Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Oedipus kompleksi

@starlx

Bu tarih bana bir yerden tanıdık geliyordu.

 

Her şey çok tuhafıma gitmeye başlamıştı. Ne oluyordu. Anlam veremiyordum. Kitabı yere yanlışlıkla kimin düşürdüğünü öğrenmek için kitaplığın arkasına baktım. Dalgalı saçlarıyla arkada bir kız vardı. O an aklıma okula geldiğimde Melina'nın bana tanıttığı o isim geldi. "Bankta oturup kitap okuyan, o okulun en zekisidir onun adı Sierra Ruth," ama bu düşünceyi birkaç saniye sonra kafamdan sildim çünkü o dalgalı saçlı kızın yüzü çok daha açık renkliydi.

 

Ne olduğunu tam kavrayamamıştım. Kızla göz temasındaydım. Tam bu sırada anons sesleri duyuldu. Herkesi meydana çağırıyorlardı. -meydandan kasıt geniş ve büyük bir kürsüsü olan oda- meydana gittiğimizde 1. Seviyelerden başlanarak herkesi sırayla çağırmaya başladılar. Test için ilk kişi gitmişti. Doktor büyük ve metal kaptan bir taş çıkardı. Taş yeşil renkteydi ve içerisine beyazlar karışıyordu. Ve sadece bir taş yoktu. Yeşil taşı çocuğun belini açacak şekilde tişörtünü sıyırıp , taşı abdomenine yerleştirdi. Sonra geleneksel görünümlü birkaç adam geldi ellerinde deri bir eldiven vardı. Ve gelen ilk adam mavi ile karışık yeşil renkli aynı büyüklükteki taşı doktora verdi. Ve son olarak beyaz ile karışık mavi taşıda yerleştirdiler. Merakıma yenik düşüp Melina'ya sordum. "Bunlar ne?" Sanki hazır bekliyormuş gibi cevap verdi.

 

"Bu sana efsanede anlattığım taş. Bu taş aslında savaşta kaybolmuş ama kaybolmadan önce parçalandığı için dört parça halinde. Taşlar çok güçlü olduğundan herkes onları arayıp durmuş. Taşlar farklı topluluklar tarafından bulunmuş. Ve üstünlük kavgası çıkmasın diye herbir topluma dağıtılmış. Her sene aynı gün keşfedilip okula getirilen yeni öğrencilerin güçlerini öğrenmek için farklı toplumlar buraya gelir. Ve şenlikler yapılır." Çok sevimli ve olan bu anlatı , taşların başkalarının eline geçmesi yada taşıyıcılar arasında bir anlaşmazlık çıkması durumunda çok tehlikeli olabilir şeklinde düşündüm çünkü taş dört parçaya ayrılsa bile tek parçası okulu korumaya yetiyordu. Melinaya cevap verdim. "Teşekkür ederim." Tess konuşmaya başladı "Off endama bak be" Melina gülerek cevap verdi "hey , hey yavaş koş" ."kimden bahsediyoruz?" Diye sordum. "Chandler smith." Dedi Tess ama söylerken eriyordu. Chandler Smith Amerikan futbolu takım kaptanı ve aynı zamanda kurtadam. Genelde kızlara karşı ilgisi yok ama kızların ona karşı ilgisi tavan. Kendi halinde takılıp duruyor işte.Tess , Chandler hakkındaki güzel yorumlarına ,geneline katılmıyordum, devam ederken ben güç testine odaklanmış durumdaydım.

