
HELLOOOO...
BEĞENMEYİ VE YORUM YAPMAYİ UNUTMAYIN.
SudenzBalikci6
ŞEHVETLE YANAN BEDENLER.
~
“Yazık oldu genç yaşında.”
“Adam, kızın önüne atlamış diyorlar.”
“Adam kalbinden vurulmuş.”
“Yazık oldu kadına. Delirdi, daha çok genç oysa.”
“Vah vah... Kadın için mi ölmüş adam.”
“Susun. Cenazeye geldiniz bir fatiha okuyun. Orada konuşup durmayın.”
Yine kaybettim. Yine bir sevdiğimi toprağa emanet ettim. Ellerimin arasından gitmişti. Benim canım sevgilim, benim aşkıma öldü diyorlar. Ölmez ki o, söz verdi. Alparslan beni bırakmamak için söz vermişti. Nasıl gider? Nasıl onun öldüğüne inanırlar? Herkes öldüğünü söylüyor ama ben inanmıyorum. O yaşıyor, şuan yanımda değil ama yaşadığını, hala nefes aldığını biliyorum. Benim aşkım ölemez.
“Annem, Alparslan orada değil. Anne kimse inanmıyor ama ölmedi.”
“Mihriban kalk babam.” Saatlerdir buradayım. Resmen gözlerimin önünde üstüne toprak attılar. Ne kadar bağırsam da, inkar etsem de beni duymadılar ve benim sevgilimin üstüne toprak attılar. Herkes öldüğünü söylüyor ama ben inanmıyorum. Ayşen teyze sinir krizi geçirdi. Selim amca ayak da duramıyor, Pelin eğer Mert olmasa dizlerinin üstüne çoktan düşmüştü. Hepsi yıkılmıştı ama bense onun ismi yazılı olan tahtanın yanına çökmüş bekliyordum. Herkesin bana inanmasını bekledim ama kimse bana inanmadı.
“ÖLMEDİ DİYORUM. BIRAK KOLUMU GİTMEYECEĞİM BURADAN. ÖLMEDİ! ALPARSLAN YAŞIYOR. YALAN SÖYLÜYORSUNUZ. ÖLEMEZ O, ANNE! ANNE
BİR ŞEY DE ÖLMEDİ, O YANINDA DEĞİL.”
Babam kalkmam için kollarımdan tutuğunda kalkmamak için direndim. Kimse beni onun yanından ayıramaz. “Bırak, BIRAK DİYORUM. BIRAK! HİÇ BİR KUL BENİ BU MEZARINDAN YANINDA AYIRAMAZ. ÖLMEDİ ALPARSLAN. GELECEK, BANA GERİ GELECEK.” Kolumu nazik tutuşundan bir anda çekerek kurtuldum. Bırakmıştı. Geri tutmak için uzandığında başımı kaldırdım ve ağaçların arasında gördüğüm lacivertler ile beynim dondu. Oradaydı. Alparslan oradaydı. “Orada.” Yerimden aniden kalktım ve koşar adımlar ile ormana girdim. Ormanın ortasına doğru koşan bedeninin peşinden koştum. “Alparslan.” Mırıldanmamı duymuş olacak ki, durdu. Aramızda iki üç adım kala bana döndü. “Ölmedin.” Titreyen ellerimi ona doğru uzattığımda dokunmak üzereydim ama bir adım geriye çekildi. “Ölmedin, biliyordum. Kimse inanmadı bana ama ben biliyordum.” Ardı arkası kesilmeden hızlı hızlı cümleler kurmuştum.
“Ölmedim ama senin yüzünden öleceğim.” Beynimden vurulmuş gibi kalakaldım, yanlış duyduğumu düşünüyorum. “Sen beni öldüreceksin.” Ben mi? Ben ona dokunmaya bile kıyamam. Ne öldürmesinden bahsediyor?
“Hayır. Hayır, ben sana dokunmaya bile kıyamam.”
“Ben kıyarım ama.” Bu adam ölmüştü. Burada olamazdı. O silah yine Alparslan’a doğrultulmuştu. Ahmet Hatip silahını bana değil, Alparslana doğrultmuştu.
“Hayır.” Telaşla ne yapacağımı şaşırdım. Heyecandan titreyen bedenimin yerini korku almaştı.
“Ben yine senin yüzünden ölüyorum. Hayatım senin yüzünden mahvoldu. Seni aradığım için kaç defa öldüm. Sen olmasan ben mutlu olurdum.” Kalbimi elleri arasına almış un ufak ediyordu. “Sensiz başka kadınla çok mutlu olurdum. Zarardan başka bir şey değilsin sen. Keşke sen ölsen.”
Ormanda iki silah sesi duyuldu. Hedef ben değildim, alparslan’ın tişörtü kıpkırmızı oldu. Elim kalbimin üstünde durdu, oysa ona uzatmak ve yanına gitmek istiyordum. Gözlerimin önünde yere düştü. Yıkıldı. Yıkıldım. Yerle yeksan oldum.
“ALPARSLAN.”
Gözlerimi karanlığa açtım. Nerede olduğumu anlamadım, bu bir rüya mıydı? Ben yine kaybolmuştum. Ben yine gözlerimi karanlığa kapatınca kendi zihnimde kaybolmuştum. “Güzelim.” Ufak bir ışık yayıldı karanlığa. Alparslan yanımda mıydı? “Benim suçum değildi. Ben... Ben bir şey yapmadım ki, gelmeseydin. Gelmesen ölmeyecektin. Niye geldin? Haklısın ben ölmeliydim. Niye geldin? GELMESEYDİN. GELMESENE YA.” Kendimi kaybetmiştim. Ne rüya ne gerçek anlamıyorum. Zihnimin içinde kaybolmuştum sanki, dipsiz bir kuyuda tek duyduğum Alparslan’ın son dedikleriydi. Ben kendi kendime kaybediyorum, kendi sonumu kendi zihnim yazıyor.
“Benim güzeller güzeli bebeğim. Kabustu. Sadece kabus.” Beni göğsüne çekişine izin verdim. Şuan ne yapsa karşılık veremezdim. Savunmasız bir şekilde duruyorum. Neredeyiz, ne yapıyoruz algılayamıyorum. Görüyorum, duyuyorum ama karşılık veremiyorum.
B“Odamızdayız. Uyuyorduk, kollarım arasına her şeyimi aldım ve uyuyorduk. Sadece kabustu sakinleş bebeğim.” Saçlarımdaki elleri beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Beni dört bir yandan sarmıştı ve kolları arasında huzur bulmaya çalıştım.
“Çok kötüydü.” Rüya değil aynı gerçek gibiydi. Her şey o kadar gerçekti ki, anlamamıştım.
“Nefret ediyordun haklıydın. Benim yüzünden ölüyordun.”
“Şşt... Saçmalama aptal bir kabus sadece. Ne olursa olsun, kaç evren olursa olsun ben senden nefret edemem. Ben sensiz bir an bile nefes alamam. Ölmüyorum, yanımdasın. Ölmüyorsun yanındayım. İyisin, iyiyiz, beraberiz ve gerçeğiz. Bunlar rüya değil. Bak bana.” Başımı kaldırmam ve dudaklarımı öpmesi aynı anda oldu. Beni soluksuz, naif şekilde kendime getirmek ister gibi uzunca öpüyorken ben sadece gerçek olduğumuza inanmak istiyordum. Kalbim delicesine atarken, nefesim daraldığı için derin derin nefes alırken, onun dudaklarında dinlenmeye çalışıyorum. Gerçeklik algım onun iki dudağının arasında. “Seni çok çok seviyorum ve bunu anlatmaya ucuz kelimeler yetmez.” Elleri yüzümün iki tarafında kendine bakmam için zorluyor. Nefes nefese kalmıştık ikimizde. Ani ruh değişimlerim onunda dengesini sarsıyor anlıyorum ama bunu değiştirmek için hiç bir şey yapamıyorum. Kendime hayrım yokken ona nasıl faydam olabilirdi ki.
ÇOK SEVİYORUZ BİZ BU ADAMI BE.
