@sserenitas
|
“Senin umursamadan unuttukların benim hayallerimdi…” -Victor Hugo
~~~~ 7 yıl önce İnci Çelik Şırnak-Uludere
İnsan hayata gerçekten bir pamuk ipliğiyle bağlıydı. Kimse bize bahşedilen hayatı ya da bizim çekeceğimiz acılara karar verirken bunlara rağmen dünyaya gelmek istiyor musun diye sormuyordu. Vaktimiz geldiğinde de alıştığımız bu düzene veda etmemize bile izin verilmiyordu. Eğer gerçekten ruhum bedenimden çıkınca hayatım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçecekse, bu dünyada akıtmadığım göz yaşlarımın birazını saklamak zorunda kalacaktım.
Daha bir gece karşılaştığım, hatta tanımadığım bir adam bile benim şuan yaşadığım hayat için bu kadar kötü mü düşünüyordu? Yanlış ya da utanılacak bir şey yaptığımı düşünmüyordum ama bir yabancının gözünde bile böyle gözükmek kalbimi yaralıyordu. Yaşıtlarımın hayali olan mesleğe kavuşmak için okuduğu yıllarda önce babama sonra kendime bakmak için çırpınıyordum.
İnci Çelik. Bundan 8 yıl önceye kadar tanınan ve mesleğinin başarılı isimlerinden olan özel kuvvet askeri babasının prensesi, şuan ise prenseslik bir kenara tanımadığı tek kızıyım.
Babam, Mustafa Çelik, girdiği bir çatışma sırasında bedeninin birçok yerine kurşun yemiş, geçirdiği operasyon sonrası adli dengesini ve sol bacağını kaybetmek zorunda kalmıştı. O sıralar ortaokula giden bir kız çocuğu olsam da babamın hem bedenen hem de zihnen eski babam olmadığının farkındaydım. O zamanlar babaannem ve büyükbabam olmasa bütün bu olanlarla baş edebilecek durumda değildim. Hâlâ olduğumu sanmazdım ama büyükbabamı üç yıl önce, babaannemi de büyükbabamın yılı dolmadan kaybedince hayatla ve babamla baş başa kalmıştım. Pek iyi anlaştığımız söylenemezdi. Bana muhtaç halde olmasa arkasına bakmadan gideceğine bana verdiği isim kadar emindim.
Onun ilaç ve kalan sağlık masraflarını karşılamak için bu güne kadar çeşitli işlerde çalışmıştım. Ama bilen biliyor ya bu hayatta tek istediğim bir yerlerde şarkı söylemekti. Madem para kazanmam gerekiyordu ben de sesimi kullanarak kazanırsam sorun olmaz diye düşünmüştüm. Bu geceye kadar.
Mekandan ağlarak çıkarken arkamdan beni izlediğinin bilincindeydim. Yeni başlayan yağmur ıslanıp üşümeme sebep olduğu için içimden saydırsamda ağladığımı gizlediği için de bir yerde minnettardım.
Evim gazinoya uzak olmadığı için bir kez daha şükrettim. Evimizin olduğu sokağa çoktan girmiştim bile. Sokağın sonundaki lamba yine bir yanar bir söner haldeydi. Eve bu şekilde gitsem babamın halimi gördükten sonraki sözleri canımı daha fazla yakacağını bildiğimden önce çocukluk arkadaşım Elvan’ın kapısını çalmaya karar verdim.
Babamın durumundan sonra bu mahalleye taşındığımızda tek arkadaşım o olmuştu. Babasını akciğer kanserinden dolayı kaybetmiş, annesi ve babaannesiyle birlikte yaşıyordu. Annesi de bana tanıştığımızdan beri kendi kızıymışım gibi davranırdı.
