@suheda2461
|
Okyanusun dibinde sürükleniyordum, nefes alamıyordum. Daha ne kadar dayanabilirdim bilmiyorum.
"YUSUF!!!" diye bağırıyordum. Ama nafileydi çünkü daha çok nefesim tükeniyordu.
Birden bire elimden tutan biriyle tekrar nefes aldığımı anladım ve gözlerimi açtım.
Hızlıca Yusuf'a sarıldım. "Ölecektim!" diye bağırdım.
Yusuf nefes nefese, "Elimi neden bırakıyorsun Leyla?" diye bağırdı.
"Unutmuşum," dediğimde beni kendine çekti ve sarıldı. "Ya sana bir şey olsaydı, o zaman ne yapacaktım ben?" dedi sakince.
Sonra yine o kalp atışlarımız duyuldu.
"Canım acıyor Yusuf, kalbim çok ağrıyor sanki, bunun acısı beni öldürecek gibi, canımı yakıyor, ama mutluyum sanki," dedim.
Yusuf, "Mosu! Yani Yosun, şu kolyeyi verir misin?" dedi.
Parlak deniz kabuğu şeklinde garip bir mücevherdi, ışıltılıydı da. Bu kolyeyi Yusuf boynuma takmıştı. Kolyeyi boynuma takarken ona sarılıyordum. Gözleri gözlerime değdi. Allah'ım kafayı yiyorum anlaşılan. Neden bu kadar yakışıklı ki? Başımı eğmiştim. Sonra başımı kaldırdığımda bana o çekik gözleriyle göz kırptı. Utanarak gülümsedim.
"Kızarınca da çok tatlısın," dedi kısık bir sesle.
İçimden, "Yapma be çocuk, şimdi öleceğim," dedim.
Bana, "Şimdi kendinin de kuyruğunun olduğunu hayal et, bir deniz kızı olduğunu düşün," dedi.
Bir ışık kaplıyordu her yanımı. Parlamaya başladım. Bağırdım.
Hayal ettim, ve gözlerimi kapattım. Yusuf elimi bıraktı. Bacaklarımı hareket ettiremediğimi anladım. Gözlerimi açtım.
Yosun'un vermiş olduğu aynadan yüzüme doğru baktım.
Hafif buz mavisine açık su yeşiline çalan bir kuyruğum olmuştu. Üzerimde değişmişti. Tek yarım kol taşlı ve kuyruğumla aynı renk simli bir üst olmuştu. Yüzümde simli simli pullar vardı, saçlarım açık ve hafif dalgalı olmuştu ve onlarda parıltılıydı.
Kendime şaşırmıştım. "Vayy anasını! Ne kadar güzel olmuşum be!" dedim.
Yusuf'a sarılıp, "Çok, çok, çok teşekkür ederim Yusuf," dedim ve gülümsedim. Yine o kalp atışları.
Kuyruğumu kullanmakta biraz zorlanıyordum.
Yusuf, "Akışına bırak Leyla, akışına bırakınca çok iyi yüzeceksin," dedi.
Gerçekten de çok güzel yüzüyordum.
Hayalim gerçek olmuştu.
Belki doğum günüm değildi ama hayatımda aldığım en güzel sürpriz hediye bu olmuştu.
Yusuf elimi tutmuyordu. Elinde bir şişe vardı, onu içince kuyruğu renk değiştirdi.
Yanına gidip, "Neden kuyruğunun rengini değiştiriyorsun?" diye sorduğumda bana
Yusuf, "Varis olduğumu kimse bilmemeli," dedi.
"Neden peki? Yani nereden anlayacaklar ki?" dedim.
Yusuf, "Varislerin kuyruk renkleri normallerden daha farklıdır," dedi ve devam etti.
"Erkek varislerin kuyruk rengi gümüş ve koyu mavisi gibidir, kız varislerin altın rengi ve beyaz gibidir," dedi.
Aklım geçmişe doğru gitti. Görmüş olduğum deniz erkeğinin kuyruk rengi de Yusuf'un kendi kuyruk rengine benziyordu.
