11. Bölüm

9.Bölüm | Yollarımız bir mi?

Kalkavan
su_kalkavan

 

(iyi okumalar, bol bol yorum yapmayı unutmayın. Yukarıda bölümün tatlış bir alıntısını bıraktım, bölüm sonunda görüşmek üzere 🤍🫶🏼)

 

Azizin beni eve bırakmasının üzerinden bi dört gün geçti. Ondan sonra da tekrardan iletişime geçmemiştim. Ne onunla, ne de çocuklarla. Arada grupta ömür ve Hira dalaşıyordu, bende mesajları okuyup tebessüm ediyordum o kadar.

 

Tekrardan işteydim ve yorgun. Tatilimin bitmesi ile peş peşe bi sabahçı, bi öğlenciydim. Sanırım en çok bundan nefret ediyordum..

 

Zaten uyku düzeni diye bir şey yoktu, bi de öğlenciyken eve anca saat ona doğru gelebiliyordum, o da eğer şanslıysam tabi.. arabam hasar yapmasa, maç gününe denk gelip de çevirmeyle evin yolunu uzatmasam, yada metro vaktinde gelmeyip beni bi yarım saat bekletmese, işte o zaman saat 10 da varırım.

 

Lakin bu genelde pek mümkün olmuyordu, tabi..

 

Bir yandan o geceyi düşünürken, öte yandan duygularıma bir anlam yükleyemiyordum. Acil'le gelen bir hastayı muayene ettikten sonra görevli doktoru çağırdım ve odadan çıktım. Mesai arkadaşlarıma haber verip, hava almak için bi hastanenin önüne gittim.

 

Dışarısı soğuktu, çıkmadan evvel de ceketimi almaya unutmuştum. Geri gidip de almayacaktım, açıkçası üşendim desem yeri. Ayrıca ne olacak ya, donacam mı sanki? Ehhh evet? Ne ara geldin sen, bi git ya.

 

Hastanenin girişinin biraz ilerisinde ahşaptan oluşan birer (bahçe) bankı vardı. Birinde bir anne ve çocuğu otururken, öteki boştu. Bende oraya geçip oturdum. Sonra gözlerimi karanlık gökyüzüne dikmiştim.

 

"Aynı karanlık örtse de üstümüzü, herkes kendi gecesinden izler başka bir gökyüzü." dedi Novalis, Geceye övgüler kitabında.1

 

Gözlerimi yumdum, ve ana teslim ettim bedenimi. Ne kadar öyle o halimle kaldım bilmiyorum, lakin bir ürperti sardı bedenimi, gözlerimi açtım. Açmam ile de derin bir nefes alı verdim. Almanların, daha doğrusu hristiyanların Noel'ine sayılı gün kalmıştı, bu durumda da biraz ilerde olan büyük çam ağacı gözüküyordu. Işıl Işıl geceyi aydınlatmıştı.

 

Sonra sağımda bir ses duyarak arkaya yaslamış olduğum kafamı o yöne çevirdim. "Selam.." dedi, karşımda iki karton bardak kahve ile elinde tutan Aziz. Ne zaman gelmişti ki?

 

Onu gördüğüme mutlu olmuştum, sonuçta bir kaç gündür yine aynı suratsız insanlar ile yabancı yüzler görmeye bıkmıştım. Tanıdık bir yüzü görmek, bilmiyorum niye ama tebessüm etmeme izin verdi. "Selam, otursana." dedim nezaketen. Belki oturmayacak AA, belki başka bir işi vardır, sana ne kızım yaa.. haklısın iç ses, böyle de emri vaki oldu.

 

"Yani tabi istersen" diye hemencecik ilave ettim. Bana gülümsedi, ama gözleri ay' ın rengiyle eş değerdeydi. Kafasını sallarken tebessüm etti, gamzesini de görmüş oldum. Ne güzel gülüyordu ya, gözlerim onun gamzesinde takılı bir vaziyette kalırken, yanıma oturup "kahve içer misin?" diye sorup elinde tuttuğu bir karton bardağı bana uzattı.

