Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.BÖLÜM: İLK GÖREV

@stellanis

Bölüm 1 : İlk Görev

Yeni görev yerime giderken bu sefer hiç olmadığım kadar heyecanlıyım. Ocak ayının en soğuk geçen günlerinden biri, dışarıda lapa lapa kar yağıyor. Ve en belki de bir daha hiç geçmeyeceğim yollardan son kez geçiyorum. Neden mi? Çünkü bu sefer geri dönmem diğerlerinden daha imkânsız. Dışarıda yağan karı izlerken Halil abinin sözleriyle ona döndüm.

“Nisa, şuan gitmekten vazgeçebilirsin,istersen senin yerine ben giderim ha abicim? “

Halil abi de benim gibi Türkiye’nin yetiştirdiği özel ajanlardandı. Benden daha tecrübeliydi. Onun bir sürü yurt dışı görevi olmuştu ama benim başka bir ülkeye tek başıma gitmemde hazır olmadığımı söylüyordu.

“Ben hazırım abi, güveniyorum kendime. Hem karar verildi çoktan. Bu görev için beni seçmelerinin bir sebebi vardır.”

Bu sebeplerden biri bence fiziksel görünüşümdü. Sarı saçlarım ve mavi gözlerimle orada dikkat çekeceğimi sanmıyordum. Babam da mı Rusyalıydı be!

Annem ben küçükken beni yurt müdürüne verdiği bir mektupla bırakıp gitmiş. O mektupda ne yazdığı hakkında hiçbir fikrim yok. Ama dediklerine göre annem hazır olana kadar okumamamı söylemiş. Ne zaman hazır olacağımı bilmiyorum. Ama beni kimsesiz bırakma hikayesini de okumak istediğimi sanmıyorum.

Daha sonra devletim beni koruma altına almış. 18 yaşıma kadar yetimhanede büyüdüm. Sonra da MİT ( milli istihbarat teşkilatı) beni kendi bünyesine alarak bugünkü beni oluşturdu. MİT Ajanı Nisa Doruk ...

Araba havaalanının içine girdiğinde yavaştan vedalaşmaya başlamam gerektiğini biliyordum. Halil abi de hissetmiş gibi bana döndü. Gerçek abim gibiydi. Küçüklüğümden beri onun elinde büyümüş ve yetişmiştim. Bildiğim herşeyi bana o öğretmişti. Arabadan indiğimizde karşıma geçip her zamanki nasihatlerini sıralamaya başladı.

“Konuştuklarımızı unutma. Eğer açığa çıkarsan kendini tehlikeye atmayacaksın duydun mu beni? Bir şeyi öğreneceğim diye başını derde sokma sakın!” Endişesi karşısında kocaman gülümsedim.

“Merak etme. O kadar eğitimi boşuna almadım ben. Hem söz sağ salim döneceğim yanına.” Dedim ve gitmeden son kez sarıldım. Arkamı dönüp bineceğim uçağa doğru ilerlemeye başladım. Uzun koridorda yürürken aklımda tek bir şey vardı.

“Bekle beni Rusya ben geliyorum!”

______________________________________________

Görevim Rusya’nın sonraki saldırı yerlerini öğrenmekti. Son bir ay içinde 20 farklı yeri bombalamışlardı ve durmaya niyetleri yok gibiydi. Savaş başlıyordu. Şu an bile bir çok çocuk, kadın ve asker ölmüştü. Amaçları neydi?

Ülke toprakları mı?
İntikam mı?
Yoksa siyaset mi?
Hiç bir neden böyle bir vahşete neden olmamalıydı.

Rus askeri birliklerinin içine yüzbaşı olarak girecektim.Onlar beni savaş stratejileri üzerine eğitim almış ve Krasnodar’dan Moskova’ya gelen bir komutan olarak biliyorlardı. Akıcı Rusça konuşmam sayesinde aralarına girmekte zorlanmayacaktım.

Halil abinin söylediğine göre her şey öyle ayarlanmıştı ki bir hata yapmazsam kimse benden şüphelenmezdi. Ayrıca dediğine göre orada benden başka 4 ajan daha vardı. Ama yakalanma ihtimalimiz olduğu için hiç birimiz birbirimizi bilmiyorduk. Geliş sıramıza göre kod adlarımız vardı. Ben “ Ajan 5 “ oluyordum.

Uçaktan inince suratıma çarpan soğuk rüzgarla irkildim. Gerçekten de dedikleri kadar vardı. Havaalanına girdiğimde içeride bir kargaşa hakimdi. Savaşın yaklaştığını öngören insanlar kendi ülkelerine gitmek istiyordu, aynı şekilde sınır şehirlerdeki Ruslar da başkente geliyorlardı.