 

Sıra bana gelmişti. Çok heyecanlıydım. Bir o kadarda korku dolu. Çünkü eğer benim bir insan olduğum anlaşılırsa herşey biterdi. Ama eğer ben bir insansam benim kapıma bu mektubun gelmesi ne kadar tesadüf olabilirdi ki! İsmim okundu. "ADELİNA CORA HİLLARY" çok heyecanlanmıştım. Yavaşça kürsüye çıktım ve sedyeye doğru uzandım. " Merhaba ben Dr Clark. Güç testini ben yapacağım ve hazırsan başlıyorum ." dedi. Tabi anlamında kafamı salladım. İlk taşı abdomenime yerleştirdi. Buna tepkisiz kalmıştım çünkü taşa odaklanıyordum. İkinci ve üçüncü taşı yerleştirdikten sonra başta birşey olmadı sonra taşlar aniden canımı yakmaya başladı. Sanki taşlar lavdan çıkartılmış gibi ısındı. Diğerlerine hiçbir şey olmaması fakat bu taşların benim canımı yakmasının sebebi insan olmam olabilir miydi? Acıya dayanamayıp "DUR!" diye bağırdım. Doktorun yüzünde şaşırmış gibi bir ifade vardı. Taşın bir tanesini yavaşça kaldırdı ve karnıma baktı. Taşın şeklini almış bir yanık izi oluşmuştu. Bana "Senin gücün," bekliyordum. "Senin gücün zihin okuma." Dedi.

 

Gerçekten mi. Benim bir gücüm mü var. İnanamıyorum. Titrer halde sedyeden indim. Melina beni tebrik ederken yüzümdeki şaşkınlığı saklamaya çalıştım. Bu kadar tantananın ardından çenesi düşük bir vampir görmeyi ne kadar istemesemde buna engel olamadım.

 

Darlane konuşmaya başladı. "Ee zihin okuyan, göster bakalım marifetini." Dedi. Ne yapacağım şimdi. Melina Darlane'a ters bir bakış attı. Ardından bende krizi fırsata çevirerek, "Şuan Melina senin yılışık bir vampir olmak dışında hiçbir işe yaramadığını ve aptal olduğunu düşünüyor." İkimizde gülmeye başladık. Darlane "Elbet bir gün bu aptal vampire işiniz düşücek." Dedi ve tek kaşını kaldırıp imalı bir bakmış attı. Tabi anlamında kafamı salladım. Darlane gittikten sonra Melina "Aramıza hoşgeldin asi kız." Dedi. Ve bende bu sefer gamzelerimi gösterecek kadar samimi olan bir tebessüm attım.

 

Gün benim için genel olarak yorucu geçmişti. Ama buna değerdi. Melina "Sanırım, oda arkadaşın hala dönmemiş." Dedi. "Nee bir oda arkadaşım mı var." Bu heyecan vericiydi fakat eğer tuhaf bir tip denk gelirse hapı yutmuştum.Melina cevap verdi. "Evet bir oda arkadaşın var ve o kişi benim ablam oluyor. 3. Seviye bir element ve bu yüzden bir eğitim için Xaloria' ya gönderildi. Hava elementini temsil eden taşıyıcı okuluna. Biz taşıyıcılar seviye atladıkça gücümüzü daha da geliştirmek adına diğer okullara gönderiliriz. Bu okul ise ablamın gittiği 3. Okul. "

 

"Vay canına, bu gerçekten müthiş bir şey. Ablan çok başarılı bir kadın olmalı." Dedim.Lafın lafı açması üzerine sohbet etmeye başladık.

 

Sohbet etmeye öyle dalmıştık ki saat gece biri bulmuştu. Melina, "Mesela bir kere biz 7 yaşındayken Tess ile oyun oynarken Chandler çok eğlendiğimizi görüp oynamak istedi. E tabi Tess'de hemen kabul etti. Tess'in gözünü bir kumaş yardımıyla bağladık. Ve onu döndürdük. Amaç bizi bulmasıydı. Teker teker aramaya başladı. O zamanlar birinci seviye bile değildik. Güçlerimizi kontrol edemiyorduk. Ve Tess'in ilk bulduğu kişi Chandler oldu. Ona dokununca dokunduğu kişinin Chandler olduğunu hemen anladı. Ve utançtan yanlışlıkla bir devekuşuna döndü. Ama yer betondu yani kafasını sokamazdı. Bunu anladığında iyice rezil oldu. Ve koşarak kaçtı." Bu gerçekten komikti. "Peki senin böyle konik anıların var mı?" Ne diyecektim ki. Annemgilin ben çocukken öldüğünü ve hep bir savaşçı olarak yetiştirildiğimi mi? Kraliyeti korumak için yaptığım fedakarlıklar dışında bir anım olmadığını mı? "Hatırlayamadım şimdi. Hem saatte geç olmuş yatalım mı?" Yüzüm düşmüştü. "Peki. Ama bana bir anı sözün var. Bunu unutma."