“Çok seviyorum. Sakın sakın benden nefret etme. Her şeyin bir şekilde yolunu bulurum ama bunu çare bulamam, bunun yolu ölüm demek.” Göğsüne sımsıkı sarıldım. Sanki yine ellerimin arasından gidecekmiş gibi sıkı sıkı sarıldım. “Sakın benden önce ölme. Ben buna bir kez daha yaşayamam.” Saçlarımın üstüne üst üste minik minik öpücükler bıraktı.
“İkimizde uzun bir süre ölüm kelimesini ağzımıza almıyoruz.” Her kelime sonrası dudaklarımı öptü. “Bize uzun bir tatil ayarlayacağım. Beraber, sadece sen ben küçük bir tatil.” Onca derdin arasında bir de tatile gidemezdik daha konuşmamız gereken sorunlar vardı. Bulmam gereken bir kardeşim, ortadan kaldırmamız gereken bir Hilmi problemi dururken tatile nasıl giderdik. “İtiraz istemiyorum. Seni daha fazla kimsenin yormasına tahammülüm yok. Beraber iki günde olsa bir yere gideceğiz ve her şey arkamızda kalacak. Kısa bir ara, mental olarak iyi olduğunu anladığım an döneceğiz ve söz veriyorum yanından ayrılmayacağım. Kardeşini de bulacağız, diğer sorunları da halledeceğiz ama önce küçük bir ara. Kalbin için, benim için, bizim için küçük bir ara kimseye zararı olmaz.”
LANET ADAM ÇOK İKNA EDİCİ KONUŞUYOR. KANACAĞIM...
“Peki. Bizim için kabul ediyorum.” Dudaklarıma konan ıslak öpücükle gülümsedim. Çok seviyorum bu adamı.
“Tatil için her şey hazır, valiz hazırlaman yeter bebeğim.” Hızla kolları arasından çekildim.
“Hangi ara planladın bunca şeyi.” Hayret ederek demiştim kelimeler, bu kadar hızlı ayarlanması vay be.
“Hastanede yatarken. İkimizde fazla hırpalandık o zaman düşünmüştüm.”
“Her şeyi sen mi ödedin?” Sorduğum soruya şaşırdı. Adamla evli gibiyiz, aynı evi aynı yatağı paylaşıyoruz ama sorduğum sorular harika.
FEVKALEDE İNSANIZ.
“Evet. Bunu sorun etmeyeceksin demi?” Tereddütle bakıyor ve ne diyeceğimi anlamaya çalışıyor.
“Hayır hayatım, öde eşşek ne olacak sanki.” Yüz ifadesi aşırı komik, şaşırmıştı. Lacivertleri kocaman aşılmış ve dudakları aralanmıştı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Bir anda aramızda bulunan atmosferi değiştirmek istemiştim.
BENİM MAX ROMANTİKLİK.
“Bana bak, seni yerim. Bak alır içime sokarım seni görürsün eşeği.” Ellerini yanaklarıma koymuş sıka sıka seviyor mu dövüyor mu belli değil.
“Resmen şiddet görüyorum.” Konuşmaya çalıştım ama dışarıya çıkan sesim homurtudan başka bir şey değildi. Yanaklarımı sıkmış, yüzümü resmen hamur gibi yoğurarak seviyor.
“Ne ödeme temaslı mı olacak?” Manyak ne diyorsun der gibi kaşlarımı çattım.
GÖTÜNDEN NE KADAR DA GÜZEL UYDURUYOR ADAMIM.
“NE TEMASI BE!” İstemem yan cebime gir canım.
BİZE GİRECEK GİBİ AMA SEN BİLİRSİN.
“Anlamıyorum bir de şöyle söyle bakalım.” Tabiki anlamazdı, koca elleri yüzümü bir oyuncak hamur gibi yoğuruyor. Ne desem anlaşılmaz. Beni bir bebek gibi koltuk altlarımdan tutup kucağına koydu. Resmen onun için on kiloluk bir poşetmişim gibi davranıyor adam.
“Ne yapıyorsun be?” Çirkef çıkmasını umduğum ses tonum cilveli çıkmıştı. Adamı hasta hasta baştan çıkarmak istiyordum resmen ama onunda çıkası varmış. Altımda hissettiğim sertlik resmen bunu haykırıyordu.
ÖDEME TEMASLI OLACAK BELLİ...
Günler çok çabuk geçmişti, göz açıp kapayıncaya kadar kendimi Alparslan ile yola çıkmış bulmuştum. Dediğini yapmıştı, nasıl ayarladı ya da kimlerden yardım aldı bilmiyorum ama bir hafta içinde her şeyi halletmişti. Şuan sezen aksu eşliğinde ilerliyoruz. Yolculuğumuz beş saat sürecekti ve ben nereye gideceğimizi hala bilmiyorum. Alparslan’a dönerek şarkıya eşlik ederken anın keyfini çıkarmaya çalışıyorum. Kafamdaki her bir düşünceyi yok etmeye çalışmak çok zordu. Büyük sorunların arasında onlar yokmuş gibi davranmak çok zordu ama söz ağızdan bir defa çıkıyordu. Öyle bir dert varki başımızda hala kendimize gelemiyoruz, uzun bir sürede gelecek gibi durmuyoruz. Ama Alparslan için mutlu olmaya çalışıyorum, duygularımı halının altına atarak yokmuş gibi davranmak istiyorum.
Adam buna da izin vermiyor, her ne hissediyorsam az da olsa laf arasında anlattırıyordu. Kendimi ona hislerimi anlatırken bulduğum da daha sabah kahvaltıdaydık. Nasıl oluysa kendimi ona anlatırken bulmuştum, uzun uzun konuşmuş ve tartışmıştık ikimiz de bazı yerlerde farklı düşüncelere sahiptik ama olsun. Bu bile varlığı için mutluluk duymama sebep oluyor.
“ Aaa gerçeği gözden kaçıran yarim
Aaa eğriyi doğruyu şaşıran yarim
Aaa aşkımla ruhunu şad ederken
Aaa sonunda sabrımı taşıran yarim
Görünüşüme bakıp da sen beni sakın ha
Cin fikirli sanma
Hani yağmasan da gürle benim durumum
Çalımıma aldanma
Okurum yazarım konuşurum
Kelimelerin efendisiyim ama
Aşka gelince eli kolu safım
Sen şanıma inanma...”
Kendimin cilveli olduğunu farkındaydım ama bu kadar cilveli olduğumu ben bile farkında değildim. Alparslan’a bakarak hem şarkıya eşlik ediyor hem de onu cilvemle delirtiyorum. Bana beni yemek ister gibi bakmasının sebebi ne acaba?
OLDUĞUN YERDE KIVIRMAYA ÇALIŞMAN VE GOĞÜSLERİNİ ONUN GÖZÜNE SOKMAN OLABİLİR Mİ?
Ne olmuş kine?
“Bu arabadan ineceğiz biliyorsun demi?”
Tehditkar sesi tonu ile gülüşüm büyüdü ama bunu ona yansıtmak istemediğim için daha da cilveli bir ses tonuyla yanıt verdim.
“Biliyorum.” Emniyet kemerinin izin verdiği kadar ona yaklaştım ve boynuna ufak ama etkisi büyük bir öpücük bıraktım. Araba bir anda sağa sola doğru kaydı. Bu sırada bizim müziğimiz yine değişti ve sezen abla bu seferde ‘Seni Yerler’ diyerek başladı.
“Mihriban!” Kızmaya mı çalışıyor du bu? Kahkahama bu sefer engel olamadım.
“Ne var? Ufak bir öpücük algılarını bozuysa benim suçum ne?” Çok büyük bir imtihanmışım gibi bakıyor bana. Sanki bir şey yaptık! Emniyet kemerimi çıkardım ve bu sefer tamamen Alparslana dönerek eşlik ettim.
“(Bu kadar cilvelisi olur mu be erkeğin)
(Delikanlı mısın kız mısın)
(Anlayalım artık hop usta)
(Sen başımıza bela mısın)
Sen bizim mahalleye geldin geleli canım
Bizde ne akıl kaldı ne de fikir bittik
O endam eda nedir öyle hey yavrum
Kaç yıllık arkadaşlar birbirimizi sattık...”