Bahçe kapısını açtığımda Elvan’ın zaten dışarıda sigara içtiğini görmüştüm. Kafasını kaldırıp beni ağlarken gördüğünde ayağa fırlamıştı. “İnci’m…” dedi elindeki sigarayı küllüğe bastırıp söndürürken. Hırkasını düzeltip kapıda kalan benim yanıma geldi. “Noldu sana canımın içi?” dedi kardeş sıcaklığıyla sarılırken. “Gel.”
Kolumdan tuttuğu gibi az önce kalktığı koltuğa beraber oturduk. Karşı karşıya geçip bacaklarımızı bağdaş kurmuştuk. Yanımızdaki masada duran peçeteden kopartıp benim yerime göz yaşlarımı sildi. “Anlat bakayım.”
“Elo… ben çabalamaktan çok yoruldum.”
“İnsanların doğuştan sahip olduğu ama elinin tersiyle ittiği şeylerin benim olması için çabalamaktan çok yoruldum.” dedim sıkıntıyla ellerimi saçımın içine gömerken. Burnundan sıkıntılı bir nefes verirken bana doğru yaklaşıp ellerimi tuttu. “Kim, ne dedi sana?” Ben bir şey anlatmasam da o hep anlardı ya, işte bunu çok seviyordum. Onu bu yüzden çok seviyordum.
“Herkesin her şey hakkında bir fikri var yemin ederim.” Ellerimle artık sinirden akan göz yaşlarımı silerken söylendim. Eliyle omzumdan destekleyip başımı kendi omzuna koydu. “Sinirlendirmişler yine benim kız kardeşimi.” dedi alaylı sesiyle. Göz yaşlarım arasında gülümsedim. Bu yüzden her olayda ilk çalacağım kapı Elvan’ın kapısıydı.
Bu geceyi olduğu gibi anlattım geçen dakikalarda. “Kızım kediler ulaşamadığı ciğere mundar diyor işte anlasana.” dedi hevesle iki eliyle yanaklarımdan tutup yüz yüze gelmemizi sağlarken. “Bak, şimdi birbirimizin göz yaşını biz siliyoruz ama gün gelecek…” dedi başını dua ediyormuşçasına gökyüzüne çevirirken. “Mutluluktan bile ağlamamıza kıyamayan insanların yanında olacağız.”
“Sen artık inanıyor musun buna?”
“Tabi inanıyorum kızım. Umut fakirin ekmeği işte ne yapalım. Biz de kafamızı böyle rahat yastığa koyuyoruz.”
Biz dertleşirken demir kapının gıcırdama sesi gelmişti. Ardından başındaki yazmasını düzelterek gelen Dilan anneyi görmüştük. “Uyumadınız mı kız siz daha?” dedi Dilan annem. Yanımıza, koltuğa gelip oturmuştu. “Anam, anam iyicene tutmuyor benim bu bacaklar artık.” dedi elleriyle dizlerine vururken. Elvan’la birbirimize bakıp gülüşmüştük. Ben Dilan anneyi tanıdığımdan beri hep aynı şeyden şikayet ediyordu.
“Ee, bana müsaade artık.”
“Ya nereye İnci’m? Uyusaydık beraber. Eski günlerdeki gibi kız.” dedi şakacıktan koluma vururken. “Çok isterdim Elo ama malum. İlaçlarını vermem lazım, kaç saat oldu altını da değiştirmedim.” dedim kendi halime yanarken.
İkimizde birbirimize sarıldıktan sonra vedalaşıp evlerinden ayrıldım. Sokağın sonundaki evimize doğru yol aldım. Adımlarım ileri doğru gitse de gönlümden geçen arkama doğru koşmaktı. O yüzdendi bu kaplumbağa adımlarım.
Anahtarı cebimden çıkartıp kapıyı açtım. Evin bir odasında soba olduğu için diğer odalar soğuktu. Bahçede biriktirdiğim kesilmiş odunları sobanın içine atmak için birazını elime aldım. Dış kapıyı kapatıp salona geçtim. Kapısını açtığımda gözlerinin kapalı olduğunu gördüm. Şanslı günümde miydim? Pek de sayılmazdı aslında.