 

"Olur, teşekkür ederim." Bari önce başka birinin olup olmadığını sorsaydın be görgüsüz güzellik. Övüyor musun, sövüyon mu belli değil be iç ses. Elimi ısıtan sıçacık olan karton bardağı tutunca, içim mayışı verdi. Azizin gözlerini üzerimde hissediyordum, ben ise gözlerimi kahveme dikmiştim.1

 

Sonra tabikide rezil olmuştum, o ayrı. Neden mi diye sorarsınız? Anlatıyım..

 

Azizin bana uzattığı bardak ile küçük bir aşk yaşadıktan hemen sonra, ceketsiz dışarı çıkmanın cezası, beni esir almıştı. Hapşurdüm "çok yaşa" dedi, tekrardan hapşürdüm, bana bakıp tekrardan çok yaşa dedi. Ve son kez bir daha hapşürdüm "iyi yaşa" dedi.

 

Ona bakmadan evvel "hep beraber inşaAllah" dedim. Bana gülümsedi, sonra ise kaşlarını çatıp ayağa kalktı. Kendi karton bardağını bana uzatıp, tutmama sağladı. Ardından ise çeketini çıkarttı, ve omuzlarımın üzerine bıraktı. Ben ne oluğunu anlamadan, o elimden kahvesini yine almıştı.

 

Söylene söylene otururken bana baktı. "Akşam akşam bu saate, hele bu eksi iki derecede niye çeketle çıkmıyorsun sen?!" Hesap vermeli mi sormuştu böyle atarlı atarlı, yoksa bana mı öyle geldi? Sana öyle geldi aylinçiğim, bak işte ne güzel seni düşünmüş. Malum sen kendine bakmayı bilmiyorsun..

 

Ama ne diyeceğimi bilemeden "teşekkür ederim, lakin hiç gerek yoktu." dedim. Bana inanmayarak baktı ve "nasıl gerek yoktu?! Daha yeni kısa kolu ile hapşüren de bendim dimi." pardon da iyi hoş düşünmüşsün de, niye azarlıyorsun ki? Salaksın kızım, harbi sen salak..Aylin git acile git sen..

 

Telefon çaldı.. hemde ikimizin. Azizin ve benim. İkimizde başımız ile pardon işareti yapıp (hafif yukarı aşağı sallamakla yetindik) telefon görüşmelerini açtık. "Ja, Aylin von der Notaufnahme hier?" (Evet, acilden aylin ile görüşüyorsunuz?) telefondaki karşı tarafı dinledikten sonra, anladım dercesine kapattım. Bakışlarımı Azize çevirince onun hala konuştuğunu gördüm.

 

Kahvemden iki yudum aldıktan sonra, Aziz de aramayı kapatıp yanıma gelmişti. Aynı anda iki kişi telefon görüşürse bu bir kargaşaya yol açar diye, biraz öteye gitmişti. Yanıma varınca " bir sorun yok öyle değil mi?" diye sordu. "Hayır yok, acilden çağırıyorlar.." içimi bir hüzün sarmıştı, ona bakıncada gözlerinden aynı benim geçen duyguları alabiliyordum.

 

"Hmm anladım, bari kahveni içseydin?" Elimde tuttuğum kahveden bir iki yudum daha aldıktan sonra "sana borçum olsun, bi ara tekrardan içelim. Kahve için de teşekkür ederim." dedim ona doğru gülümserken. O da bana karşılık vermişti. "Hay hay seve seve"

 

Ahşap banktan kalkmam ile yanımıza bir kişinin daha yanaştığını görmüştük. Sinan.. beraber mi gelmişlerdi, beni görmediğine emindim çünkü Aziz tam önümü kapatıyordu. Ayrıca bende Sinan'ı görmüyordum, lakin seslenmesinden onun sesini ayırt edebilmiştim.

