Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Bölüm 1: Atmosfer

@sukunettekelimeler

- Bugün yine Gündara sınırında küçük çatışmalar yaşandı. Yetkililer, taraflar arasında tansiyonun giderek arttığını belirtti. Bir uzman olarak sizler ülkedeki gidişatı nasıl yorumluyorsunuz efendim?

- Sınırdaki küçük çatışmalar Karsiyalılar’ın yalnızca o bölgelerde eli silah tutan Mirathia askerlerine değil, bu topraklarda doğup büyümüş ve hâlâ burada yaşayan Mirathialılar’a karşı da bir öfke beslemesine yol açıyor. Son aylarda hem Gündara'da hem de Aradey'de yaşanan olaylar, iki halk arasındaki gerilimi ciddi şekilde artırıyor. Sokaklarda, pazarlarda, hatta okullarda bile karşılıklı düşmanlık artıyor. Haberlerde dinliyorsunuz, etrafta da görüyor olmalısınız: çocuklar bile birbirlerini dışlamaya başladı. Komşuluklar, arkadaşlıklar, ilişkiler bozuldu. Çoğu insan diken üstünde. Şu an için büyük bir savaş yok ancak bu küçük çatışmaların büyüme potansiyeli oldukça yüksek.

- Çok haklısınız. Tabi bu olayların ardında yatan nedenleri irdelemek de önemli, öyle değil mi? Hem ekonomik sıkıntılar hem de siyasi anlaşmazlıklar, iki taraf arasındaki husumeti körüklüyor. İnsanlar, günlük yaşamlarında bile birbirlerine güvenemiyor. Halk arasında ciddi bir güvensizlik var.

- Maalesef ki öyle.

Sık sık geldiğim Arsala Kafe’nin üst katında, pencerenin önündeki sakin köşede, her zamanki masamda oturuyordum. Güneş henüz batmamış, günün son ışıkları sokakları aydınlatıyordu. Bakışlarım rüzgardan ötürü sallanıp cama çarpan Erguvan ağacının dallarındaydı. Radyodan gelen programın sesi ise sükuneti yarıp kulaklarıma ilişiyordu.

Manzaraya dalmış olmalıyım ki birden pencerenin önüne zıplayan beyaz kedi yerimden sıçramama ve kalbimin korkuyla çarpmasına sebep oldu. Camın ardından içeriye bakan hayvancığa “Hii! Ödüm koptu Kartopu!” diye sızlandım. Elim kalbimin üzerine gitmişti. Sakinleşip arkama yaslandım.

- Bir şey alır mısın Süveyda abla?

Başımı çevirdiğimde benden bir iki yaş küçük olan genç garsonumuzla göz göze geldim. Uzun zamandır burada çalıştığı için artık beni tanıyordu, ben de onu. “Feray’ı bekliyorum,” cevabını verdiğimde “O gelince siparişlerinizi alırım öyleyse,” deyip alt kata inmeye yeltendi.

- Peki bu olayların gidişatı sizce bir savaş doğurur mu? Sonu ne olur? Bir uzman olarak görüşleriniz neler?

Radyodan gelen konuşmalar ruhumu griye boyamaya and içmiş gibiydi. Ülkemin atmosferi de tıpkı şuan bu gündem sebebiyle kafenin atmosferinin ağırlaşması gibi gittikçe ağırlaşıyordu.

Gitmeden evvel durdurdum onu.

- Derviş, radyoyu kapatabilir misin?

“Tabiki,” diyerek diğer köşedeki radyoya doğru yürümeye başladı. “Bütün bunları dinlemeyi ben de sevmiyorum. İnsanın içini iyice boğuyor.”

“Bence de,” diye onayladım onu.

Cihazın kapanmasıyla birlikte sunucunun sesi aniden kesildi. Derin bir nefes alıp sırtımı sandalyeye yasladım.

Havanın bugün biraz bozuk olmasından ötürü olsa gerek, Arsala’da pek kimse yoktu. Alt katta bir kaç masa doluydu. Üst katta ise yalnızca ben oturuyordum. Aslına bakarsanız Arsala bu bölgenin en meşhur mekanlarından biriydi. İki katlı ve küçüktü fakat dekoru, dizaynı, menüsü, garsonlarının kibarlığı, fiyatların ortalama bir miktarda olması gibi sebepler burayı farklı kılıyordu. En azından benim için. Kendimi güvende, evimde, konfor alanımda hissediyordum. Burada kaç yıldır ders çalışmışlığım, kitap okumuşluğum ve arkadaşlarımla buluşmuşluğum vardı. Anılar biriktirmiş olmak insanın mekanlarla bağını güçlendiriyordu.

Ben bütün bunları düşünürken zaman akıp gidiyordu. Ahşap merdivenlerinin gıcırtısını işitince Feray’ın gelmiş olmasını umarak o tarafa baktım. Canım dostum, üzerindeki cıvıl cıvıl elbise ve yüzündeki kocaman gülümsemeyle adeta bir güneş gibi parlıyordu. Onu görünce içim ısınmış, yüzümde bir tebessüm belirmişti. Az önceki ağırlıktan kurtulmuştum.

Feray, hızlı adımlarla masaya yaklaşırken “Selam!” diye nefes nefese seslendi ve kollarını açtı. Ayağa kalkıp ona sarıldım.

- Kusura bakma, beklettim.

- Sorun değil, olur öyle.

Genelde ikimiz de dakik insanlardık. Arada böyle aksamalar yaşanması çok doğaldı. Anlayışla karşılardık.

Feray, karşımdaki sandalyeyi çekti ve oturdu. Çantasını da boş olan sandalyenin üzerine bıraktı.

Heyecanla lafa girdiğinde bir süreliğine dahi olsa onun muhabbetiyle dünyanın bütün problemlerinden uzaklaşacak olmanın sevincini hissettim ve anlatacaklarına dikkat kesildim.

- Bugün bir sürü şey oldu! En güzeli de ne biliyor musun, doğumunu yaptırdığımız bir bebeğe benim ismimi göbek adı olarak verdiler. Ama bebek o kadar güzeldi ki, görmen lazım! Maşallah.

Feray, bir ebeydi. Bebekleri de sağlık alanını da çok seven biri olarak tam kendine göre bir mesleği vardı. Onunla okulda tanışmıştık. O zamanlar henüz on altı yaşındaydık. Dostluğumuz hâlâ en güzel haliyle devam ediyordu.

Feray başından geçenleri anlatmaya devam ederken bu güzel anların tadını çıkarttım. Onunla uzun uzun sohbet ettik. Bir kez daha fark ettim ki hayatın küçük ama değerli anları, savaşın gölgesinde bile ışık saçıyordu.

Loading...
0%