@sudecinar
|
Günümüz Kapkaranlık ıssız bir sokakta ölümüne koşuyordum. Biri yada birileri vardı peşimde biliyordum. Onları görmememe rağmen arkamda olduklarını ve beni kovaladıklarını hissediyordum ama elimden kaçmaktan başka birşey gelmiyordu. Herşeyden kurtulmak için ölmem gerekiyordu. Dizlerim gitgide güçsüzleşiyordu ama koşmam gerekiyordu. Bir şekilde onlardan kurtulup ölümüne savaşmaya devam etmeliydim ve pes etmeyip korkuların ve gerçeklerin peşinden gitmeliydim ama yapamıyordum. Onlardan korkmadan üzerlerine gidip yüzleşmeliydim ama bunu yapacak gücüm yada elimde bir silahım yoktu. Gerçeklerin üzerine gidecek kadar cesaretli değildim ben, korkuyordum. Karanlık sokakta nefes nefese köşeyi döndüğümde daha fazla dayanamayıp yere yığıldım. Artık tek başımaydım ve başımın çaresine bakmalıydım. Daha fazla dayanamayıp göz yaşlarımın yanaklarımdan akmasına izin verdim. Daha nereye kadar sürecekti bu işkence? Daha ne kadar kaçacaktım? Kurtulmak için illa ölmem mi gerekiyordu? Dizlerimin üzerine çökmüş hıçkıra hıçkıra ağlarken, bir el sıkı bir şekilde kolumu kavrayıp beni sertçe ayağa kaldırdı. Alnımın ortasında silahın soğuk namlusunu hissettiğimde sona ulaştığımı anladım. Buraya kadardı herşey, buraya kadardı bütün çabalarım ve acılarım. Koşmaktan ter içinde kalmış adam kolumu daha fazla sıkarak, yüzüme tükürürcesine konuştu: "Daha nereye kadar kaçabileceğini sanıyordun, seni gerçekten canlı bırakacağımızı mı sandın?" Alaycı bir gülümseme takındı yüzüne. "Seninde baban gibi gebermeye mahkum olduğun bir hayatın vardı ve işte şimdi o hayatında son bulacak" Silahı alnıma biraz daha bastırdı. "Bakalım patron kellene ne kadar ödeyecek aptal kız" Silahın patlama sesini duydum ve kendimi karanlığın kollarına teslim ettim. İşte bu gerçekten bir sondu benim için.
12 Ekim 2022 Yüzüme vuran güneşe kaşlarımı çatarak gözlerimi araladım. Gözlerimi ovuşturdum ve kenardan telefonumu alıp saate baktım. Saat sekiz'i çeyrek geçiyordu. Acele etmezsem derse yetişemeyecektim. Düşünmeye vakit bulamadan aceleyle yataktan kalkıp, odamdaki ebeveyn banyosuna girdim ve yüzüme soğuk su çarptım. Aynadan kendi görüntüme bakmamaya özen gösteriyordum çünkü göreceğim görüntüyü sevmiyordum. Hızlıca tuvaletten çıktım, gardrobumdan elime gelen ilk şeyleri üzerime geçirdim ve boy aynamdan kendimi süzerek üzerimi düzelttim. Üzerime kırmızı ince bir kazak, altıma ise siyah pantalon giymiştim. Gözüm aynadan saçlarıma takıldı. Masamın üzerinden tarağımı aldım ve kısa, yamuk saçlarımı taramaya başladım. Annem gittiğinden beri saçlarımı kimse tarayıp örmedi yada kimse beni kuaföre saçlarımı kestirmeye götürmedi, zaten bende gitmedim. Saçlarımı birkaç gün önce kendim kestim, omuz hizamdan biraz daha kısa olacak şekilde ve doğal olarak biraz yamuk olmuştu ama kimin umurundaydı ki? Benim değildi. Siyah kot ceketimi üzerime geçirdim ve çantamı da alıp odamdan çıktım. Siyah spor ayakkabılarımı da giydikten sonra kendimi evden dışarı attım. Sonbaharın başındaydık, hava ne çok soğuk nede çok sıcaktı. Kulaklığımı cebimden çıkardım, önce telefona sonra kulağıma taktım. Şarkı listeme girip karışık çal butonuna tıkladım ve çalan şarkıyla yoluma devam ettim. *** Günün ilk dersini atlattıktan sonra kendimi kantinde buldum. Bir bardak kahve için şu an canımı bile verirdim. Tek sorun kantine saçma sapan bir kahve otomatı koymuşlardı ve bu aptal şey tek sevdiğim şey olan filtre kahveyi