Yeni Üyelik
1.
Bölüm

L.E. 1

@ssilabzkrt

 

 

Bu kitapta geçen kişiler ve kurumlar tamamen hayal ürünü olup her ayrıntısıyla kurgudan ibarettir.

Yaz bu kalemin yorgun askeri

Yerden topla kayan yıldızları

Yok bana dermanı cennetin

Kan dolu gözlerim revan dört yanım

Görevden yeni çıkmış, elleri hâlâ titrer iken, zayıf düşmüş bedeni, elinde tutmaya çalıştığı lavanta buketi ile hayat bulmaya çalışıyordu. Sevdiği adamın, yaralanmadan önce ona verdiği lavanta buketi ile...

“Umay Teğmenim.” Arkasında duyduğu boğuk ve bir o kadar temkinli ses ile, yorgunluktan yukarıda tutamadığı başını kaldırıp sesin geldiği yöne bakmıştı. Buğulu gözleri, karşısında ki yüzü yavaşça çözdüğünde, buruk bir tebessüm görülmüştü dudaklarında. Acının tatlı tebessümü budur işte. Acını, üzüntünü, yorgunluğunu saklamak için kuru dudaklarda beliren sahte gülüş. “Sen miydin Pamir? Ayakta durma,” kanın kuruduğu elini oturduğu merdivene iki kere vurmuştu, Pamir’in oturmasını sağlamak için. “gel otur.” Bu kadar acıya rağmen hiçbir şekilde belli etmeyen, sert bakışından bir şey kaybetmeyen gözlerini Pamir’in gözlerine kenetlemişti, Teğmen Umay Göktürk. “Yüzbaşı Kutay Kaya’nın dediği kadar varsınız Umay Teğmenim.” Bakışlarında ne merak kırıntısı ne de yaşam belirtisi vardı. Kaşlarını hafif kaldırıp, devam etmesi için çenesini yukarı kaldırdı. “Sizi öveceği sırada hep, Asena bakışı olan tek kadın o’dur. Ne İlke Teğmen, ne Yosun Teğmen, ne de Asel Üsteğmen de böyle bir bakış var. Asena kanını sadece Umay Teğmen taşıyor, derdi.”

Yüzbaşı Kutay Kaya, Erlere ondan mı bahsediyordu? Karargâh dışında bile onunla konuşmayan, sadece dün doğum günü olduğu ve karargahta ki herkesin hediye alacağını bildiği için, İlke Teğmen’den lavantaları sevdiğini öğrenip doğum günü hediyesi olarak alan Yüzbaşı Kutay Kaya’dan bahsediyoruz. Bu mümkün olamazdı, bırakın mümkün olmasını bir hayal dâhi olamazdı.

“Birkaç gün öncesini hatırlayın Teğmenim. Bize en sevdiği marşı okutacaktı. Ve sizin de o gün duyduğunuz gibi ‘Umay Marşı’nı okutturdu.” Derin bir nefes almıştı Teğmen Umay Göktürk. “Pamir!” demişti uyarır bir ses tonuyla. “Ciddiyim, lütfen sadece hatırlayın o günü.” Ve eklemişti. “Gözlerinizi kapatın Teğmenim.” Uzman Çavuş Pamir Erbaş’ın dediğini dinlemiş ve gözlerini kapatıp o günü hatırlamaya çalışmıştı.

“Asker! Rahat! Hazır ol! Dikkat! “ saygı duruşunda bulunuldu. İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başlayan törende yaptığı konuşmada şunları söyledi;

“Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, vefatının 85. Sene-i devriyesinde, yâd etmek için toplandığımız bu özel günde, sizleri saygıyla selamlıyorum. Sözlerimin başında, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, bu toprakları bize vatan kılan tüm şehitlerimizi ve bugün hayatta olmayan gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyorum. Hayatta olan tüm gazilerimize de sağlık, mutluluk ve esenlikler diliyorum. Gazilerimizin bütün milletimize emanet olduğunu hiçbir zaman unutmamalı; bu bilinç ve hassasiyetle hareket etmeliyiz. Mustafa Kemal, Osmanlı Devleti’nin varlığını devam ettirme mücadelesi içinde olduğu bir zaman diliminde dünyaya geldi. Mustafa Kemal’in çocukluk ve ilk gençlik çağları da bu döneme rastlar. 20. Asrın başlarında artık bir askerdir. Ancak mensubu bulunduğu ordunun büyük çoğunluğu, asıl görevi vatan savunması olduğu, bu görev için her türlü hazırlığı yapmakla sorumlu bulunduğu halde siyasetle meşguldür. Kendi yapısal sorunlarını çözmek, aslî işine odaklanmak yerine, siyasetle uğraşan bir subay kadrosunun idare ettiği ordu,

Balkan Savaşlarında bozguna uğramış; bunun bedeli de ülke için ağır olmuştur. 1913 yılından itibaren Osmanlı Ordusu tamamen Almanların kontrolüne girmiştir.

...

Atatürk’ü anmanın en iyi yolu O’nu doğru anlamak ve şekilciliğe hapsetmemektir. Aslında Atatürk’ü şekilciliğe hapsetmek, O’na yapılabilecek en büyük haksızlıklardan biridir. Hiç şüphe yok ki; Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu milletin ortak değeridir. Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tarihe mâl olmuş önemli şahsiyetlerin özel hayatına dil uzatmak, hiç kimsenin haddi değildir, hiç kimsenin buna hakkı da yoktur. Bu bağlamda, Atatürk’ü ve Atatürk öznesinde yakın tarihimizi kalıp ve klişelerden uzak bir biçimde derinlemesine incelemek, değerlendirmek, dersler çıkarmak ve gelecek kuşaklara aktarmak bizim için millî bir görevdir.

Sayın Komutanlarım, Kıymetli meslektaşlarım, Değerli Askerlerimiz, sözlerimin sonunda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü bir kez daha rahmet, minnet ve şükranla anıyor, sizleri hürmetle selamlıyorum.”

Yüzbaşı Kutay Kaya’nın tören konuşması bitiminde, kürsüye Yarbay Lami Ateş çıkmış ve yemin törenini gerçekleştirmişti. Bu karargâh ‘ta olan bir gelenekte; törenlerden sonra Albay, Yarbay, Binbaşı ve Yüzbaşılar istediği bir türküyü, marşı söyletebilir olmasıydı.

Albay Şahin Boz, Gülümse Anne Türküsünü, Yarbay Lami Ateş, Asena Türküsünü, Binbaşı Asi Yaman, Alay Marşını söylettirmişti. Sıra Yüzbaşı Kutay Kaya’nın idi.

Erlerin hepsine göz gezdirmişti, hiçbir şey demeden seçtiği marşı söylemeye başlamıştı;

“Biner Yağız At’ına, Ardında Bozkurt’uyla.

Cihana bedeldir o, Düşmana bakışıyla!

Gözler Yıldız Kaş Hilal, Almış ele okla yay.

Gel bir Turan kuralım, Kızımız olsun Umay!

Gerer yayını sertçe, Düşmanı vurur mertçe.

O Asena duruşu, Turan’ın kuruluşu! “

Tekrardan gözlerini açtıklarında, yüzlerinde istemsizce oluşmuş hafif bir sırıtış mevcuttu. “Hatırlıyorum Pamir. Umay Marşını her asker sever, bunun altında bir neden peşinde koşmamalıyız. Yüzbaşının, Çavuş olduğu zamanlar çok söylenirmiş bu marş, bu nedenle seviyor olabilir.” Karargâh içerisinde Teğmenine göz deviremez idi, sadece nefes vermeyi seçti. “Hiçbir komutan, erlere, çavuşlara veyahut bir başka asker birliğine bir diğer Teğmenlerin gururunu incitecek Asena kanı konusunda övgüler yağdırmaz Teğmenim. Haksız mıyım? Haksız isem düzeltin.” Lavanta buketini iyice ezmişti elleri arasında, uzaklara bakarken. Daha fazla bu konu hakkında konuşmak istemediği için, lafı hemen değiştirmişti GÖKTÜRK Teğmen.

