iyi göreceğim kısmı seçtim. Bu tarz boğuk ortamlardan ve gürültüden her ne kadar hoşlanmıyor olsam da bir yandan da seviyordum. Hiç yoktan duyduğum aşırı gürültü, kafamı dağıtıyordu. Geldiğimi duymuş olacak ki mekânın müdürü koşarak benden tarafa geldi. Tam önümde durduğunda ellerini önünde birleştirerek başını eğdi. “Hoş geldiniz Efruz Hanım. Mekânımıza şenlik getirdiniz.” U şeklinde duran koltukta tam ortaya oturmuş, sırtımı koltuğa yaslamış hâlde başımı yana yatırdım. Şenlik getirme konusunda benimle dalga geçiyordu galiba. Ben en fazla ölüm getirirdim. “Nasıl gidiyor? Var mı sıkıntı?” Telaşla başını kaldırdı. “Yok efendim, her zamanki şeyler. Sizin olduğunuz mekânda ne sorunu olabilir?” Hemen yanımda oturan Serkan'la bakıştık. Adamın yalan söylediğini biliyordum. Bir süredir burasıyla ilgili şikâyet alıyorduk ve belli ki müdür bozuntusu bu durumu duyurma niyetinde değildi. “Masaya bir şeyler getirsinler.” “Tabii efendim,” der demez yanında duran garsona baktı. “Duymadın mı? Çabuk olun!” Garson alev almış gibi giderken hâlâ başımızda dikilin adamla Serkan'a kısa bir bakış attım. Beni anında anlayarak adama eliyle gitmesini işaret etti. Onun gidişinin ardından önümüzdeki masanın üzerine gelen içkiler ve ardından yanına koyulan çerezlerle etrafı izlemeye başladım. Büyük bir kalabalık vardı. Dans eden gençlerin çoğu kendini müziğin ritmine kaptırmışken, kendinden geçtikleri açıkça belli oluyordu. Öyle ki iç içe geçmiş bedenler bana göre ne yaşadıklarından habersizdi. Çoğunluğunun kafasının güzel olduğu belliydi. Saatler ilerledikçe eğlencenin dozu daha da artacak, insanlar kendini biraz daha kaybedecekti. Kendi mekânlarımda mal satışına izin vermezdim. Bu işleri sevmiyordum ancak bana bağlı mekânlara bu konuda ne kadar istesem de çok karışamıyordum. Ben engel olsam da dışarıda her boku yedikten sonra içeri geliyorlardı. Herkesi tek tek kontrol etmenin imkânı da yoktu. Yine de bulduklarımı atıyordum. Gece uzadığında her pislik er ya da geç kendini belli ederdi. Bizim işimiz ise en çok bu aralıklarda devreye giriyordu. Zaman geçtikçe içkinin dozu artıyor ve kafası güzel olanlar tartışmaya açık oluyordu. Gerçi bu kısım en basitiydi. Bizim uğraştığımız genelde daha büyük sorunlardı. İçkime uzanarak bir yudum aldığım esnada kopan çığlıkla başımı kaldırdım. Korumalar anında etrafımı sararken Serkan hemen ayağa kalktı. Art arda gelen gürültüler ve artan çığlıklarla beklediğim an gelmiş görünüyordu. “Serkan, ne oluyor bak.” Serkan birkaç adamla olayın olduğu noktaya doğru giderken gürültüler daha da artmış, kadınlar çığlıkları devrilen masalarla birlikte kırılan camların sesine karışmıştı. Bu kadar ortalığı karıştıranlar kim merak etmiştim. Serkan kısa sürede yaka paça tuttukları iki adam ve bir kadınla karşıma geçti. Üstü başı dağılmış adamlara bakarken özellikle Serkan'ın kolundan tutmaya çalıştığı kişi fazla tanıdık gelmişti. Yaşadığım şaşkınlıktan çabucak kurtuldum ve arkama yaslandım. “Ooo... Alparslan Bey, bu ne güzel sürpriz.” Serkan'ı iterek kolunu kurtardığında üzerindeki spor ceketi düzeltti. “Yolumu gözlüyordun herhâlde?” Küçük bir kahkaha atarak masada duran tabağa uzandım. Avucuma aldığım çerezlerle tekrar arkama yaslanırken bir iki tanesini ağzıma attım. Bu gereksiz tesadüfler hoşuma gitmemeye başlamıştı. Özellikle burada karşıma çıkması beni hayli