Ellerimi ona doğru sallıyor ve olduğum yerde oynuyordum aynı şekilde göğüslerimde ona doğru eğildiğim için baya belli oluyordu. Adam bir yola bakıyor bir bana bakıyordu. Kaza yapmadan gitsek çok iyi olurdu ama durmak içinde hiç bir şey yapmıyorum. Keyifim uzun süre sonra bu kadar yerindeydi. Resmen yanında bir yılan gibi bedenimi kıvırıyor ve şarkıya eşlik ediyorum. Bundan kendisi de oldukça memnundu. Ne kadar arabanın dengesini kaybetse de gülümsemesi bir an bile bozulmuyor. Aklıma gelen ani fikir ile müziği kapattım ve şu sıralar çok moda olan sosyal medyayı kasıp kavuran bir müziği açtım. Alparslan ilk roman havası sandı ama daha sonra sözlerini duyunca arabada kahkahası yankılandı. Onunda benim kadar eğleniyor olduğunu görmek oynamam için daha çok şevk veriyor.
“Rumbambari Rumbambari Rumbambari
Rumbambari Rumbambari Rumbambari
Benim herif, bir pirzola biftek, kaymaklı ekmek
Güllaç, revani, barbunya pilaki, ye ye doyamazsın
Benim kocam kıymalı börek, portakallı çizkek
Çikolata pankek ye ye ye doyamazsın...”
Bir o tarafa bir bu tarafa popomu sallamaya çalışıyorum ama arabada ne kadar oluyor bilemem. Şarkının sözlerine sorunsuz bir şekilde eşlik etmeme ve bunu ona bakarak yapmam hoşuna gidiyor. Alparslan, Ayşen teyze tarafından piyona ve bir çok sanat müziği ile büyütüldüğüne emin olduğum adamdı ama benim tarafımdan roman havasına geçiş yapıyordu. Şarkının sözleri ayrı kendisi ayrı bir komik ama aynı zamanda insanın diline dolanıyor. Bu yolculuk için kendime özel bir müzik listesi yapmıştım ilk başka sezen abla ve diğer sanatçılar ile onu yavaş yavaş hazırladım ve sonunda en sevdiğim müziklere gelmiştik. Özel listemdeki, diğer müziğe geçmeden önce yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. Ve bu müzik de bittiğinde özel listeme eklediğim başka bir müzik çalmaya başladı. Bu listeme hiç arabeks ve modumu düşürecek bir müzik eklememiştim. Telefonumu hızla aldım ve istediğim müzik geldiği için videoyu açtım.
“Al
Geldi mi kapak sesi?
Çek bebeksi tenimi çek
Dostum düşmanım görsün çek
Ordan çek burdan çek
Kralı çek kraliçeyi çek
Görünce hepside dertlenecek...”
Elimi zarif bir şekilde kıvırarak, ona doğru süzüldüm. Ellimi yavaşca boynundan aşağı doğru hareket ettirdiğimde, tüm bedeni kasılmıştı.
“Uğraşmıyorum değmeyecek
Al bu lafım sana üstüne çek
Onları boşver numaracı
Sen bizi çeksene karamacı
Eğlence burası şamatacı
Boş işleri bırak hacı
Akıyor asalet
Bir yanım cesaret
Bu kızı soracak olursanız
Harbi felaket...”
Çektiğim video’yu ilk olarak tüm ailemizin olduğu gruba atmıştım.
“Bu müzikleri nereden buldun?” Sesindeki hayret bu müziklere ne kadar yabancı olduğunu belli ediyorken benim hepsini bilmemem onu daha da şaşırtıyor. Beni aşırı eğelendiyor yüz ifadeleri.
“Sosyal medyadan ufak bir araştırma yaptım. Asıl sürprizim gidince olacak. O kadar eğleneceksin, kendinden geçeceksin.” Göz kırpmam ile şüphe dolu bakışları kısa bir süre bende oyalandı. Bende ise saatlerce devam ettim oyunlarıma. İki saat sonra artık yorulduğum için kapattım. Bu süreçte ne kadar roman, halay, pop varsa hepsini dinlemiştik ve ben istisnasız hepsine eşlik ediyor ve oynuyorum. Bir yerde artık yemek için durduğumuz da bizden önce bizimle gelen korumalar inmişti. Ne kadar son olaylardan kaçmak istesek de kendimizi tehlikeye atamazdık. Tek başımıza bir yem gibi ortaya çıkamazdık. Alparslan ve Dedem en güvendiği beş adamı bizimle gelmeleri için seçmişti. Ekstra gideceğimiz yer için kesinlikle onlar tarafından her şekilde güvenlik önlemi alınmıştı. Nereye gidiyoruz bilmiyorum, Alparslan ile gittiğim için nereye gittiğimin bir önemi yoktu. Araba durduğu an daha ne olduğunu anlamadan kolumdan çekildim ve dudaklarımın üstündeki dudakla şaşırdım. Alparslan beni öpüyordu. Bense şoktan çıkıp ona bir kaç saniye sonra karşılık verdim. Elleri bir an bile durmadan vücudumu keşfe çıkmıştı ama benim geriye kaçmamla durdu. Nefes nefese ona gülümseyerek baktım. “Kusura bakmayın Beyefendi ama açım.” Onu süründürmek bana büyük bir haz veriyor.
BİZDE AZ KAŞAR DEĞİLİZ YAA...
“Seni gittiğimiz yerde tek bir nefes almak için yalvartacağım.” Koyu lacivertleri sözünün eri olacağını resmen haykırıyor ama bilmiyor ki ben ondan daha beterim.
“Sabırsızlıkla bekleyeceğim.” Burun buruna durmamız ve ona meydan okumama tahammül edemiyor.
Onu beklemeden arabadan indim. Daha fazla durursak ikimiz içinde hayırlı şeyler olmazdı. Durduğumuz an önce korumalar tarafından çevreye bakılmıştı ve daha sonra inmiştik, Alparslan beylerde inme şerefi gösterince, restoran kısmına geçmiş ne yiyeceğime bir türlü karar verememiştim. Şuan her şeyi yiye bilirim. Menü de yazan bir çok yemeği istiyorum ama en çok hangisini istiyorum bilmiyorum.
“Senin yerine karar vermemi ister misin?” Nazik teklif için ona teşekkür etmem gerekirdi belki ama “Bence sen mantı ye bende adana kebap sonra ortaya da lahmacun isteyelim. Meze olarak işli köfteye ne dersin? Çiği köfte istiyor canın demi? Ondan da alalım. Kola içersin, bende ayran.” Alparslan bir kaç saniye ne dediğimi anlamadı ama daha sonra alt dudağını dişleri arasına aldı ve başımı sallayarak isteklerimi garsona iletti.
Neden bu kadar şaşkın duruyordu ki?
ACABA NEDEN MİH?
Bilmem.
“Benim yerime de karar verdiğin için teşekkürler.” Eğlenen ifadesi sesine de yansıyor bu kadar eğlenecek ne var ki? Altı üstü yemek.
“Rica ederim. Hep seni düşündüm yorulma diye zaten hepsini seviyorsun.” Asla onu düşünmediğim ve canım istediği her şeyi söylediğimi oda farkında ama bozmuyor oyunumu. “Bizi seçim derdinden kurtardım daha ne diye nankörlük yapıyorsun!” Serzenişim de haklıyım ama gülüyor.
NE KADAR UTANMAZ BİR HERİF.
“Evet bebeğim. Haklısın, pardon ben... yani bizi seçim derdinden kurtardın ne kadar düşünceli olduğunu fark etmem gerekiyordu.”
“Sorun değil. Sonuç da her şeyi altan alabilir bu hatanı görmezden gelebilirim.” Ufak bir oyundan ve kinayeden kimseye zarar gelmezdi. Bana koşulsuz şartsız her an ayak uyduruyor oluşuna bayılıyorum. Daha fazla tutamadı kendini ve kahkahalar ile gülmeye başladı.
“Seni yememek için zor duruyorum. O yüzden kendine çeki düzen ver bence aksi halde aç kalkarız ve durmaksızın devam ederim yola. Vardığımızdaysa gezmek yerine senin tadına bakarım.”
ON-AY-LI-YOR-UM.