Elimde tuttuğum odunları sobanın içine attım. Oda hâlâ sıcak olsa da gece çok soğuk oluyordu. İlaçlarını ayarladıktan sonra içeceği suyu ılıştırmıştım. Arkamı döndüğümde çoktan gözlerini açmış sinirli sinirli bana baktığını gördüm.
“Bu gece kimin altından geldin?” dedi bir babanın kızına söyleyemeyeceği acımasızlıkla. İlaç içeceği için yastığını biraz dikleştirdim. “İşten geldim baba.”
“İyi, geri git o zaman.” dedi felçli yatan bedeninin farkında olmadan. “Sonra…” dedim alayla gülerken “Sana kim bakacak?”
“Anamı geri çağır. Sen kimin evinden kimi kovduğunu sanıyorsun. Asıl gitmesi gereken sendin.” dedi artık yüksek çıkmaya başlayan sesiyle. Küçükken en çok korktuğum şey babamın bana bağırmasıydı. Çünkü bana karşı o kadar iyiydi ki bağırdığı zamanlar kesin çok kötü bir şey yapmış olurdum. Şimdi böyle olacağımızı kim bilebilirdi ki. Her gece hak etmediğim şeyleri bağırarak söylüyordu.
Ellerimde içeceği ilaçları tutup ona döndüm.“Çağırabileceğim bir yere gitmiş olsa sen bana katlanma diye çağırırdım baba.” Baş ucuna oturup devam ettim. “Ama şuan benden başka seçeneğin yok. Özür dilerim.”
—-
(2 gün sonra)
O geceden sonraki gün Kâzım abinin yanına gidip işten çıkmak istediğimi söylemiştim. Gündüz ayrı çalıştığım bir yer olduğu için şuan çok sıkıntılı bir durumda değildim. Ama bir yerden gelen maaşın tamamını babama ayırmak zorunda olduğum için en kısa zamanda başka bir yerde işe girmem gerekiyordu.
Bugün pazar olduğu için evde dinlenebildiğim tek günümü verimli geçirmeye çalışıyordum. Babam daha uyanmamıştı. Hafta içi yiyeceğimiz yemeklerin bir kısmını bugünden hallediyordum. Günlerim koşuşturmalı geçtiği için yemek hazırlamaya pek vakit kalmıyordu.
Yemek bulaşıklarını yıkarken kapının tıklanma sesini duymuştum. Mutfak önlüğümü kapının arkasındaki askılığa asıp ellerimi kuruladım. Gelecek birini beklemediğimden Elvan’dan başkası olmaz diye düşünmüştüm açıkçası.
Kapıyı açtığımda karşımda Elvan’ı görmediğime değil geçen gece kavga ettiğim adamı gördüğüme şaşırmıştım. Galiba şaşırmak sözcüğü az kalabilirdi. Bir ona baktım bir de yanında olan iki kişiye. Ortalarındaki adam diğerlerine göre yaşlı kalsa da heybetli görünüyordu. En sağda kalan kadının ciddiyeti ise beni öldürmek isteyip istemediğini sorgulattırıyordu. Ayrıca cenaze vardı da haberim mi yoktu? Hepsi simsiyah giyinmişti.
“Hoşgeldiniz.”
“Hoşbulduk kızım. Mustafa Çelik’in evine bakmıştık biz.” dedi. Babamı nereden tanıyordu ki? Adam sekiz yıldır sadece yatıyordu. Ondan öncesinde de bu adamı ben hatırlamıyordum. “Buyrun ben kızıyım.” dediğimde üçününde suratındaki şaşkınlığı görmüştüm. Tamam, en azından artık tek şaşkın olan ben değildim. O, suratıma bir şeyler anlamış gibi bakarken gözlerinde ufak bir pişmanlık sezmiştim. Niyeydi?