“Sence o iyi midir Pamir?” Elini eskiden birbirlerini tanımalarına dayanarak Umay Teğmenin omzuna koymuş ve sıkıp sıvazlamıştı. Hafif bir tebessüm etti ve konuşmak için kurumuş dudaklarını ıslattı. Konuşma hevesini tanıdık bir sesin neşeli ve tereddütlü seslenişi, zemine hızlı ve sert vuran ayak sesleri bozmuştu.

“Uzman Çavuşum! Teğmenim! Kutay Komutanım,” derin bir nefes duyuldu. “Kutay Komutanım uyandı!” Yanlarına gelene kadar nefessiz kalan Astsubay Üstçavuş Erem Delal yanlarına gelince durup soluklanmıştı.

“Ne dedin sen?” Kaşlarını olabildiğince çatarak.

“Durumu ağırdı, gerçekten uyandı mı?”

“Evet Teğmenim, Kutay Komutanım uyandı.”

Kutay Komutanın yanına geldiklerinde, bütün bölüğün orada olduğunu gördüler. Komutan ise yeni uyanmasının etkisiyle sakince herkese iyi olduğunu, çıkabileceklerini söylüyordu. Yine de ilk defa kimse dinlemedi Komutanı. Ta ki, Umay Teğmen konuşana kadar. “Herkes dışarı, hadi!”

Herkes dışarı çıkarken, Komutan, Teğmenine müteşekkir bir şekilde baktı. Yanlarında sadece Pamir kalmıştı. Komutan, Umay Teğmen ile konuşmak için Pamir’i çıkarmak istiyordu. Başı ile kapıyı göstermesine rağmen Pamir çıkmamıştı. “Olmaz komutanım. İyi olduğunuzu görmeden gitmem.”

“Ben göstereceğim sana, iyi miyim değil miyim! Çık lan dışarı!” Teğmen gülmeden duramadı. Lakin gülmesi iki erkeğin de ona dönmesini sağladı. Komutanın dikkati çabuk dağılmıştı. Başını iki yana salladı ve Pamir’e geri döndü. “Çık oğlum dışarıya. İyiyim işte, gördün yetmedi mi?”

“Komutanı-” Yüzüne yastık atılması ile susmak zorunda kaldı, gülmeye başlamıştı o da Teğmeni gibi. “Hemen getiriyorum Komutanım” Yastığı yaklaşıp komutanının sırtına koydu tekrar, sert bakışların eşliğinde. “Bir daha ikaz ettirme, çık dışarı asker.” Pamir, bir Komutanına bir de Teğmenine baktı gülerek. “Hemen Komutanım!” Selam verip, yanlarından sırıtarak ayrıldı. “Konuşalım Yüzbaşım.” Konuşmak istediğini anlamasına sevinmişti. Demin ki sinirli halinden eser kalmamıştı. Tam konuşacağı sırada, Umay’ın kanlı elinde duran lavantaları fark etti. “Lavantalar...” dedi ve soluklandı. “Eve götürmüşsündür diye düşünmüştüm.”

“Masama koydum. Sonuçta burada evden fazla duruyorum.” İkisi de gülmüştü. “Haklısın Teğmenim, burası bizim evimiz.” Yüzlerinde hala tebessüm devam ederken Yüzbaşı konuşmaya başlamıştı; “Senin Pamir bulmuş beni. Teşekkür de etmedim çocuğa gerçi...”

“Siz neden tek başınıza çıktınız dağlara? Tehlikenin farkında değil misiniz Komutan?” sesi azarlıyor gibi çıkmıştı Teğmenin. “Gezinmeye çıktım Teğmen.” Kaşlarını çatarak aynı ses tonunu devam ettirdi; “Sizce gezinmek için uygun mu orası? Gözcü dağlara çıktığınızı görmeseydi büyük ihtimalle ölecektiniz! Ayrıca siz gezinmeye görevde kullandığınız silahla mı çıkıyorsunuz?” Çocuk azarlanır gibi azarlanmasına rağmen sesini çıkartmadan dinlemişti Teğmeni. “Senin de sağın solun belli olmuyor Teğmenim. Yoksa götürmez miydim seni de yanımda?” diye dalga geçmişti Teğmen ile.

