@sudeliyimm
|
Kaderinin senin için seçtiği yollar vardır. Senin elinden gelen tek şey kaderindeki yolda yürümektir. Peki ya o yolu kaderin yazmamışsa? Zihnine yavaş yavaş kazıdılarsa ve seni buna inandırdıysalar? Ellerindeki ipini koparıp, kendi kalemini eline almalarını engelledilerse? Uzunca bir masanın bir ucunda Cenk, onun yanında Koray ve hemen karşılarında ise Dahan Alhan oturuyordu. “ herhalde seni özlediğim için çağırdığımı falan düşünmüyorsundur. Emre itaatsizlik etme diye daha kaç kere uyarmam lazım seni. Kuzgunlar için ihanetin, itaatsizliğin bedeli ölümdür” derin bir nefes alarak devam etti cümlesine Dahan. “ Kuzgunların kızından gözünü ayırma dedim sana. Ölmeyecek ama yaşadığını da kimse bilmeyecek özellikle Kuzgunlar. Ama sen ne yaptın gittin Poyraz Kuzgun’ a söyledin. Oğlum yaşatmazlar bizi. Ne seni, ne beni ne de anneni. Beni düşünmüyorsan anneni düşün” ‘Sanki annemi çok düşünüyorsun ya!’ diye geçirdi içinden Cenk. Dahan Alhan, Sarp Kuzgun’un bir numaralı adamıydı. Kirli işlere girmezdi Sarp Kuzgun fakat bu insanların ondan korkmadığı, çekinmediği anlamına gelmiyordu. Dahan ise onun tam tersiydi. Nerede kirli, girilmemesi gereken bir iş olsa Dahan orada olan ilk kişi olurdu. “ Başka şeyler zırvalamayacaksan biz gidiyoruz ” diyen Cenk’i babası Dalhan durdurdu. “ sana gidebilirsin dediğimi hatırlamıyorum” Masanın üzerinden eğilerek “ iyi, senden emir almayı çoktan bırakmıştım” zaten diyen Cenk, baş hareketiyle gelmesi gerektiğini söylediği Koray ile birlikte dışarı çıktı. Ecem Bahçede kızları ararken yanıma gelen Ceyda “ müdür çağırıyor seni” dedi. Gazamız mübarek olsun. Gözüm Asiye’yi aradı ama hiçbir yerde göremedim. “hadi Ecem. Müdür hızlı olsun dedi” “ geliyorum” diyerek el mecbur Ceyda’nın peşine düştüm. Hakan’ın odasına girdiğim zaman elindeki bardağı masaya bırakıp ayağa kalktı. “hoş geldiniz küçük hanım, ne kadar çok özledim seni bir bilsen” Hakan’ın yüzüne iğrenerek bakıyordum. Ama o, bu bakışlarımdan bile zevk alacak kadar manyak bir ruh hastasıydı. “sen özlemişsindir yardımlara gitmeyi değil mi?” demesiyle gelecek olanı anlamıştım. Günlerce belki de haftalarca o rutubetli, farelerin cirit attığı o depoda yalnız başıma kimi zaman aç ve susuz kalacaktım. Bunları dert etmiyorum fakat asıl dert ettiğim sey, o depoda Hakan ile birlikte kalmaktı. Arkamı dönüp kaçmak istedim. Nereye kadar gidebilirdim ki? Kime anlatabilirdim derdimi. Defalarca yurda gelen polisler bile bir şey yapamazken benim elimden ne gelirdi ki ruhumu öldürmekten başka. Güçlü duran, kendi problemlerinin üstesinden gelen kızlara hep hayranlık duymuşumdur. ‘keşke’ derdim hep. ‘keşke ben de onlar gibi olsam ne zaman kurtulurdum Hakan’dan?’ Hakan’dan kurtulmak benim için çok uzak bir gelecek gibi görünüyor “ söylediklerimi tekrar etmeyi sevmem biliyorsun. Bu seni son uyarışım. Çocukça şeyler yapmaktan vazgeç artık” Bahsettiği şeyin günlüğüm olduğunu anlamamak mümkün değildi. Onaylarcasına kafamı salladım. Fakat bu benim yazmamı engelleyemezdi. Yazmak benim doğamda vardı. Kelimelerim de susarsa bana ait hiç bir şey kalmazdı, nefes alan bir bedenden farkım kalmazdı ama bunu kimsenin bilmesine gerek yoktu. “ gece saat 3.00’ da odadaki herkes uyuduktan sonra dışarıda beni bekle. Bana zor kullandırtma Ecem” “başka bir şey yoksa, gidiyorum ben” Hakan, yüzüne o iğrenç gülümsemesini takınmıştı yine. “ tabi ki! Ne de olsa uzunca bir süre beraber olacağız” Cevap vermeden dışarıya çıktım. Bahçeye inmek yerine adımlarım odaya doğru ilerlemişti. Kimse yokken evime dönmek istiyordum. Ev sadece dört duvarı, bir çatısı olan bir yer değildir. Ev bazen kelimelerdir, notalardır, bir çift gözdür. Göz? Neden şimdi bunu dedim ki? Erel? Belki de evim olan bir çift göz onun gözleridir ‘Saçmalama Ecem istersen ne kadardır tanıyorsun sen onu?’ Kapıyı kontrol ettikten sonra defteri sakladığım yerden çıkarttım. Elime aldığım kalemle defterimi kucağıma çektim ve yazmaya başladım. Önceki sayfayı yarım bıraktım çünkü bazı şeyler yarım kalmalıydı yeni bir sayfa açtım kendime.
