Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Tanıtım

@sserenitas

 

“Bir umutla beklediğim yarınımsın güzel insan…”

 

-Cemal Süreya

 

~~~~ 

 

İnci Çelik

 

Şırnak-Uludere

 

 

 

 

“Anne!” diye bağırdı Yiğit tüm gücüyle. “Anne kapı çalıyor!”

 

 

Islak ellerimi mutfak önlüğüme silip kuruladım. Misafir beklemiyordum. Ayrıca birazdan oğlumu da hazırlayıp işe gitmem gerekiyordu. Çok vaktimi almayacak biri olsaydı iyi olurdu. Son zamanlarda kendimi oldukça bitkin hissettiğimden yolu oğlumla çok yavaş, yürüyerek geçiriyorduk. O yüzden çok oyalanmamam şarttı.

 

 

Mutfak önlüğümü çıkartıp masanın üstüne gelişi güzel bıraktım. Yiğit mutfak kapısının önüne gelmiş kapıyı açmamı bekliyordu. “Tamam oğlum sen giymek istediğin kıyafetlerini ayarlar mısın? Ben de kapıya bakıp geliyorum hemen.” dedim eğilip saçlarını öperken. O başını onaylarcasına sallayıp yatak odamıza gitti, bende kapının yolunu tuttum. Ben kapıyı açana kadar çalmaya da hevesli gibilerdi gelen her kimse.

 

 

“Geldim yahu, geldim!”

 

 

Demir kapının önündeki çocuk ayakkabılarını yana dizip kapının zincir kolunu çektim.

 

 

‘Bugün dağların dumanı aralandı, hoşgeldin…’

 

 

Karşımda gördüğüm yüzlere kapıyı en son açtığımda nişanlımın apar topar yurt dışına, göreve gittiğini öğrenmiştim. Bir asker yareni kapıyı bu kadar kalabalığa açıyorsa şafak bitmiş, şehadet gelmiş demekti. O gün kapıyı açtığımda gözlerimde yaşlar birikti. Elimden ayağımdan güç gitti. Sussunlar istedim.

 

 

Vatan hep sağ olsundu, benim sevdiğim sağ mıydı?

 

 

Ama o gün evimize benim sevdiğimin haberi kalbi atarken geldi. “Uğurladık…” dediler. “İnci, onu şehitliğe uğurladık.” dediler. “Ona al bayraklı tabutunu kendi ellerimizle verdik İnci.”

 

 

Ondan bir daha haber alamazdım. Ajan olarak terör bölgesine, o kılığa bürünerek gitmişti. Olası bir durumda kendi nefesini kendi kesmesi emri verilmişti. Nereye gittiğini bilemezdim, ne kadar kalacağını bilemezdim, nerede uyuyacağını, ne yiyip ne içtiğini bilemezdim.

 

 

“Onu bekleyemezsin.” dediler. “Biz o sağken sana ölüm haberini getirdik. Vatan sağ olsun…” dediler.

 

 

Bekledim…

 

 

Karnımda onun bebeğiyle ölü veya diri bedenini bekledim. Bu olaydan 3 ay sonra ondan haber kesilmişti. İrtibat kurabilecekleri bütün aletlerin bağlantısı kesilmişti. Bölgeye ne kadar asker gittiyse de ne bir iz vardı ne de haber.

 

 

Haberinin kesilmesinin haftası dolmadan bölgede yapılan canlı bomba saldırısını duymuştuk. Pençe timi, komutanlarını bulmaya bu sefer kendileri gitmişti. Döndüklerinde beş asker cesediyle döndüler. Hiçbiri benim sevgilime ait değildi. Çok inanmıştım yaşadığına ama o bölgede olan patlama nedeniyle birçok sivil ve askerin daha parçalanarak vefat ettiği bilgisi gelmişti. İki bebek cesedinin arasında kalan, vücudundan kopan bir elin yüzük parmağında nişan yüzüğümüzün olduğu haberi de vardı gelen bilgilerde. Umay eli titreye titreye vermişti bana o yüzüğü.

 

 

Şuan boynumda ip geçirerek taşıdığım yüzüğü…

 

 