 

"Yaa aziz sen şaka mısın oğlum, iki saat seni hastanede arıyorum. Alt tarafı bi Asiye sultan beni sorguya çekti sende tüydün..ohh mis. Bana sorguyu kitle sen kaybol...aaa o kahve mi? Bana yok mu?" dedi çocuksu bir edala.

 

Elimle buruşturduğum karton bardağa baktım, bu kahve onun içe miydi..? Ee peki ona ait olanı niye bana verdi?

 

"Yok kardeşim sana kahve mahve. Git kendin al, senin uşağın miyim de sana getireceğim. Rabbim el vermiş, ayak vermiş, boş boş konuşan da bir ağız." Sonra görüşüm açıldı. Sinan da beni yeni fark etmiş olacak ki bana doğru sırıttı "şimdi benim kahvem nereye gittiği belli oldu.."sesi git gide alçaldı. Bunun üzerine Aziz "SİNANN!" diye tısladı.

 

Sinan aldırış etmeden, "ooo ye-aylinciğim, pek bi şık olmuşsun" bunu benim hastane giyimime söylediğini sanmıştım. Oysa o anlık jeton düşmüştü, üzerimde hala Azizin ceketi vardı. İçimin yandığını, yanaklarımın kızardığını hissetmiştim. Ben utanmış mıydım??!

 

Çeketi daha fazla oyalanmadan üzerimden çekip Azize uzattım ardından ise " tekrardan teşekkür ederim" gözleri güldü. "Rica ederim, dikkat et kendine. Kış aynı dayız, ister istememek herkes günü araalr hastalanıyor, bünyen ne kadar küvetli olsa da..sen benden daha iyi bilirsin hemşire hanım. Etrafta salgın var, yakalanmanı istemem. "

 

Başımı salladım, haklıydı. Benim neyimeydi de, ceketsiz dışarı çıkıyordum. Zaten bünyem hassastı, bi de gelip şu yaptığım harekete bak..

 

Telefonum bir ikinciye çalmaya başlarken, ikisinden de vedalaşıp arkalarımı onlara döndüm. Dönmeden evvel ise Azizin arkadan "kahve sözünü aldım, unutma!" diye bağırdı. "Merak etme, unutmam!" dedim. MERAK ETME UNUTMAM MIIII

İç ses bi sakin ol, alt tarafı bir kahve içmeye davet ettim o kadar. Alt tarafı mı?? Sen ciddi misin??1

 

Telefon aramasına cevap vermem ile, hastanenin kapısından girmem bir olmuştu. Daha bir kaç dakika önce üşüyen ben, şuan da sıcaklıktan yanıyordum.

 

Neden birden bire burası hamam gibi sıcak basmıştı..

 

✈️

 

Mesaim bitmişti, bende gece nöbetçileri geldikten sonra Layla ve Güliz ile birlikte bodrumda bulunan soyunma odamıza gittik. Personal kartlarımız ile kapıyı açtıktan hemen sonra, her birimiz kendi dolabına gidip üzerlerimizi değiştirmeye başladık. Hem sohbet ediyorduk hemde gülüşüyorduk.

 

"O değil de, yarın necisiniz?" diye sordum kızlara. "Ben boşum" diye yanıtladı Layla, bunun üzerine Güliz iş giyimleri makineye attıktan sonra "bende öğlenciğim abla,sen?" "Ee hadi ama, neden ben şu öğlenci sabahçı sistemden kurtulamıyorum..." sinirden yere atmış olduğum iş giyimlerimi ayağımla futbol misali vurdum.

 

Benim damarıma basıp, şu Halime Gülen Layla ya "sus layla, elimde kalırsın sus!" diye inkaz ettim. O ise bana aldırış etmeden benle dalga geçmeye devam etti "İch verstehe kein türkisch habibi " (aşkım, ben Türkçe alamıyorum) dedi ve havaya bir öpücük kondurdu.

