@soylumery
|
Merhaba 🫶🏻
Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin.
Keyifli okumalar. 🥰
Bir ay önce... Alparslan Aksoy... Bazı meslekler fedakârlıklar gerektirir; senden bir parça ister, bazı meslekler ise hayatını ele geçirir; senden imkânsızı ister. Benden istenen bütün hayatımdı ancak bu mesleği seçtiğimde bunu biliyordum. Bilerek kabul ettiğim gerçeklerden kaçmak korkaklık olurdu. Onur'la bir aydır çalıştığımız iş üzerinde bir türlü orta yol bulamıyorduk. Hep bir ihtimal zinciri üzerinde gezerken her plan yakalanmamızı kolaylaştıracak şekildeydi. Elimdeki kâğıtları masaya bıraktığımda şişirdiğim yanaklarımı serbest bırakarak arkama yaslandım. “Bu iş böyle olmaz.” Ellerimi ensemde birleştirerek kaslarımın gerilmesine izin verdim. “Aptal değil ya bu kadın, ilk benden şüphelenecek.” Onur da tıpkı benim gibi bütün gün çalışmaktan yorulmuş hâlde arkasına yaslandı. Üzerindeki gömleğin kollarını kıvırmış, yakasından birkaç düğmeyi açmıştı. Göğsündeki kurt dövmesinin baş kısmı görünürken elini saçları arasında gezdirdi. “Bana kalırsa senin düzenini bozmak mantıksız. Seni yalın hâlinle tutmamız en mantıklısı. Ne kadar az yalan o kadar başarı.” Onur’un söylediklerini düşünürken masada duran fotoğrafa gözlerim iliştiğinde garip bir arzuyla uzanıp elime aldım. Kendi bahçesinde köpeğini sevdiği sırada fazlasıyla mutlu görünen kadınla yüzümde küçük bir gülümseme oluştu. “Kadın köpeğini çok mu seviyor demiştin?” Mırıldanarak sorduğum soruyla Onur başını gömdüğü evraklardan kaldırmadı. “Öyle. Hatta sevdiği tek şey diyebiliriz.” Dudağımın kenarı kıvrıldığında ani bir hareketle başını kaldırdı. Göz göze geldiğimiz an ne düşündüğümü anlamıştı. “Aynı şeyi mi düşünüyoruz?” Yüzümdeki tebessüm daha da büyürken hafif hafif başımı salladım. “Madem en çok köpeğini seviyor, biz de oradan başlarız.” Memnuniyetle arkasına yaslandı. “Bir planın var gibi duruyor.” Sırıtarak öne doğru eğildiğimde evrakları karıştırmaya başladım. “Bize bir kahve yaparsan anlatırım.” Gözlerini devirerek ayağa kalktı. “Ulan sen benden küçüksün be, ayıp.” Onu duymazdan gelerek çıkardığım ev planını incelemeye başladım. Onur benden iki yaş büyüktü ama bu ona istediklerimi yaptıramayacağım anlamına gelmiyordu. Kısa süre sonra elinde iki kupayla geldiğinde bu sefer yanıma oturdu. Kupaları sehpaya bıraktığı sırada ona ev planını gösterdim. “İlk olarak eve gireceğiz.” Daha ilk dakikada hoşnutsuz hâlde suratını buruşturdu. “Kadının köpeğini mi kaçıracağız? Delirdin mi lan sen?” Deli görmüş gibi suratıma bakan adamla gözlerimi devirdim. Bu kadar basit düşündüğümü düşünmesi üzücüydü. “Kes sesini de dinle. Kadın en çok köpeğini seviyor demedin mi?” Başıyla onayladığında devam ettim. “Peki, köpeğine bir şey olursa ilk gideceği yer neresi?” “Veteriner kliniği,” derken ampulleri çoktan yanmaya başlamıştı. Gururla kendimi işaret ettim. “Peki, ben neyim?” “Lan!” dedi