Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.Bölüm “Tanışma”

@sserenitas

“İçimde yarım kalmış bir konuşmanın üzüntüsü vardı…”

-Sabahattin Ali

 

 

~~~~

7 yıl önce

Selim Akıncı

Şırnak-Uludere

 

 

“Ya ben size uyan aklıma tüküreyim!” dedim sinirle. ‘Komutanım çok güzel plan yaptık’ dediklerinde ne bekliyordum acaba. Görevden geleli bir gün olmuştu. Evimde dinlenmek varken mükemmel planlarını gerçekleştirmek adına gazinoya gidiyorduk. Ayrıca bu yolun bu kadar taşlı olduğunu kimse söylememişti bana. “Oğlum hele bir tekerleklere bişey olsun, yarın yaktım çıranızı!”

 

“Komutanım zaten otuzla gidiyoruz en fazla ne olabilir?”

 

Sağımda oturan Sabri’ye tek kaşımı havalandırarak baktım. Ağzımdan çıkmayan cümlelerimi ve küfürlerimi anlamış olacak ki yutkunup başını anladım dercesine aşağı yukarı salladı. “Daha mı yavaş gitseniz komutanım? Çok güvenilir gelmedi bana yol.”

 

Boynumu önce sağa sonra sola kıtlatmamdan sonra oturduğu yerde küçüldükçe küçüldü. Sabri’nin bu halini gören arkadaki Pençe Timinin iki üyesinin bıyık altından güldüklerini anlamak çok zor değildi. Kalanlarımız önümüzdeki araçta bana yolu gösteren ikiliydi. Bir de Umay asteğmenimiz vardı ama bu kutsal gecede ona yer ayıramamıştık. Hoş gelmek isteyeceğini de hiç sanmazdım.

 

Pençe Timi

Kıdemli Üsteğmen Selim Akıncı

Teğmen Taner Yaman

Teğmen Volkan Yılmaz

Asteğmen Umay Demirtaş

Astsubay Kıdemli Başçavuş Sabri Kalaycı

Astsubay Kıdemli Üstçavuş Koray Çakır

Astsubay Üstçavuş Yavuz Önal

 

Yolun geri kalanını ben arabada müzik dinlemeyi sevmediğim ve diğerleri de el mahkum bana uydukları için sessizce geçirmiştik. Mekanın otoparkına arabaları park ettikten sonra bizim için ayırılan masaya geçtik ve içeceğimiz şeyleri söyledik. Canlı müzik olan bir yer olduğunu konuşmalarından duymuştum. Mekanın ortasındaki sahne de bunu kanıtlar nitelikteydi.

 

Yaklaşık yarım saat sonra masaya daha önce görmediğim, orta yaşlarda bir adam geldi. Görünüşüne göre mekanın sahibiydi. “Ooo, komutanlarım gelmiş, hoşgelmiş.” dedi hafif çakır çıkan sesiyle.

 

Koray ve Sabri sanki adamı kırk yıldır tanıyormuş gibi sevinip sarılınca ben ekibin geri kalanıyla bakışmak durumunda kaldım. Hepsi de tanıyor gibi görünüyordu. Bak sen bizim dünkü çocuklara. Bir de gazino abileriyle mi takılıyorlardı. Adam hepsiyle teker teker sarıldıktan sonra sıra bana gelmişti.

 

“Seni ilk defa görüyorum komutan. Yenisin?” dedi soru sorar gibi çıkan ses tonuyla. El mecbur ayağa kalkıp selamlaştık. “Yok abi yeni değilim. Buraya ilk gelişim.”

 

“İlk olur son olmaz komutanım.” dedi otuz iki diş gülerken. Ah Sabo ah yarın sizi neler bekliyor bir bilseniz getirir miydiniz acaba buraya beni? “Adım Kâzım komutan. Bir ihtiyacınız olursa hemen çağırın ha?”