Ne kadar sinirlense de, dağlara çıkmasının aslını merak ediyordu. “Bana gerçekten dağlara neden çıktığını söylerseniz, sizi bildirmek zorunda kalmam Komutanım.” Kaşlarını kaldırdı Komutan. “Bildirecek misin bir de?” Karşılığını kafa sallamayla almıştı. “Pekâlâ anlatacağım ama hemen harekete geçme, tamam mı?” İkazı duyan Teğmen garip bir şeyler olduğunu anlamış ve dikelip Komutanına bakmıştı. “Emredersiniz Komutanım.”

“Karşı dağlar...Tamamını gasp etmişler. Binbaşı Yaman ile çıkıp gezdiğimiz yollara bile pusu kurmuşlar. Bunca zaman dibimizdelermiş ve bizim şimdi haberimiz oluyor.”

“Saldırırlarsa ne yapacağız Komutanım?”

“Savaşacağız asker. Hepsini topluca geberteceğiz. Gerekirse biz de bu vatan için öleceğiz.” Ve sakince ekledi. “Şimdilik kimseye haber verme ben Binbaşı ile konuşacağım bu konuyu. Anlaşıldı mı asker?”

“Emredersiniz Komutanım.” Başını salladı. “Git elindeki Lavantaları da suya koy, yaşasınlar.”

Kutay Komutanın hastaneden taburcu olmasının üstünden, 1 hafta geçmişti bile. Kendisi dinlenmeyi reddetmiş ve koğuşa geri dönmüştü. Bu 1 hafta içerisinde bir sürü olay olmuştu Komutanı sinirlendirecek. Başta, nöbetteki askerlerin uyuması gibi bir sürü olay. Askerleri içtima ’ya çağırmıştı. Aralarında gezinirken, sinirli bir sesle konuşmaya başladı. Sesi her cümlesinde yükseliyor, yankılanıyordu. Nöbette uyuyan askerin üzerine eğildi, omzunu sıkarken.

“Burada gördüğün herkes canını sana emanet etmişken, sen ne cüretle uyursun asker!” Daha sonra sert bakışlarını askerlerin üzerinde gezdirdi. “Evinizde misiniz oğlum siz? Mışıl mışıl uyuyun diye mi dikiyoruz sizi nöbete?” Yanında duran askere döndü ve dikeldi karşısında. Tam gözlerinin içine bakarak konuştu. “Tekmil ver asker!’

“Onbaşı Tuğra Tunacan/İzmir, Komutanım!”

“Git arkadaşlarına bir kova su getir, buzlu olsun.”

“Emredersiniz Komutanım!” Onbaşı harekete geçmiş ve büyük, buz dolu bir kova getirmişti. Alanda ki herkes cezanın farkındaydı. Ama başka seçenekleri yoktu, sadece izlemekle yetindiler. Kutay Komutanın cezalarının en hafifi buydu. -15 derecede, herkesin ağzından dumanlar çıkarken, nöbette uyuyan askerlerin başları tek tek buz dolu kovaya sokuluyor ve 20’şer saniye bekleniyordu. Ta ki, Binbaşı Yaman gelene kadar. Herkes, Yüzbaşı da dahil olmak üzere, Binbaşı Yaman’a selam verdi. “Ne oluyor burada?”

“Bu itler nöbetlerinde uyumuşlar, bende cezalarını veriyorum Binbaşım.”

“Buz dolu kova ile mi? Ellerin ne işe yarıyor Yüzbaşı?”