“Olur dememek için hiç bir nedenim yo...” Sözlerimi tamamlayamadan karnımın gurultusu lafımı böldü. Acıkmıştım ama şuan bunu duyurmamıza gerek yoktu. Yanlış anda guruldamıştı. Alparslan’ın eğlenen kıkırtısı ve bana alayla bakan gözleri ile sustum. Daha sonra yemeklerimiz geldi ve ben her şeyin tadına itinayla tek tek baktım. Alparslan ise bu durumdan hiç şikayetçi değildi. O kadar yemeğin üstüne bir soda iyi gider diyerek kalkmış ve bana soda almıştı. Ben kendine de alacak sanırken resmen benimle eğlenerek sadece bana almıştı. Buna bozulmak yerine onu da keyifle içtim, ipin ucunu kaçırdığım için o sodaya ihtiyacım vardı.
Yemekler bitmişti ve yola tekrar çıkmıştık iki ya da üç saatlik bir yolumuz kalmıştı yine direksiyon da Alparslan vardı. Bana direksiyona geç demişti ama istememiştim. Uyumak istiyorum. Zaten arabaya bindikten yarım saat sonra uyumuştum.
Gözlerim karanlığın içinde açıldı ve nerede olduğumu anlayamadım. Hızla yattığım yerden kalktığım için bir an gözlerimin önü karardı. Şuan bulunduğum oda bana oldukça yabancıydı, karanlık da bir şey de görünmüyor ve bu beni korkuya sürüklüyor. “Alparslan.” Sesimi duyması için bağırdım ve bir karşılık duymayı beklerken tamamen sessizlikle karşılaştım. “Alp...” Tekrar denememde de aynı karşılığı aldım.
“Sen yaptın.” Bir anda karanlık da belirin siluet ile geriye doğru adımlar attım ama ayağım
yatağa değince daha fazla gidemedim.
“Sen kimsin?”
“Senin yüzünden ölüyordu.” Arkamda başka birisi var. Sesi kulağımın dibinde yankılandı.
“Oğlum senin yüzünden ölüyordu.” Ayşen teyzenin burada ne işi vardı? Neler diyordu?
“Ben istemedim...” Ne desem de kendimi bile ikna edemediğim bir konuya başka kimseyi ikna edemezdim. Boş bir çabaydı çünkü biliyorum ki haklı. Benim yüzünden olmuştu. “Benim suçum yok ki...” Düşündüklerim ve dediklerim arasında dağlar kadar fark var. Kendime olan kızgınlığımla alt dudağımı dişledim.
“Senin doğmaman gerekiyordu. Ölmesi gereken sendin.” Selim Amcan’ın burada ne işi vardı. Karanlık da bir çok siluet belirdi ve hepsi bir anda bana doğru “Senin yüzünden.” diye bağırıyor. Dizlerimin üstüne düştüm ve kendimi korumak adına kollarımı bacaklarıma sardım. “Ben bir şey yapmadım. Böyle olsun istemezdim. Keşke ben ölseydim.” Sesimi onlara duyurmak için yükseltmiştim ama duymuyorlar beni. Gözlerimi kapattığım da yok olmayı diledim. Bir anda herkes sustu. Beni linç etmek isteyen herkes bir anda durdu ve daha sonra kayboldu.
Karanlığım aydınlığa evrildiğinde bu seferde çiçek bahçesindeyim, etrafım da renk renk çiçekler ile çevrili. Etrafımda döndüğüm de benim gibi beyaz bir elbise giymiş bir kadın gördüm. Arkası bana dönüktü, uzun gür koyu renk saçları omuzlarından dökülüyor. “Anne.” Dudaklarımın arasından çıkan mırıltı ile bana döndü ve bana hayatta unutamayacağım bir manzara sundu. “Annem... Emanetimi buldun mu bebeğim?” Ne dediğini anlamadım, kontrolüm dışında kaşlarım çatıldı ne demek istemişti ki? Annemin bana emaneti mi vardı? Düşünceli ifademle ona doğru adımladım, ben adım attıkça o sanki geriye doğru gidiyor.
“Anne, dursana bir kez sarılmak istiyorum.” Serzenişimle bana kocaman gülümseme sundu.
“Emanetimi bul Mih. Onu bırakmayın.”
“Anne! Ne emaneti? Kimi bırakmayalım?” Ne demek istiyordu anlamıyorum. Kafamın arkasına sert bir darbe yemişim gibi ağrıyor başım. Dediklerinden ne anlamam gerektiğini çıkaramıyorum. Tek istediğim ona sarılmak ama adım atsam, koşsam bile onun yanına varamıyorum.
“Abla.” Birinin sesini duyduğum da dönüp arkama bakmadım. Ben şu zamana kadar kimsenin ablası olmamıştım. Bana denildiğini düşünmüyorum.
“Abla. Bırakma beni, bul beni abla.” Israrla bağıran sese döndüğüm de olduğum yerde dondum. Uzuvlarım buz kesti. Küçük altı yaşlarında bir oğlan çocuğu bana bakıyor. Gözleri o kadar açık bir yeşil ki korktum ilk anda. Kahve saçları aynı bizimkiler gibiyken, gözleri en büyük aksesuarıydı. Bir an sanki babamı görür gibi oldum onda.
Bana doğru bir adım attı ve korkuyla geriye doğru gittim. “Ben senin ablan değilim.” Nefes nefese sanki koşmuş gibiyim. Göğüsüm hızla inip kalkıyor. “Bul onu kızım. Kardeşin sana emanet.” Annemin arkamdan gelen sesiyle hışımla döndüm.
“Ne kardeşi. Abim var benim sadece.” İkisi arasında kaldım. Sanki durduğum yer bana kutuplar gibi soğuk geldi. “Benim kardeşim yok.”
“Abla, bul beni ne olursun.” Yalvarmamalıydı. Bana bunu yapmaya hakları yoktu.
Ben bu kadar güçlü bir insan değilim. Ben artık kaldıramıyorum. İkisi arasında kalmış tek bir adım bile atamıyorum, göğüsüm ağrıyor. Kalbim göğüs kafesimden çıkmak istiyor. Anneme döndüm ve beni ne hale getirdiğini görmesi için baktım. “Hiç mi yazık değil bana anne.” Beni duydu mu duymadı mı bilmiyorum ama git gide uzaklaştı en sonunda yüzündeki hüzün dolu gülümseme ile kayboldu. Bir anda diğer tarafa döndüğüm de bu sefer çocuk da benden çok uzağa gitmişti. “Bul beni abla. Ben sizsiz dayanamıyorum.” Kalbim acıyor. Onun açık yeşil irisleri bana acı dolu bakıyor. Bir anda oda kayboldu. Çiçek bahçesi karanlığa mahkum kaldı. “Yapmayın, kalbim acıyor benim. Çok acıyor, neden yapıyorsunuz.”
“Bebeğim uyan. Kabus görüyorsun.” Gözlerimi açtığım da bir anda yattığım yerden kalktım. Ne olduğunu anlamak için etrafa baktığım da anladım. Kabus görmüştüm yine ve yine. Alparslan yattığım koltuğun hemen yanına oturmuş ve büyük bir endişeyle bana bakıyor. Bense ayakta ona üstün üstün bakıyorum, gülümsemeye çalıştım sorun yok der gibi ama bunda da başarısız oldum. “İlaçlarını hemen getiriyorum.” Bir anda kalktı ve ben ne dediğini anlamadan mutfağa geçti.
Bir bardak su ve ilaç poşetiyle tekrar geldi. Bir robot gibi sadece hareketlerini izliyor tepki veremiyorum. Gördüğüm kabusların etkisinden çıkamıyorum. O yeşil gözleri unutmak mümkün değildi. Kardeşimin gözleri çok çok güzeldi ama bakışları acı doluydu. Onun normal bir çocukluk geçirmesi için allaha yalvarmak istiyorum. Onun normal bir hayatı olması için kendi hayatımı düşünmeden tekrar tekrar yaşardım. Sadece onun da değil eğer ailemin hayatından çıktığım da onların da hayatının normal olacağına inansam bir an bile düşünmez giderim. Ama olmayacaklarını biliyorum, ya da olmasını istemiyor bencillik yapıyorum.