heyecanla omzuma vurdu. “Şerefsiz, aferin sana.” Suratım asıldığında homurdanmaya başladım. “Hay senin sevgi anlayışına...” Gülerek omzuma vurdu. “Şerefsizsin işte oğlum, insan mesleğini anca senin kadar kötüye kullanır.” Sinirlenmeye başlarken elini, kolunu ittim. “Yürü git lan! Ben mesleğimi kötüye kullanmam. Anama sözüm var. Olmasa da kullanmam.” Kahvesine uzandığında bir yudum alıp yerine bıraktı. “E...” dedi merakla. “Detayları anlat.” Düşünceli hâlde ev planına bakarken bir andan ciddileşerek kaşlarımı çattım. “Ev çok iyi korunuyor, sen önce bu güvenliği aşabilir miyiz bana onu söyle.” Yüzünde ukala bir gülümseme oluştu. Oldukça kendinden emin duruyordu. “Sen yeter ki iste, bizim aşamayacağımız güvenlik yok.” Memnun bir ifadeyle başımı salladım. “İlk olarak kendi veterinerini ortamdan uzaklaştıracağız ve kendilerine yakın olan klinikleri kapatacağız. Lokasyonda onlara ulaşabilecekleri klinik sadece benimki olacak. İkinci olarak da kimsenin ruhu duymadan eve girip köpeğe yüksek dozda sakinleştirici vereceğiz. Kendi ayaklarıyla gelecekler bana ve ben de işimi yapacağım.” Düşünceli hâlde köpeğin olduğu fotoğrafı alarak uzun uzun baktı. “Bu köpek yer lan bizi.” Onun korkusunu her ne kadar anlıyor olsam da kahkaha atmadan edemedim. “Alman bekçi köpeği. Birkaç ırkın birleşiminden oluşuyor. Biraz tehlikeli ama iyi eğitildiyse bizi çok zorlamayacaktır.” “Ya da daha çok zorlayacaktır,” dedi bana tezat bir şekilde. Haksız da sayılmazdı. Konuyu uzatmak istemeyerek “Sonra,” dediğinde ona doğru döndüm. “Sonrası planladığımız gibi olacak. Küçük bir saldırı düzenlenecek ve sen beni vuracaksın. Böylece bana can borcu olacak ve biz de bir taşla iki kuş vurmuş olacağız. Hem köpeğinin hem de onun canını kurtarmış olacağım.” Tekrar “Sonra,” dediğinde duraksayıp boş boş suratına baktım. Hâlime sırıtarak kahvesine uzandı. “Oğlum, sana can borcu var diye bu kadın kollarına mı sığınacak sanıyorsun?” Kahvemi alarak arkama yaslandım. Şimdi Onur'un egosu bana geçmişti. “Şimdiye kadar sığınmayan olmadı.” “Aptal herif,” dedi kafama vurarak. “O kadın senin gibi kaç erkek gördü biliyor musun?” “Belli ki sen biliyorsun,” dediğimde başıyla onayladı. “Uzun zamandır takip ediyoruz. Birkaç kez yemledik ama çok çabuk uyandı.” Alayla dudağımın kenarını kıvırdım. “O yem sen miydin?” Kahvesinden bir yudum alıp kâğıtları kurcalamaya başladı. “Ben kamera arkası çalışanlardanım. Kamera önünde senin gibi yakışıklılar var.” “Tabii,” dedim umursamazca. Onur her ne kadar alçak gönüllülük yapıyor olsa da ona düşmeyen kız görmemiştim. “Sonuçta yemlerin yakışıklı olması gerekir.” Ne dediğimi anlasa da beni duymazdan gelerek ciddi bir ifadeye büründü. “Detayların üzerinden geçelim, fazla vaktimiz kalmadı.” *** 23 Haziran... Efruz Kandemir... Sabahın erken saatlerinde hazırlanmış kahvaltı masasında otururken sabırla istediğim belgeleri bekliyordum. Kahvemden bir yudum alıp yerine bıraktığımda kahvaltılıklardan usul usul yemeye başladım. Hemen yanımda bana eşlik eden Serkan'ın ara ara üzerimde gezen bakışlarıyla ona yandan bir bakış attım. “Ne diyeceksen de Serkan.” Elindeki çatalı bırakarak düşünceli bakışlarını bana dikti. “Bu herife ısınamadığım doğru ama sence de bize tuzak kuranların maşası olabilir mi?” Ağzımdakileri yuttuğumda tekrar kahveme uzanarak koca bir yudum aldım. “Bir adamı bir kez görmek normaldir, ikinci kez görmek rastlantı olabilir ama üçüncü kez görmek hem de bu kadar kısa sürede olmayacak yerde denk gelmek planlı bir karşılaşmadan fazlası olamaz.” “Adamın ayağına iki kez biz gittik, üçüncüsü sadece rastlantı,” dediğinde gülümsedim. “Belki de böyle görünmesini istemişlerdir.” Bu yaşıma kadar pek çok yoldan geçerek çok şey öğrenmiştim. İnsanların ikiyüzlülüklerini, oyunlarını ve pek tabii tuzaklarını iyi bilirdim. Bu işin oyunu buydu. Tuzak kurar ve ağa takılacak balığı beklerdin ama ben yem olamayacak kadar büyük bir balıktım. Oltaya takılsam dahi ben sürüklerdim. Köpeğime sakinleştirici verenler o veterinere gitmemi istemiş miydi bunu bilemezdim ancak bana kurdukları tuzakla evden çıkarmak istedikleri ve nereye gideceğimi ya da gittiğimi bildikleri açıktı. “Sence...” dedim kahvaltıma devam ederken. “Bir veterinere göre fazla soğukkanlı, cesur ve alaycı değil mi?” Boş boş gözlerime bakan adamla gülümsedim. “Ne silahtan korkuyor ne de bizi alttan alıyor. Bu da yetmez gibi benim sorumluluğumdaki mekânlardan birinde yeniden karşıma çıkıyor.” “Haklısın,” dedi düşünceli bir hâlde. “Sabaha kadar işkence gördü ama tek bir laf etmemiş.” Suratı asıldı. “Suratıma vurmayın, demiş sadece.” Yüzümde küçük bir tebessüm oluşurken başımı iki yana salladım. “Süt kuzusu...” Aslıda onun birkaç tavrı dışında şüphe uyandıracak bir hareketini görmemiştim fakat hayatıma fazla hızlı ve fazla tesadüf ederi girmişti. Bu durumu kabul edemezdim. Ben hayatında sabit insanlar olan biriydim. Bizim gibi insanlar çok kişi bilir, tanırdı ama bu plansız olmazdı. Kendi çemberinde ise sadece sayılı kişiler olurdu. Onun dışındakiler tehlikeden ibaretti. Kahvaltım bittiğinde kahvemi alarak arkama yaslandım. Artık sıkılmaya başlamıştım. “İrem nerede kaldı?” İrem benim çok eski bir arkadaşımdı. Yetimhaneden çocukluktan başlayan arkadaşlığımız benim oradan kaçışımla da bitmemişti. Benden üç yaş küçüktü ve zamanında yetimhaneden kaçmalarıma çok yardım etmişti. Üniversitenin ardından onu yanıma almıştım. Daha doğrusu ona rahatça yaşayabileceği yeni bir hayat sunmuştum. Her ne kadar bıcır bıcır olsa da üstün bir zekâya sahipti. Bilgisayarın içinde yaşar, kendisinden kimi araştırmasını istesem bana ikiletmeden hazırlardı. Ben de onu bu durumda karşılıksız bırakmaz, yüklü miktarda ödeme yapardım. Serkan sorduğum soruyla telefonuna baktı. “Birazdan burada olur.” Aradan geçen kısa sürenin ardından çalışanım Şule geldi. “Efendim, İrem Hanım geldi.” “İçeriye al,” dediğimde İrem girişte görünmüştü bile. Seke seke bize doğru gelirken gözleri parlıyordu. “İşte yine koca bir kahvaltının ortasına düştüm!” Bizi umursamadan sandalyeye oturarak eliyle kahvaltılıklara dadanmaya başladı. Şule'ye kısa bir baş hareketi yaptığımda hemen beni anlayarak yeni bir servis açmak için ortadan kayboldu. İrem eliyle peynire uzandığında bir tane vurmadan edemedim. “Bekle biraz.” Çattığı kaşlarıyla elini geri çekerken çok acı çekiyor gibiydi. Siyah kısa saçlarını iki yandan toplamış, üzerindeki askılı ve altındaki şortuyla animelere benziyordu. Şule gelerek önüne yeni bir servis açtığında çay istedi. Çayı da servis edilince hızla tabağını doldurmaya başladı. Dikkatle onu izlerken bıkkın bir nefes verdim. “Kıtlıktan mı çıktın?” Ağzı dolu dolu başını salladı. Başımı hızlı hızlı iki yana sallarken gözlerimi kapattım. “Buraya başka bir şey için gelmiş olabilir misin?” Sanki söylememle hatırlamış gibi gözlerinde yüzünden büyük duran gözlüğünü düzeltti. “Ben de tam onu diyecektim.” Masanın üzerine bıraktığı hatta attığı zarfı bana uzattı. Bir yandan da sırıtıyordu. “Kim bu yakışıklı?” Zarfı açmak için çabalarken devam etti. “Üff... Adam çok iyi.” Serkan asık suratıyla homurdanırken İrem ters ters ona bakarak çatalını salladı. “Sana ne be... Sana mı dedik?” Onları umursamadan zarfın içindeki dosyayı çıkardığımda kapağı araladım. Alparslan'ın koca bir fotoğrafı vardı. Hemen adına, soyadına baktım. Alparslan Aksoy yazıyordu. Ankara doğumluydu ve yirmi altı yaşındaydı. Annesinin adı İnci, babasının adı Cihangir'di ve bir de Bahar adında ablası olduğu yazıyordu. Düşünceli bir hâlde fotoğrafa bakarken “Demek Ankaralı,” dedim kendi kendime konuşur gibi. İrem bunu bekliyor gibi hemen atıldı. “Evet, yakışıklı bad boyumuz Ankaralı. Ailesi orada yaşıyor ama size daha bomba bir şey söyleyeceğim.” Serkan'la bakışlarımızı İrem'e diktiğimizde çayına uzanıp bir yudum alarak gözlerini irice araladı. “Adamın sülalesi asker.” “Ne?” dedim kaşlarımı çatarak. Kaşlarıyla dosyayı işaret etti. “Sayfayı çevir.” Merakla çevirdiğimde bir adam çıktı. “Babası emekli Albay Cihangir Aksoy, ablası Üsteğmen Bahar Pala, eniştesi Yüzbaşı Yağız Pala, yakınlarında kim varsa aile dostu, ıvır zıvır hepsi subay.” Serkan'la şaşkınlığa düşmüş hâlde birbirimize bakarken İrem heyecanla bize ellerini salladı. “Daha iyi bir şey diyeceğim size.” İkimizde yeniden ona baktığımızda gözlüğünü düzeltti. “Ama oğlumuz veteriner hekim ve...” Duraksayarak heyecan katma çabası beni deli ederken asık suratımla “Söyle,” dedim. “Annesi de veteriner hekim. Ankara'da büyük bir kliniği var.” Dişlerini göstererek sırıttı. “Kızları baba mesleğinden giderken oğulları anne mesleğinden yürümüş. Çok iyi değil mi?” Suratım duvar gibi olduğunda bir tepki veremedim. İşte bu beklediğim bir şey değildi. Hele de asker çocuğu olması en son ihtimal bile değildi. “Başka?” dedim ama artık duyacaklarımdan korkmaya başlamıştım. “Sicili fazlasıyla temiz. Birkaç ufak tefek trafik cezası dışında bir sorun yok. Aslında aileyi pek fazla araştıramadım. TSK engeline takılıyorum sürekli, sızıntı yaparsam başım derde girebilir. Anladığım kadarıyla aile korunuyor ve özel kuvvetlere aitler. Normal subay olsalar bulmam daha kolay olurdu.” İrem anlatırken bende sayfaları çeviriyordum. Annesi ve ablasını gördüğümde bir süre dikkatli bakmadan edemedim. Gerçekten iki kadında hem sarışın hem de fazla güzeldi. “Durumları bayağı iyi. Adama ait verdiğiniz adres babasına ait. Klinik de onlara ait. Neredeyse iki sene olmuş buraya taşınalı ama ara ara gelip gidiyormuş anlaşılan. Ankara Üniversitesi’nden mezun. Zaten mezuniyetinin ardından burada yaşamaya başlamış.” “Burada kimsesi yok mu?” dediğimde İrem yine heyecanla gözlerini kırpıştırdı. “Olmaz mı? Dayısı burada.” Sanki kendi dayısından bahseder gibi ellerini birbirine vurdu. “Adam uçak mühendisi, yengesi pilot. Üç de kuzeni var.” Serkan dayanamamış olacak ki “Yuh!” derken İrem onayladı. “İlk gördüğümde ben de aynı tepkiyi verdim. Aileye bak, kusursuz imalat gibiler.” Düşünceli bir şekilde ayağa kalktım. Ellerim arkada bir sağa bir sola giderken kafam fazla karışmıştı. Böyle bir adam başkasının köpeği olamazdı. Yanlış sularda geziyordum. İrem “İnşallah adam hâlâ sağlamdır,” dediğinde Serkan sırıtarak arkasına yaslandı. “Ağzına sıçtık.” İrem'in hayretle ağzı açık bakakaldığında “Serkan!” dedim öfkeyle. Ayağa fırlayan adam anında toparlanırken ceketinin düğmelerini kapattı. “Buyurun Efruz Hanım.” “Gidiyoruz,” diyebildim sadece. Geç kalmadan Alparslan’ı almam gerekirdi. Bir albayın, özellikle de özel kuvvetler emeklisi bir albayın oğlunu ziyan edip adamı üzmek istemezdim. Yeni ve daha da önemlisi kaliteli düşmanlara ihtiyacım yoktu. *** Nasıl geldiğimizi bilmiyordum ama bu saatte gecenin arta kalanlarının temizlendiği mekânda birçok çalışan arkada tuttuğumuz adamdan bile habersizdi. İçeri bir hışımla girdiğimde herkes şaşkınlıkla bana bakarken müdür şoka girmiş gibi koşarak yanıma geldi. “Efendim bir şey mi oldu?” Elimi kaldırarak geri çekilmesini işaret ettim. “Çekil git başımdan.” Hızlı adımlarla arka tarafa geçtiğimde hemen bana ayrılan odaya girdim. Geceden beri sandalyeye bağlı oturan adamı yarı baygın hâlde gördüğümde başında dikilen adamlara baktım. “Ne oldu lan adama?” Ellerini önünde bağlamış iki adam korkuyla beklerken sağdaki “Bayıldı,” dedi. Önünde eğilerek çenesini kavradığım Alparslan'ın başını kaldırdığım an yüzüm buruştu. Eli yüzü kan içindeydi. Öfkeyle yerimde doğruldum. “Ben size yüzüne dokunmayın demedim mi?” Başları yerde beklerken biri “Ne yaptıysak konuşturamadık. Biz de belki konuşur diye...” Devam etmesine izin vermeden “Serkan!” dedim bağırarak. Serkan o an silahını çıkararak ikiliye doğrulttu ama benim öfkem hâlâ geçmemişti. “Canınıza mı susadınız lan siz?” İki adam da yalvarmaya başladığında arkamdaki adama işaret verdim. “Ellerini, ayaklarını çöz.” Adam seri hâlde ipleri çözdüğünde Alparslan'ın yanağına dokundum. “Alparslan.” Ses çıkmadığında biraz daha yüksek sesle tekrar şansımı denedim. “Alparslan uyan.” Karşılık alamadığımda canım sıkkın hâlde tekrar ikiliye baktım. Korkuyla bakışlarını düşürdüklerinde ikisinin de kafasına sıkmak istiyordum ama aptallık bendeydi. Adamlarımdan dövmelerini ben istemiştim ve aceleci davranmıştım. “Arabaya taşıyın.” Emrimle harekete geçtiklerinde kolunun altına girerek kısa sürede benim arabaya taşıdılar. Arka koltuğa dikkatle koyduklarında önce ben geçerek onu yanıma almıştım. Serkan da tam karşımıza oturduğunda araba harekete geçti. O an başı omzuma düşen adamla Serkan ayaklanırken ona engel oldum. Bu da yetmez gibi eli de kucağıma düştü. Her ne kadar istemesem de bu duruma sessiz kaldım. Bilincinin yerinde olmadığını düşünüyordum. Tabii fısıltısını duyana kadar. “Geç kaldın.” Ne dediğini tam anlayamadım. Başımı ona çevirmek istesem de omzumdaki başı müsaade etmedi. “Daha erken gelmen gerekirdi.” *** Alparslan Aksoy... Gözlerimi araladığımda nerede olduğumu anlamak kolay olmadı. Bütün gece belirli aralıklarla yediğim dayağın ardından sabah saatlerinde yaşadığım bilinç kaybını net bir şekilde hatırlıyordum. Sonrasında onun geldiğini de biliyorum ama nerede olduğum konusunda pek bir fikrim yoktu. Yattığım yataktan kalkarken bedenimde hissettiğim acıyla suratım buruştu. Bu da yetmez gibi suratımı buruşturmamla yüzümde hissettiğim acı garip bir ifadeye bürünmemi sağladı. Odanın içine kısa bir bakış attığımda ultra lüks oluşu ve içeride bir kapı daha olmasıyla o kısma yöneldim. Küçük bir banyoya açılan kapıyla aynada suratıma baktım. Elim çeneme gittiğinde başımı iki yana yatırdım. Şerefsizler fena benzetmişti. O kadar da demiştim suratıma dokunmayın diye. Banyoda ihtiyaçlarımı giderip çıktığımda pencere kenarına doğru yürüdüm. Kısa bir keşif yapıp nerede olduğumu anlamam gerekirdi. Pencereye yaklaşınca Efruz'un evinde olduğumu anlamıştım. Kocaman bahçede köpeği ile oynayan kadın evinden başka yerde olamazdı. Bir süre onu izleme ihtiyacı hissettim. Uzun saçlarını açık bırakmış etrafa savrulurken neşe dolu kahkahalar attığı buradan bile belli oluyordu. Elindeki topu atarak her seferinde koşup getiren Gece'yi sevgiyle karşılıyor, kısa süre sevdikten sonra küçük bir öpücük kondurarak ve verdiği mamayla ödüllendirerek tekrar koşmasına izin veriyordu. Dudaklarımda küçük bir tebessüm oluştuğunda bakışlarım hemen bir iki adım yanlarında onları izleyen adama ilişti. Serkan da tıpkı benim gibi bu manzarayı yüzündeki tebessümle izliyordu. Yüzüm ifadesiz bir hâle bürünürken arkamı döndüm. Belli ki bu iş kolay olmayacaktı. Bu adamın Efruz'a karşı bir şeyler hissettiği belliydi. Odadan çıktığımda dağılan ve kan olan üstümü başımı pek umursamadım. İnsanı görüntüsü kadar duruşu da etkilerdi. O zaman duruş da önemli bir etkendi. Bir kat aşağı indiğimde bana yabancı olan fakat defalarca planını incelediğim evde çok da zorlanmadım. Yine de her ayrıntıyı detaylıca gözden geçiriyordum. Bahçeye çıktığımda beni ilk fark eden bir iki korumayla birlikte Gece oldu. Sahibinin yanından ok gibi fırlarken bana doğru koşmaya başladı. Efruz başını kaldırdığı an beni görürken küçük bir telaşa düştü. “Gece, yapma oğlum!” Gece bir anda üzerime atladığında patilerini göğsüme koyup bir iki kez havladı. Ona gülümseyerek başını okşadığım sırada dili dışarıya çıktı. Kuyruğunu sevgi göstergesi olarak salladığı sırada ona küçük bir öpücük kondurdum. “Nasılsın oğlum?” Tekrar havladığında yanağını okşayarak kısa siyah tüylerini sevdim. “Aferin sana Gece, çok iyi görünüyorsun.” Şaşkınlıkla bizi izleyen kadın yanımıza geldiğinde göğsünde duran ellerinden birini kurtararak bizi işaret etti. “Siz...” Yarım kalan cümlesini sırıtarak tamamladım. “Köpekler kendilerine iyilik yapanları unutmazlar.” Tek kaşım havada imalı bir tonla devam ettim. “Bazı insanlar bunu bile yapamıyor.” Her ne kadar ima ettiğim şeyi anlıyor olsa da gözleri kısıldı. “Gece eğitimli bir köpek ve benden başka kimseyle bu şekilde samimiyet kurmaz.” Gece'yi bırakıp karşımdaki kadına diktim bakışlarımı. “Her şeyin bir ilki vardır.” İçten içe onu bozguna uğratmış olmaktan memnundum. Her ne kadar haklı olsa da Gece'nin bu beni ikinci değil üçüncü görüşüydü. İlk seferde yüzümü görememiş olsa da kokumu hatırlıyordu. Dikkatle yüzümü inceleyen kadın konuyu değiştirmek ister gibi “Aç mısın?” diye sorduğunda başımı iki yana salladım. “Evime gideceğim.” Etrafı göstererek gülümsedi. “Burada misafirimsin.” Aklına gelmiş gibi kaşları havalandı. “Hem yemek borcum var diye hatırlıyorum.” Burnumdan küçük bir homurtu yükseldiğinde ona doğru bir adım daha atarak aramızdaki mesafeyiz en aza indirdim. “Doğru. Bana bir yemek borcun var ama böyle alelade bir yemek değil.” Alayla dudağı kıvrılırken aramızdaki minicik boşluğu da o kapattı. “Nasıl bir yemekmiş peki?” Ciddi bakışlarımı yosun yeşili gözlerine diktim. Bu fırsatı sonuna kadar kullanacaktım. “Yarın akşam, baş başa...” İç çekerek bir adım geri çekildim. “Yeri, saati sen ayarla.” “Fazla hayalperestsin,” dediğinde dudaklarımda küçük bir kıvrım oluştu. “Aramanı bekliyor olacağım.” Tam cevap verecekti ki telefonum çaldı. Cebimden çıkarıp kimin aradığında baktım. 'Annem arıyor' yazısını gördüm. Tıpkı benim gibi telefonuma yan gözlerle bakan kadınla göz göze geldiğimizde dudağının kenarını kıvırdı. “Açmalısın bence, çok aradı.” Telefonu kulağıma götürdüğüm sırada arkamı döndüm. Şimdilik bu evden gitme zamanı gelmişti. Nasıl ki ilk gelişim olmadığı gibi son da olmayacaktı. Bu evin sınırları artık benim için görünmezdi.
🖤🤍
instagram:soylumery
Görüşmek üzere🤗
|
0% |