Ortalarındaki adam kendini ilk toparlayan oldu. Boğazını temizledikten sonra sol elini bana doğru uzattı. “Ben Kemal Akdere, kızım. Hakkari’de görevdeyken babanın silah arkadaşıydım.” dedi gözlerimin içine bakarken. Hakkari’yi bilmezdim. Ben burada doğmuştum, doğdum doğalı da başka yere çıkmamıştım. Babamın babam olduğu zamanlardı anlaşılan. Bana uzattığı eline ben de elimi uzattım.
“Onlar da benim askerlerim.” dedi iki eliyle arkasındaki iki kişiyi gösterirken. O sert çehreye yakışırdı zaten asker olmak. Kapının sağ tarafına geçip içeri girmeleri için yer bıraktım. Hepsi önce ayakkabısını çıkardı. İlk, adının Kemal olduğunu öğrendiğim adam girdi içeriye, sonra ismini bilmediğim ciddiyetten ölecek kadın. O ve ben kaldık kapıda. O günden sonra bir daha görmeyeceğimi umuyordum oysaki.
Dudakları bir şeyler demek için aralansa da çok geçmeden geri kapanmıştı. Gözlerini kapının her tarafında gezdirdikten sonra içeriye girmek için sonunda bir adım atmıştı. Yanımdan geçerken duraksadığını hissetsem de hemen toparlamıştı. Ben de arkalarından kapıyı kapattım.
Arkamı döndüğümde üçünün de nereye gideceklerini bilmediği için koridorda kaldıklarını görmek gülümsetmişti. Çok da bir seçenekleri yoktu aslında. Çekmeceden çıkardığım terlikleri yere koydum. Onlar terlikleri giyerken oturma odasının kapısını açtım. Pekâla, koca adamı uyandırma vakti gelmişti. Onların yanında ters bir tepki vermesinden korktuğum için ardımdan kapıyı kapatmıştım. Baş ucuna gidip üstündeki battaniyeyi beline kadar indirdim. “Baba.” dediğimde pek duyduğu söylenemezdi.
“Baba misafirlerin var.”
“Anam mı?” gözünü açıp düşündüğü ilk şeyin rahmetli annesi olması güldürse mi ağlatsa mı bilemedim. Adama söylememekle pek de iyi yapmıyordum galiba. “Hayır baba, konuştuk ya bu konuyu.” dedim yattığı için bozulan saçlarını düzeltirken. “O zaman istemem geri gitsinler.” dedi. Başlıyordu huysuzluğu. Gözlerini sımsıkı yummuş geri uyumaya çalışıyordu.
Uzamaya başlamış saçlarına ellerimi götürüp okşadım. Kesmem lazım diye geçirdim içimden, bir ara yapardım. “Silah arkadaşınmış baba.” dedim kısık çıkan sesimle. Şaşkınlıkla açtı gözlerini. Ciddi miyim diye sorgularcasına bakıyordu yüzüme. “Neyimmiş neyimmiş?”
“İsmi Kemal. Hakkari’de beraber çalışıyormuşsunuz.” diye anlatmaya çalıştım sanki oluru var gibi. Babamda çok eksik parça vardı. Doğru düzgün bir çocukluğunu hatırlardı, bir de sevdasını. Her aklına bir şey düştüğünde sorardı ama ben de ona o kadını anlatabilecek bilgi yoktu. Bilsem de anlatmak ister miydim emin değildim. “Alıyorum içeriye.”
Cevap vermeyince ayağa kalkıp kapıyı açtım. Kapının aralanmasıyla birlikte üçüyle de karşı karşıya kaldım. Teker teker içeriye girdiler. İsminin Kemal olduğunu öğrendiğim adam babamı görünce olduğu yere çivilenmiş gibi kalakaldı.