“Güzelim...” Düşüncelerimden sıyrılmamla Alparslan’la gözlerimizin kesişti. “Anlatmak ister misin?” Derin bir nefes aldım, ne yaapcağımı bu işin sonunun nereye gideceğini bir türlü kestiremediğim için korkuyorum. Benim korkum hiç bir zaman kendim için olmamıştı. Her seferinde sevdiklerim için korkmuştum, onlara bir şey olsa yaşayamazdım. Zira Alparslan vurulduğun da bile kalbim dayanamamıştı. Birinin tırnağına zarar gelse dünyayı yakarım ama zarar verenin ben olduğumu düşünmeye çok önceden başlamıştım. Kendimi kendi iç mahkemem de yargılamaktan bir an bile vazgeçmiyorum. Kendimin en büyük düşmanı her konu da ben oluyorum. Aslında biraz rahat olsam ve bu kadar düşünmesem hayatım daha kolay olacağını biliyorum ama bunu yapamam. Bir an düşünmeden hareket ettim ve o gün Alparslan benim yüzümden vuruldu. Kim ne derse desin ben kendimi suçlu görmeyi bırakmadıkça kimse beni bunun tersine ikna edemezdi ve ben kendimi suçlamayı bir an bile son veremiyorum.
“Çiçek dolu bir bahçe düşün. Renk renk çiçeklerle dolu bir bahçe ve bu bahçenin bir ucunda annem diğer ucunda altı yaşında bir erkek çocuğu. Saçları kıvır kıvır, açık yeşil seni içine çeken gözleri.... Sanki bana doğru geliyordu ama bir türlü yanıma gelemeden durmak zorunda kaldı. Abla diye bağırıyor ama ben üstüme bile alınmadım. Ben kimsenin ablası olmadım ki, nasıl abla olunur bilmem ki. Annem, onu korumamı ve onun bana emanet ettiğini söyledi. Onu neden bana emanet etti? Neden ebeveynler bu kadar bencil? Ben artık anlamıyorum. O çocuğun gözlerinde acı gördüm, beni bul diyordu Alp, ben nasıl bulacağım onu. Ben bulsam bile ya beni istemezse? Ne yapacağımı bilmiyorum, nasıl bir yol izleyeceğimi bilmiyorum. Iki günü bize ayırayım dedim ama sanki ben rahat nefes almaya çalıştıkça benim nefesimi kesmek istiyorlar. Senin şuan bu yaran bile benim suçum.” Elimi yarasının üstüne koydum ve görmese dokunduğumu anlamayacak kadar hafif şekilde okşadım. Dudaklarını araladı ama bir şey demesine izin vermedim. “Sen ne kadar inkar etsen de benim yüzünden olmadığına inanmayacağım. Ne kadar sussanız ve yokmuş gibi davransak da ben unutmayacağım. Ne kadar hatırlamak istesem de hatırlamayacağım. Siz ne kadar konuşsanız da benim mahkemem de ben her zaman mahkumum ve infaz edilmeden kendi sonumu kendim yazmadan kimseye inanmayacağım.” Bedeni bir yay gibi gerilmişti dediklerimle. Sinirlenmişti, ilk defa bana bu kadar kızgın bakıyor bile olabilirdi ama bunları anlat diyen kendisiydi. Bu kadarına bile katlanamıyorsa asıl düşündüğüm şeyleri anlatsam ne yapacaktı. “Kalbim acıyor, konuşmayalım daha fazla lütfen. Ilaçlarımı alabilir miyim.” Eğer konuşursak konu çok uzar ve istemediğimiz yerler doğru evrilirdi. Eğer konuşursam kırılır, kırardım. Eğer susmazsam bu ara bize haram olurdu. Bakışları değişti, derin bir nefes aldı ve bir şey demeden bana bakmaya devam etti. Neden konuşmak istemediğimi anladı ve hiç bir şey demeden bana ilaçlarımı verdi, sessizlik içinde içtim. Biraz daha ikimiz de sustuk, bu sırada nerede olduğumu anlamak için etrafıma bakmayı yeni akıl ettim. Bungalov tarzı bir yere gelmiştik. Ev küçük ama tatlı, sıradan bir Bungavol evlerinden.
“Neredeyiz?” Merakla başım Alparslan çevirdim ama o sesimi duyunca irkildi ve sadece yüzüme baktı. “İyi misin sevgilim?” Kaşlarım ister istemez çatılmış merakla yüzüne baktım.
“İyiyim. Antalya’ya geldik, sen anlama diye beş saat dedim.”
“ALPARSLAN.” Şaşırmıştım, “Ben daha ıssız ormana gideriz diye düşünmüştüm.” heyecanla olduğum yerden kalktım ve merakla evden dışarı çıktım. Teras tamamen denize bakıyor, önüm denizken arkam ise koca bir dağa bakıyor. Hala rüyadayım sanki. Çevrede bizden başka kimse var mı bilmiyorum, ev uzun duvarlar arasına saklanmıştı adeta. “Burası harika.” Kulağıma kuş sesleri, arkamda sevdiğim adam cennet gibi bir yerdeyim. “Eğer bu bir rüyaysa sakın beni uyandırmayın.” arkamdaki beden yaslandım, bir an bile düşünmeden kolları arasında aldı. Saçlarıma konan öpücüklerle gülümsedim.
“Bu bir rüya değil. Ben seni gerçekten hak ettiğin şekilde yaşatmak için sayısız kurşunun önüne yine atlarım. Bir an bile bunu düşünmem, sen ne kadar kendini suçlu ilan etsen de bu hikayenin en masumlarından birisi de sensin. Bu hikayede yanan birisi de sensin. Benim, abin, kardeşin, ailemiz. Kimseyi suçlayamam kimse de seni suçlayamaz ama sen kendini suçlamak dan bir an bile geri kalmıyorsun. Işte bunu bilmek farklı senden duymak ise çok farklıymış. Benim bu atan kalbim senin varlığın için yaşama devam ediyorken senden bunları duyunca durmak istedi. Ben seni, bizi yaşatmaya çalışıyorken senin kendini idam etmen benim nefesimi kesiyor. Bunu bana yapma. Bunu kendine yapma. Bunu bize yapma. Bu hikayede suçlu çok kişi olabilir ama bunlar arasında biz yokuz. Senin kalbin benim yokluğum da durmak istedi demi? Peki ya o kurşun sana gelseydi ve sen...” Aldığı derin nefes benim bile soluğumun kesilmesine sebep oldu. “Sana gelseydi sence benim kalbim hala atıyor olabilir miydi? Benim mahkemem de sen bu dünyaya düşmüş bir meleksin ve ben o meleğe sahip olduğum için şükürler sunan bir kulum.”
Dudaklarıma kilit vurmuştu adete. Ne diyeceğimi bilemedim, kalbim acıdan değil onun aşkından göğüs kafesimde çırpınıyordu. Bunu ondan duymaya o kadar ihtiyacım varmış ki şu dakika farkına vardım. Beni onun sözleri, hareketlerinden, aşkından başka kimse rahatlatamaz. Sevdiğim lacivertlere döndüm ve sonsuz bir sevgi seli ile karşılaştım. Gözleri dolu dolu sevgiyle bakıyor bana, bir an bile düşünmeden öptüm. Bende olsam onun yerinde bir an bile düşünmez kurşunların önüne atlardım. Beklemediği öpücük ile algıları kendine gelmiş gibi titredi ve kontrolü o devraldı. Uzun ama tadına vara vara öptüm onu. Her saniyesi için tekrar tekrar yapmak istedim. Ikimiz de nefes nefese ayrıldığımız da gülümsüyorduk. Salak gibi ya da iki aşık gibi şaşkın şaşkın gülüyoruz. Sanki liseli aşıklar bir birini ilk defa öpmüş gibi amansız bir heyecan var içimde.
“Seni çok seviyorum Alp.” Boynuna sıkı sıkı sarıldım. Bırakmak istemez gibi, kollarımın arasından kaçmasını engellemek ister gibi.
“Seni çok seviyorum Mih.”
Bir zamanlar geleceğimle ilgili ne zaman hayal kursam kendimi tek başıma düşünürdüm. Bundan yıllar önce birisi bana eğer böyle bir aşk yaşayacağımı söyleseydi ona inanmaz ve dalga geçerdim. Şimdiyse şu an için binlerce şükür ediyorum. Onun bana gelmesine sebep olan herkese ama en çok onun varlığı için şükür ediyorum. Kendimi dipte, karanlıkta hissettiğim her an bana elini uzatıyor. Ona ne kadar yapamayacağını söylesem de aslında yapacağını adım kadar iyi biliyorum.