Atkımı ve beremi takıp beni aramalarını beklemeye başladım. Söylediklerine göre beni askeriyeye götürecek olan bir araba gelecekti. Çok geçmeden yabancı bir numara aradı.

“ Yüzbaşı Natalia ile mi görüşüyorum? “Bundan sonra ismim Natalia idi. İsmimi çok özleyecektim. Arayan beni alacak olan Rus askerlerden biri olmalıydı.
“Evet benim.”
“Dışarıda siyah arabada bekliyoruz.” Bavulumu alıp çıkışa yürümeye başladım.
“Peki , geliyorum.”

Dışarıda çıktığımda yan taraftaki siyah arabayı gördüm. Herhâlde bu olmalıydı. Görünürde bekleyen başka araba yoktu. Arabanın arka kapısını açtım. Arka tarafta oturan bir kadın vardı. Ön tarafta ise asker üniformaları içinde iki adam oturuyordu.

“ Hoşgeldiniz komutanım.” Konuşan arkadaki kadındı. Gülümseyerek karşılık verdim.

“Hoşbuldum.”

Çantamı arka koltuğa bıraktım ve bavulumu bagaja koymak için arka tarafa geçtim. Bana yardım etmek için sürücü koltuğundaki asker arabadan indi. Yanıma geldiğinde asker selamı verdi. Selamını alınca kendini tanıtmaya başladı.

“Komutanım ben Aleksey. Moskova’ya hoşgeldiniz .” dedi. Benimle telefonda konuşan buydu. Sesinden tanımıştım. Önemli biri değildi, adını hiç duymamıştım. Büyük ihtimalle askeriyede ayak işlerini yaptırıyorlardı.

Gelmeden önce bütün önemli kişileri ve işime yarar bütün bilgilerini ezberlemiştim. Bana gelecek olursak. Ben Natalia Kozlov. Normalde 24 burda 27 yaşındayım. Ve geldiğim yerde aldığı kararlarla orduya zaferler kazandırmış biriyim.Tabii onlar böyle biliyor.

“Hoşbuldum Aleksey. Teşekkür ederim.”

Bavulumu bagaja koyduktan sonra arabaya geçtik. Arka koltuğa oturdum. Yolculuk boyunca sohbet etmiştik.

Yanımdaki kadının adının Alina olduğunu ve Korgenerallerden biri olan Filipp’in kızı olduğunu öğrenmiştim. General Filipp adını çokça duyduğum bir isimdi. Çünkü çoğu saldırı kararını veren oydu.Onu daha görmeden ondan nefret etmiştim.

Bu zamana kadar çocuklarını görmemiştim. Çocuklarının yüzünü halktan ve sosyal medyadan sır gibi saklıyordu,bunun onları koruyacağını düşünüyordu.

Alina’nın yeşil gözleri ve kumral saçları ona eşsiz bir güzellik katıyordu. Çok samimi ve tatlı bir kadındı. Eğer babası o olmasa ve ben buraya ziyarete gelmiş biri olsam kim bilir belki onunla arkadaş olabilirdim.

Bu arada ön koltukta oturan ise abisi Luka idi. O da babası gibi askerdi. Soğuk bir insandı. Konuşmalara katılmamış, sadece dinlemişti. Bazen arabanın yan aynasından bana doğru baktığını hissetmiştim. Kardeşinin aksine babasına benzeyen sarı saçları ve mavi gözleri vardı. Keskin yüz hatlarıyla çoğu kızı etkileyebilecek kadar yakışıklıydı.

Yarım saat sonra nihayet askeriyeye gelmiştik. Kimliklerimizi gösterip içeri girdik. Büyük bir orman yolunu geçtikten sonra karşımıza üç büyük bina çıktı. Yan tarafta ise Türkiye’deki lojmanlara benzeyen binalar vardı.

Üç binanın ortasındaki bina yönetim binasıydı. General Filipp ve diğer generaller orada kararlar alıyorlardı.

Keşke herkes içerideyken üstlerine bomba atsan , dedi içimdeki ses. O an yüzlerindeki ifadeyi görmeyi bende çok isterdim ama sabırlı olmak zorundaydım. Nasıl olsa biri gitse diğeri gelirdi. Bu sorunu kökten çözmeliydik.

Sanki ortamı bilmiyormuş gibi heyecanla etrafı inceliyordum. Oysa daha evimdeyken ezberlemiştim buraları.

“İncelemeniz bittiyse içeriye geçebilir miyiz Natalia Hanım?.” Ukalaca konuşan Luka idi. Şimdiden anladığım kadarıyla egoistin tekiydi. Babası general olduğu için kimse laf edemiyordu. Bu durumdan oldukça memnundu. Herkese sözünü geçiriyordu. Ama bana sökmezdi.

“ Sizi bekletmeyelim. Siz önden geçin biz geliriz.”

Alina’ya bakıp gülümsediğimde o da gülümsedi. Belli ki içeri geçmek istemiyordu.