“Haklısınız Binbaşım.” Binbaşı Yaman, nöbette uyuyan ve şimdi yüzü ıslak askerin ensesinden tuttu. “Dağlara göndereyim mi seni?” Konuştuğu her cümlede askerin ensesini daha sert sıkıyordu. “Zor görevlere gönderip na’şını mı getirttireyim senin! Daha elin doğru düzgün silah tutamazken, piçlerle mi savaştırayım seni? Ne istiyorsun? Verdiğimiz ufacık görevi bile doğru düzgün yapamıyorsun. Senin ne haddine asker olmak!” Askerin nefes almasına izin vermeden tekrar soktu kafasını, buzları yenilenmiş soğuk suya. “Sizler de kendinize dikkat edin. Eğer biriniz daha uyursa men ederim sizi askerlikten, anlaşıldı mı asker!”

“Emredersiniz komutanım!”

...

Birkaç günün sonunda telefon izinleri olan Tim, ailelerini aramak için telefonlarını almışlardı. Telefon izninde Delal’e çok özlediği eşinden bir video gelmişti. Heyecanına yenik düşüp, komutanları yanındayken açtı videoyu. Çok özlemişti Menekşesini. Video, kameranın sabitlenmesi ile başladı. Sonra Delal’in biricik eşi Menekşe’nin o muhteşem sesi duyuldu.

“Sevgilim sevirem gizletmirem ki, Gedirem hemişelik getmirem ki

Gel desen tez gelerem. Gözümde canlanir xeyalin yene de

Ayrılıq derd olub sene de mene de. Öl de sözsüz ölerem

Ağlama ağlama yadlar seviner. Anam eşider qelbi üzüler

Ağlama bu hesretin xatirine. Buludlar dolarsa yagişlar yağacaq

Gözünün yaşindan torpagda doyacag. Qovuşmasaq seninle bir birine

Men seni isteyirem her zaman gözleyirem. Hesrete dözmeyirem sevgilim

Eşq bizim sevda bizim. Dağ bizim derya bizim.

Büs bütün dunya bizim sevgilim.”

Herkes soluksuz dinlemişti. Komutan Kaya, gözleri dolan Delal’e baktı. “Arasana karını niye bekliyorsun?” Erem, bunun üzerine hemen rehberine girdi ve biricik eşini aradı. İzin isteyip uzaklaştı. Herkes telefonda aileleri ile konuşurken Kutay Komutan gidecekleri operasyonu düşünüyordu. Kimseyi aramak istemiyordu.

Ne annesini babasını ne de kardeşlerini. Çünkü kimse merak edip ona ulaşmaya çalışmamıştı bunca sene. Kutay Komutan, Türkiye Cumhuriyeti tarafından bizzat eğitilen sayılı askerlerdendi. Ailesi eğitimini bitirene kadar onunla ilgilenmiş ve onu bitirmesi için zorlamışlardı. Şimdi ise, yaklaşık 6 senedir kimse arayıp sormuyordu. Doğum günlerini dâhi Tim’i ile geçiriyor, hatta çoğu zaman operasyonda oluyordu. Kimseden ne hediye ne de sevgi beklerdi. Sadece yanında olduklarını bilmek bile yeterdi ona, ama kimse bunu dâhi umursamadı.

Şimdi, bir ailem var bile diyemiyordu. Ona aile olacak bir insan bulmak onun için zordu. Çünkü doğduğundan beri hiç samimiyet görmemişti. Bu yüzdendir ki, hep soğuk olarak anılır. Asker olmayı kendini bildi bileli istemiştir. Babasının emekli albay olması da önemli bir artı sağlamıştır. Operasyonlara gittiğinde, sadece kendi hayatı için yaşar. Arkada onu bekleyen birinin olduğunu bilmediği zamanlardır. Oysa onu hep bir çift göz bekler, durur. Onun için canını bile verecek bir beden vardır. Her zaman ona hayran olan, ceza alacağı bir şey yaptığında onun arkasında duran, onu her türlü beladan korumak isteyen biri her zaman vardı. Ne yaşadığını öğrenen ve bir daha yaşamasına izin vermeyecek biri. Ömrünün sonuna kadar sevmeye devam edecek, onu asla bırakmayacak bir beden. Yine de, o bundan her zaman habersizdir. Ne yaparsa yapsın, hep izlenir. Ne derse desin, hep dinlenir. Şu an da olduğu gibi...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%