 

O kadar yorgundum ki kafamı yastığa koyduğum takdirde uyuyacak haldeydim. Lakin kafamdan çıkmayan binbir düşünceyi de susturamıyordum. Kütüphanenin arkasında gördüğüm dalgalı saçlı kız kimdi? Peki ya rüya ne anlama geliyordu? Derin düşünceler içerisinde uykuya daldım. Rüyamda o kadife ses yankılanıp durmuştu. Keşke kim olduğunu sorsaydım. Uyandığımda lavaboya gitmek için ayağa kalktım. Parkeden bir gıcırtı geldi ama gıcırtı olarak adlandırdığım bu ses gıcırtı demeye bin şahit isterdi. Hareketimi yenileyip tekrar parkenin üstünden geçtim. Yine aynı ses geldi. Melina'ya seslendim. "Hey Melina, bu parke tuhaf bir ses çıkartıyor."

 

Melina uykulu bir sesle "Çünkü onu adı parke ve gıcırdamak doğasında var." Dedi. Yatağımdaki yastığı Melina’nın kafasına fırlattım. "Melinacım şu sesi bir dinle bu parke gıcırtısına benzemiyor." Yüzüstü yattığı yataktan elleriyle destek alarak sadece kafasını kaldırdı. Sesi dinlettim. "Evet bu bir parke gıcırtısı değil." Dedi. Der demez kafasını yeniden yastığa gömdü. "Günaydın canım, birde Elfleri duyan sensin."Bunu derken bir yandan parkeye bakmakla meşguldüm. Uykulu olduğu için beni pek takmadı ve bana "Büyük bir ihtimalle altına bir şey sıkışmıştır." Dedi. Hala yattığından sesi boğuk çıkıyordu.

 

Ben dayanamıyordum derse hazırlanırken sürekli üstünden geçiyordum ve bu hiç hoş bir ses değildi. "Artık dayanamayacağım şu parkeyi altındaki her neyse çıkartıcam." Dedim.

 

"Hayır, yapma ya altından dev bir hamamböceği çıkarsa?" Dedi. Melina’ya ters ters baktım. Bana dayanamayıp "İyi peki aç ama oradaki böcek yüzüne zıplarsa bunun sorumlusu ben değilim."

 

Yavaşça gıcırtı gelen parkeyi kaldırmaya çalıştım ve kaldırdım.Melina ise merakından yatağının ayak ucuna geçip karyolanın arkasına sadece gözleri görünecek şekilde saklandı. Kaldırdığım anda parkenin altından minik bir elf zıpladı ve elimi ısırdı. Boyu o kadar küçüktüki ,yaklaşık beş santim falandı, başta bir böcek sanmıştım. Elim açıkken Melina "Bunun ismi Edwin bir elf çocuğu en haylazlarından biridir." Dedi. Minik elf balkona doğru yürürken arkadan Melina'ya dil çıkardı. Melinada ona bakıp dil çıkarırken Melina'ya seslendim. "Hey burada birşey var!" Bir kâğıt ve altın bir iplik vardı.

 

Kağıdın altında OEDİPUS yazıyordu.

 

Bu ne anlama geliyordu!