Bize yemek hazırlamak için mutfağı girmişti ve bense ona yardım etmek yerine oturmuş kahvemi içerek onu izliyorum. Şuan bana dünya da sunulan cenneti yaşıyorum. Sessizlik içinde bizim için bir şeyler hazırlamasını izliyorum. Yüzündeki o huzurlu ifadeyi, hareketlerinin senkronize şeklide ilerleyişi sanki dünyanın en önemli işini yapıyor gibi odaklanması ona daha fazla bağlanmama, sevgi dolu hissetmeme ve bu sevginin içimden taşacak olmasına sebep olduğunu bilmiyor. Tabi ona olan bu tutkumun içinde bir de üst bedenini gözler önünde olması da var. Bir sanatçı tarafından yapıldığına inandığım bedeni tapılası güzellik de duruyor.
YEMEĞE GEREK YOK. ONU YİYELİM.
“Çürüttün resmen.” Mutfak da çıkan tek kaşık, bıçak sesleriyken onun sesi ile irkilerek kendime geldim. Daldığım rüyadan adete uyanır gibi sirkelendim.
“Neyi çürütüm?” Anlamsız bakışlarımla dediğini anlamak için masaya baktım acaba bilmeden bir şeye mi zarar verdim diye ama hiç bir şey yoktu.
“Beni gözlerinle yedin. Bedenimi gözlerinle çürüttün, oturduğun yerde benden kırk çocuk yaptın. Bide şaşkın şaşkın sağa sola bakıyorsun, önünde baş yapıt gibi duruyorum.” AH! Hiç şaşmaz, Alparslan ve egosu.
“Hahahaha... Çok komiksin! Orta yerimden çatladım.” Yüzümde yapay duran gülümsemeye baktı.
“Komik olduğum bir gerçek. Ama sizin mizahınız çok kötü, benim zekama eş değer olmadığınız için anlamıyorsunuz. Şuan bunu tartışmayacağım. Kalk ve masayı hazırla sevgilim.” Buyurgan tavrına ters ters baktım ama yine de kalktım ve bizim için masayı hazırladım.
“En sonunda gidip IQ ölçtüreceğim ve göreceğiz ne kadar zeki olduğunu.” Söylene söylene yanında durup ve bardakları aldım.
“Bunu yapmamıza gerek yok ki. Ben zaten yaptım, ortalamanın çok üstünde bir zekaya sahip sevgilin var.” Göğsünü kabarta kabarta dediklerine göz devirdim.
“Allah aşkına ben de yaptım ve 120 çıktım. Kaç çıkmış olabilirsin ki? 130 falan? Ya da şey 70?” Bana şaşırmış ve teessüf eder gibi baktı.
“145.”
“Aynen bende yedim sal...” Bir anda kahkam kesildi ve bana kollarını göğsünde bağlayarak gayet ciddi ve üsten üsten bakmaya başladı.
“Şaka yapmıyor musun?”
“Hayır. Bizzat ölçtüler ve 145 olduğuna adım kadar eminim. Hatta daha fazla üstüme gelmesinler diye sorulara yanlış cevap vermiştim.” Kendinden çok emindi ve yalan söylemediğini anlayacak kadar onu tanıyorum. Bir anda her hareketi aklımın içinden geçmeye başladı.
“Sen dahi misin? Oha! Yok artık. Dahi kocam var! Yüce mevlamdan daha ne isteyebilirim ki.” Övmem, şaşırmam hoşuna gitmişti ki yüzündeki sırıtması büyüdü.
“Yat kalk şükür et benim varlığım için. Herkese Dahi sevgili nasip olmaz.” Gel beni bir güzel döv diyor bence. “Tamam bakma bana katil civciv gibi. Hayır ciddi de olamıyorum ki surata bak. Susuyorum ve biz sadece yemek yiyoruz.” Ellerini teslim olur gibi kaldırdı ve yemekleri bölmek için ocağın başına geçti. Bende arkasından güldüm. Cidden aklım almıyor bu adamın egosunu. Gerçi ben dahi olsam kafama yazdırır gezerdim. Her yere yazardım, çevremde herkes bilirdi. Ulan insan sevgilisinin dahi olduğunu da sonradan mı öğrenir ya! Yemekleri bölmesiyle sessizce oturdum ve yemeğimin keyfini çıkararak yemeye başladım. Ben ne kadar keyifle yemek istesem de Alparslan benimle uğraşmaktan geri kalmıyordu. Siz siz olun sakin dahi sevgili yapmayın çok zor.
“Kes sesini de yemek yiyelim.” Sonunda patlama noktama gelmişti.
“Ne kadar kaba bir insan oldun. Sana bir soru sordum sadece.” Bana üsten ve burun kıvırarak bakmamalı.
“Bir soru mu? Sofraya oturduğumuz on beş dakikadan belli susmuyorsun Alp. Ben neden seni hamam böceği olduğun da sevmek zorundayım? Ya da zeytin olsan diğer zeytinler arasında seni neden bulmaya çalışayım? Mantıklı sorular sormuyorsun.” Sabahtan belli bana kırktan fazla bu tarz soru sormuştu ve artık katlanmama imkan kalmamıştı.
“Tamam son bir soru?” Bana küçük bir erkek çocuğu gibi bakarak her istediğini yaptıra bilirdi.
“Tek soru? Ve mantıklı bir soru?” Kaşımı kaldırdım ve büyük bir ciddiyet ile baktım.
“ Evet tek soru ve mantıklı ama şuan sormak istemiyorum. Bu hakkımı sonraya saklamak istiyorum.” Yeter ki sussun diye her şeyi kabul edebilirim.
“Tamam. Kabul ediyorum sus yeter.” konuşmam bitmesi ile tavuk pilavımı rahat rahat yemeye devam ettim. Bir süre ben dışım da ses yapan olmadığı için başımı kaldırdım baktım. Bana dikkatle bakıyordu ve gülmemek için dudaklarını içe bükmüştü. Kendimi tutamadım ve şuanın saçma ama bir o kadar da özel olmasına güldüm. Oda aynı saniye bana katılmıştı.
Saatlerce oturduk ve sohbet ettik, o kadar boş konular üzerine konuştuk, fikir ayrılıklarımız oldu. Ben bir ara tiktok hakkında ona gereksiz bissürü bilgi verdim ve her defasın da sessizce ilgili şekilde dinledi. Saatler boyunca tek yaptığımız çay ve ya kahve içip havadan sudan konuşmak oldu. Bu bize o kadar iyi geldi ki bir an sanki gerçekten tüm sorunlarımızdan arınmış onunla kendi yuvamızda gibi hissettim.
“Çayları koy geliyorum.” Alparslan’ın merdivenlerden çıkarken bağırmasıyla dediğini yapmak için kalktım. Mutfak da ikimze de çay koydum. Ben tekrar yerime oturduğum da Alparslan da elinde Lego’lar ile geldi. Şaşkınlıkla bir ona bir de elindeki oyuncağa baktım.
“Ne yapacağız?” Merakla bakmaya çalıştım legolara ama göremedim.
“Bunlar bize özel, bir arkadaşımdan özel olarak istedim. Figürü yapınca anlayacaksın ne olduğunu.” İşte şimdi daha çok merak etmiştim.
“Bizim minyatürümüzü mü yaptırdın?” Sanki tüm sırrı bozmuşum gibi yüzünü astı.
“Off... Evet ama bu kadar kolay bilmemeliydin.” Asık suratına inat sırıttım. Bu kadar düşünceli olması karnımda kurbağların coşmasına sebep oldu. Kendi liseli öğrenciler gibi hissettim, hani ilk aşkınız vardır ve ondan gelen ilk hediye aldığınız da hissettiğiniz gibi. Kendimi anlata bildim mi bilmiyorum ama aşırı duygusal, mutlu ve heyecanlı hissettim.
“Hadi hadi hemen yapalım.” Heyecanla orta sehpanın üstüne koyduğu paketi açtım. Yere bağadaç kurarak yayıldım. Hemen yanıma geldi. Şuan üstümde siyah düz pijamalarım vardı, aynı şekilde onun da üstünde lacivert düz pijamaları vardı. Resmen iki çocuk gibi oturduk ve heyecanla lego yapmaya başladık, ben itina ile Alparslan’ı yapacaktım o ise beni.