"Tüm ülkelerde varislerin kuyruk rengi aynı mı peki?" dedim.
Yosun, "Hayır, farklı," dedi.
Yusuf, birden bire, "Hayır, aynı, yani bilmiyorum çünkü ben aynı diye biliyorum," dedi.
Yusuf'a yaklaşıp elini tutmuştum.
"Artık elimi tutmana gerek yok" dedi.
"Koskoca okyanusu sen benden daha iyi biliyorsun, ben nasıl tek başıma gezeceğim? dedim.
Gülümsedi ve şöyle dedi: "Peki o zaman ilk nereleri görmek istiyorsun?"
Ben Yosun'u çağırdığın, yani aslında bana yasak olan yeri görmek istiyorum. Oradan yukarı doğru yüzelim ve normale kadar dönelim, dedim.
Yusuf gülümsedi ve yine kabarcık oluşturdu. Kabarcığı patlatınca bir daire oluştu. Yosun bizden önce dalgadan içeri girdi.
Yusuf elimi tutarak, "Hazır mısın?" dedi.
Evet anlamında başımı salladım. Ve o dalgadan içeri girdik.
Yine saçlarımda rüzgarı hissetmeye başladım.
Sonunda varmıştık.
Ne kadar değişikti. Aslında Japonya' nın su altındaki versiyonuydu burası. Garip AVM' leri bile vardı. Çok değişikti. Kelebekler bile vardı. Rengarenk ışıkları olan sevimli balıklar, renk renk yunus balıkları...
"Yaaa burası çok güzel," dedim Yusuf'a.
Her yer kiraz ağaçlarıyla doluydu.
Yusuf anlatmaya başladı. "Kiraz çiçeği yani sakura' nın bizdeki önemi çok fazladır. Yani Japonlar için büyük bir önem taşır."
"Anlatır mısın?" diye sordum.
Yusuf anlatmaya başladı. "Sakura çiçekleri bizde kültürümüzde çok değerlidir. Şenlik çiçekleri olarak kullanılır, mutluluğun ve üzüntünün simgesidir. Sakura çiçekleri çok erken çiçek açarlar ve çiçeklerin taç yapraklarının dökülmesi kısa sürer. Baharın müjdecisidir. Kısa bir zaman sonra döküldüğü için bizde ölüm ve yaşamı da simgeler. Belki duymuşsundur, Japon askerleri savaşa giderken yanında bu çiçekten bulundurur ki ölüm ve yaşamı unutmamak, hatırlamak için..." dedi.
"Çok ilginç, yani sakura çiçeklerinin çok anlamlı bir manası var," dedim.
Fanus camlarla çevrili bir yer vardı. Genel olarak sakura çiçekleri oralardaydı.
"Peki onlar ne işe yarıyor Yusuf?" dedim
Yusuf, "Onlar oksijen solunumu yapan balıklar için, örneğin yunus balıkları gibi," dedi.
"Peki madem oksijene ihtiyaçları var, o zaman niye okyanusun en dibinde yaşıyorlar?"
Yusuf, "Okyanusun üst tarafı onlara göre değildir, Okyanusun üst tarafında olan yunus balıkları için de burası uygun değil, yoksa değişik basınçlar nedeniyle yaşamlarına son verirler. Ve zaten isteseler de ne buradaki balıklar oraya gidebilir ne de oradaki balıklar buraya gelebilir," dedi.
"Peki Yosun nasıl geldi?"
"Yosun benim korumam altına girdi ve yeterli miktarda oksijen ihtiyacını aldı. Basınçlarla karşılaşmadan dalga içinden geçerek geldi, bir nevi koruma kalkanı gibi," dedi.
......
Neredeyse yirmi günün her günü Yusuf'la okyanus keşiflerinde geçirmiştim. Ama bacağımın dikişlerinin çıkmasına daha çok vardı. Günlerce annemi toz pembe yalanlarla oyalamıştım. Validem pek istekli bacağıma pansuman yapmakta. Ama ben gelmeden önce Yusuf yaptı, diyor geçiştiriyordum. Ya da "Yeni yaptım anne" gibi...