 

Sinirle bi ona bi de Gülize baktığımda birinin kahkaha attığına ötekinin de kıkırdadıdına şahit olmuştum. "Ya sabır.." deyip dolabımın üst rafında bulunan bir kağıt parçasına dikkatım kesilmişti. Merakıma yenik düşüp, notu elime aldım ve katını açtım.

 

Ardından ise bunun ne tür bir not olduğunu anlayınca derin bir iç çektim. "Hey, beweg dich mal. Ich will den Zug nicht wegen dir verpassen.." (hey, biraz hızlansan mı acaba? Senin yüzünden metro yı kaçırmak istemiyorum da..) dedi yalancı bir sinirle Layla. Daha fazla oyalanmamak için kağıdı çantamın ön cebine sokup, dolabı kilitlendikten sonra giysilerimi makineye attım.

 

Sanırım hastanemizin, hatta Almanya'nın en güzel şeylerinden birisiydi bu makine. Hiç telaş etmeden yeni kiyafetlerini alıyordun hemde aynı gün kullandıklarını verebiliyordun. Sanırım başka ülkelerde, buna Türkiye dahil kendin ilgilenmen gerekiyordu iş kıyafetlerin için.

 

Üçümüz soyunma odasından ayrılıp bir üst kata çıkmak için, asansörü bekliyorduk. Arkadaşlar, tabikide merdiven var, ama sizce mesaisini yeni bitirmiş olan varlıklar, şu oncacık merdiven basacağını mı çıkacak....

 

Neyse, uzun bekleyiş sonucu asansöre binip ve istediğimiz kata ulaşınca üçümüz vedalaşıp ayrıldık. Layla metroyla eve dönecekken, Gülizi eşi işten aliyordu. Herzaman ki gibi. Çok tatlılarda yaa; insanın anlık aşık olası tutuyordu.

 

Bende kendimi her zamanki gibi, yapa yalnız, oto garajına attım. Yavaş yavaş dağılan arabaların arasından, benim üstü siyah altı beyaz olan Audi a1 arabamı bulmam da bir oldu. Anahtarı çıkartıp, arabamı açmam ile yolculuk başlayabilirdi.

 

Oto garajından çıkıp, park üçretini ödedikten sonra (evet bizim hastane bu park etme olayında biraz cimri..) sol tarafa sinyal verip gaza kükredim. Tabi öğlenden unuttuğum bir küçük ayrıntı vardı, o da kesinlikle aklıma gelmemişti. Genelde her zaman binmeden evvel kontrol ettiğim o ayrıntıyı bu sefer es geçerek başıma nasıl bir felaket aldığımın farkında dahi değildim.

 

Ben böyle sürdüm, sürdüm, sürdüm. Hastanenin bulunduğu sokaktan ayrılıp ana yola girmeden evvel benim araba hakki rahmetine kavuştu. Hayır, hayır, bunda ciddiyim. Ne olduğunu anlamadan, arabam yolun ortasında durdu. Üstelik gece yarısıydı..

 

Harbiden akıllanmasın sen..

 

Ne yapacağımı bilemeden, arabayı istop halinde güvenli bir şekilde bırakarak, dışarı çıkıp kaportacı açtım. Sanki bir şey anlayacaksın ya.. sen Musat abin misin de kaportaya bakıyorsun AYLİN?! İç ses Tabikide her zaman gibi, destek çıkacağına bana karşı safını belli etmişti. Kaşımı kaldırarak boş boş kaportaya baktım.

 

Kafamı kaldırıp çalan telefonum sesini duyar duymaz, tekrar sürüçü koltuğun oraya varıp telefonumu çantamdan çıkardım. Arayanın kim olduğuna bakmadan tabi açtım. Aynı zamanda da arabamın dörtlülerini yakıp alnımı sıvazlamaya başladım.

 

"Alo?" dedim sakin sesim ile. Sanki yolun ortasında kalmamışız gibi, ne bu sakinlik acaba?!