Abisine döndü,

“Abi sen geç ben etrafı gösteririm. Birazdan geliriz.” Luka gözlerini kardeşinden çekerek bana baktı.

“Babam bekler, geç kalmayın.” Dedi ve ortadaki binanın kapısına yürümeye başladı.

Luka gidince Alina koluma girip beni binaların arka tarafına yönlendirdi.

“Sen abime bakma o hep böyle gergindir. Gel sana arkadaki kafeyi göstereyim. Kahveleri muhteşemdir.”

O mu çok saftı yoksa burada böyle davranılması normal miydi? Bu kadar hızlı samimi olabilmesi garip gelmişti. Yaklaşık bir saat öncesinde tanışmamıza rağmen yıllardır tanışıyormuşuz gibi davranıyordu. Kafeye doğru ilerlerken onu durdurdum.

“Generalle tanıştıktan sonra içsem daha iyi olacak sanırım. Yarım saate buluşsak burada, sana da uyar mı?” Eğer düşündüğüm kadar saf ise belki işime yarar şeyler öğrenebilirdim. Hevesinin kırıldığı belliydi,belli etmemeye çalıştı.

“Tabii uyar bana da. Zaten burada bir başımayım. Farkındaysan çok az kadın var. Askerlerle zaten takılamıyorum.” Dedi. Ve geldiğimiz yolu geri yürümeye başladık.

Alina babası ve abisinin aksine kısaydı. Tahminen 1.60 civarı olmalıydı.

Binaya girdiğimizde Alina’nın da dediği gibi görünürde hiç kadın yoktu. Bu yüzden kapının önünde dikilen iki sivil kadın olarak oldukça dikkat çekiyorduk.

Girişteki duvarda bir sürü ödül ve unvan asılıydı. Diğer duvarda ise ölen askerlerinin isimleri yazılıydı. Askerlerin adının üstünde intikam yazılıydı. Demek istedikleri buydu.

“Hadi gel seni babamın odasına götüreyim.” Dedi ve beni üst kata yönlendirdi. Üst katta yan yana dizilmiş bir sürü oda vardı. Yönetim binası olduğundan burada çok kişi yoktu. Sadece üst rütbeli askerler vardı.

Acaba diğer ajanlar neredeydi? Onlar da kıdemli kişilerden biri olmalıydılar. Belki binbaşı belki de yüzbaşı.

Bir odanın önüne geldiğimizde Alina kapıyı tıklayıp içeri girdi. Bende içeri girdiğimde işte karşımdaydı. Bütün bu vahşetin, kimsesiz kalan çocukların, onca şehidin sorumlusu Korgeneral Filipp ...

Hislerimi belli etmemeye çalıştım. Göz göze geldiğimizde asker selamı verdim ve içten bir şekilde gülümsedim. O da selamımı aldı ve eliyle önündeki koltukları işaret etti.

Keskin bakışlarıyla beni inceliyordu. Tam da anlatıldığı gibiydi. Hissiz , soğuk.

“Yolculuk nasıldı yüzbaşı Natalia ? Umarım rahat geçmiştir.”

Evet ben bir yüzbaşıydım, aynı karşı tarafımda beni inceleyen Luka gibi.

“İyiydi komutanım. Yaklaşık bir buçuk saat sürdü. Ne zaman geldiğimi bile anlamadım.”

Samimi bir profil çizmeye çalışıyordum. Bana güvenmelilerdi. Ve şu ana kadar iyi gittiği söylenebilirdi.

“Mutlu oldum. Kızımla tanışmışsınız zaten,o size gezdirir buraları. Siz dinlenmenize bakın. Yarın bir toplantı yaparız.”

“Peki efendim. Nerede kalacağım belli mi acaba?” Bildiğim kadarıyla buradaki lojmanlardan birinde kalacaktım.

“Evet belli. Luka işi bitince sizi götürür. Değil mi Luka?” dedi ve Luka’ ya döndü. Bir şeyi ima eder gibiydi. Yoksa Luka benim hakkımda kötü bir şey mi demişti?

“Tabii götürürüm. Gezmeniz bitince gelin, gösteririm.” Dedi. Yüz ifadesine bakılacak olursa bu durumdan hiç memnun değildi. Ne vardı onu bu kadar sinir edecek. Birine yardım etti diye gururu mu zedelenecekti beyefendinin?

Teşekkür edip Alina ile birlikte odadan çıktık. Hemen ardımızdan Luka da çıktı. Bana dönüp,

“ Kardeşimle biraz konuşabilir miyiz, yalnız?”

Bozuntuya vermeden Alina’ya döndüm “Ben kapıda bekliyorum seni.” dedim ve merdivenlere doğru yürümeye başladım.

Bir ara ne yaptıklarına bakmak için arkamı döndüm. Dudak okuyabiliyordum ama uzakta olduğum için ne söyledikleri anlaşılmıyordu. Luka’nın bir şeye kızdığı hareketlerinden belliydi.

Kapının önünde gittiğimde çok gitmeden Alina da geldi. Yüzü biraz asık duruyordu,

“Bir sorun mu var?” diye sordum. Canını sıkan bir şey olduğu belliydi. Belli anlatırdı.

“Abim dikkatli olmamı söyledi. İçinde garip bir his varmış. Her zaman böyle yapıyor. Fazla baskıcı.”

Bu çocuk neden böyle hissediyordu sanki?

Benimde sezgilerim kuvvetliydi fakat böylesini ilk defa görüyordum. Onu görünce bende garip hissetmiştim fakat bu öfkeden başka bir şey olamazdı. Olmamalıydı.

Birlikte arka taraftaki kafeye ilerlemeye başladık. İçeri geçip kendimize birer kahve söyledik. Kahveleri dediği kadar vardı, çok lezzetliydi! Kahvelerimiz bitene kadar sohbet ettik. Biraz o anlattı hayatını biraz da ben sahte hayatımı anlattım.

Öğrendiğim bilgiler işime yarayacak şeyler değildi çünkü ona da çok şey söylemiyorlardı belli ki. Öğrendiğim şeyler Alina’nın benden iki yaş küçük olduğu, Luka ile de aynı yaşta olduğumdu.

Yüzbaşı olmak için 9 yılı geçirmek şarttı fakat Luka daha 24 yaşındaydı. Belli ki babası onun hızla yükselmesini sağlamıştı.

İkisi de Moskova’da büyümüşler. Sonrasında Luka askeri eğitim almaya başlamış. Alina ise moda okulunu bitirmiş. Savaş başlayınca da babası onları yanına almış. Fakat anlayamadığım bir şey vardı. Anneleri neredeydi? Belki biraz daha samimi olunca sorardım.

Kahvelerimiz bitince Alina ile yönetim binasının önünde ayrıldık. Bir işinin olduğunu söyleyerek kendi evine gitti. Ben de Luka’yı bulmak için içeri girdim. Yan taraftaki danışma gibi bir yere gittim. Orta yaşlı bir adam oturuyordu.

“Yüzbaşı Luka nerede acaba? “ Adamın cevap vermesini beklerken gözleri arkama doğru kayınca bende arkamı döndüm. Luka karşımdaydı

“Beni mi arıyorsun?” elinde anahtarlar vardı. Kaşlarımı yukarı kaldırıp küçümseyerek baktım,

“Ne kadar zekisin!” Evet şuan böyle davranmam çok riskliydi. Zaten beni sevmemişti ve daha çok göze batacağım diye düşünürken onun gülümsemesi büyüyünce şaşırdım ama belli etmedim. Laf attım diye hoşuna mı gitmişti yani?

Tek eliyle kapıyı açtı, diğer eliyle de bana yol verdi,

“ Hadi seni evine götüreyim yeni kız.”

Bu ne samimiyetti! Rütbeleri niye atmıştık birden bire? Kendimize gelmeliydik. Yeterdi.

“Sağolun yüzbaşım.” Dedim ve gösterdiği yöne doğru ilerledim. Hava çok soğuktu. Şuan üstümde kat kat kıyafet olmasına rağmen donuyordum. Lojmanların olduğu tarafa gittiğimizde burası tam bir mahalle gibiydi. Çocuklar kar topu oynuyordu. Bir sürü sivil kıyafetli kişi geziyordu. Görünüşlerine bakılırsa asker olmalıydılar. Mesai bitmişti de benim mi haberim yoktu?

Merakıma yenilip sordum,

“ Çoğu kişi görevde değil galiba dimi”

Yanımda yürüyen Luka ifadesizce cevap verdi,

“Sandığından daha çok askerimiz var. Buradakiler nöbeti bitenler. Bir o kadar da nöbette olan var.”

Bu soğukta dışarıya çıkmalarına anlam veremedim. Ne zorunuz vardı sanki. Bizde olsa kimse kafasını çıkartmazdı bu soğukta. Neyse ki soğuğa alışıktım. Yaşasın eğitimler!

Bir lojmanın önüne geldiğimizde anahtarı bana uzattı

“ Üçüncü kat no 6 bulabilirsin dimi?” Sorusuna karşılık gözümü devirdim.

“Bulurum, sağol.” Arkamı dönüp binaya ilerledim.

Binaya girdiğimde dondurucu soğuktan kurtulmuştum. Kendi dairemi bulup içeri girdim. Kapıyı kilitledikten sonra etrafı gezdim.Eşyalı bir evdi. Neyse ki eşyalar eski değildi. İdare ederdi. Zaten görevdeyken bunun çok da bir önemi yoktu.

Eve girdiğimde sağ tarafımda mutfak, tam karşımda ise oturma odası vardı. Oturma odasının solundaki küçük odaya tek kişilik bir yatak ve gardırop koyulmuştu. Onun solundaki oda yatak odası olmalıydı. Odaya girdiğimde solda iki kişilik bir yatak, yatağın karşısında bir televizyon, solunda ise bir gardırop vardı. Yatağın iki başına da komodin koyulmuştu.

Yerleşmeden önce evi gözlerimle taradım. Bu ajanlık eğitimlerinin kötü yanı insana paranoyaklık getirmesiydi. Kimseye güvenemezdiniz. Hatta şuan evimde bir kamera belki de bir dinleneme cihazı olduğundan şüpheleniyordum. Yanımda getirdiğim dedektörle evin çoğu yerini aradım. Şüpheli bir şey göremedim. Fakat emin olamazdım. Bir şekilde yakalanabilirdim. Bu ihtimali göze alamazdım.

Bavulum belli ki Aleksey tarafından getirilmişti. İlk iş bavulumu açıp eşyalarımı yerleştirdim. Yanımda getirdiğim özel kasaya özel ve göreve ait eşyaları koydum. Sonrasında ise Türkiye ile haberleşmek için kullandığım telefonu çıkardım ve Halil abiye mesaj attım.

 

- Yerleştim,her şey yolunda. Evin güvenliğinden nasıl emin olacağım?

 

Telefon özel bir şifreyle açılıyordu ve mesajlar görüldükten sonra silinmesi için ayarlanmıştı. Yani telefonu bulurlarsa içinde hiçbir şey bulamayacaklardı. Çok geçmeden Halil abiden mesaj geldi.

 

- Tamamdır, dikkat et. Ev güvenli. Bizden biri hazırlattı için rahat olsun.Oradaki ilk görevin yarın sabah mesaj olarak bildirilecek.

 

Telefonu ve bavulumdaki silahı komodinin çekmecesine koyup mutfağa gittim. Dolaplarda bir kaç temel yiyecekler dışında hiç bir şey yoktu. Yarın alırdım. Acelesi yoktu.

Üstüme rahat bir şeyler girip televizyonu açtım. Savaştan görüntüler vardı. Rus spiker olayları gururla anlatıyordu. Görüntüde Türk bayrağı gördüğümde içim sızladı. Şimdiden Türkçe konuşmayı bile özlemiştim. Televizyonu kapatıp yatağıma yattım. Gözlerimi kapatıp yarını düşündüm. Yarın yoğun bir gün olacaktı.

_____________________________________________

Uyandığımda hava yeni aydınlatıyordu. Yanımdaki komodine uzanıp telefonumu aldım. Saat daha altıyı biraz geçiyordu. Çekmeyi açıp gizli telefonumu açtım. Bir mesaj vardı.

- Diğer ajanlar “bölge 1” ‘e yeni bir suikastin düzenlendiğini bildirdiler.

Yeni görev: Bu bilgiyi teyit et ve suikasttın nasıl olacağını öğren.

 

“Bölge 1 “ dedikleri ilk saldırı olan yerdi. Yani Hakkari. Görevlerimiz günlük veya haftalık olarak geliyordu. Bazı haftalar her gün farklı görevimiz olurken bazı haftalar da rahat geçiyordu. Tabi bu süre boyunca gördüklerimizi rapor etmemiz isteniyordu.

Yataktan kalktıp mutfağa geçtim. Evim küçük olsa da oldukça lükstü. Mutfağın ortasında çok hoş duran bir ada vardı. Tezgaha buzdolabından çıkardığım yumurtayı ve bir kaç sebzeyi koydum. Kendime hızlıca lezzetli bir omlet ve salata yaptım. Yemeğimi bitirdikten sonra bulaşıkları yıkayıp kenara koydum. Camdan dışarı baktım. Ortalıklarda kimse gözükmüyordu. General bana yarın gel demişti. Acaba toplantı kaçta olacaktı?

Odama geçip altıma siyah, kalın bir eşofman üstüme de beyaz bir kazak giydim. Ardından montumu giydikten sonra hazırdım. Etrafı biraz gezmeyi planlıyordum. Ardından belki kafeye gidip bir kahve içerdim.

Binadan çıkıp diğer nereye gideceğime bakındım. Önümde karşılıklı dizilmiş on tane birbirinden güzel bina vardı.

En sondaki binaya kadar yürüdüm. Yürürken botlarım karda iz çıkarıyordu. Kar hâlâ yağmaya devam ediyordu. Etrafta neredeyse kimse yoktu. Tam geri dönerken binanın yan tarafından konuşma sesleri duydum. Kafamı uzatıp gizlice o tarafa doğru bakacakken gelen adım sesleriyle duraksadım. Bir iki adam geri gidip buradan geçiyormuş gibi yürümeye başladım.

Tam yan tarafa dönecekken önüme üniformalı bir askerin çıkmasıyla durdum.

Bu adamı bir yerde görmediğime emindim. Siyah saçları ve ela gözleri vardı. Luka gibi keskin yüz hatlarına sahipti. Benden uzundu, yaklaşık iki metre olmalıydı. Yüzüne bakmak için kafamı kaldırmıştım.

Bir adım geri çekildim.

“Sen kimsin?” Soruma cevap vermeden arkasında tanıdık bir yüz göründü. Luka...

“Günaydın Natalia sizi tanıştırayım. Arkadaşım Binbaşı Boris.” Boris elini uzatınca elini sıktım.

“Binbaşı olmak için fazla genç duruyorsunuz .” dedim. Muhtemelen otuzlarında olması gerekiyordu. Fakat daha çok yirmilerinde duruyordu. Soğuk ve donuk bir ifadeyle,

“Evet öyle derler.” dedi. Belli ki fazla arkadaş canlısı değildi.

Luka’ya döndüm.

“Yüzbaşım demeye ne oldu?” deyip kollarımı bağladım.

“ Şuan mesai saatleri dışındayız. Bence arkadaş olabiliriz. Hatta istersen bizimle kahve içmeye gelebilirsin.”dedi. Ben cevap vermeden Boris,

“ Benim birkaç işim var. Ailemle görüşmem gerekiyor. Siz devam edin.” Dedi ve Luka ile bana başıyla selam verip yanımızdan ayrıldı.Bu sefer ben söze atladım.

“Benimde üniformamı almam lazım. Sonra da toplantı için hazırlanmam gerekiyor. Başka zaman çıkarız.”

“Peki bana uyar.” Dedi ve hemen yanımızdaki binaya yürümeye başladı. Burada kalıyor olmalıydı.

“Bu arada toplantı ne zaman? Haberin var mı?”

Sorumu duyunca durdu. Arkasını bile dönmeden,

“ Saat 12.00’de” dedi ve içeri girdi.

* • • • • • • • • • • • • • • • • • • •

Toplantının başlamasına daha 3 saat vardı. Bu sürede üniformamı ve silahımı teslim aldım. Evime gelip bir değişikliğin olmadığına dair kısa bir rapor yazdım. Ardından duşa girip hazırlanmaya başladım. Saçlarımı düzleştirdim, askeri üniformamı giydim ve hafif bir makyaj yaptım. Artık hazırdım.

Aynanın önüne geçip üstümdeki Rusya bayrağına baktım. Bu savaşın bitmesi gerekiyordu. Ölümlerin durması gerekiyordu. Üstelik zararın büyük çoğunluğu halka oluyordu. İki devletin de yetkilileri her yere yetişemiyordu. Yüzlerce sivil ölmüştü. Aklıma gelen görüntülerle gözümün dolmasını engelleyemedim.

Şapkamı taktım, yanıma silahımı ve telefonumu alıp evden çıktım. Yürümeye başladığımda varmak için 15 dakikam kalmıştı. Hızlıca yürürken etrafımdan bir sürü asker geçiyordu. Kimisi antrenman yapıyordu, kimisi de işlerinin başındaydı. Çok geçmeden yönetim binasına vardım. İçeri girip toplantı odasını buldum ve kapıyı tıklayarak içeri girdim. İçeridekilerin çoğu tanıdıktı. Daha doğrusu rolümü çalışırken çokça gördüğüm isimlerdi.


İçeri girdiğimde üst rütbemdekilere asker selamı verdim. Buradaki en rütbeli kişi general Filipp’di. Yan tarafında ise birkaç albay ve yarbay vardı. Generalin yanında ise oğlu oturuyordu. Herkes daha yeni oturmaya başlamıştı. Geç kalmamıştım. Bende geçip Luka’nın yanındaki boş koltuğa oturdum. Biraz bekledikten sonra general konuşmaya başladı.


“Sizin de bildiğiniz üzere şu ana kadar hedeflerimize ulaştık. Daha büyük hedeflere ulaşmak için özellikle bize yardım edebilecek biri geldi. Yüzbaşı Natalia bize bir sonraki hedeflerimiz için yardım edecek.” Dedi ve bana döndü. Böylece herkesin gözü üzerimdeydi. Sanki sözleri hoşuma gitmiş ve utanmışım gibi saçlarımı hafifçe kulağımın arkasına koyarak gülümsedim.


“Elimden geleni yapacağım.” General devam etti, “Buna hiç şüphem yok. O halde kaldığımız yerden devam edelim.”dedi.
Ardından önündeki katlanmış haritayı açıp masaya koydu. Bu harita Türkiye ve sınırlarını gösteren haritaydı. Bu zamana kadar bombaladıkları yerler kırmızı kalemle çizilmişti.


