Yeni Üyelik
1.
Bölüm

İlk Durağa Hoşgeldin

@suheda2461

 

 

Otobüste ayakta beklemeyi seven birisiyim, yanımda annem olunca bu durum çok iyi oluyor. Ancak otobüsü kalabalıkta sevmem.

 

 

Keşke erkeklerle kadınların tutunacağı ve duracağı yerler farklı olsa...

 

Çok rahatsız edici bir durum. Evliler ve sevgilisi olanlar çok rahatlar, ne güzel. Bir kadın sevgilisine, belki de eşi olan adama sarılmış, düşmemek için ondan destek alıyor. Adam da karısına, bir kalkan olmuş gibi, onun düşmesini ve rahatsız olmasını engelliyor. Bu aşkın en güzel hali olsa gerek.

 

 

 

 

 

 

 

 

Annem etrafa bakınırken yanımızda duran çocuğu göstermişti;

 

"Çekik gözlü, şimdi yanımızda Ayla olsaydı hemen konuşurdu" dedi. Ben de gülümseyerek olumlu anlamda başımı salladım.

 

 

 

 

 

 

 

 

Ayla, yaramaz kardeşim, on beş yaşında, Uzak Doğu'ya bir hayli meraklı. BTS fanı bir kız kardeşim var. Bazen ikimiz birlikte dinlerdik şarkılarını.

 

 

 

 

 

 

Annem konuşmaya devam ediyordu;

 

 

 

 

"Leyla, sence Koreli mi?"

 

 

 

 

 

 

 

 

Anneme yaklaşarak "Anne, her çekik gözlü Koreli değildir" dedim gülümseyerek.

 

 

 

 

 

 

 

 

Çocuk bizi duymasın diye fısıldaşarak konuşuyorduk. En sonunda annemin konuşmalarını duymasın diye anneme; "Tamam anneciğim, eğer aynı durakta inersek ona nereli olduğunu soracağım" dedim.

 

 

Çok utangaç biriyim, umarım bizimle aynı durakta inmez.

 

 

 

 

 

Çekik gözlü çocukla yan yana duruyorduk. Neden bilmem ama çok terbiyeli birine benziyordu. Ya da bana öyle gelmişti. Çünkü sırf ben rahatsız olmayayım diye neredeyse iki büklüm olmuştu, olabildiğince benden uzak durmaya çalışıyordu. Yakınımızda duran bir beyefendi vardı, adama sinir olmuştum. Otobüs kalabalıkta olsa rahatına diyecek yoktu.

 

 

En sonunda "Beyefendi, rica etsem biraz toparlar mısınız kendinizi? Etrafta bir sürü kadın var, rahatsız oluyorlar, daha doğrusu oluyoruz. Aynı durumu annenizin, kız kardeşinizin ya da bir yakınınızın yaşamasını istemezsiniz, değil mi?" dedim.

 

 

 

 

 

 

 

 

Adam bozulmuşcasına; "Kusura bakmayın, özür dilerim" diyerek yanımızdan uzaklaştı.

 

 

 

 

 

 

 

 

Biraz yakınımızda duran orta yaşlardaki bir bayan bana "Çok iyi dediniz, gerçekten hiç hoş bir durum değil" dedi. Ben de sadece tebessüm ettim.

 

 

 

Sonra ani bir frenle o korku anıyla elimi en yakınımda duran yere yerleştirdim. Ama elimin altında duran o eli fark etmedim. Çünkü biri benden önce davranmış ve oraya ilk o tutunmuştu. Şaşkınca ona doğru dönüp baktım. Bu o, çekik gözlü çocuktu. Şu an birbirimize bakıyorduk. Uzun boylu, geniş omuzlu biriydi. Çok utanmıştım, içimden; "Lütfen yüzüm kızarmasın, lütfen lütfen lütfen" dedim.

 

 

Çekik gözlü çocuğun yanakları pembeleşmişti. "Kusura bakmayın, çok özür dilerim" dedim.

 

 

Çekik gözlü çocuk; "Sorun değil, ben özür dilerim" dedi.