 

"Güzelim? Çıktın mı işden?" telefonun diğer ucundan abimin sesi duyuluyordu, arkadan ise mirasunun ağlama sesi. "Çıktım abi çıkmasınada.."diye geveledim. Abimin telefon arkası, eşine bir şeyler söyleyip kapıyı kapattığını duymuştum. Arka plandaki sesler tümden kesilmişti, bir tek abimin kaygılı sesi duyuldu. "Eee..noldu bitanem? Görüntülü aramamı ister misin?" Kafamı salladım, Allahım sanki görecek. Kendine gel Aylin..

 

"Şey, aslında olur. Tabi müsaitsen? Bende sana bir şey soracaktım zaten.." dedim, ardından bildirim kısmından bir mesaj düştü. Abim bunu söylemem ile görüntülü konuşmaya basmıştı bilene, bende daha fazla bekletmemek için çağrıyı açtım.

 

Abim elinde tuttuğu telefonu ile terasa çıkmıştı, arkasında ise bir kaç ağaç ve sokak lambaların ışığı gözüküyordu. Bana kaygılı bir şekilde baktıktan sonra, konuşmamı bekliyormuş gibi kaşları ile bir işaret yaptı. "Anlat güzelim, ne oldu?" dedi ardından.

 

Güzel soru, nereden başlıyorduk şimdi? Abime hastaneye çıkmam ile arabada yaşadığım trajik olaydan bahsettim. Tabi bir ton azar işittim o ayrı. Hem abime kaportaya gösterip hemde dediklerini pür dikkat dinliyordum. Tabi bir yandan telefon ışığını açmam gerekti o karanlıkta o ayrı. En sonunda vazgeçip, arabamın içerisine girdim.

 

Soğuktan donmuştum. Arabama oturup, kontağı çevirmem ile abim bir güzel sövmüştü bana. Oysa sadece arabanın ısıtmasını açmak için çevirmiştim o kontağı. "Gerizekalı, akıllı güzel kardeşim. Sen bi baksana önüne..ne görüyorsun?" dedi hafif sitemli olan sesi ile. Bende telefonu çekip önüme bakmaya başladım..

 

Eyvahlar olsun, ben harbi salak mıydım..benzin bitmişti, ve ben bunu fark etmemiştim bunca saat. Küçük dilimi yutup, abime nasıl bir açıklama yapabileceğimi düşünüyordum. "Sen kime çektin ya? Bana çekmediğin belli.." diye hayıflandı. "Efendim? Daha geçen günü bana çekmişsin diye övünen egoist de kimdi." "Sus bakalım, abiyle öyle konuşulmaz. Ayrıca hem suçlu olup da, güçlü olamazsınız küçük hanım.." "off abii" diye karşılık verdim.

 

Bazen insanın abisi olması acayıp gıcık bir durumdu, tabi faydalanabiliyorsun o ayrı. "Özür dilerim abi, öğlen bakmıştım, yedekteydi.. Yeter diye zannetim, sonrada unuttum..." "tamam güzelim anlıyorum seni de, bırak bi düşünüyüm bi.." "ya şey abi, şimdi ADAC sı arayıp çağırsam, bir ton para isteyecekler. Acaba senin sanayidekiler arabayı alabilirler mi? Hem belki, yarın yada ilerleyen günlerde bi check up yaparsın? Hıh..olmaz mı?" diye sordum masumca.

 

"Ya sabır, off Aylin. Kapat güzelim, ben halledecem. Seni arayacam birazdan. Bir yere ayrılma" dedi ve telefonu yüzüme kapattı. Odun. Birden bire arabanın içinde boğulmaya başlayınca arabadan çıktım.

 

Oflayıp, puffladıktan sonra yanıma bir araba yaklaştı. Ben arabanın geçmesini beklerden, o ise yanımda durdu. Harika, Allahım başka bir olay kaldıracak durumda değilim. Araba sürücüsü, pencereyi indirip bekledikten sonra, bende karşılık vermeyerek aynı durduğum yerimde durdum. Karşılık vermediğimi fark edip, gider di değil mi?

