Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Bölüm 2: Öfke Ateşi

@sukunettekelimeler

Ahşap merdivenleri inip tezgahın önüne vardık. Kasada duran Sadri amcaya gerekli ödemeyi yaparken mekânın sahibi bu tatlı ihtiyarla ayaküstü biraz laflamıştık. “Babana selam söyle kızım,” deyince “Tabiki,” diyerek gülümsedim. Onunla vdalaştık ve hafif bir rüzgarın kol gezindiği sokağa çıktık. Karanlık iyice çökmüştü fakat sokaklardaki lambalar ve kandiller etrafı yeterince aydınlatıyordu.

Ayrı yönlere gideceğimiz için sokağın başında durup Feray ile birbirimize sarıldık.

- Kendine iyi bak, görüşürüz!

- Sen de! İyi akşamlar!

Feray soldaki sokağa giderken ben yokuş aşağı düz yürümeye başladım. Rüzgar elbisemin eteklerini uçuruyor, hırkam beni soğuktan korumakta yetersiz kalıyordu. Hava beklenmedik şekilde serinlemişti. Bu yüzden adımlarımı büyük ve hızlı tuttum. Hasta olup evde yatmak ve eğitimlerimi kaçırmak istemiyordum.

Başımdaki örtüyü düzelttikten sonra istemsizce elimi boynuma doğru götürdüm ve Feray’ın bugün sürpriz yaparak bana hediye ettiği güneş figüranlı kolyenin ucuna dokundum. Canım arkadaşım, zevkimi ve neleri beğeneceğimi çok iyi anlıyordu. Yazdığı küçük not ise beni oldukça duygulandırmıştı.

Uçuşan bir kaç yaprak ayaklarıma çarpıp havada dans ederek süzülmeye devam etti. Merkezden uzaklaştıkça etraf sessizleşti ve yolları aydınlatan ışıklar sayıca azaldı. Bu sokaklara olan alışkınlığım ve aşinalığım sayesinde ürkmeden, korkmadan, çekinmeden yürümeye devam ettim.

Sağa yönelip köşeyi dönmek üzereyken karşıdan gelen tanıdık bir silüetle karşılaştım. Yürüyüş tarzından ve gölgede kalan bedeninin heybetinden tanımıştım onu. Cihan’dı. Çocukluk arkadaşım, aynı zamanda babamın yakın dostu olan Gökbay amcanın oğluydu. Ailecek severdik Cihan’ı. Güven duyduğum biriydi.

O da beni fark etmiş, yanıma vardığında başıyla selam vermiş ve durmuştu. "Süveyda! İyi akşamlar!”

“İyi akşamlar,” diye yanıtladım.

“Nereden böyle?

“Dersten sonra Feray ile buluşmuştuk, eve dönüyorum. Sen?”

"Râşid amcayı görmeye gidiyorum. Konuşmamız gereken bazı önemli meseleler var," dedi Cihan, ciddi bir ifadeyle. Pek şaşırmadım açıkçası. Cihan işinde uzman bir genç adam olarak babamla sık sık bir araya gelir, ordunun yahut halkın ihtiyaç duyduğu konularda elinden gelen yardımı ve desteği esirgemezdi. Herkesten gizli yürüttükleri bazı işler de vardı tabi. Ayrıntılara hakim olmasam da onlar konuşurken kulağıma çalınan şeyler olmuştu.

"Anladım," dedim. "Beraber yürüyelim o zaman."

Başını sallayarak onayladığında yan yana yürümeye başladık. “Nasılsın?” diye sordum ve hırkamın önünü birbirine kavuşturdum.

"İyiyim, sağ ol. Sen nasılsın?”

“Bilmiyorum…” dedim. İyiyim demek içimden gelmiyordu. Ardında boş mana saklayan sözcükler sarf etmek istemiyordum. Cihan’ın yanında zihnimden geçenleri açıkça belirtmekten de çekinmiyordum.

“Hayırdır?” derken bir problemim olup olmadığını merak ederek sorduğu, ilgili ses tonundan anlaşılıyordu. Kişisel bir şey yoktu. Geneldi. “Son zamanlarda her şey çok karışık değil mi? Radyoda duyduklarımız, gazetelerdeki haberler, sokaktaki fısıltılar... İnsan huzur bulmakta zorlanıyor.”

"Evet," dedi Cihan, derin bir nefes alarak. "Ama güçlü kalmalıyız. Onların istedikleri de tam olarak bu; huzurumuzu kaçırmak, gözümüzü korkutmak, moralimizi bozmak… Hepimize bir sorumluluk düşüyor ve onları yerine getirip gerisini kadere bırakmaktan başka çaremiz yok. Özellikle baban gibi insanlar, bu karmaşayı sona erdirmek için ellerinden geleni yapıyorlar."

"Doğru," diye onayladım. Babam her zaman barışın peşinde olmuştu. Ben de bu özelliğimi ondan almıştım sanırım. Barıştan yana olan yalnız o değildi elbette. Kim savaş ve huzursuzluk isterdi zaten? Gel gör ki bazılarımız olayların ardını göremeyip istemeden o kaosa sebebiyet verecek eylemlerde bulunuyordu. “Umarım bu gerginlik ve savaş gerçekten başlamadan biter."

"Evet, umarım," dedi Cihan. Düşünceli görünüyordu. Bir süre sessizce yürüdük.

Eve vardığımızda tokmağı vurdum. Kapıyı Cemre açmıştı.

Kuzenim olan Cemre ile bir nevi beraber büyümüştük. Amcam ve yengem, nasıl çıktığı hâlâ bilinmeyen ama Cemre'nin ve bazı komşularının her daim Mirathia’lıların çıkardığına inandığı bir yangın faciasında vefat etmişti. Cemre daha on yaşındaydı o zamanlar. Bu korkunç olaydan sonra bizimle yaşamaya başlamıştı. Babam ve annem onu yeğenleri değil, kızları gibi sevmişlerdi. Hatta bizden daha çok onun üzerine titremişlerdi. Ailesinin eksikliğini hissetmesin diye öncelik her zaman her şeyde Cemre'ye verilirdi. Erkek kardeşim Kerem de ikimizi birden öz abla bilir, ikimize de saygısını ve sevgisini eksik etmezdi.

Ben de hassas ve duyarlı bir çocuktum. Cemre hiçbir zaman yalnız veya eksik hissetmesin diye onunla varımı yoğumu paylaşmıştım. Aramızda iki yaş vardı. Cemre benim için hem arkadaş hem de bir kız kardeşti. Bir elbisemi mi beğendi, ona verirdim. Nenemin diktiği bez bebeği mi istedi, verirdim. Elmalı çöreği çok mu seviyor, kendi hakkımı da onunla paylaşırdım. Oyunlarda mızıkçılık yaptığında ses çıkartmaz, kazanmasına müsaade ederdim… Genelde iyi anlaşırdık. Karakterlerimiz farklı olduğundan fikir ayrılığına düştüğümüz vakitler de olurdu ama hiç küs kalmamıştık.

Kocaman bir gülümsemeyle “Hoş geldiniz!” diyen Cemre kapıyı ardına dek araladı. Cihan’ı yanımda görünce bir anlığına yüzünde beliren şaşkınlık ve çabucak toparlanışı dikkatimden kaçmamıştı.

İçeriye girdiğimizde Cihan ve Cemre ayaküstü selamlaştı. Ben hırkamı asarken Cemre de asmak için Cihan’ın ceketini almıştı bile.

- Nasılsın Cihan? Nasıl gidiyor?

Cemre’nin soruları üzere bir süre içeride oyalanan Cihan, az sonra müsaade isteyip babamın ofisine geçti. Ben de biraz dinlenmek için odama yöneldim. Cemreyle ikimiz bir odayı paylaşıyorduk.

Çantamı dolabıma koyup başörtümü açtım ve saçlarımı saldım. Bu esnada Cemre de odaya girmiş, başımı açtığımı görünce kapıyı çabucak kapatmıştı.

“Süveyda, hani başka biriyle buluşacaktın? Cihan'la mıydın?" diye gözlerini kısmış bir şekilde sorduğunda sorguya çekilmiş gibi hissettim kendimi. Biraz afallasam da sonrasında üzerinde durmadım. Bazen sırf heyecan ve aksiyon için olay ve kişilerin ardında manalar arayabiliyordu canım kuzenim.

“Hayır Cemre," diye cevapladım. "Feray'la buluştum. Cihan'la yolda karşılaştık sadece."

"Öyle mi? Peki," dedi Cemre. “Ben de seni bekliyordum. Canım sıkılmıştı. Biraz konuşalım."

Bugün hem eğitim derslerinin yoğunluğundan ötürü hem de eve bütün yolu yürüyerek dönünce yorulmuştum. Fakat Cemre’yi kırmak istemiyordum. “Tamam, konuşalım bakalım?” diye gülümsedim ve yatağın başlığına yaslandım. Cemre de yatağıma çıkıp sırtını duvara dayadı ve koyu bir muhabbete daldık.


***


Sağlık ve İlk Yardım eğitiminin son gününü başarıyla ve sorunsuz bir şekilde tamamlamıştım. Annem hemşire, en yakın arkadaşım Feray ise ebe olduğundan ötürü bazı şeylere aşinalığım vardı. Bu sayede eğitim süreci benim için daha kolay geçmişti. Bu tarz şeyleri bilmenin önemli olduğunu düşünen annem küçüklüğümüzden beri beni, Kerem’i ve Cemre’yi kapasitemiz dahilinde beceriler ve donanımları kazandırarak büyütmüştü. Bu konuda ona minnettardım.