şaşırtmıştı. Üçüncü kez karşı karşıya geliyorduk ki bu benim için fazlaydı. “Ne yalan söyleyeyim arada benim için ölecek birilerini aramıyor değilim.” Bacak bacak üstüne attığımda dudağımın kenarını kıvırdım. “Ama sen hep böyle başını derde sokarsan olmaz ki.” Alparslan cevap veremeden diğer adam korumaların elinden kurtulmaya çalıştı. “Bırakın beni! Siz kimsiniz lan?” Dudaklarım büzülürken diğer adama baktım. Çerezden bir tane daha ağzıma attığımda dağılan hâlini incelemeye başladım. Kaşının kenarından sızan kanla sesli bir soluk verdim. “İki muhabbet etmeye gelmiyor, hemen bir kabalıklar...” Ekşittiğim suratım solup giderken bir anda ciddileşerek ortada duran kadına baktım. “Bana burada ne olduğunu anlatmak ister misin?” Korktuğu belli hâlde dağılan saçlarını arkaya atarak tiksinti dolu bakışlarıyla diğer adamı işaret etti. “Bu adam beni taciz etmeye kalktı. O sırada da...” derken Alparslan'ı işaret etti. “Bu yakışıklı beni kurtardı.” Bir adama bir de Alparslan'a baktım. “Doğru mu bu?” diye sorduğumda adam hemen itiraz etti. “Yok öyle bir şey. Bu kadın benim kız arkadaşım, biraz tartıştık o kadar. Bu herif de durduk yere üzerime saldırdı.” Başımı Alparslan'a çevirdiğimde kaşlarımla diğer adamı gösterdim. “Sen ne diyorsan Alparslan?” Alayla baktı gözlerime. Bu adamın bu tavırları beni deli ediyordu. İnadına yapar gibi masada duran çerezlere uzanıp birkaç tane alarak ağzına attı. “Bir de size hesap mı vereceğim?” dedi dik dik. Masada duran açılmamış suya uzanarak kapağını açtığı gibi tepesine dikti. Susamıştı galiba. Yoksa beni çıldırtmak gibi bir niyeti olamazdı. Şişeyi yerine bırakırken dudağının kenarını kıvırdı. “Aptal değilsiniz ya, gerçeği öğrenirsiniz.” Tıpkı onun gibi ben de dudağımın kenarını kıvırdım. “Doğru diyorsun,” dedim sakince. Karşımda duran kıza “Sevgili misiniz siz?” diye sordum. Panikle açıklamaya çalıştı. “Sevgiliydik ama zorla taciz etti beni. Artık hiçbir şeyim değil.” Ah şu kadınlar bazen kendine yazık ediyordu. Değer bilmeyecek, kendine zarar veren erkeği mıknatıs gibi çekmeye bayılıyorlardı. Durumu az çok anladığımda başımla kapıyı işaret ettim. “Sen gidebilirsin.” Duraksayarak Alparslan'a baktı. “O,” dedi ne olacağının merakına düşerek. Belli ki kısa sürede tacizci sevgilisinden daha çok beğendiği kişiler olmuştu. Başımı iki yana salladım. Alparslan'ı bir süre daha misafir etmeyi planlıyordum. Bu karşılaşma benim için tesadüfün üzerindeydi. Kızın gitmesini beklerken o çantasını kurcaladı. Kısa süre sonra çıkardığı göz kalemiyle cilveli bir tavırla Alparslan'ın elini kavradı. Ne yazdığını göremedim ama bir tahminim vardı. Bu da yetmez gibi sokularak yanağından öptü. “Buradan çıkınca ara beni.” Şaşkınlıkla karşımdaki flörtleşmeyi izlerken Alparslan'dan bir tepki bekledim ama sadece boş boş kıza bakmakla yetindi. Eline düşen bakışlarıyla kaşları çatılırken kısa bir süre numaraya bakıp memnuniyetsiz bir hâlde elini pantolonuna sürttü. Bu durum beni gülümsetmişti. Serkan'a çevirdiğim bakışlarımla ikisini işaret ettim. “Bunları arka tarafa al, biraz misafir edelim.” Bir süre onların gidişini izledim. Müzik yeniden tüm alanı kaplamış, insanlar çoktan olayı unutarak danslarına geri dönmüştü. Giden adamlarla birlikte ben de ayağa kalktım. Kısa bir süre sonra arka tarafa geçerek müdürün odasına girdim. Güvenlik kameralarından olana bitene baktığımda