 

 

Camda yansımama baktığımda anlaşılan yüzü pembeleşen tek o değildi. Sonra aklımda soru işareti yandı; "Türkçe biliyor mu? Acaba turist mi, yoksa değil mi?"

 

 

 

 

İneceğimiz yere gelince çocuğun da bizimle aynı durakta indiğini fark ettim. Zaten son duraktı. Şansım yaver gitmedi.

 

 

 

 

 

 

 

 

Derin derin nefes aldım, annemle çekik gözlü çocuğun yanına giderek; "Pardon, bir şey sorabilir miyim?" dedim.

 

 

 

 

 

 

 

 

Çekik gözlü çocuk; "Buyurun" dedi.

 

 

"Şey, benim bir kız kardeşim var, çekik gözlü insanları çok seviyor, biraz hayranlık duyuyor da, acaba nerelisiniz?" dedim.

 

 

 

 

 

 

 

 

Çocuk; "Japon'um. Yani yarı Japon yarı Türk'üm," dedi.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Türkiye'ye gezmek için mi geldiniz?" dedim.

 

 

 

 

 

 

 

Çocuk; "İstanbul'da üniversite son sınıf okuyorum," dedi. Yeterince kızarmıştım zaten, sohbeti fazla uzatmamak için "Allah yardımcınız olsun," dedim.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Amin, Allah razı olsun," dedi.

 

 

 

 

 

 

 

 

Yanından uzaklaşırken annem "Maşallah, çok ahlaklı birine benziyor," dedi.

 

 

Çok şükür, annemin Japon muhabbeti son bulmuştu. Eve gidince Ayla'ya da anlatacaktım bu durumu. Şimdi bir sürü soru soracaktı bana.

 

Akşama kadar bu konuyu açmadım. Ortalık biraz sakinleşince, Ayla'nın odasına gittim. Ayla'nın odası K-pop doluydu resmen. Halı ve perdeleri BTS resimli, yatağı Blackpink nevresimli, gardırobu Park Jimin ve Min Yoongi posterliydi. Çalışma masası daha adını bilmediğim K-pop gruplarıyla doluydu. Ve anime düşkünüydü. Bütün K-pop gruplarını seviyordu ancak o, BTS'in delisiydi.

 

 

 

 

 

Odaya doğru gelince kapıdan içeri girip yatağına oturdum. Ayla'ya "Bu odada sakın gaz çıkartma, etrafındakilere rezil olursun, bak," dedim gülerek.

 

 

 

 

 

 

 

 

Ayla, "Ablaaa!" dedi.

 

"Bu odada üzerini nasıl değiştiriyorsun, resimlerin gözünü mü bağlıyorsun?" dedim.

 

 

Ayla offlayarak "Çok komiksin, değil mi?" dedi.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Bugün annemle otobüste sence ne gördük?" diye sordum.

 

Ayla, "Bilmem, ne gördünüz?" dedi.

 

"Türkiye'li olmayan birini gördük," dedim.

 

Ayla, çığlık atarak "Yoksa Koreli mi gördünüz?" diye sordu.

 

 

 

"Bağırmasan, kızım. Hayır, Koreli değil, yarı Türk yarı Japon bir çocuktu ama gözleri çekikti."

 

 

Ayla heyecanla beni dinliyordu. "Abla, yakışıklı mıydı? Kaç yaşındaydı? Adını sordun mu?"

 

 

 

 

 

 

"Bilmem, tatlı çocuktu. Yaşını ve ismini bilmiyorum Aylacığım, siciline falan bakmadım çünkü ama üniversitede son sınıf okuyormuş. Sanırsam yirmili yaşlardaydı," dedim.

 

 

 

 

 

 

 

Ayla, "O zaman yaşı sana yakındır," dedi ve devam etti, "Japon bir eniştem olsa benim için çok güzel bir hediye olur ablacığım," dedi.

 

 

 

 

 

 

 

 

Yatağın üstündeki yastığı Ayla'nın kafasına geçirdim... Gülüyorduk...