 

"Gibt es ein Problem? Kann ich behilflich sein?" (Bir sorun mu var? Yardım edebileceğim bir durum var mı?) dedi kalın bir erkeksi sesi. "Nein, danke. Fahren sie bitte weiter." (Hayır, teşekkür ederim. Devam sürer misiniz? ) bunu dedikten sonra o adam arabayı yanıma istop edip, durdurdu. Aferin sana, çağır sen belayı böyle..

 

Neyi anlamamıştı bu adam ya?! Tam ağzımı açıp bir güzel sinirimi kusacaktım ki "was verstehen sie nicht, wenn man sag-" (tam olarak neyi anlamıyorsunuz beyfendi, siz-) kelimeler kursağıma çizildi. Karşımdaki adamı karanlıktan seçmem gayet kolaydı, çünkü üzerimize sokak lambanın ışığı yansıyordu. Ayrıca benim şoke olmuş yüzüm ile karşılanan Aziz bana meraklı bakıp "Aylin?" diye sordu.

 

Evet, evet doğru duydunuz. Az önce kendimce sapık diye belirttiğim adam, aziz çıktı. Sapık mı, cidden mi?

 

Bana soran ve bi o kadar da meraklı gözler ile bakıldıktan sonra, arabanın etrafından dolanıp yanıma gelmişti. "İyi misin? Bir şey mi oldu?" diye sorular dizdi peş peşe. Ne dicektim ki ben şimdi..Evet, kendinizi nasıl rezil etmek istersiniz, o zaman beni iyi izleyin. "Arabanın benzini bitti de, yolda kaldım" dedim. Harbiden dedim bu arada.

 

Ben daha ne dediğime inanamayarak, aziz gözlerini kocaman açıp dudaklarını birbirine basmıştı. "Gül, Gül, bastırma gülmeni. Bi karşında rezil olmadığım kalmıştı, al buyur gül." dedim ona hafif sitem ve utançla o ise bana " estağfurullah ne gülmesi.." dedi sona doğru. "Ayrıca rezil falan etmiyorsun kendini" ona inanamayarak bir bakış attım ki devam etti konuşmaya "ee ne yapmayı planlıyorsun?"

 

"Bi telefon bekliyorum, arabamı almaları için.."dedim o da başını salladı. Ardından gözlerimiz kısa bir an için kenetlendikten sonra, telefonumun sesi sessiz sokağa yankılandı.

 

Ona" affedersin, bunu açmam gerek" diyip, sağ elimde tuttuğum telefon aramasını açıp, abimin sesini duymaya bekledim. "Güzelim, ben halletim. Bizim çocuklar bi yarım saate gelirler." derin bir oh çekip, solgun olan yüzüm birden bire rahatlamalı bir gülümseme ile eşlik etti beni.

 

"güzelim, seni almamı ister misin? Yada bekle bizimkiler, arabayı aldıktan sonra seni eve bıraksınlar." abime daha fazla yük olmak istemiyordum.

 

Onu bir bahane uydurup rahat etmem gerekiyordu ama nasıl. Yeri seğrederken, aklıma bir fikir geldi ve azize baktım. O ise sakın bir vaziyette beni izliyordu." yok yok gerke yok, bir arkadaşım beni eve bırakacak. Sen merak etme."

 

Bir arkadaş... Hele söyle bakayım Aylin, o "bir" arkadaşın seni eve bırakacağından haberi var mı??

 

İç sesimi susturmaya çalışırken, bir yandan işe Azize sormadan onun ileyine karar verdim diye kendimi suçlu hissetmeye başlamıştım bilene.

 

"öyle mi? Kimmiş bu arkadaş?!" te Allahım yaa.. bütün abiler böyle midir, yoksa arızalı olan bana mı denk geldi?