kızın doğru söylediği açıkça belli oluyordu. Adamın kızı taciz edişi ve kızın kurtulmak için verdiği savaş, hemen ardından Alparslan'ın durumu fark ederek adama vurduğu anlar bir bir kameraya yansımıştı. Benim asıl merak ettiğim şey ise başkaydı. Kameralardan Alparslan'ın girişine bakmıştım. Mekâna nasıl geldiğini ve hatta içeriye nasıl girdiğini merak ediyordum. Kısa bir incelemenin ardından mekânın olduğu sokağa tek başına girdiğini ve sırada bekleyen bir kızla konuşup onunla içeri girdiğini gördüm. Mekâna girmelerinin ardından da hemen ayrılıyorlardı. Buna pek şaşırmamıştım. Damsız girilemeyen mekânlarda erkeklerin yaptığı küçük numaralardan biriydi. Kapıda sıra bekleyen kızları ayartıp içeriye beraber girerler sonra da yollarını ayırırlardı. Beni şaşırtan şey ise bunu Alparslan'ın benim olduğum gün yapmış olmasıydı. Bu kadarının yeterli olduğunu düşündüğümde misafirlerimizin bulunduğu odaya geçtim. Serkan ikisini de bir sandalyeye oturtarak ellerini ve ayaklarını bağlamıştı. İki adamın da karşısına dikildiğimde ellerimi belime yerleştirdim. İlk hedefim sapık herifti. “Adın ne senin?” Durumun ciddiyetini anlamış olacak ki korkuyla “Uğur,” dedi. Ona biraz daha yaklaşarak çenesini kavradım. “E kıza sarkıntılık etmişsin Uğur.” Korkuyla kendini geriye çekmeye çalıştı. “Bırakın beni, evime gideyim. Bir daha yapmam.” Yüzüme dökülen saçları geriye attığımda başımı iki yana yatırdım. “Ama olmaz ki böyle. Hem mekânıma geliyorsun hem de olay çıkarıyorsun. Şimdi biz ne yapacağız seninle?” Sandalyede kıpırdanarak kendini kurtarmaya çalışırken iki adamım omuzlarına bastırdığında olduğu yerde kaldı. “Bırakın beni. Kimsiniz lan siz? Beni burada zorla tutamazsınız.” Serkan yine sinirlenerek adamın kafasına silahı dayadı. “Kes lan sesini!” “Sakin ol,” dedim bir adım geriye çekilerek. Eteğimin minik yırtmacına uzandığımda bacağımda sabit duran muştayı çıkararak sağ elimin parmaklarından geçirmeye başladım. “Her yapılanın bir karşılığı vardır Uğur.” Korkuyla başını geriye atan adama gülümsemeden edemedim. “Benim kontrolümde olan mekânda taşkınlık ve sapıklık yapmanın da bir karşılığı olur.” Yüzüne doğru biraz daha eğildiğimde bembeyaz olmuştu “Ve biz şimdiye kadar kimseyi karşılıksız bırakmadık.” Suratına indirdiğim yumrukla başı yana savrulurken dudaklarından inilti aynı anda döküldü. Kendini zar zor toparladığı anda bir yumruk daha geçirdim. Daha yüksek bir sesle bağırırken bunundan akan kanla başı yana düştü. Bu kadarının yeterli olacağını düşünerek arkamı döndüm. “Devam edin.” Odanın baş kısmında duran masaya ilerleyerek koltuğa oturduğumda Serkan çoktan başlamıştı yumruklarını indirmeye. Parmaklarım arasındaki muştayı çıkarmış elime aldığım peçeteye silerken bir yandan da sandalyede bağlı hâlde oturan Alparslan'ı izliyordum. Hemen yanında dayak yiyen adama bakıyordu. Yüzünde ne bir acıma duygusu ne korku ne de tek bir panik vardı. Ben yumruk atarken de tek bir ses çıkarmadan beni izlemişti. Onun bu rahatlığı hoşuma gitmiyordu. Korkusuz tavırları, bu kadar rahat oluşu ve sürekli karşıma çıkmaya başlaması hiç iyi değildi. Geçen dakikaların ardından sandalyeyle yere düşen adamı tekmeledikleri sırada geç kalan tepki geldi. “Yeter!” Alparslan'ın sert sesi odanın içinde yankılandığında Serkan pek de aldırmadı. Ne yapacağını merak ediyordum ki tekrar bağırdı. “Yeter lan! Aldı