 

 

 

 

 

 

 

 

Ayla bana döndü ve şöyle dedi: "Umarım onunla tekrar karşılaşırsın ve tanışırsın."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Umarım karşılaşmam."

 

"Neden?" diye sorduğunda;

 

 

 

 

 

 

 

 

"Bilmem, bugün benim yerimde sen olsaydın anlardın."

 

Ayla devam ediyordu konuşmaya: "Eminim ki tepeden tırnağa kızarmışsındır."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Sen onun yüzünü gördün mü?" dedim.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Görmedim, ne renk?" dedi dalga geçercesine.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Yoksa! Yoksa o da mı utandı ve kızardı?"

 

"Bilmem, galiba," dedim.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Abla, ya anlatsana nasıl konuştunuz?"

 

 

 

 

 

 

"Yakasından tuttum ve şöyle dedim; "Çabuk söyle, uleeeen nerelisin sen?" deyip güldüm.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Ya dalga geçme, nasıl oldu? Anlat lütfen," diye yalvarıyordu Ayla.

 

Pes ettim çünkü Ayla'nın soruları bitmek bilmiyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Aynı otobüste ayaktaydık, annem susmuyordu, ben de anneme dedim eğer aynı durakta inersek ona sorarım nereli olduğunu."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Ya en başından anlat, otobüsün neresindeydi, siz neresindeydiniz?"

 

 

 

 

 

 

 

 

"Ayakta duruyorduk, cam kenarı olan tarafta, bir tarafımda annem, diğer tarafımda da o vardı. Ben rahatsız olmayayım diye sağ olsun, iki büklüm oldu çocuk."

 

Ayla; "Aayyyy, gerçekten mi, sonra ne oldu peki?"

 

"Sonra bir tane adam vardı, düzgün durmuyordu bir türlü. Ben de adama dedim ki; 'Ya hele bir çekil hacı babam ya, toparlan da rahat edelim.'"

 

Ayla gülerek; "Ne? Öyle mi dedin gerçekten?"

 

"Hayır tabii ki, şaka yapıyorum, düzgünce uyardım sadece."

 

"Sonra Japon'a ne oldu?"

 

"Sonra otobüs ani fren yaptı ve ben..." daha sözümü bitirmeden;

 

"Yoksa sen üzerine mi düştün?"

 

 

 

 

 

 

 

 

"Yuuhh kızım, hangi filmdeki saçma sahneyi söylüyorsun sen?" dedim.

 

 

"Tamam tamam, hadi devam et."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Ani fren oldu, ben düşmemek için birden tutundum, sonra baktım meğersem tutunduğum yerde bir el daha var. Yani elini tutmuşum."

 

"O mu yoksa Japon çocuk mu? Söyle abla, çok heyecanlandım şu an!"

 

 

 

 

 

 

 

"Evet o," dedim.

 

Ayla, "Göz göze geldiniz mi, bakıştınız mı? Çocuk şimdi senin mavi gözlerine kapılmıştır."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Sadece şaşırdım. Sonra çocuğun yanakları pembeleşti."

 

Ayla, "Sen peki, sen de kızardın mı?"

 

 

 

 

 

 

 

 

"Camdaki yansımama baktığımda kızarmıştım. Sonra ben özür diledim, o da sorun olmadığını söyledi."

 

 

 

 

 

 

 

 

Ayla; "Bu aşk değil de ne be!" dedi.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Anlattığıma pişman etme lütfen, aşk dediğin şey saniyede olur mu, hiç?"

 

 

 

 

 

 

 

 

"Tamam tamam, bir şey demiyorum. Sonra ne oldu peki?"

 

 

 

 

 

 

 

 

"Sonra aynı durakta indik ve ben gidip dedim ki, 'Pardon, bir şey sorabilir miyim?' O da 'Buyurun' dedi. Ben de 'Benim kız kardeşim çekik gözlü insanları merak ediyor, seviyor. Acaba nerelisiniz?' dedim. O da yarı Türk, yarı Japon olduğunu söyledi ve İstanbul'da üniversite son sınıf okuduğunu belirtti" dedim ve sözü bitirdim.