 

"Bu odada kimin kaldığını söylemiştin." Dedim. Melina'da ürkek bir ses tonuyla ablam dedi. Ne oluyordu. "Bu Oedipus kelimesi sana tanıdık geliyor mu?" Diye sordum. Hayır cevabını alınca aklıma Sierra geldi.

 

"Belki Sierra biliyordur. Onun okulun en zeki öğrencisi olduğunu sen söylemiştin." Dedim. "Büyük bir ihtimalle biliyordur. Ona gidelim."Sierra'yı bulmak için kütüphaneye indik ve oradaydı. Çalışıyordu. Sierranın yanına gittik. Ve ona olayı anlattık. Sierra " Bu kelime bana tanıdık geliyor. Evet hatırladım. Bu bir efsanenin ismi." Eldoria ve bitmeyen efsaneler...

 

"Ne efsanesi?"

 

Bir saniye isteyip kitaplığın oraya doğru yürüdü ve bir kitap çıkardı. Kitabı masaya attığında üzerindeki toz kalkmıştı. Melina ile ben öksürürken Sierra sayfaları karıştırdı. Bulduğunda ise okumaya başladı."Bu İskandinav mitolojisinden bir efsane , Oedipus kompleksi diye geçer tarihte. Hikayeye göre Oedipus, Thebai kralı Laios ve Iokaste'nin oğludur. Iokaste gebe iken bir düş görür, kahin bu düşü şöyle yorumlar: Kraliçenin karnında taşıdığı çocuk babasını öldürecek ve annesi ile evlenecektir. Bu rüya nedeniyle Laios çocuklarını doğar doğmaz öldürmek ister. Oedipus'un, kurtlara ya da kuşlara yem olması için ormana bırakılmasını emreder. Fakat yardımcısı, Laios'a ihanet ederek küçük Oedipius'u götürüp bir çobana teslim eder. Çoban, Oedipus'u çocukları olmayan Korint kralı Polybos ve kraliçe Merope'ye götürür. Kral, ayak bilekleri delindiği ve içinden bir şiş geçirildiği için bebeğe 'şiş ayaklı' anlamına gelen Oedipus ismini verir. Polybos ve Merope, Oedipus'u kendi öz çocukları gibi sever ve büyütür. Oedipus delikanlılık çağına geldiğinde kralın oğlu değil de bulunmuş bir çocuk olduğu hakkında bazı dedikodular işitir. Gerçeği tanrı Apollon'dan öğrenmek üzere Delphoi tapınağına doğru yola koyulur. Babasını öldürüp annesi ile evleneceğini öğrenen Oedipus sinirli bir şekilde ilerlerken dönüş yolunda bir adama rastlar. Kimin çekilip yol vereceği konusunda kavgaya tutuşurlar. Oedipus adamı ve arabacısını öldürür. Bu öldürdüğü adam ise öz babası Laiostur.

Bu olaydan sonra Thebai'ye ulaşan Oedipus, Sphinks isimli canavarın şehirde korku saldığını ve sorduğu bilmecelere cevap vermeyenleri parçalayıp yediğini görür. Sorular ise şunlardır: Kimi zaman iki, kimi zaman üç, kimi zaman dört ayak üstünde yürüyen ve doğal yasalara karşıt olarak, en çok ayağı olduğu zaman en güçsüz olan yaratık hangisidir? İki kız kardeştirler, biri ötekisini doğurur ve ikincisi birincisinden doğmadır. Oedipus birinci soruya insan, ikincisine de Gün ve Gece diyerek doğru cevapları verir. Sphinks bunun üzerine kayalardan aşağı uçuruma atlayarak ölür. Canavarın sorduğu sorulara doğru yanıt veren ve canavarı öldüren Oedipus, halk tarafından Laios'dan boşalan taç ve dul kraliçe Iokaste ile ödüllendirilir. Thebai'ye kral olan ve bilmeden öz annesi ile evlenen Oedipusun dört tane de çocuğu olur. Yıllar geçer, Thebai şehrinde veba baş gösterir. Salgının nedenini öğrenmek isteyen Oedipus bir kahine başvurur. Gelen cevap şudur: Kral Laios'un katili bulunmalı ve şehirden sürülmelidir. Oedipus hemen araştırmaya koyulur ve acı gerçeği öğrenir. Bilmeden babasını öldürdüğü ve öz annesi ile evlendiğini anlayan Oedipus hem annesi hem de karısı olan Iokaste'nin iğnesiyle gözlerini kör ederken, kraliçe Iokaste de kendini öldürür."