Yapılan şehit uğurlamasında altı al bayraklı tabut, beşinin içinde şehidi vardı. Benim sevdiğimin ismi gömülmüştü toprağın altına ama ben üstüne bir kürek toprak bile atamamıştım.

 

 

O kapı kapanalı altı yıl geçmişti ve ben aynı time farklı kapıyı altı yıl sonra tekrar açmıştım. Cenazeden sonra beni eve bırakmışlardı. Cebime ihtiyaç halinde birkaç telefon numarası sıkıştırdıklarından sonra da hiçbirini bir daha görmemiştim. Birkaç kere aradıklarını biliyordum ama bu sefer de ben geri dönmemiştim.

 

 

Hepsiyle olan kısa süreli bakışmalarımın ardından gözümü Kemal albaya dikmiştim. Ortalarında kendini epey bir belli ediyordu. Gözlerimiz kesişince olduğu yerde rahatsızlıkla kıpırdandı, boğazını temizledi.

 

 

“Hoşgeldiniz.” dedim içime kaçan sesimi bulduğuma şükrederek. Kemal albay sağ elini uzatarak selamlaştı. “Hoşbulduk kızım.” dedi babacan tavrıyla.

 

 

“Uzun zaman oldu. Hayrola?” diye sordum elimi geri çekerken. Ekibe bir göz attım. Kimisinin saçında beyazlar, kimisinin yüzündeki kırışıklıklar artmıştı. Kolay değildi. Yıllar onlara epey bir şey katsa da herkes aynıydı.

 

 

Kemal albay bana bir adım daha yaklaştı. Yüzünde hem korkar bir tavır hem de sevinç gülümsemesi vardı. “Sana…” dedi önce. Devamını getiremedi, başını yere eğdi. Yutkunuşunu hissetmiştim sanki. “Sana teslim etmemiz gereken biri vardı.” Albayın arkasında yarım ay şeklinde duran ekip bıçak kesmişçesine ikiye ayrıldı. Üç basamak olan merdivenin ardında bir beden belirdi.

 

 

Gözüm seçemedi önce ya da beynim. Kirli, siyaha boyanmış sakalları ve saçı, lens olduğu belli mavi gözleri, sanki gerçek hayatta saklambaç oynuyormuş gibi olan tavrı... Karşımdaydı.

 

 

Şehit Selim Akıncı karşımda kanlı canlı duruyordu. Bakan o olduğunu anlamakta çok zorlanırdı. Çok mu uğraşmıştı bu görüntü için?

 

 

Çok vaktimi almamasını umduğum birini mi beklemiştim. Yaklaşık 7 yılımı, gençliğimi almıştı. Ağzı bir açıldı, bir kapandı. İkimiz de varlığımızı sorgular gibi bakıyorduk birbirimize. Dizimin o günkü gibi titrediğini hissettim. Ama sen demek istedim. Nereden? Nasıl?

 

 

“Anne” dedi arkamdaki oğlumun sesi. Ben hariç herkes şaşkınlıkla arkama baktı. Benim gözlerim hala ondaydı. İsyan mı etseydim, gidip sarılmak isteyip de sarılamadığım geceler boyunca sarılsa mıydım? Dizlerim böyle titrerken adım atabilir miydim? Haberini aldığım gün nasıl yürümüştüm? Birisi hatırlatsaydı ya.

 

 

Yiğit gelip aşağıya sallandırdığım kollarımdan birine sarıldı. O kalabalık sevmezdi. Korkar, saklanmak isterdi. Ama onu alıp da gidememiştim. “Anne kendim giyindim bak.” dedi yer ayaklarımın altından kaymaya başlarken. Hâlâ ona bakmaya çalışırken gözlerimin karardığını hissettim.

 

 

“Anne!”

 

 

“İnci!”

 

 

‘Ah, ışıklar içinde kaldım, yandım, efendim…”

 

 

 

 

 

 

Malum uygulama kapanınca şansımı burada denemek istedim. Okuduğunuz bölüm tanıtım bölümüydü. Destekleriniz çok kıymetlidir lütfen unutmayın Umarım keyifle okuyacağınız bir kurgu olur...💕

Loading...
0%