Yeni Üyelik
1.
Bölüm

GİRİŞ

@suhyynin_kitaplari

Çocukluğumuz elimizde büyüttüğümüz tohuma benzer. Bu tohumu büyütüp güzel ve güçlü bir ağaç yapmak istersin. Tohumun büyümeye başlamak ister fakat bir fırtına çıkagelir bulutlu bir günde. Tohum öyle bir zedelenir ki o günden sonra her bulutlu havadan çok korkarü.
Yeşerip filizlenmek ister ama tepesinden hiç ayrılmayan güneş yakar bu sefer de onu. O günden sonra güneşli günlerden de korkar olur.
Filizlenir ve büyümeye başlar ama şiddetli bir şekilde yağan yağmur onun güzel yapraklarını incitir. O günden sonra korkar yağmurdan ve onu incitecek her şeyden.
Büyür ve güzel bir gövdeye sahip olur ağaç. Yaprakları dallarını süsler.
Günler günleri kovaladıkça mevsimler gelir geçer. Yaz ayı gelir ve ağaç öyle bir sevinir ki! Çünkü yazın yağmur yağmaz, fırtına olmaz sadece güneş olur. Fakat artık güneşin onu yakmayacağından emindir çünkü o artık büyümüş ve güçlenmiştir. Fakat beklediği gibi gitmez hiçbir şey. Yaz boyunca tepesinden ayrılmayan güneş ağacın yapraklarını yakmaya başlar. Yaprakları yandıkça onunda canı acır. Bu sefer de kış gelsin ister. Kış gelsin ki yapraklarının yangını bir an önce dinsin.
Sonbahar çalar kapısını bu seferde. Günler geçtikçe yağmurlar başlar ve onun yapraklarını incitecek kadar hızlı yağar. 'Lütfen artık kış gelsin.' Der bu sefer. Yaprakları sararır ve dökülmeye başlar.
Kış gelip çatar ve bu seferde kar yağmaya başlar. Yağdıkça yağar, yağdıkça yağar ve gövdesini esir alır. Sadece dallarının kaldığı gövdesinde küçülür, küçülür ve yalnızca kendine sığınır. Artık onu koruyan yaprakları olmadığı için güçsüz sayar kendini.
Karlar erimeye başlayıp ilkbahar kapısını çalınca öyle bir mutlu olur ki! 'Sonunda!' Der. İlkbaharla birlikte yaprakları tekrardan çıkmaya başlar. Mutlu olur ve en sevdiği mevsim ilan eder İlkbaharı. Ama bir sorun vardır, diğer ağaçların çiçekleri açıp meyve vermeye hazırlanırken onun sadece yaprakları geri gelir. 'Neden?' Der yapraklarına isyan ederek. 'Neden hepsinin çiçekleri var da benim sadece yapraklarım var?' Bu sefer anlar ki sorun her yıl dönüp duran mevsimlerde değil, kendisinde. Kendini suçlar durur günlerce ama aylar geçip gittikçe onun kaderinin öyle yazıldığını anlar. O günden sonra kapısını çalan her bir mevsime kucak açar. Kaderine boyun eğer ve mutlu yaşamaya çalışır. Kış gelince dallarının yapraksız nasıl da korkutucu olduğunu ve kuşlara yuva olduğunu görür mesela. İlkbaharda dökülen yaprakları geri gelir ve bu sefer tüm canlılara kucak açar dalları. Yazın sıcağında gölgesinde serinleyen canlılara daha da aşık olur.
Sonbahar... sonbahar onun en sevdiği mevsimdir çünkü renklerine aşık olmuştur koca ağaç. Yaprakları dökülsede aldırış etmemiş, onların döküldüğü gölgesine bile aşık olmuştur.
Gelip geçmiş günler, aylar, yıllar...

Yaşlanmış koca ağaç. Canlılara açtığı dalları kırılıp güçsüzleşmiş. Yapraklarını ağaç kurtları yemiş, her haliyle yaşlanınca artık mevsimlerin her birini daha deli dolu yaşamaya karar vermiş. Geçen yılların aksine daha sakin geçen bir yılın sonunda yine Sonbahara gelip çatmış. 'Sanırım bu son, sonbahar.' Demiş hüzünle en sevdiği mevsime veda ederken. Yaprakları son kez ayrılmış çok sevdiği dallarından. Gövdesi kabuk bağlayıp kırılmış. Sonbaharda yapraklarının döküldüğü çimlere kimse oturmaya gelmemiş bu sefer. Bunun bir veda olduğunu biliyormuş.
Son günlerine yaklaşırken küçük bir tohum olup nasıl da güçsüz olduğunu ve her mevsimden nefret ettiğini hatırlamış. Gülmüş kendi kendine. Şu an o çok korktuğu mevsimlere aşık olan bir ağaç olmuştu.
Gelip çatmış o gün. Artık veda edeceği günleri saymayı bırakmış ve o günün geldiğini anlamış. Veda etmiş tüm gölgesinde sığınanlara, veda etmiş tüm dallarında yuva yapan kuşlara, veda etmiş çok sevdiği yapraklarına, veda etmiş kabuklanıp düşen dallarına. Ve veda etmiş en sevdiği mevsime, Sonbahara...

Her şey böyle başlayıp devam ederdi. Hayatın kanunu buydu. Zorluklara göğüs germek her ne kadar zor olsada dayanmak zorunda olursunuz.
Büyütmeye çalıştığımız tohumlarımız bile var güçleriyle çabalayıp savaşırken biz ruhumuzla koruduk o tohumları. İstediğimiz tek şey vardı, çocukluğumuza geri dönmek. Bu imkansızdı fakat biz imkansızı beraber oldurmak istiyorduk. Belki yapamazdık, başaramazdık, belki gerçekten imkansız olurdu ama biz yine de çabalardık. O bilyelerle tekrardan oynamak, pencerenin camlarını yine kırmak, düştüğümüzde arkadaşlarımız tarafından taşınıp bir anda doktorculuk oynamak, gece oynanan saklambaçlara körebeyide katmak...

Her şey özlenirdi. Güzel olan her anı, her birliktelik, her beraberlik ve her bir oyun. Asıl olan o anıları yaşatmaktı. Her birini yaşatmak belki imkansızdı ama o anıların ruhlarını yaşatabilirdik. O anıyı sevip sayar, sonra onunla geçirirdik tüm zamanları. O anının eskiye dayandığını bilir, ona göre yer kurardık kafamızda.
Büyüttüğümüz tohumlarda ona göre yeşerirdi. Çocukluğumuz büyütmeye çalıştığımız tohum olduğundan mıdır nedir, hep özenerek büyütürüz o tohumu.
Çocukluk güzeldi, yaşandı ve bitti. Bir daha o günlere geri dönebilir miydik? Kimbilir.
Özlemek için illa sevmek mi zorundadır insan? Sevmeden de özlenmez mi bir anı, bir yaşanmışlık? Sevmek için illa özlemek mi gerekir? Ağlamak için üzülmek mi zorundadır insan? Sevinince, özleyince ağlayamaz mı? Gözden yaş gelmez mi? Sayılı günler anısına ağlamalı insan. Ne de olsa o sayılı günler bir daha asla yaşanmayacak...

 

Alina Güz

 

 
 

  
 

Loading...
0%