Heybetli adamdı Yüzbaşı Mustafa Çelik. Korkusuzdu, kahramandı, çok güçlüydü küçük İnci’nin babası. Ne giyse yakışırdı, ne yapsa mükemmel yapardı onun gözünde. Tek böyle olmak yakışmamıştı ona. Bir kız çocuğu büyütmüştü yüzbaşı, şimdi büyüttüğü kızı yaşatıyordu onu. İsimsiz kahramandı o ve onun gibiler. Kimisi görevini hakkıyla tamamlamış, en büyük mertebeye ulaşmış; kimisinin daha yere serecek leşleri kalmış, kimisi de babam gibi al bayrağını öpüp yerine geçene emanet etmişti. Kimse tanımazdı, bilmezdi. Hepsi başka ananın güzel evladıydı da onları birbirine bağlayan davalarıydı, memleket sevdalarıydı. Bir gün haber kanallarında görünce iki ‘vah’ diyip kanalı değiştirirlerdi. Ne demesi kalırdı?
‘Vatan sağ olsun…’ Hep var olsundu…
“Devrem…” dedi Kemal Akdere. Babam üçüne de anlamsızca bakıyordu. Babamın bu olayından sonra eve böyle asker arkadaşları çok gelirdi. Bilmem ki kaç gün beraber ter dökmüşlerdi, bilmezdim ki kaç kurşun sıkmışlardı ama hatırlamazdı işte hiçbirini. Beni de hatırlamazdı ama babamdı ya o benim. Her görevden geldiğinde sol cebinde en sevdiğim çikolatayı taşıyan adamdı. Varsın da hatırlamasındı. Bana yattığı yerden yaptıklarını görse utancından yüzüme bakamazdı ama benimle nasıl gurur duyardı. O his yeter de artardı.
“Ben size çay koyayım.” diyip çıktım salondan. Biraz daha dursam göz pınarlarımda ki yaşları daha fazla tutamazdım. Mutfağa geçip önce çayı koydum sonra demin bıraktığım dağınıklığı toparladım. Bol bol da şans diledim onlara içimden. Ben ne olacağını çok iyi öğrenmiştim artık ama onlar ilk defa görecekti. On dakika dolmadan beklediğim gibi içeriden ismimi bağırışını duymuştum.
Salonun kapısını açtığımda üçününde telaş içinde ayakta olduğunu gördüm. Babam sinirli gözlerini onlardan bana çevirmişti. “Çıkar şunları evden! Bütün deliler mi beni bulur anlamıyorum! Defolun gidin!”
“Baba tamam!” dedim artık susmasını istediğim için. Tekrar ayakta dikilen bedenlerine bakıp gözlerimle dışarıyı işaret ettim. Beraber odadan çıktığımızda mutfağa yönelen bedenime şaşkınlıkla baktıklarını hissetsem de bir şey demedim. Sürahiden üç bardak su doldurup masanın üzerine bıraktım. Onlar önce birbirlerine olayı anlamak ister gibi baksalar da bir cevap bulamamış olacaklar ki hepsi birer sandalye çekip oturdu. Ben tepsiye dizdiğim çay bardaklarına çayları doldurup yanlarına gittim, son kalan sandalyeye oturdum.
“Sekiz yıl önce…” diye başladım anlatmaya onlar sormadan. İlk anlattıklarım değildi, son da olmazlardı herhalde. “Kuzey Irak’a göreve gittiğinde, beklemedikleri yere saldırı düzenlenmiş. Ekipler hemen yardıma gelse de geç kalınmış.” Onun önüne koyduğum su bardağına dokunmadığını fark edince alıp kendim içmiştim. “Altı kişi şehit düşmüş, iki kişi gazi. Babamı bulduklarında kandan yüzünü bile seçememişler. Beş mermi çıktı bedeninden. İkisi omurgasına, ikisi sol bacağına, biri de omzuna.” diye ağır ağır bitirdim sözlerimi. Anlatmadıklarımı da onlar anladı. Dilim felç kaldığına ve bacağını kaybettiğine gidememişti hiçbir zaman.