“Peki, havuz nu deniz mi?” Yine alparslan’ın mükemmel soruları ortama girmişti.
“Havuz.”
“Iyy... Pis ama onlar. Nasıl havuz dersin?” Beyefendi bir de cevap beğenmiyor. Yavaş yavaş alparslan’ın ayaklarını tamamlıyorum bu sırada.
“Ne pisi ya! Gayet temiz oluyorlar.”
“He sen öyle san. Beni anakonda olsam sever miydin?”
“Akrabalarımdan sevdiklerim var seni de severdim.” Ufak kelime oyunuma gözlerini devirdi. Bu sırada onun legosuna yanı bana baktım. Baya bacaklarımı yapmış gövdeme gelmişti.
“Hahahaha... Ne kadar komik günündesin. Peki, erkek dolu bir odada beni bulabilir misin?” Ona şaşkın şaşkın baktım.
“Ben seni unutup yıllar sonra yine aşık olmuş bir kadınım sence bulamaz mıyım? Değil erkek dolu bir odada dünyada kayıp olsan yine bulurum.” Gayet romantik bir cevap verdiğimi düşünüyorum, bunun için bana aşk dolu bakması gerekiyordu ama aksine düz düz bakmakla yetindi. Bu adama ne oluyordu bu gün?
“Senin erkek dolu odada ne işin var? Cevap hoşuma gittiği için susuyorum.” Göz devirerek işine devam etti. Ne kadar suratsız dursa da şuan beş yaşında bir oğlan çocuğuna benziyor ve benim onu alıp içime sokasım var. Tüm dengemi alt üst ediyor, beni yerle yeksan ediyor, çıkmaz karanlık bir sokak dan beni çıkarmaya çalışıyor, bana ışık olmak için varını yoğunu ortaya koyuyor ve bunların hiç birini yapmasa bile ona olan sevgimi sözlere anlatamam.
Ben durmuş onu izlerken, o sırada elindeki figürü bitirdi ve beni tamamladı. Her zaman olduğu gibi bana ışıl ışıl gözlerle bakıyor, hayır yanında gerçeği var ama oyuncağına bakıyor. Figür bile olsam onu gülümsetiyor ve içine işliyorum.
“Bakayım nasıl olmuş yüzüm.” Merakla elindeki legoya bakmaya çalışıyorum ama bir türlü yüzümü göstermemişti. Manyak herif, sinirle benden saklamaya çalışmasına izin vermeden elinden aldım. “ALPPP...” Çığlığımla yüzünü buruşturdu ama erimiştim adete. Legoyu şuanki halim sanıyordum ama küçüklük halimdi. Resmen altı yaşında mihribana ne kadar benzete bilirlerde o kadar benziyordu. Kendi kendimi elimde tutmak bir yana Alparslan bunu yaptığı için ekstra duygusal olduğum için göz yaşlarım çoktan akmaya başlamıştı.
“Seni çok seviyorum.” Kollarımı sımsıkı boynuna doladım.
“Asıl ben çok seviyorum güzeller güzeli bebeğim. Ağlamaya son verde beni de tamamlayalım.” Dediğini yapmak için kolları arasından çıkmaya çalıştım ama sımsıkı sarılması izin vermiyor. Hem ayranım dökülmesin hemde ocağım kirlenmesin istiyordu resmen.
ATASÖZLERİ VE DEYİMLER BİZE GÖRE DEĞİL.
Biraz öpüşüp koklaştıktan sonra onu yeterince sevdiğime emin olunca geri çekildim ve yardımlarıyla onu minyatür halini tamamladım. Tamamladım ama bu Alparslan çok tatlı.
“Ay tipe bak, çocuğumuz olursa sana benzemesin.” Yüzümü buruşturup dediğime inanmadığını belli eden şekilde göz devirdi.
“Ya hehe! Bana benzesin diye her gece dua ediyorsun, kimi kandırmaya çalışıyorsun sen.” Doğru söze sadece “Sen öyle san.” Diyerek cevap vermeyi denedim ama kimi neye inandırmaya çalışıyordum ki.
Fazladan lego parçası kalmıştı. Talimatlarda bunlar nasıl yapacağım yazmıyordu. Anlamsız şekilde nereye yerleştirmem gerektiğine bakıyorum, “Alp bunlar fazla sanırım.” masada duran fazlaları gösterdim.
“Ver bakalım bana.” masadaki legoları aldı ve bana nereye koyacağımı sabırla gösterdi. Ortaya bir çiçek çıkmıştı, ilk parça da elinde kırımızı gülleri sol eline yerleştirdi. Ben onu süs sanmıştım fazladan ama romantik sevgilim elinde güller ile minyatür halini yaptırmıştı. Hoşuma gitmişti hemde baya hoşuma gitmişti.
“Ama bak sağ eline de bir şey eksik.” Diyerek sağ elini gösterdim oraya da bir parça olması gerekiyordu ama yoktu. Tüm parçalarla kırmızı gülleri yapmıştık. “Acaba yere mi düştü?” Yerimden kalktım ve olduğum yere bakmak için eğilecektim ki, “Hayır bak burada.” Alparslan da kalkmış ve karşımda duruyor. Eksik parça onun cebinden çıkmıştı. Ne olduğunu anlamak için bakmak istedim. Parçayı avuç içime bıraktı. Bir anda nefesim kesildi, ne olduğunu anlamak için iki defa tekrar tekrar bakmak zorunda kaldım. Bu parça beni çok duygulandırdı.
Alparslan bizim minyatürümü yaptırırken kendini ellerine çiçek ve bir yüzük kutusu eklemişti. Şuan resmen bana evlilik teklifi eden minyatür bir Alparslan vardı. Bu halimizle de değil altı yaşındaki Mihriban ve altı yaşındaki Alparslan’ın minyatürünü yaptırmıştı. Küçük Alparslan elinde kırmızı güller ve yüzük kutusu ile bana bakıyordu. Bende şaşkın, donmuş, heyecanlı, duygusal yanı her duygusu karışmış şekilde ona bakıyordum.
“Biliyorum erken olduğunu düşüne bilirsin. Ya da onca sorunun arasında neden diye bilirsin ama ben artık daha fazla bize geç kalmak istemiyorum. Aslında daha farklı bir planım vardı ama ölümle son kez yüzleştiğim de artık bunların bir önemi olmadığını anladım. Ne yaparsam, nasıl yaparsam sana layık olamaz. Bunu bize özel bir an olarak kalmasını istediğim için kimse yok. Biz seninle altı yaşında oyun arkadaşıydık. Bir anda geldin hayatıma dahil oldun. Resmen kucağıma bir melek olarak düştün ve ben kendime, o meleğin ömrüm yettiğince yanında olacağıma söz verdim. Gözlerini ilk açtığında benim oyun arkadaşım oldun şimdi de senden karım olmanı istiyorum. Sana olan sonsuz sevgime, sabrıma, aşkıma, tutkuma bizden olanlar ile devam etmek istiyorum. Seni ucu bucağı olmayan bir sevgiyle seviyorum. Bunu dile dökmekte ne kadar becerikliyim bilemem ama senin olmak, seninle olmak ve benim olmanı istiyorum. Benimle sonsuzluğa evet der misin? Benimle evlenir misin Mihriban?” Dizlerinin üstündeydi.
Alparslan Demir, hiç kimsenin önünde diz çökmez ve boyun eğmezdi ama şuan benim karşımda dizlerinin üstünde duruyor. Bana meftun olduğum lacivertleriyle bakıyor. Dizlerim titriyor ve kelimeler bir türlü cümle kurmamda bana yardımcı olmuyor. Beklemiyordum, buraya gelirken bu teklif aklımın ucundan bile geçmemişti. Hatta belki de benden ayrılmak için son kez beraber vakit geçiriyoruz diye düşünmüştüm. Kendimi suçluyorum, kendimi karanlığa mahkum ediyorum. O ise benimle hayatını birleştirmek istiyor. Ne düşüncelerle gelmiştim ama Alparslan yine beni yanıltmıştı. Elimdeki küçük Alparslan figürü yere düştü. O an beynimde şimşekler çaktı ve başımı evet anlamında salladım. Dudaklarıma kelepçeler vurulmuş gibiydi. Konuşamıyor, hareket edemiyor ve nefesimi tutuyordum.