"Bütün bunlar benim için çok fazla, aklım almıyor bir türlü okyanusun içinde bir dünya olduğunu düşünmek çok çılgınca," dedim.
Yusuf; "Neden olmasın? Sadece yüzde on beşi keşfedilmiş büyük bir okyanustan söz ediyoruz. Eee başka merak ettiğin bir konu var mı?" dedi.
"Elbette var! Peki buradaki deniz insanlarının ibadet ettikleri yerler var mı?" dedim.
"Var tabii ki, onlar da iradeli varlıklardır. Aslında onlar da bir insandır, tek farkı denizde yaşıyor olmalarıdır. Müslüman olanları, Hristiyan olanları ve daha birçok dine mensup olanlar da vardır. Bazen Müslüman olanlar hac, umre ibadeti için karaya çıkarlar" dedi.
"İlginç, gerçekten ilginç. Peki burada camiler, kiliseler, tapınaklar gibi şeyler var mı?" dedim.
Yusuf, "Tabii ki var, bazen karaya çıkarlar ve oralardaki kiliselere giderler, ya da Cuma namazları için ister buradaki camilerde ister karaya çıkarak karadaki camilerde ibadet ederler. Kur'an-ı Kerim, İncil gibi birçok kutsal kitapta bulunur. Dediğim gibi, onlarda insan; burada tek fark suda olmalarıdır," dedi.
"İnanılmaz," dedim.
"Peki normal bir insanın buraya gelmesi yasaksa, neden onların karaya gelmesi yasak değil?"
"Buradakiler düzene sadıktırlar, ancak bir düzen vardır. Karadaki insanların bunu bozmasından korkuyorlar. Onlara kuyrukları var diye hayvan muamelesi yapacaklarını düşünürler. Hepsini geçtim, şu görmüş olduğun güzelim hayvanları canlıları tutsak edeceklerini sanırlar; büyük akvaryum gibi yerlerde sergileyecekler gibi," dedi.
"Haklısın galiba, bizlere yakın olan canlıları bile sergiliyorlar ve biz de onları izlemeye gidiyoruz," dedim.
Kocaman bir yunus balığı görmüştüm. Dev gibiydi, balina büyüklüğünde ve rengi sakız pempesiydi
"Bu canlılar peki nasıl zarar vermiyor? Karada aslan kaplan bunu yapıyor, dedim.
"Sen ona zarar vermedikten sonra neden zarar versin? Aslan burada da var, dedi.
"!Ciddi misin?" diye bağırdım.
"Dediğim gibi, artık şaşırmana gerek yok, Buranın karayla hiçbir farkı yok; tek farkı suda olması," dedi.
"Luna park gibi şeyler var mı, ya da ulaşım yolu, tren, araba gibi şeyler var mı?"
Yusuf; "Hepsi var Leyla, hem de hepsi" dedi.
"Uçak var mı?"
"Uçak yok ama uçak kadar hızlı bir su altı treni var; aynı uçak gibidir," dedi.
"Buradaki evler peki?"
"Karadaki evler gibi," dedi.
"Sebzesi, meyvesi, sütü, onlar nasıl?"
"Hepsi var. Meyve sebze yetiştirmeleri için gerekli toprak, oksijen hepsi var," dedi.
"Toprak mı? Toprak suda çamurlaşmaz mı?" dedim.
Yusuf; " Neden çamurlaşsın? Sen şu an saçlarının ıslandığını mı düşünüyorsun?" dedi.
Şaşkınca ellerimi saçlarıma götürdüm. Kupkuruydu.
"İyi ama bu nasıl olur? Biz, biz suyun içinde değil miyiz?" dedim.
"Okyanusun en dibinde saçların ıslanmaz; aynı karada olduğu gibi kurudur. Sadece yüzde kırk gibi yerlerde ve onun altında ıslanır. Bizim suya girdiğimiz yer gibi" dedi.