 

"hıhı öyle, sen kurcalamasana oraları. Arkadaş işte, bizim çocuklardan.." abime bazen ayar olmam normal mıydı? Bence normal idi..

 

"He tamam, anladık be Maydonoz.." "EFENDİM?!" ani çıkışma ile göz ucuyla Azize baktım, o ise meraklı gözlerle beni seyrediyordu.

 

Böyle güzel bakmasa olmaz mıydı, dikkatimi dağıtıyordu. "seni düşünende kapat, uykumun içine ettin zaten. Nasıl geliyorsan gel, ama bizimkileri bekle öyle gidin eve."

 

"ayy pek bi lazımdın.. Gerçi evet lazımdın. Sensiz ne yapardım ki ben dimi, Iyiki varsınnn" dedim yapmacık bir sevgi sesimle. "yav he he, suluma kızım. O arabanı da at, sürekli sorun yaratıyor ya.." oldu canım, o benim ilk gözağrım, fazla nazını çekmedim değil ama onun yeri ap ayrı bende "sakın!" diye inkaz ettim.

 

"neyse kapatacam ben, malum evli barklı bir adamım. Sevgilimi özledim ben, hadi kendine iyi bak. Seni seviyorum güzelim." "ıyy odun, bende seni. Hadi kapat.." dedim ve demem ile yine yüzüme kapattım.

 

Gün gelecek önce ben o telefonu yüzünüze kapatacam musat efendi!

 

Telefonu kapatır kapatmaz, gözlerimi onunkilerine diktim." ya şey, ben telefonda senin bırakacağını söyledim. Merak etmesinler diye de, senin aleyhine karar verdim diye de üzgünüm. Acaba müsaitsen beni de eve bırakabilir misin?" ona mahçup bir vaziyette bakıyordum.

 

Ben harbi aptalım ya, cümlenin tam anlamıyla aptal... Aylin eve varır varmaz, uyur musun. Senin beyin bugün fazlasıyla çalıştı, şuan devre dışı da kendileri...

 

" sen şaka mısın kızım, sence ben seni böyle ızdıraplı bir yerde, karanlıkta bırakacak adam mıyım. Sorman kabahat. Zaten bende telefon çalmadan evel seni eve bırakırım diye teklif edecektim." bunu duyar duymaz rahatlamıştım.

 

Ona mahçup olduğumu anlatıp, benimle beraber sanayiden çocukları beklememizi söylemiştim. Tabi arada eğer işi varsa gidebilecegini, o ise bana kaşlarını çatık bir vaziyete baktıktan sonra, bende susma gereğinde bulundum.

 

Onunla beraber geçen dakikalar boyu sohbet etmiştik, havadan olsun, karadan. Ardından ise konu babaannesinine gelmişti.

 

Açıkçası bende bu babaanneyi merak ediyordum. Sürekli konusu açılıyordu, hemde hastanede yatıyormuş. Belki bende onu Bi ara ziyarete gidip, bir yardımım dokunur diye düşünmeye başladım.

 

Daha içimdekileri dışara tartmadan evel, karşımıza bir çekici yanaştı. Kırmızı siren ışıkları ile, geceyi aydınlatan bu çekiciden, üç kişi çıktı.

 

Üçünün arasından iki yüz tanıdık geliyordu, öteki ise abimin bahsettiği çaylak olmalıydı. "abla, ustamın çağırması ile geldik, siz gide bilirsiniz." dedi sol tarafta duran kumral oğlan. Kaslı bir yapısı vardı, ama azizden daha kasılı değildi. Pardon da, Azizin kaslı olduğunu nereden çıkartın acaba...

 

Susma hakkımı kullanabiliyor muydum? Hastanede ceketini bana vermişti, bide geçen buluşmalarda birazcık gözüme çarpmış olabilir...