 

Ayla; "Kesin, TJU'da okuyordur."

 

"Nerede okuyor? Ve sen nereden biliyorsun orada okuduğunu?"

 

 

 

 

 

 

 

 

"TJU yani, Türk-Japon Bilim ve Teknoloji Üniversitesi, Japonlar o üniversiteye gidiyor."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Bak sen, bizim ufaklık nelerde biliyormuş," dedim.

 

"Neyse, bugün erken yatacağım, çok yorgunum," dedim.

 

Ayla; "Abla, bir şey diyeceğim, sen sınıf atladın ya, zor oldu mu? Kendinden üst sınıflarda okumak?"

 

"Orta düzey diyelim, ne çok zordu ne de kolaydı."

 

"Peki tuhaf mıydı? Sonuçta sınıfındaki herkes senden büyük."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Evet, ilk başlarda velet muamelesi görüyordum. Sonra bu durumdan rahatsız olunca annemle babama Taekwondo sporuna gitmek istediğimi söyledim. Hem okul dersleri hem de Taekwondo dersleri bir hayli zordu. Sonra sen de Taekwondo öğrendin. Kendini yeterince savunmayı öğren, şu an çok iyisin."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Dokuz yaşında, beşinci sınıfta okumak çok güzel bir başarı abla ve sen kendini çok iyi savunuyorsun. Ben de aynı senin gibi bu sporda ustalaşmak isterdim abla.

 

"Hayır! Sen benden daha iyi olacaksın. Önce küçük adımlarla başladın, sonra çıtanı yükselttin. Hedefine gelince yine yükselmeyi hedefle kendine."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Biliyor musun? İyi ki benim ablamsın."

 

"Sen de iyi ki yaramaz ve benim küçük kardeşim olmuşsun," deyip saçlarını karıştırdım.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Hadi bakalım ufaklık, yatacağım," deyip alnına öpücük kondurdum, odama gitmek için odasından dışarı çıktım.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bugün bir hayli yorulmuştum. Başımı yastığa koyduğumda Ayla yanıma gelmişti.

 

 

 

 

 

 

 

 

Ayla; kahverengi gözlü, koyu kahverengi saçlı, aynı zamanda başımın belası bir kız kardeşimdi.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Uyudun mu, abla?" diye fısıldadı.

 

"Evet, uyudum," dedim uykulu uykulu.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Ne söyleceksen yarın söylersin Ayla, lütfen çok uykum var."

 

 

 

 

 

 

"Sadece telefonunu ödünç verebilir misin? Diyecektim." dedi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Tamam, al ama şarja takmayı unutma," dedim yarı uykulu, yarı uyanık bir şekilde.

 

 

 

 

 

 

 

 

Gözlerimi kapattım.

 

 

Öğle ışıklarıyla uyandım. Telefonuma bakmıştım, ekranında bir sürü bildirim vardı. Instagram'dan gelmişti. Falanca kişi sana takip isteği yolladı, falanca kişi yapmış olduğun yorumu beğendi, falanca kişi sana mesaj göndermek istiyor, falanca kişi yorumuna yanıt verdi. "Ne oluyor be?" dedim içimden.

 

 

 

 

 

 

Sonra ne yorum yaptığıma bakmak için bildirime bastım ve görünce başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. "Ulan Ayla!!!"

 

 

 

 

 

 

 

 

"Ayla!!" diye seslendim.

 

 

 

 

 

 

 

 

Duyan ya da gelen yoktu. Tekrar seslenince, "Ayla yok, kız arkadaşlarıyla birlikte AVM'ye dışarı çıktı," dedi annem.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Tabii, olmaz hanımfendi, biliyor başına gelecekleri," diye söylendim.

 

 

 

 

 

 

 

 

Sonra Ayla'ya mesaj attım. "Bugün eve sakın gelme Ayla."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Yoksa ne olacağını biliyorsun."

 

 

 

...

Loading...
0%