yapamıyordu, bende filtre kahveye ihanet etmemek için çay içiyordum. Otomata para attıktan sonra, çay seçeneğine tıklayıp doldurmasını bekledim. Dolduktan sonra çayımı alıp bahçeye çıktım ve kalabalıktan uzak olan bir ağacın altında çimene oturdum. Güzel sanatlar fakültesinde, Resim bölümünde okuyordum. Çizimim fazlasıyla iyiydi ama derslerde fazlasıyla kötüydüm. Bazen çoğu derse girmiyor, girsem de uyuyordum. Aslında okula gelme sebebim tamamen evden ve çevresinden uzaklaşmak içindi. Elbette bir meslek edinmek istiyordum ama bunu, bu kafayla yapmam fazlasıyla zor olacağı için takmıyordum. Çoğu dersten çoktan kaldığım için bu sene benim için bir umut yoktu. Çantamdan üzerinde büyük harflerle adım yazılı olan defteri ve tükenmez kalemimi çıkardım. Babamın gitmeden bana verdiği defter.. Boş olan bir sayfasını açtım ve birşeyler çizmek için çevreme bakındım. Biraz uzağımda, çardakta oturan dört kişi gördüm. Tatlı bir arkadaş grubuydu. Üçü erkek, biri kızdı. Erkeklerden biri çardaktaki masanın üzerinde, bana arkası dönük şekilde oturuyordu. Diğer kız ve erkek yanyana oturuyorlardı ve erkek olan, kızın omuzuna kolunu atmıştı, Diğer erkeğin ise elinde gitar vardı ve tahminimce akordunu yapıyordu. Defteri biraz karalayarak önce taslak çıkardım ve en sonunda dördünüde figür olarak resmime kattım. Yüzlerini pek seçemiyordum bu yüzden fazla detaya giremedim ama elimden geldiğince küçük detaylar ekleyerek resmimi tamamladım. Bu defteri çoğu zaman eskiz çizimlerim için kullanıyordum, çoğu zaman ise ruh halimin bende oluşturduğu asılsız düşünceleri yazıyordum. Telefonumdan saate baktığımda saatin on iki olduğunu gördüm ve girmem gereken dersin 15 dakika önce başladığını fark ettim. Ah benim unutkan kafam bir şeyide unutmayıversen ne olur sanki? Hızlıca çantamı omuzuma attım ve dersimin olduğu sınıfa doğru koşmaya başladım. Umarım derse alınırdım çünkü bu hoca bana fazlasıyla takıktı ve beni bu dersten bırakmak için can attığına fazlasıyla emindim. Derse alınmadım. Tam olarak on beş dakikadır dersin olduğu sınıfın önünde oturuyordum çünkü sınıfa girdiğimde hoca benimle dersten sonra konuşmak istediğini söylemişti. Aslında... Kimin umurundaydı ki? Yaklaşık bir saat boyunca kendimi toparlamam gerektiğini söyleyen cümlelerini sıralayacaktı ve bunun üstüne bir de azar işitecektim. Çantamı omuzuma aldım ve hızlı adımlarla fakülte binasından çıktım. Kulaklığımı taktım ve sahile doğru yol aldım. Fakültede bir arkadaş bile edinmemiştim çünkü ihtiyaç duymamıştım. Gereksiz samimiyet beni fazlasıyla geriyordu bu yüzden bende tek başıma samimiyetsiz olmaya karar vermiştim. Fazlasıyla soğuk ve terstim çünkü herkesin benden uzak durmasını istiyordum ve işe de yarıyordu. Nasıl olsa bir gün beni koruyan adamların dikkati dağılacaktı ve ben şüphesiz ki bir intikam uğruna ölüp gidecektim ve hepsi de babamın suçuydu. Ne yaptı da bu kadar kin beslenilen biri oldu bilmiyorum ama cezasını benim çekeceğim belliydi. Ortalıktan kaybolup bana saçma sapan bir defter bırakacak ve beni ölüm havuzuna atacak kadar ciddiyetsiz olan bir adama baba kelimesi bile yakışmıyordu. Kızların ilk aşkı babası olur derler, benimse ilk düşmanım babam olmuştu. Sahile vardığımda, deniz kenarındaki kayalıkların üzerine oturdum ve manzara eşliğinde düşünmeye devam ettim. Bazen ailesiyle vakit geçiren insanlar gördüğümde istemsizce gözlerim doluyordu çünkü ne ben küçükken nede büyükken bir