LAN KABUL ET ÖP, SEVİŞ ÖYLE ÖLELİM!
“Sesli duymam gerekiyor güzeller güzeli bebeğim.” Heyecanla hala benim yanıtımı bekliyor ama kendimi toparlayıp iki cümleyi bir kelime edemiyorum.
AZICIK OLAN BEYNİ YANDI.
“Evet.” Fısıltımı duymuştu. Ben bile kendimi zor duymuştum ama o yine sesimi duymuştu. “EVETTT...” Bir anda irkilir gibi kendime geldim ve ayağa kalkması için kollarından tuttum. Bana yardımcı oldu ve kalktı. “Sonsuza kadar biz, sen, ben ve bizim bebeklerimiz.” Bir mühür gibi sözlerimi onun dudaklarını öperek sonlandırdım.
Dolgun dudakları bir kaç saniye ne olduğunu anlamadı daha sonra o kontrole hakim oldu ve tutkulu öpüşme son buldu. Nefes nefese kalmıştım ama sebebi öpücük değildi. O, Alparslan Demir. Benim kalbimi heyecandan yerinden çıkaracak, elimin ayağımın karışmasına sebep olacak ve heyecandan nefes nefese kalmamı sağlayan adam oydu.
Parmağımı ona uzattığım da hiç bir şey demedi ama bir bakışı çok kelime anlattı. Konuşmadan seni seviyorum demişti, bir bakış, dokunuş yeterdi ona anlamama. Yüzük elime tam olmuştu, yuvarlak kesim tektaş çok naif ve şık durmuştu parmaklarımda. Hiç bir şey planlı değildi, üstümde siyah pijamalarım, ayağımda kırmızı çoraplar ve ojesiz ellerim. Aslında her şey planlı olsa bu kadar mutlu etmezdi beni. Iyi ki böyle yapmıştı.
“Seni çok seviyorum.” Dudaklarım arasından uzun dakikalar sonra çıkan ikinci cümle bu olmuştu.
“İnan benim kadar olamaz.” Ona sadece gülümsedim. Bu gülümseme sen öyle san gülümsemesiydi. Parmak uçlarıma basarak boynuna sıkı sıkı sarıldım. Boynuna başımı koyduğum da çok sevdiğim kokusunu derin derin soludum. Dudaklarım boynun da bana ait izler bırakmak için can attı ve bende uydum.
Bedenim daha fazlası için yanarken, boynuna bıraktığı izlerle tatmin olmadığı için ellerimi tişörtün uçlarından tutarak bir anda başından çıkardım. Benden beklemediği atak sayesinde şaşırdı ama kısa sürdü. Hemen beni kucağına aldığında dudaklarımı kendine ait kılması aynı saniyeler içinde olmuştu. Ben onunla soluksuz öpüşürken bizi yatak odamıza getirmişti. Bir anda kendimi altında buldum ama bir an olsun dudaklarımı çekmedim. Nefes almama bile şuan için izni yoktu. Yanıyordu, yakıyordum ama yaktığım kadar da yanıyorum. Sırılsıklam olmuştum. Alparslan’ın geri çekilmesiyle durduk. Elleri bir anda pijamamı çıkardı ve artık karşısında tamamen çıplaktım. Evde olacağımızı düşündüğüm için sütyen takmamıştım. Kendi pijamasını da çıkardığın da sadece boxer ile kaldı. Ikimizde uslanmaz bir özlemle birbirimizi tüketiyoruz. Bunu dokunuşu, bakışla belli ediyoruz. “Seni istiyorum.” Bu akşam çok net cümleler kuruyorum. Şehvet ortamdaki tüm duygulardan daha ağır basıyor. Bu dediğimle onda ipler koptu. Dudakları önce göğüs uçlarımı emdi, onlara oldukça sert davranıyor ama bu bedenimdeki hazzı daha da körüklüyor. Dudaklarıyla kendine bir yol çizerek vajinama geldi. Bir an ne yapacağını anlamadım ama daha sonra iç çamaşırım çıktı ve bir anda dudaklarının yeni hedefini anladım. Beni yerle yeksan ediyor etmekle kalmıyor adete gökyüzün de hissettiriyordu. “Ah... Siktir.” dudaklarım arasından çıkan inlemeler ona daha fazla kuvvet veriyor. Dilini daha derinlerde hissetmeye başladığım da başım döndü. Ellerim saçlarına dalmış ve daha fazlasını istermiş gibi baskılıyor. Her defasında daha fazlasını alıyorum. Bu çok değişik bir duygu, sanki gökyüzün de süzülüyorum. “Alparslan...” Dili daha da derinlerime indikçe kendimden geçiyorum, çığlığım onu daha da körüklüyor. Bir anda geri çekilmesiyle neye uğradığımı şaşırdım. Zevke ulaşmama o kadar az kalmışken bir anda çekilmesiyle kendimi yere çakılmış gibi hissettim. Kızarmış dudakları, benim zevk sularım ile ıslanmıştı. Bacaklarım arasından bana bakarken benim ne hissettiğimi düşünmesi lazımdı. Daha çok onu içimde en derinlerimde istiyorum.
“Bu gece dudaklarından sayısız kez adımı duyacağım.” Karizmatik ses tonuyla tüylerim diken diken oldu. Bir anda tekrardan onu dudaklarımın üstünde hissetim. Hareketleri hızlı ve sabırsızdı. Dudaklarım ona karşılık vermeye çalışırken ellerim rahat durmuyor iç çamaşırını çıkarıyorum. Çıkardığım boxer ile artık ikimiz de tamamen çıplaktık. Ellerim büyük penisini kavramaya çalıştı ama bu çaba boşunaydı. O kadar büyümüştü ki bir anda korktum ama sadece saniyeler sürdü korkum. Dudaklarım arasından çekilen diliyle mızmızlandım. Kendini geri çekti ve üstün üstten bana baktı.
“Bu gece o daracık amcığını sikeceğim. Dudaklarından sadece benim adım duyulacak ve sabaha kadar durmayacağım.” Sözlerini sindirememiştim ki bir anda kendini içime itti.
“Ah... Ananı...” dudaklarımı dişledim. Hareket etmesi, içimde onun olduğunu bilmek beni bambaşka boyutlara götürüyordu. “Eğer sabah kadar durursan bu sefer kelepçeyle sınırlı kalmam.” Ufak tehditime güldük ama bu o kadar pis bir gülümseydi ki, ona daha çok çekilmek istedim. Ikimizin de yüzünde şehvetin, tutkunun, doyumsuzluğun oluşturduğu ifade varken, onunu içimde derinlerde hissetmek akıl işi değil.
“Altımda adımla inlerken, bence beni tehdit etme. Senin için diyorum...” Bir anda içimden çıktı ve yüzüm buruşturdum. Hissettiğim boşluğu sevmedim. Hiç beklemediğim anda tekrar sert ve acımasızca doldurdu. Yatak da acımasız, sert, kaba bir adam olmasına ayrı bir düşüyorum. Bu adam benim. Bu adam benim kocam. Bu adam benim sonum ve bu adam benim sonsuzum olacak.
“Sus ve sadece ikimizi de rahatlat.” Arsız yanıma sadece gülümsedi. Dudaklarım bu gece sayısız kez olduğu gibi yine onun dudakları arasında yerini aldı. Bu geceyi ikimizde unutmayacaktık.
BÖLÜM SONU
BAYA ALEV ALEV BİR BÖLÜMDÜ SANKİİİİ!!!
BÖLÜM YAYİNLANMA TARİHİ; 28.11.2025
Bölüm nasıl buldunuz?
En sevdiğiniz sahne hangisi oldu?
HER ŞEYİ SOSYAL MEDYA HESAPLARIM DA PAYLAŞIYORUM.
LÜTFEN BOL BOL YORUM YAPIN🚨
Instagram kitap hesabımız; SudenzBalikci6
İNS
T:sudenazbalikcii
TİKTOK:sudenazbalikci
ARADA SPOİ PAYLAŞIYORUM WHATSAPP KABAL' IM DA HABERDAR OLMANIZ İÇİN TAKİPTE KALIN.
GÖRÜŞÜRÜZ SEVGİYLE KALIN.❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 41.5k Okunma |
2.53k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |