@stuntmanmike
|
Asansörden adımımı atar atmaz tuhaf bir sessizlik karşıladı bizi. 32. kattaydık; İzmir, ayaklarımızın altında küçücük kalmış, sessiz bir minyatür gibi uzanıyordu. Kapıdan içeri girer girmez nostaljik bir hava sardı beni; sanki oda geçmişe sıkışmıştı, 70’lerden kalma bir müze gibiydi. Halının yumuşak yün dokusunu ayaklarımda hissettim. Oturma alanının ortasında eski, kadife bir koltuk ve ağır, masif bir sehpa vardı. Tavandan sarkan kristal avize, sabah ışığında bile parlamaktan vazgeçmiyordu. Odanın tamamı camla çevrelenmişti, bu yükseklik İzmir’in uğultusunu burada sadece bir fısıltıya dönüştürüyordu. Şehre tepeden, sessiz bir hükmedişle bakan bu daire, dış dünyadan tamamen izole olmuş bir inziva yeriydi sanki. Bir köşede, plaklar ve eski bir gramofon duruyordu. Belli ki bu ev bir zamanlar canlı bir yerdi, belki dans dolu geceler, gürültü ve kahkahalar yaşanmıştı; o günlerden kalan izler, plakların üzerindeki toz tabakasında saklanıyordu. Gözlerim, odanın ortasında cansız yatan genç adama takıldı. Dosyada görmüştüm; bir tekstil işçisiydi, ama burada, bu yüksek katlarda, eski kıyafetleriyle öyle yabancı duruyordu ki… Kan, antika halının desenleri arasına sızmış, neredeyse kaybolmuş gibiydi. Çatlamış ellerini gördüm; bu eller, ağır iş yükünü taşımış ellerdi ama burada, bu evde o kadar tezat bir görüntü oluşturuyordu ki. Etrafa yeniden baktım. Burası, geçmişin bir kalıntısı gibiydi; fakat belki de bu yüzden tekinsizdi. İçindeki sır, havada asılı kalmış gibi. “Adı Cemal Turanerli. 27 yaşında. Levanterpo Tekstil’de işçi. Ailesiyle yaşıyor,” dedi Elif. “İkameti neresiymiş?” diye sordum. “Bornova.” “Ailesine haber verin. Daha sonra gidip ifadelerini alırız.” dedim Elife. Başını sallayarak onayladı. Adli tıpçı Selim elinde bir poşetle yanıma geldi. Bana bir gitar teli ve boş bir kutu gösterdi. “Bunlar ne?” dedim. “Cesedin yanında bulundu Tunç. Kopmuş bir gitar teli ve boş bir pena kutusu.” Elif, kollarını bağlayıp Selim’e baktı. “Bunu biz de görüyoruz, Sherlock,” dedi. Elif’in bakışlarını fark edip gülerek, “Sakin ol, adam anlatsın derdini,” dedim. Elif, gözlerini devirerek yanımızdan ayrıldı. Selim elindeki boş kutuyu göstererek, “Adam gitar teliyle boğulmuş. Cinayeti işleyen kimse, öldürdükten sonra adamın ağzına bu kutudan penalar tıkamış,” dedi. “Teşekkürler, Selim. Adli tıp raporu çıkınca haberleşiriz.” Başıyla onayladı ve yanımdan ayrıldı. Elif’in yanına gittim. Gramofonun başında durmuş, plakları inceliyordu. Benim geldiğimi fark edip sordu, “Yaşıyor olsaydı hangisiyle tanışmak isterdin? Elvis Presley mi yoksa Amy Winehouse mu?” “Jimi Hendrix,” dedim. Hafifçe gülümseyerek. “Ya sen sürekli böyle gıcık ve farklı olmak zorunda mısın? Neden sevgilin yok, şimdi daha iyi anlıyorum.” “Sevgilimin olmamasının sebebi daha farklı,” dedim, umursamazca. “Neymiş o?” diye sordu kaşlarını kaldırarak. “Sen. Herkes benden hoşlandığını biliyor.” Alaycı bir şekilde güldü, “Alakası bile yok. Hiç tipim değilsin.” “Neyse,” dedim, “gel, cesede bakalım.” Elif’le cesede doğru ilerledik. Eldivenlerimi giyip adamın ağzını araladım. İçinde 20’ye yakın, rengarenk pena vardı. Boynunda ise ince, dairesel bir iz bırakılmıştı. “Bu adamın ailesini, çevresini ve arkadaşlarını araştır Elif. Müzisyen biriyle bağlantısı var mı, bir bakalım,” dedim. “Tamamdır.” “Elimizde başka ne var?” diye sordum. “Elimizde tek ev sahibi kaldı,” dedi Elif. “Ev sahibi kadın neredeymiş?” Dışarıdan çığlık sesleri geldi. Ben ve Elif hızla balkona koştuk. Aşağıda sarışın bir kadın silüeti kanlar içinde yatıyordu. Kafamı kaldırıp yukarı baktım ama bir şey göremedim. Elif, boğuk bir sesle, “Umarım bu kadın o kadın değildir, Tunç,” dedi.
|
0% |