 

(arkadaşlar, şu açıklamayı yemedik değil mi? İç ses ve kandıramazsın tayfa bunu yemezzz)

 

Üçünden hem teşekkür edip, hemde mahçup bir ifade ile özür dilerken sarışın çocuk (çocuk dediğime bakmayın bi 17-20 yaşlarında varlar) yani tanıyamadığım bana "abla öyle deme, sana yardım etmek bizim vazifemiz. Ha bide, belki musat abi biraz zam verir." Ben bu cümleyi duyar duymaz, kıkırdamaya başlarken, sarı çocuğun yanlarında duran ali ve poyraz ortada duran çocuğu bi güzel hırpaladı. Sonra kumral olan, Ali "sen ona bakma Aylin abla, daha yeni yeni öğreniyor." sonra bi diğeri kara saçlı poyraz "seni bırakmamızı ister misin abla?" diye sordu.

 

Onlara teşekkür edip, zaten beni Azizin bırakacağını söyledikten sonra, hepsi bir ağızdan "ooooo" diye sesler çıkarmaya başladılar. Tabi sonra benim kısılan gözlerime şahit olduktan sonra "abla, biz en iyisi gidelim ya.." deyip, arabamı çekiciye takip binip gittiler.1

 

Bende daha fazla azizi meşgul etmemek için arabaya bindim, o da sürmeye başladı..

 

 

Bölüm sonu

 

Öncelikle bölüm bu kadar geç geldiği için üzgünüm, şu sıra fazla yoğun geçiyor hayatım :) Ama elhamdülillah, toparlıyoruz.

 

Bölümü tabikide, burada sonlandırmayacaktım..yalnız baya bi uzun olmuş. Eğer bu bölüm hoşunuza gittiyse yıldız oylarında belirtirseniz sevinirim.

Aslında bu bölümde bombayı atıp öyle bitirecektim, lakin bir iki konuyu uzatınca. Fazla uzun olur diye, burada sonlandırdım..

 

Evet her bölümde olduğu gibi tekrardan belirtmek istiyorum. Yazım hatası olabilir, zaten gece yazdığımdan dolayı büyük ihtimal vardır. En kısa zamanda bölümleri düzenlemeye alıp, yazım hatalarını düzeltecem. Anlayışınız için teşekkür ederim.

Hatırlatmak isterim ki bu bölümü yaklaşık bir sene evvel yazdığımdan ötürü ufak cümle değişimlerinde bulundum ama fazla da değiştirmek istemedim. Size yavaş yavaş taslakta olan bölümleri atıyorum lakin oydan çok okuma alıyorum; rica etsem oy da verir misiniz? Bir bölümü yazmak için günlerimi veriyorum beş altı Saaten çok bir süre yazıyorum karşılığını alamayınca da hevesim kırılıyor.. yeni güncel bölümü yazmak için sekiz haftadır kafa yoruyorum ama istediğim gibi olmuyor. En yakında wattye yeni bölümü atacam; tabikide buraya da zamanı gelince kuğularım.

 

Bölüme dönersek, nasıl buldunuz?

 

En çok hoşunuza giden sahne / sahneler hangileriydi?

 

İç sese katılıyor musunuz?

 

Sizce Aziz ve Aylin olmuş mudur?

 

(Evet haberim var, bölüm uzun oldu lakin fazla olay yaşanmadı. Ama emin olun, ilerleyen bölümler her şey yavaş yavaş çözülecek :))

 

Instagram hesabım : @su_kalkavan

 

Arada bölüm alıntıları, minik spoilerler atıyorum.

 

Burada kesmeyi gerçekten istemezdim, lakin öyle gerekti. Yoksa baya bi uzun olurdu..

Bu arada kitabımız D.Y.A. çok hızlı büyüyor, elhamdulillah<33

wattpade 9k yu geçtik, inşaAllah burdada yükseldiğine şahit oluruz :)1

 

 

burada da bu günleriii görmek dileğiyle kendinize iyi bakın bu günlerde kuğularım

 

Bölüm : 20.02.2025 10:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...