"Ben bir keresinde bir Kore dizisi izlemiştim. Orada deniz kızlarının gözyaşları inciye dönüşüyordu ve dokundukları kişilerin isterse hafızalarını silebiliyorlardı. Bu doğru mu?" dedim.
Yusuf; "O dediğin filmlerde ve masallarda olur Leyla, biz gerçek hayattayız. Tabii ki gözyaşlarımız inciye dönüşemez, ve dokunduğumuz kişilerin hafızalarını silemeyiz. Ama bizde bir çiçek var; sakura çiçeğine benziyor. Aralarındaki fark, aynı gül ağaçları gibi yetişiyor. Taç yaprakları parıltılı ve ortasında inci bulunuyor. Bu çiçeği karada yaşayanlara koklatınca hafızaları siliniyor. Acil durumlar için kullanılır," dedi.
"Bu çiçeği kullanan var mı? Yani acil durumlar için?
Yusuf; "Var, yasağı çiğneyen deniz kızları ve erkekleri karadaki insanlar onları görünce kullanıyor, düzen bozulmasın diye," dedi.
"İlginçmiş. Peki bir deniz insanıyla normal bir insanın evlenmesi düzeni bozmuyor mu?" dedim.
Yusuf; "Aslında bozmaz, ama yine de yasak; yani düzen bozulacak korkusu yüzünden yasak," dedi.
"Peki ya annen ve baban nasıl tanıştılar ve nasıl evlenebildiler?" dedim.
Yusuf anlatmaya başladı; "Babamın yolu Japonya'ya düşmüş. Japon denizinde kafasını çarpmış. Annem yasak olmasına rağmen haylazlık peşindeymiş, senin gibi asiymiş işte, suda baygın ve kafası kanlar içinde bir adam batıyormuş, yani babam. Annem babamın nefes almasını sağlamış. Sana kullandığımız serumdan kullanarak babamın yarasını iyileştirmiş. Babam gözlerini açtığında gördükleri karşısında şok olmuş, işte 'Ben nasıl nefes alabiliyorum?' gibi şeyler demiş, annemin kuyruğunu görünce, bayılmış. Annem babamı karaya çıkartmış. Babam gözlerini açtığında babam anneme garip garip sorular sormuş. Tabi annemde anlatmış. Birkaç gün birlikte güzel vakit geçirmişler. Ancak kısa sürmüş çünkü annem babama,babamda anneme aşık olmuş. Bu yüzden annemin okyanusa dönmesi gerekiyordu. Ancak babamın üzülmesini istemiyordu. Bu yüzden babama hafıza silen çiçekten, yani asıl adıyla hafıza gülünden koklatmış ve babamın hafızasını silmiş."
"Babanın hafızasını mı silmiş?" dedim.
Yusuf; "Evet," diyerek devam etti;
"Annem çok acı çekiyormuş, kalbini söküp okyanusa gömmeyi bile düşünmüş. Sonra yasak olduğunu bile bile tekrar karaya çıkarak babamın yanına gelmiş fakat babam Japonya'da değilmiş."
"Eee sonra ne oldu peki?" dedim.
"Sonra Türkiye'ye gitme kararına varmış. Türkiye'de, havalimanında babamla tekrar karşılaşmış. Babamda bu sırada Tokyo'ya gidecekmiş. Annem babama gülümsemiş, babam ilk başta annemi tanımamazlıktan gelmiş. Sonra Tokyo biletini iptal etmiş."
Yusuf'un sözünü keserek; "Peki annen nasıl uçak bileti kesebiliyor, yani kimlik, pasaport vesaire gerekmiyor mu?" dedim.
Yusuf; "Karmaşıklık çıkmasın diye kara kimlikleri de var," dedi.
"Anladım, Yusuf. Neyse, sonra ne oldu peki?"
"Annem sebepsiz yere üzülmeye başlamış, havalimanından çıkmış, bu sırada babamda annemin peşinden giderek annemi yakalamış ve babam demiş ki; 'Hafızamı bin defa silsen seni unutmam mümkün değil, Akemi"
|
0% |