 

Tanrı aşkına bu neydi böyle. Hikaye tuhaftı ama benim dikkatimi çeken tek şey bu değildi. "Ya bu efsane sadece bir ipucuysa ve bizim bir ders çıkarmamız isteniyorsa?" Dedim. Nasıl yani diye sordu Melina.

Sierra bu çok muhtemel diyerek beni onayladı. Melina saf gözlerle bakıyordu. "Yani demek istediğim bu paragrafın bir anahtar kelimesi varsa çünkü bir insan niye isim kullanmak yerine yıllar öncesinde olan bir efsaneyi mektupda kullanır ki."

 

"Bu çok mantıklı" dedi Melina. Sierra odada kalan kimdi diye sordu. Melina ablamdı şeklinde karşılık verdi. Sierra "Daha önce ablanı burada hiç görmedim." Dedi. Melinada "Pek dışarı çıkmazdı, o üst sınıflardandı." Diye karşılık verdi.Sierra konuşmaya devam etti. "Peki şuan nerede?" Melina "Ablam 3.

Seviyeden bir elementti. Ve güçlerini geliştirmesi için hava elementini temsil eden taşıyıcı okuluna eğitime gitti."

 

Sierranın sorduğu son soru ise bunun bir eğitim olduğuna emin miyiz oldu. O an aklıma geldi "Melina ablanın sana sürekli bahsettiği bir konu var mıydı?"

 

"Evet, genelde bir oğlandan bahsediyordu. Ama oğlan ona göre burada olamayacak kadar muhteşem görünüyordu. Oğlanın kim olduğunu sorduğumda bana Xaloria’dan biri olduğunu söyleyip geçiştiriyordu."

 

Tabi ya bir oğlan , ama kesin bir kanıt oluşturmamız için belgeye ihtiyacımız vardı. "Bunun için müdüre hanımın sekreterine gidelim kayıt işleriyle o uğraştığı için belki elimize gerekli belgeler geçebilir."

 

Melina beni onayladıktan sonra müdürenin sekreteri olan Terra'nın yanına gittik. Terra ise bize böyle bir kayıt bulunmadığını söyledi. Yavaş yavaş parçalar yerine oturmaya başladı.

 

Sierra'nın yanına geldiğimizde konuşmaya başladık. Melina'ya bakarak konuşmaya başladı. "Belkide ablan farketmeden bazı kanıtlar bırakmıştır. Odasına detaylıca baktınız mı?" Hayır şeklinde cevap verdik. Ve bu fikir bize çok mantıklı geldiği için odama geçtik. Uzun uğraşlar sonucu bir şey bulamamıza rağmen pes etmedik. Ve aramaya devam ettik. Belki yatağın altında bir şeyler vardır diye yatağı çekme kararı aldık. Çektiğimizde duvarla bitişik durumda olan parkelerin üstünde kül parçaları gördük. Sonra kül parçalarının devam ettiğini görünce külleri takip ettik. Küller çok uzun olmayıp , birkaç santimden oluşmasına rağmen bize ipucu vermişti. Sonrasında küllerin bir parkenin arasına sıkıştığını gördük. Melina'nın ablasının parkelerle alıp veremediği neydi böyle?

 

Parkeyi açtığımda bir kroki buldum.

 

 

3. BÖLÜM SONU

Loading...
0%