“Sizi tanımamasına üzülmeyin.” dedim, yuttuğum sözlerim yine bana kaldı. Beni bile hatırlamıyor…
“Ben meslek hayatım boyunca elli üç askerimi verdim toprağa. Kimisinin ailesine bizzat haberi veren oldum, kimisinin şehit uğurlamasında dayanağı.” diye başladı Kemal amca. Gözü duvardaki babamla benim küçüklük fotoğrafıma daldı. “Kimi gözü açık gitmiş, kimi işkenceden tanınmayacak halde.” Sözünü bitirdiğinde gözleri bende durdu.
“Çok omuz omuza verip de gidenin arkasından akıttık göz yaşımızı babanla. Ne yeminler ettik ne intikam sözleri verdik.” Sustuğunda anıları gözlerinin önüne gelmiş gibi gülümsedi. “ ‘Tek servetim bu toprak.’ derdi her zaman baban. Her zaman tetikte olurdu, görsen deli dürtmüş bu adamı derdin. Öyle korkmazdı hiçbir şeyden. Sonra bir baktım sevdalanıvermiş bir gün.” Uzun uzun durdu gözleri yüzümde.
Babamın anneme olan sevdasını bilen bilirdi ya. Mecnunlar, Ferhatlar halt yemişti yanında. Laf söylenecek çok şey vardı o kadına ama kimsenin ağzını açtırmazdı ona karşı. Kızına öyle bir anlatırdı ki annesini, kızı hep annem melek de o yüzden görünmüyor zannederdi. İşin aslı çok farklıydı.
“Gece nöbetindeyiz bir gün. Çıktı geldi ‘ben bir halt yedim’ diye. Meğerse annen sana hamile kalmış. Pek bir durgun lakin baban. Herkese öyle bir anlatır ki sevdiği kadını normalde ondan olacak çocuğa sevincinden askeriyeyi indirecek diye bekliyoruz hepimiz. İşin aslı, aldırmak istemiş annen seni.”
Hikayenin bu kısmını ilk defa dinlediğimden şaşkınlığım boyumu geçmişti. Çok anlatılmasını isterdim de kimse anlatmazdı böyle. Ben de annemin neden yanımda olmadığını bir türlü anlayamazdım.
“Baban ikna etti anneni bir şekilde ama senin doğduğun gün tası tarağı toplamış çoktan gitmişti. Sen doğduktan sonraki ilk görevde babanın ne kadar temkinli adım attığını fark ettim. Baban anneni kalbindeki en güzel yere gömmüştü ama sen ona öyle bir iyi geldin ki. Bir Gül’ünü böyle anlattığını bilirim bir de seni.”
Gül… Babamın sevdası.
Cebinden eski olduğu ne kadar yıprandığından belli olan fotoğrafı ellerime bıraktı. Babamla ikisi üniformalar içinde yan yana poz vermişlerdi. Çok gençti burada babam. Kemal amca kısa biri değildi lakin babam ondan bile uzundu. Ne kadar özlediğimi o an bir daha fark etmiştim.
Kafamı kaldırdığımda bana dikkatle bakan kahve gözlerle buluştu yaşlı gözlerim. Bu adam beni daha ne kadar ağlarken görecekti? Ben onun ismini bile bilmezken o benim hayat hikayeme şahit oluyordu.
“Seni bundan önce tek başına bıraktığım için özür dilerim kızım. Ama bu saatten sonra tek bir telefon uzağında olduğumu bil. Babanı hep kardeşim olarak gördüm, sen de benim kızım sayılırsın. Onun emanetisin bana artık.”
Gözlerimden akan yaşlarımla kuru bir teşekkür edebilmiştim sadece. İnsanın öyle zamanları oluyordu ki halini soran insanları bir lütuf olarak görebiliyordu.
Yanında oturan iki askerine başıyla kapıyı işaret etti. Sağında oturan kadın aldığı sessiz emirle birlikte hemen ayağa kalkarken o birkaç saniye daha bana bakıp öyle ayaklandı. Onlar dışarı çıkıp mutfağın kapısını kapattıktan sonra Kemal amca tekrar bana döndü.