ailem olmadı. Annem ölmeden önce bile bir aile olamamıştık sanki. Bazen annem yerine keşke babam ölseydi diyorum, belki şu an annemle birlikte mücadele ediyor ve birbirimize destek oluyor olurduk. Annem neden öldü bilmiyorum, babam hastalıktan olduğunu söylemişti o zamanlar. Aslında şimdi düşünüyorum da annemle babamı hiç sarılırken bile görmemiştim. Hep tartışır kavga ederlerdi, hatta hayal meyal annemin babama bıçak çektiğini hatırlıyorum. O zamanlar beş yaşından bile küçükmüşüm ama aklımda travma olarak kaldığı için unutamadığımı düşünüyorum. Yine de herşeyin sorumlusu olarak kendimi görmüyordum. Bir evlilik içinde istenmeyen bir çocuk değildim ama istenilen bir çocuk da olmamıştım. Çoğu zaman annemin ve çoğu zamanda babamın eksikliğini hissetmiştim ama sanırım buna alışmıştım. Normal bir şekilde okula gider gelirdim ve bazı geceler annemle babamın kavgalarına uyanırdım. Birbirlerine zarar vermesinler diye bıçakları sakladığımı hatırlıyorum, o zamanlar ikisinden birinin hayatımda olmama düşüncesini düşünmek bile istemiyordum. Annemi kaybettikten sonra hiçbirşey aynı olmadı. Babam çoğu gece eve gelmezdi ve ben karanlıktan çok korktuğum için yorganımın altında ağlayarak uyuyakalırdım. İçimdeki çocuk herşeye ve herkese kırgın. İçimdeki çocuk en çokta bu hayata kırgın. Hayatın onu hapsettiği hayata kırgın. Evimizde ben bebekken çekilmiş bir fotoğrafımız vardı, salonda duvara asılıydı. Ben annemin kucağındaydım ve babam anneme arkadan sarılıyordu. İkisininde yüzü gülüyordu ve mutlu görünüyorlardı. Ne yaşadılarda bu günlere geldik bilmiyorum ama en azından mutlu bir ailenin mutlu bir bebeği olarak doğmuştum, bunu bilmek içimi az da olsa ısıtıyordu. Bir de babamın mektubu var tabiki.. Anneni dinlemeliydim derken ne demek istemişti hala anlamamıştım ama zamanla bunların hepsini çözeceğime emindim. Bedenimi yorgunluk sarmaya başlayınca olduğum yerden kalktım ve eve doğru yürümeye başladım. Eve gidip sıcacık battaniyenin altında televizyon izleyerek uyuyakalmak istiyordum. Saat öğleni geçmişti ve ben sanki günlerdir uyumuyormuş gibi yorgundum. Aslında gerçekten uyumuyordum çünkü geceleri kabus görmekten korktuğum için uyumayı reddediyordum. Devlet hastanesinde bir psikoloğa gitmiştim ve o bana bir uyku ilacı birde antidepresan yazıp yollamıştı ama ben ikisinide kullanmamıştım. Nedeni yok kullanmak istememiştim. Bütün gece film izleyip kahve içmeyi tercih ediyordum, yanına birde kek yaptın mı, oh mis işte daha ne istersin ki.. Dünden bugüne tahminimce iki saat falan uyumuştum ve biraz daha eve gitmezsem kesinlikle yorgunluktan yere yatıp yolun ortasında uyuyacaktım çünkü şu an burada yatma fikri bile çok cazip geliyordu. Eve neredeyse varmak üzereydim ama dizlerim yorgun düştüğü için kaldırımın kenarına oturmaya karar verdim ve soğuk betona oturdum. Daha çok gençtim ama vücudum yetmiş yaşındaki birini taşıyormuşçasına davranıyordu. Sebepsiz yere bel ağrılarım ve diz ağrılarım oluyordu ve sürekli dinlenmem gerekiyordu yoksa dizlerim beni yarı yolda bırakarak yere yığılmama sebep oluyordu ki buda çok sinir bozucu oluyordu. Yorgun gözlerle yoldan geçen arabaları izliyordum ki siyah bir minibüs yavaşlayıp önümde durana kadar. Siyah minibüs içerisinden iki tane adam indi ve ben daha ayağa kalkamadan biri arkama geçip ağzımı beyaz bir mendille kapattı ve kendimi karanlığa teslim ettim.
Bölüme oy vermeyi ve beni takip etmeyi unutmayınn <33
|
0% |