“Bu zamana kadar hep Türkiye’nin doğu illerini bombaladık. Bir dahaki hedefimiz neresi olmalı? Fikri olan var mı?”


“ Bence biraz daha göz korkutmalıyız. Sınırdaki hastaneleri bombalayabiliriz.” Konuşan Albay Lev idi. Masumları öldürecek kadar cani bir adamdı.


“Bu şimdilik fazla bir hamle olur. Halka zarar verirsek diğer ülkelerden destek almaları artar. Bu bize zarar verir.” Dedi Luka. General Filipp oğlunun fikrini takdir etmiş gibiydi.


“Önerin nedir Luka.” Dedi.


“ Önerim sınırdaki askeri birlikleri ve cephaneleri yok etmek örneğin Hatay. Hatta bu sayede belki bir kaç Türkü rehin alabiliriz.” Dedi. Başka kimseden ses çıkmıyordu. Görüşüne göre oylamaya Göre Luka veya Lev’in istediği olacaktı. Albayın fikrinin onaylanmaması gerekiyordu.


“Bende Luka’ya katılıyorum. Daha savaşın başındayız. Yavaş ve temkinli ilerlemek bizim kârımıza olur. Nasıl olsa bu savaşın kazananı belli.” dedim.


Usta oyunculuğuma herkes inanmıştı. General başka fikrin olmadığını anlayınca oylamaya geçti. Çoğunluğun Luka’nın fikrini istediğini görünce rahatlamış bir nefes verdim. Siviller zarar görmemeliydi. Bu kadar kısa sürede sınır hastanelerinin boşaltılması imkansızdı. Hatay’a uyarı gönderilmeliydi. Bunu hemen rapor etmeliydim.


Terör saldırıları genelde doğuya yapıldığı için anlaşılan Ruslar da o bölgeyi seçmişti. Oraya Suriye veya başka komşu ülkeden ulaşılıyor olmalılardı. Demek onlara yardımcı olan bir ülke vardı. Ama kim?


General Filipp “ Yarın için gerekli ayarlamalar yapılsın.” Dedi ve yanındaki birkaç askere görev verdi ardından toplantıyı bitirdi. Tam odadan çıkacakken Luka’nın seslenmesiyle durdum. Yanıma yaklaştı.


“ Alina seni de çağırmamı istedi. Dışarıda bir mekanda eğlence düzenleniyor. Senin de gelmeni istedi.” Dedi.
Sabahki teklifini reddettiğim için tekrar reddetmem göze batardı. Hem Alina çağırmıştı sonuçta. Gitmemde bir sakınca yok gibiydi. Ama önce rapor yazmalıydım.


“Eve uğrayıp üstümü değiştireceğim. Sonra tabii gelirim.” Dedim.


“Geçeceğimiz zaman seni de alırız o zaman. Ararım gelince olur mu?”


“Olur görüşürüz.” Luka’ya karşı baştaki ön yargılarım kırılmaya başlıyordu. Belli ki yeni tanıştığı insanlara sertti. Toplantıda onu savunmam hoşuna gitmiş olmalıydı.


Evime geçip bugün öğrendiğim her şeyi rapor ettim. Bu bilgilerle Hatay’a destek sağlanacak, en az zararla bu saldırıdan kurtulacaktık. Rapor işi bittiğinde gelirken marketten aldığım malzemelerle kendime yemek yaptım. Gelmeden önce rus mutfağından birkaç şey öğrenmiştim. Türk yemeği yapsam garip karşılanabilirdi.


Yemekten sonra hızlıca hazırlandım. Altıma siyah b kargo pantolon üstüme de aynı renk askılı bir crop giydim. Takılarımı takıp makyajımı yaptığımda artık hazırdım. Luka arayınca aşağı indim. Lüks bir araba kapıda bekliyordu. Arka kapısını açtığımda ön koltukta Luka ve bugün konuştuğum Boris’in oturduğunu gördüm. Garip bakıyordu. Bakışlarını gördüğümde kendini düzeltti ve boğazını temizledi.


Arka koltukta Alina ve tanımadığım bir kadın vardı. Herkes oldukça şıktı. Fazla incelediğimi fark ederek Boris’in arka tarafına, cam kenarına oturdum.


“Hoşgeldinnn hadi gel! “ Alina her zamanki gibiydi. Burada enerjisinin bitmemesi garipti.


“Sizi tanıştırayım. Buradaki diğer arkadaşım Anna. O da üç yıl önce geldi buraya.” Dedi.


Anna kızıl saçları ve yeşil gözleriyle gerçekten de karlar ülkesindeki Anna’ya oldukça benziyordu.
“Memnun oldum Anna. Ben Natalia. Bende iki gün önce geldim .”


“ Ah ilk günler zordur. Hele hava böyle kötüyken hiç çekilmez.”


“İdare ediyorum.”deyip önüme döndüm. Arabanın yan aynasından Boris’le göz göze geldim. Bakışları soğuktu, ifadesizdi. Ona baktığımı görünce önüne döndü. Sanki sinir olmuş bir ifadesi vardı. Belki Luka gibi o da düzelirdi.


Yaklaşık on beş dakika sonra gideceğimiz yere gelmiştik. Burası Moskova’da bilinen mekanlardan biriydi. Oldukça ünlü bir eğlence mekanıydı. İçeride büyük bir sahne, sahnenin karşısında büyük bir dans pisti onun etrafında ise masalar ve koltuklar vardı. İçerisi oldukça kalabalıktı. İçeriye girdiğimizde boş koltuklardan birine geçtik. Koltuğa sırasıyla ben,Anna,Alina,Luka ve Boris şeklinde oturduk.Çok geçmeden sahneye bir adam çıktı.


“Bugün burada toplanmamızın sebebini çoğumuz biliyoruz fakat bilmeyenler için..” dedi ve elindeki kumandaya bastı. Arkasındaki büyük ekranda bir video açıldı. Bunu hiç beklemiyordum,hem de hiç..


Videoda bomba atılan yerdeki insanların kaçışları, çaresizce bir yere saklanmaları vardı. Video yakın plana geldiğinde bir anne geldi ekrana. Kucağında bebeğiyle ağlayarak kaçıyordu. Kim bilir belki eşini kaybetti o saldırıda , belki de başka çocuğunu.
“ Karşınızda ordumuzun son saldırısı. Bu saldırıyla birlikte Türk ordusuna geri döndürülemez bir zarar verdik. Ordumuzun bu başarısını kutlamak için burada olan askerler için kadeh kaldıralım.” Dedi ve elindeki kadehi kaldırarak bize döndü. Bizde masadaki kadehlerden birini aldık ve havaya kaldırdık. Herkesten tep bir ses yükseliyordu.


“Çok yaşa ordumuz!”

İsteksizce eşlik ederken ekranda video devam ediyordu. Herkes gülerek izliyordu videoyu. Bir annenin ağlayışını nasıl gülerek izleyebiliyorlardı. Kan ve ölüm onların hoşuna gidiyordu. Bu vicdansızlığın hesabını vereceklerdi. Elbet bir gün.


Diğerlerinin tepkisini görmek için yüzlerine baktım. Luka,Anna ve Boris parmaklarını uzatıp gülerek birbirlerine gördüklerini gösteriyorlardı. Tek etkilenen Alina gibiydi. Ortama uyum sağlamak için gülüyordu ama yüzündeki ifadeden görüntülerden rahatsız olduğu anlaşılıyordu. Şu ana kadar çok iyi rol yaptığım söylenebilirdi. Ta ki videoda Halil abiyi fark edene kadar.


Video tekrar yakın çekime geldi. Rus kara kuvvetleri saldırıya geçmişti. Yüzlerce asker araban inerken önlerine gelen halkı öldürüyorlardı. Bu saldırı gizli olmuş olmalıydı. Hiç birimizin bundan haberi yoktu.
Ardından Rus askerin başındaki kameraya tanıdık bir sima geldi. Halil Rus askerin kurşunuyla dizinden vuruldu. Acıyla bağırarak yere düştü. Arkasındaki Türk askeri onu kenara çekti.


Onun sınırda ne işi vardı? Yeni göreve gitse bana haber verirdi. Bu işte bir terslik vardı.
Gördüklerimle gözümün dolmasını zar zor engelledim.


“Bir sorun mu var?” Konuşan Boris’di. Onlara doğru döndüğümde hepsi bana bakıyordu.


“Hayır. Alkol çarptı biraz. Alışkın değilim de. Ben bir lavaboya gideyim.” Dedim ve ayağa kalktım.


Biraz daha burada kalırsam her an ağlamaya başlayabilirdim. Orada başka biri olsa kendimi çok rahat tutabilirdim ama karşımda beni büyüten abim vardı. Lavaboya girdiğimde içeride kimse yoktu. Belli ki kimse dışarıdaki eğlenceyi kaçırmak istemiyordu.
Makyajımı bozmadan bir kaç kere yüzüme hafifçe su çarptım. Gözlerimi açmadan bir kaç saniye bekledim. Derin bir nefes aldım. Gözlerimi açıp aynaya bakınca arkamda gördüğüm yüzle irkildim. Anna kollarını önünde bağlamış sinirle bana bakıyordu.


“Anna geldiğini fark etmedim.” Dedim ve ona doğru döndüm. O ise beni şaşırtacak o cümleyi kurdu.


“Kendine gel artık. Çok belli ediyorsun!”

__________________________________________

 

 

Loading...
0%