 

Hepimiz başımızı olumlu anlamda salladıktan sonra gitti. Yanımda oturan Yavuz sinirimi çoktan hissetmiş olacak ki kulağıma eğilip “Komutanım yarın beni es geçsek olur mu? Vallahi beni de sürüklediler.” dedi.

 

Gülmemi gizlemek adına başımı sola çevirmiştim. O sırada adının Kâzım olduğunu öğrendiğim adam sahneye çıkmış, mikrofonu kendi boyuna göre ayarlayıp bozuk türkçesiyle konuşmaya başlamıştı. “Bayanlar ve baylar, hepiniz tekrardan hoşgelmişseniz. Şimdi huzurunuza mekanımızın incisini çıkartıyorum. Hepinize gönlümden iyi akşamlar dilemişim. Huzurlarınızda İnci.”

 

Sözünü bitirir bitirmez önce bir alkış koptu sonra müzik sesi başladı. Etrafı aydınlatan ışıkların hepsi sahnenin ortasını aydınlatmaya başladı. Ardından sahneye bağlı merdivenlerin başında uzun elbisesiyle bir beden belirdi. Yavaş adımlarla sahnenin ışık vuran yerine geçti. Mikrofonu eline aldı, müziğin tanıdık melodisiyle uyumla sahnede salınmaya başladı.

 

Uzun, sarıya kaçan, parlak saçları ben doğalım diye bağırıyordu. Çok toydu ama yüzüne hiç onu yansıtmayan koyu bir makyaj yapılmıştı. Siyah göz makyajı yeşil gözlerini öne çıkarsa da o boyalarsız daha güzel olduğuna emindim. Saklanmak ister gibi, burada çalışan diğer kadınların aksine uzun, daha kapalı bir elbise giymişti. ‘Ne işin var burada?’ diye geçirdim içimden. Çok gençsin, naifsin. Buraya uygun değilsin, ne işin var?

 

Şarkıya başlamasına yakın “Selim komutanım, beğendiyseniz-“ diyen Koray’ı sağ elimi havaya kaldırarak susturdum. Tam o anda şarkıyı söylemeye başlamıştı. Şarkıya başlamasıyla yeşil gözlerini yumdu, iki eliyle mikrofona sıkı sıkıya sarıldı.

 

‘Vay, yine mi keder?

Ama artık yeter!

Yine kapıda kara geceler

Vay, çileli başım

Ortasında kışın

İyice beter”

 

Şarkının nakaratını söylerken yumduğu gözlerini araladı ve onu izleyenlerde dolaştırdı. Bir an ben şaşırdım sansamda ortalıkta gezinen gözleri benim kahvelerimde takılı kaldı. Nakaratı gözleri gözlerimde tamamlarken sağ gözünden bir damla yaş aktığını gördüm.

 

Şarkısı bitince başlangıca göre daha hareketli şarkılar söylemeye başladı. Masadaki içkiler kaçıncı tazelenmiş içkilerdi pek dikkat etmemiştim ama içiyorduk işte. Koray ve Sabri mekanda buldukları güzel kadınların yanında biterken masada dört kişi kalmıştık.

 

Yan masamızdaki iki kişinin elleriyle Kâzım’a gelmesini işaret ettiği gördüm. Kâzım’da arkasındaki adamlara bişey söyleyip elindeki içki bardağıyla yan masamıza doğru geldi. Şuan çok müzik olmadığından ve masanın da epey yakın olmasından konuşmaları duyabilmiştik.

 

“Şu şarkı söyleyen kız, odalara çıkıyor mu?”

 

“Çıkmaz beyim. Namuslu kızdır, şarkısını söyler gider.” dedi Kâzım. Adamın kızı yiyecek gibi bakması sol gözümün seğirmesine sebep olmuştu. Eğer biraz daha aç ayı gibi bakmaya devam ederse sıktığım yumruğum kafasında patlayacaktı. Ama susmaya niyeti yoktu şerefsizin. “Sen bir yanıma getir de, ister o.”

 

Bir sakin, iki sakin, üç sakin-

 

“Nazlanırsa da söyle, hakkı neyse veririz.”

 

“Puşt!”, sikerlerdi sakinliği.

 

Benim ayaklanıp yan masadaki adamın kafasını masaya çarpmamla tüm ekip arkamdan ayaklandı. “Söyle lan bi daha!” dedim gömdüğüm kafasını ensesinden kaldırırken. Elmacık kemiğinin üstüne yumruk attığım sırada “Söylesene lan puşt!” diye bağırdım bütün sinirimle. Arkamdan birinin kollarımı tutmaya çalıştığını fark etsemde dönüp yüzüne kimmiş diye bakmadım.

 

Boynunu sıkarak arkasındaki koltuğa yasladım. Masasındaki arkadaşları ayaklanıp ona yardım etmeye çalışsalar da bizim çocuklar onları hallediyordu. “Kim alsın lan şimdi seni benim elimden!” dedim son kez burnunu kırmak istercesine yumruk atarken. “Kim alsın ben senin canını almadan?”

 

“O çeneni ben kırmadan kapatmasını öğren yoksa bir daha konuşamayacaksın şerefsiz!”

 

Taner arkamdan tutup beni adamdan uzaklaştırmıştı. Arkamda kalan sahneye yüzümü döndüğümde hâlâ sahnede olduğunu ve bize dehşet içinde baktığını fark ettim. Korkutmuş muydum onu? Asıl korkması gereken ben miydim? Bu kız burada çalışırken başına nelerin gelebileceğini bilmiyor muydu?

 

Taner’in beni tutan kollarından sıyrılıp koşar adımlarla sahneye çakılıp kalan bedeninin yanına gittim. Merdivenleri çıkarken ne yaptığımı sorgular gibi bir bana bakıyordu bir de arkamda kanlar içinde bıraktığım adama. Sağ kolundan tutup çekiştirerek kulislerin oraya götürdüm.

 

“Ne yapıyorsunuz?”

 

Sesini duymamla sert adımlarım sekteye uğrasa da belli etmemek için her şeyi yapmıştım. Naif demek az mı kalırdı? Hoş kelimesinin sözlük anlamıydı. Çattığım kaşlarımla kolundan tutup sürüklediğim kıza döndüm. “Asıl sen ne yaptığını sanıyorsun burada? Sana uygun bir yer mi burası, gözün görüyor mu senin?” dedim sormaktan ziyade azarlayan sesimle.

 

Sol gözünden akan yaşıyla sıkı sıkıya tuttuğum kolunu benden kurtarmak için çırpındı. Kolunu benden kurtarabilecek gücü yoktu ama canı acır diye düşündüğümden kolunu bırakmıştım. “Bana nerenin uygun olduğuna siz mi karar veriyorsunuz?” dedi. Bu sefer sinirli çıkan ses ona aitti. Dediği şeyi kulakları duyuyor mu diye sorguladım bir an. Anın getirdiği sinirle dudaklarımdan bir kahkaha sesi yükseldi. Sonra tekrar sinirli yüzümle ona döndüm.

 

“Yaşın kaç kızım senin? O adamın dediklerini anlayabilecek olgunlukta mısın sen? Sen…” dedim onu baştan aşağı süzüp. “Aynaya baktın mı? Adamların dikkatini çekmek için seni kullanıyorlar, halini görmüyor musun sen?” dememle sağ elini kaldırması bir oldu.

 

Sol elimle bana tokat atmak istediği elini havada tutunca şaşırmış gözlerle yüzüme baktı.

 

“Sen olgunluğun sayılarla belirlendiğini düşünecek kadar olgunsan…” dedi havada tuttuğum elini geri çekerken. “Ben de burada neden çalıştığımı bilecek kadar olgunum.”

 

Burnumdan sıkıntılı bir nefes verdiğim sırada o ona verdiklerini düşündüğüm odanın kapısını yüzüme kapattı. Arkamdan gelen ayak seslerini fark ettiğimde o tarafa döndüm. Yavuz’u bana doğru endişeli gözlerle geldiğini görmüştüm. “Komutanım iyi misiniz?” dedi adama vurduğum elime bakarken. Eklem yerlerimin kanadığını yeni fark ediyordum. İçimden sessiz bir küfür saydırırken tekrar ona döndüm.

 

“İyiyim aslanım. Siz dönün hadi, beklemeyin beni.”

 

Onaylar şekilde başını salladıktan sonra geldiği yöne doğru gitti. Yavuz gittikten birkaç dakika sonra bir kilit sesi duymamla arkamı döndüm. Az önceki halinden eser kalmamıştı. Üzerindeki elbiseyi çıkarmış, o sevmediğim yoğun makyajını silmişti. Çilleri var diye geçirdim içimden. Çok yakışmış. İşte böyle… çok daha güzelmiş.

 

Hâlâ niye burada olduğumu sorgular gibi bana bakıyordu. “Bakma öyle, taksiye bindiğini göreyim gideceğim.” dedim kendimden emin ses tonumla. Bunu dememle önce panikle bir sağına bir soluna baktığını fark etsem de sesimi çıkartmadan onu izlemeye devam etmiştim. En sonunda yine yüzüme az önceki sinirini kuşanarak bakmıştı.

 

“Taksiye binmeyeceğim.” dedi yanımdan hızlı adımlarla geçerken. Boynumu sola doğru sabır çekercesine eğmiştim. “Gecenin bu saatinde hiç tanımadığın bir adama gurur yaptığın için taksiye binmeyip itin kopuğun içinde yürüyeceksin öyle mi?” diye sordum içten içe olayın aslının bu olmadığını fark etsemde. “Bu mu mükemmel planın?”

 

“Peki sen hiç tanımadığın birinin hayatına bu kadar dahil olmaya çalışır mısın?” dedi ve sinirle bana dönüp sözlerine devam etti. “Bir kişi ya, bir Allah’ın kulu da yaptıklarımdan hesap sormadan önce bir düşünsün!”

 

“Sen tüm bunları yaparken pek düşünmüyorsun gibi görünüyor dışarıdan.”

 

Son söylediğimle olduğu yerde kala kalırken göz pınarlarında biriken yaşlar teker teker düşmüştü. Dilimin kemiği yoktu ki susayım. Elinin tersiyle göz yaşlarını sildi. “Hepiniz olayın aslına körsünüz çünkü.” dedi ve bu sefer o beni baştan aşağı süzdü. “Çok kolay değil mi senin için bunları söylemek?”

 

“Nereden geldiğimi bilmiyorsun, nereye gideceğimi bilmiyorsun. Birkaç dakikadır tanıdığın birine bunları söylemek ne kadar basit.”

 

Parmaklarıyla oynarken ağzının içinde mırıldandığını hissettim. Ne kadar anlamayacağımı düşünse de anlamıştım. “Babam söylemeyince daha az acıtıyormuş.”

 

Usulca arkasını dönüp arka çıkış kapısına doğru ilerledi. Sonra unuttuğu bir şey varmış gibi arkasını döndü. “Benim için yaptığın şey…” dedi ve kendi içinde cümleleri toparladıktan sonra devam etti. “Teşekkür ederim. Elin için de özür dilerim.” dedi ve az öncekinden daha hızlı adımlarla mekandan çıktı.

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm sonuuu…

 

 

 

 

Ay çok merak ediyorum düşünceleriniziiii. Bölümü nasıl buldunuz??? Bu arada aklıma gelmişken söyleyeyim, 7 yıl öncesi diye belirttiğim gibi biraz geçmişle ilgileneceğiz. İnci ve Selim'in hikayesi burada başlıyor çünkü.

 

 

 

 

Destekleriniz benim için çok kıymetli, lütfen unutmayın. Hatalarımız olduysa affoluna. Çookkk öpüldünüz...🤍

Loading...
0%