23.10.2024/ 17.40 Oraya götürecekmiş beni abi. Hâlâ bu satırları okuyacağına dair umut var içimde. Her zaman dediğim gibi abi belki sana anlatamıyorum ama gör diye kendimce çabalıyorum. Hani sana demiştim ya ‘ abiler her şeyi görebilirler mi?’ diye. ‘ evet’ demiştin bana. Göremiyormuş abi. Abilerin bazen her şeyi görmeye güçleri yetmiyormuş. Senin kardeşin gibi güçlü kalamıyorum. Benliğimi kaybetmiş gibiyim. Bağırıyorum, hatta çığlık atıyorum ama kimse duymuyor sesimi abi. Sen duy diye yüzüne bakıyorum ama sen de görmüyorsun. Yanlış anlama sana değil sitemim. Sen bu dünyadaki iyi olan sayılı şeylerdensin. Görme karanlığımı abi. Sen de çekilirsin yanıma. Hoş, aslında bir nebze de olsa yanımda olmanı istiyorum. Biliyorum biraz bencilce bir istek ama bu dünyanın en azından bencil isteklerimin olmasını kaldıramaz mı? Ben onun yükünü sırtlanırken benim isteklerim ona ağır gelmemeli. Sarılmak istiyorum abi. Asla bırakmadan sarılmak ama bir yerde kollarımız ayrılacak işte o zaman kırdıkları kanatlarımı onarıp gökyüzünde, anlattığın masallardaki periler gibi özgürce süzülmek, yıldız olup uzaklardan sadece seni ve sevdiklerimi aydınlatmak istiyorum. Şehirlerin içinde yıldızlar gözükmez biliyorum ama şunu da biliyorum ki sen beni bulmak için bütün şehri karanlığa boğarsın, gerçi bulamazsan da sana darılmam abim beni düşündüğünü fiziksel olarak belli etmene gerek yok. Fazlasıyla hissettiriyorsun zaten. Biliyorum, konudan saptım. Kafamı dağıtmak istemiştim sadece.
Orası o kadar da korkutucu değil biliyor musun? Asıl korkutucu olan onunla aynı yerde kalmak. Dokunuşları ruhumu kirletiyor abi, ruhumda siyaha boyanacak bir yer kalmadı ama o zehrini ruhuma akıtmaya devam ediyor. Kurtulmak istiyorum ama elimden bir şey gelmiyor abi. Güçlü olmak, ruhumdaki prangaları tek tek kırmak istiyorum ama parmağımı kaldıracak gücü kendimde bulamıyorum. Belki de prangaların ağırlığındandır bilmiyorum abi. Bildiğim tek şey ruhunu tutmaya çalışan bir bedenden farksız oluşum. Geleceğe dair hayaller kuramıyorum. Kurduğum tek hayal özgürlük. Hâlbuki etrafımda duvarlar dahi yok. Dışarıdan bakan birisi öyle söyleyebilir. Haklılar. Benim asıl duvarlarım ruhumda ve ben onu hiçbir zaman kıramıyorum. Sessizliğim benim en büyük çığlığım. Duyuramıyorum, çünkü çabalayamıyorum... Kukla misali kontrol ediliyorum elimde değil ki... Şunu unutma abi, bu hayattan vazgeçsem bile senden asla vazgeçmem.