dersini, bırakın adamı.” Serkan'a bırakmasını işaret ettim. “Arka kapıdan atın gitsin.” İki adam ellerini ve ayaklarını çözerek odadan dışarı çıkardığında ayağa kalktım. Dikkatle beni izleyen Alparslan'a doğru yaklaşarak tam önünde durdum. Alaylı bir tavırla “Eee... dedim ona doğru eğilerek. “O gittiğine göre kaldık mı baş başa?” Alttan bakışları üzerimde başıyla etrafımızdaki adamları işaret etti. “Pek baş başa kalmış sayılmayız.” Küçük bir kahkaha kaçtı dudaklarımdan. Bu adam her ne kadar sinirlerimi bozuyor olsa da aynı zamanda eğlenceli bir tipe benziyordu. “Şartlarımız bu kadarına müsait.” Kabullenir gibi başını aşağı yukarı salladı. Sessiz kalacağını anladığımda odanın içinde küçük adımlar atmaya başladım. “Söylesene Alparslan...” Küçük bir es verip ona doğru döndüm. “Mekâna damsız nasıl girdin?” Yüzünde keyifli bir tebessüm oluştu. “Öyle olduğunu kim söyledi?” Kaşlarım havalandığında beni şaşırtmış olmaktan memnun görünüyordu. “İçeride eğleniyordur.” Bakışlarım onda sabit bir hâlde beklediğimde başı yere düştü. Geç de olsa küçük numarasını fark ettiğimi anlamıştı. Tekrar göz göze geldiğimizde “Beni bırakmayacaksın anlaşılan,” dedi. Başımla onayladığımda devam etmesini, tüm tahminlerini dile getirmesini istiyordum. “Dayak yeme sırası bende o zaman.” Usulca tekrar başımı salladığımda oturduğu yerde dik bir konum aldı. “Çabuk olursan sevinirim.” Bu nasıl cevaptı böyle? Neden korkmuyordu bu adam? Niye kabulleniyordu? “Sebebini sormayacak mısın?” Alayla dudağının kenarını kıvırdı. “Karşılaşmalarımızı tesadüf bulmuyorsun ve benden şüpheleniyorsun,” dediğinde hayrete düştüm. Ne yalan söyleyeyim bunu beklemiyordum. Serkan'da benim gibi şaşırmış hâldeydi, bana bakarken ona doğru yaklaşarak çenesini kavradım. Geriye tek bir şey kalıyordu; itiraf. “O zaman bana kimin için çalıştığını söyle.” Güldü, dişleri göründü. Güzeldi gülüşü, yakışıklı adamdı. Sakalları yeni çıkmaya başlamış elime batıyordu. “Şüphelerin yersiz Efruz. Ben kendi hâlinde bir veteriner hekimim. Bana ikinci defa borçlanacaksın.” Kendinden emin bakışları yüzümde gezindi. “Ve bu sefer borcunun karşılığını isteyeceğim.” Bu kadar emin konuşmasıyla ufak bir tereddüt ettim ama bu çok kısa sürdü. Şimdiye kadar konuşturmadığım adam olmamıştı ve yine olmayacaktı. “Bebeksi yüzüne yazık olacak süt kuzusu.” Çenesini iterek kendimi geriye çektiğimde muştayı yeniden parmaklarıma geçirdim. İlk defa şüphede kalmak içimi rahat ettirmese de sert bir yumruğu suratına geçirdim. Başı yana savrulduğunda bir süre öyle kaldı. Ağzında biriken kanı tükürüp bana baktığında gülümsedi. “Sıkı vuruyorsun.” Gülerek elimdeki muştayı düzelttim. “Eğer konuşursan sana torpil geçebilirim. Kim için çalışıyorsun, planı sen mi yaptın? Arkanda kimler var?” Yüzündeki gülümseme usul usul kaybolurken büyük bir ciddiyet kapladı. “Bu işin sonunda bana bir yemek borcun var, unutma.” Gözlerimi devirerek bir kez daha indirdim suratına. Aynı şekilde başı tekrar yana düştüğünde kısa bir sersemliğin ardından çenesini oynatıp başını kaldırdı. “Yüzüme çalışmazsan… Yemekte dağılan suratımla karşında olmak istemem.” Hâlâ durumu dalgaya alan adamla geri çekildim. Başımızda bekleyen adamlara işaret verdim. “Konuşana kadar dövün!” Arkamı dönmeden son eklememi yaptım. “Yaralı omzuna dokunmayın, yüzü de temiz kalsın." 🤍🖤 instagram:soylumery Görüşmek üzere 🫶🏻
|
0% |