“Babanın nerede ne yaptığını araştırırken şuana kadar olan gazi maaşlarının birine bile dokunulmadığını fark ettim. Eminim ki ihtiyacın olmuştur. Neden almadın?”
“Babam parasını kendi rızasıyla kullanamadıktan sonra ben nasıl el uzatırım ona?” dedim ciddiyetle. “Bu senin en büyük hakkın. Kaç yıldır sen bakıyorsun ona, tabii ki kullanacaksın.”
“Ben o parayı ne kendim kullanırım ne de istemediği sürece babama yediririm.” dedim kararlı çıkan sesimle. Beni ne kadar ikna etmeye çalışsa da en sonunda pes etmeyeceğimi anladı.
Beraber dış kapının önüne gelip vedalaştık. Telefon numarasını vermiş ve ne zaman istersem, saat fark etmeksizin arayabileceğimi bilmem kaç kere söylemişti. Kapıda duran askerlerinin yanına gitmiş bir şeyler konuştuktan sonra o kadınla birlikte geldikleri araca doğru ilerlediklerini gördüm. O hâlâ olduğu yerde bana bakıyordu.
Sonunda hareket ettiğinde tahmin ettiğim yöne değilde bana doğru geldiğini gördüm. İçimi garip bi his kaplarken ellerimi nereye koyacağımı bilememiştim. Tam önümde durduğunda yumruk yaptığı elini dudaklarına götürüp öksürdü. Her hareketini dikkatle izlediğimi fark ettiğimde başımı yere eğip odak noktamı değiştirmeye çalıştım.
“Şuan ne kadar anlam ifade eder senin için bilmiyorum ama özür dilerim.”
Sesini duymamla birlikte tekrar gözlerimi ona çıkardım. Kısa kesilmiş saçı, yeni çıkmaya başlamış sakalları, açık kahverengi gözleriyle kesinlikle güzel bir yüze sahipti. Erkeksi kokusu bu mesafeden bile yüzüme çarpıyor, beni mayıştırıyordu.
“Haklıydın sana laf etmeye hakkım yoktu ama o pisliğin söylediklerini duymadın.” dedi kendini açıklamaya çalışırken. Söylediklerinde samimi olduğunu gözlerinde görebiliyordum. Geceyi hatırladığında adamı yine aynı şekilde dövmek ister gibi anlatıyordu. “Seni tanımıyorum evet ama adamın söylediklerini hiç yakıştıramadım sana. Ağlatmak istemedim seni.” Söyledikleri beni çok şaşırtmış, bir yandan da anlamlandıramadığım bir şekilde mutlu etmişti.
“Bilmeni istedim sadece. O günden beri aklımdan çıkmıyordu. İyi günler.” diyip arkasını döndü.
“Bir dakika!”
Ona seslendiğimi duymasıyla birlikte attığı adım yarım kaldı. Vücudunu döndürmeden başını çevirip baktı bana. “Adınız nedir?” diye sormamla birlikte bütün bedenini bana doğru çevirdi.
“Selim. Selim Akıncı.”
…
Bölümm Sonuuu...
Olayların işleyişi hakkındaki fikirlerinizi çok merak ediyorum. Desteğinizi gördükçe daha bir heves ve zevkle yazıyor insan. Bu yüzden desteğinizi bekliyorum tabii ki.💕
Ah, canım İnci'm. Ne kadar güçlü bir kadınsın sen öyle...
Kitap şuanda İnci'nin acılarına şahitlik etse de Selim'in hikayesini okuyacağımız günler de gelecek. Selim'in bir önceki bölümde olan tepkisi rast gele bir tepki değildi. Selim Akıncı'nın da heybetli göğsünün altında hâlâ geçmişine ağlayan küçük bir oğlan çocuğu var. Onun da acılarını göreceğiz.
Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle. Size iyi okumalar dilerim. Hatalarımız olduysa affola. Çookkk öpüldünüz...🤍 |
0% |