Küçük prensesin Ecem Defterimi kapatıp yerine koydum. Acaba abim gelmişmidir? Masanın üzerindeki telefona uzanıp abimin ismine tıkladım. İlk çalışta açan abim iç ısıtan sesi kulaklarımı doldurdu. “ prensesim?” “abişim” son kelimeyi bilerek uzatmıştım. “ söyle güzelim” Gel de şu adama güvenme... “ geldin mi diye soracaktım” “ben de seni arayacaktım herkes dışarda sen niye dışarda değilsin diye” “bu geldim demek mi oluyor?” sesimdeki heyecanı saklayamamıştım. Abim gülerek cevap verdi “ e hadi aşağıya gel” “hemen” diyerek telefonu kapattım ve koşar adımlarla merdivenden aşağı indikten sonra dışarıya çıktım. Kapının önünde beni bekleyen abime sıkıca sarıldım. Az önce abim beni duymuyor mu demiştim? Kesinlikle duyuyordu. Saçımı karıştıran abime alttan onun tabiriyle kedi bakışlarımı gönderdim. “ bakma öyle. Ne var? İki sevelim dedik” Kafamı abimin göğsünden ayırdım. “ bir şey demedim ki” saçlarımın arasına buse konduran abim “ bakışlarınız yetiyor küçük hanım” tek kaşımı kaldırarak “ öylemi? Nasıl bakıyormuşum?” diye sordum. “her an beni dövecekmiş gibi” diyen abime kınayan bakışlarımı gönderdim. “aşk olsun ben sana kıyar mıyım hiç?’ Abim bilmem dercesine omuzlarını indirip kaldırınca daha fazla dayanamayıp omuzuna ufak, çok ufak bir sille vurdum fakat abim füze atmışım gibi elini omuzuna koyup kıvranmaya başladı. “ah, kolum! Kolumu koparttın Ecem” diyen abime gülmekten başka bir şey yapamıyordum. “iftiracısın! Hızlı vurmadım, bir kere dokundum sadece” abim elini ağızına koyarak şaşırmış gibi yaptı “bu dokunmansa vurmanı düşünemiyorum güzelim” diyen abime şaşkın bakışlarla bakma sırası bendeydi. “ alo yetkililerle mi konuşuyorum, evet yanımda bir Oscar oyuncusu var. Ne? Hemen belgeleri imzalasın mıı? Hemen onu size gönderiyorum efendim” Abim beni kendisine çekerek “sen beni başkalarına mı vermeye çalışıyorsun?” diyerek beni gıdıklamaya başladı. Tabi ben boş durur muyum? Tabi ki de hayır. Bir hışımla kolunun altından sıyrılıp kaçmaya başladım. Peki kaçtığımı gören abim durur mu? Asla! O beni kovalamaya başlayınca biraz daha hızlı koşmaya başladım. Bahçede epey bir tur attıktan sonra yorulduğum için yavaşlamaya başladım. Tabi abim de fırsattan istifade beni kollarının arasına sıkıştırdı. “ yordun beni be prensesim. Yaşlandık artık biz de” Abime sarılarak “sen mi yaşlandın? Taş gibisin hâlâ abicim” dedim. Egosu okşanan abim omuzlarını dikleştirerek “hâlâ on sekizlik bir çıtırım değil mi?” dedi. Omzuna iki kere vurarak ve biraz uzaklaşarak “biraz çıtkırıldımsın ama taş gibisin vesselam” dedim. Abim ellerini iki yanına koyarak sorgular bir ifade takındı. “öyle mi? Hadi kaç bakalım şimdi benden kaçabilirsen” Kaçmama fırsat tanımayan abim beni yeniden kollarının arasına aldı. Kahkahalarım bahçeyi doldururken geceyi düşünmemeye çalıştım fakat aklımdan da çıkmıyordu. Ana odaklanmakta cidden zorlanıyordum . Her iyi anımın içine Hakan bir şekilde sızmayı başarıyordu. Sanki aydınlığı bir kez görürsem ondan kopmayacağını bilir gibi... .... Bir bölümün sonuna daha geldik... Nasılsınız papatyalarım umarım iyisinizdir. Gerçi ne kadar iyi olabilirsiniz bilmiyorum ama... Her şeye rağmen omzunuzu ve başınızı dik tutun. Sizi seviyorum |
0% |