Yirmi iki yaşına gelip de ülkemde karmaşalar artmaya başladığında annemden öğrendiğim bilgilerin daha fazlasına sahip olmayı talep etmiştim. Böylece kasabamızın merkezindeki hastanede verilen eğitime başvurmuş, kabul olununca da kayıt yaptırarak derslere başlamıştım. Geçtiğimiz bir buçuk yılda hem teorik hem de pratik bilgiler edinmiş, becerilerimizi geliştirmiştik. Şimdi sırada bir kaç ay boyunca hastanede staj görür gibi çalışmak vardı. Gözlem yapacak, kapasitemiz dahilinde müdahelelerde bulunacak, öğrendiklerimizi gerçek manada pratiğe ve eyleme dökecektik. Bu konuda heyecanlı ve hevesli olduğum kadar gergindim de.

Bugün oyalanmadan eve gidecektim. Hava ılıktı. Tatlı tatlı esen meltem, otların ve çiçeklerin kokusunu burnuma getiriyordu. Kuşlar cıvıldaşarak uçuyor, beyaz bulut kümeleri gökyüzünde yolculuk ediyordu.

Sokakta yürürken, bir köşede bir grup çocuğun toplandığını fark ettim. Bağırışıyorlardı. Öncesinde ne olduğunu tam anlayamasam da onlara yaklaştıkça çocukların ortasında küçük bir başka çocuğun sıkıştığını gördüm. Onun ürkek ve gururlu bakışlarının yanı sıra diğerlerinin tehditkâr ve büyüklenici tavırları dikkatimi çekti.

- Buradan def olup gidin! Siz pisliksiniz! Sizin yüzünüzden huzurumuz bozuldu! Burası bizim ülkemiz! Def olacaksınız! Yoksa sizi doğduğunuza pişman ederiz!

Çocukların aşağılayıcı sözlerinden, omzundan ittirilerek yere düşen diğer çocuğun Mirathia’lı olduğunu anlamam pek de zor olmadı. Mirathia’lı çocuk düştüğü yerden kalkmaya yeltendikçe onu yeniden itip kakıyorlardı.

Adımlarımı hızlandırarak koşarcasına yanlarına vardım. "Hey! Ne yapıyorsunuz?" diye seslendiğimde çocukların dikkatini çekmiştim. Bir an duraksadılar ve bana döndüler. “Açılın bakayım!” diyerek onların küçük bedenlerinin arasından geçtim ve yere düşen çocuğun yanında çömeldim. Bakışlarımla bedenini baştan aşağı süzerek iyi olup olmadığını kontrol ettim. Dizleri biraz yıpranmış, üstü başı kaymıştı. Fakat ciddi bir yaralanma gözükmüyordu.

“İyi misin ablacığım?”

Samimiyetle sorduğum soru üzerine ürkekçe başını salladı.

“Bir yerin acıyor mu?”

Çocuk daha soruma cevap vermeden diğerleri araya girmişti. İçlerinden biri, gözlerinde çakmak çakmak yanan bir öfke ateşiyle "O bizim ülkemizi işgal etmek istiyor! Daha geçenlerde Gündara sınırında çatışma yaşandı ve askerlerimiz öldü! Onu nasıl korursun!?” derken sesinde suçlayıcı bir tını vardı. Arkadaşları da başlarını sallayarak onu onaylamıştı.

"Neler söylediğinizin farkında mısınız?" dedim, sakin ama kararlı bir sesle. Bu çocukların düşüncelerinin aslına kendilerine değil ailelerine ait olduğunu, çevrelerinde ne duydularsa ona inanıp benimsediklerini adım gibi biliyordum. Genellikle bir evde ebeveynler neyse, o evdeki çocuklar da onlara dönüşürdü. Sakin ve öfkeye kapılmadan konuşmamın sebebi buydu. “Bu çocuğun o çatışmalarla bir ilgisi yok. Bazı Mirathia'lılar savaşı desteklemiyor. Herkesi aynı kefeye koyamazsınız."

Çocuklar bir an duraksadı, sonra içlerinden biri homurdandı. “Ama yine de onlara güvenemeyiz!”

"Olayları ve insanları böyle genelleyerek çözüme ulaşamayız," dedim. "Bu çocuğa haksızlık ediyorsunuz. Şuan asıl siz onun güvenliğini tehdit ediyorsunuz. Sevmediğiniz insanların davranışlarını taklit etmek sizi onlara dönüştürür. Şiddet gösterirseniz tıpkı nefret ettiğiniz o kimseler gibi davranmış olursunuz. Onlardan farkınız kalmamış olur. Sevmeyeciğiniz birine dönüşmeyin çocuklar.”

Çocuklar sessiz kaldı. Ardından aralarında bir şeyler mırıldanarak uzaklaştılar. Küçük Mirathia'lı çocuğa döndüm. Gözlerinde korku ve minnettarlık vardı.

"İyi misin?" diye sordum nazikçe.

Çocuk başını salladı. "Evet, teşekkür ederim."

Kalkmasına yardımcı olmak için elimi ona uzattım. Minik elini uzattığında avuçlarının soyulduğunu ve kanadığını fark ettim. Onun avuç içleri kadar benim de kalbim sızladı. “Ellerin yaralanmış,” diye mırıldandım.

“Olsun, geçer,” deyip geçiştirdi fakat içim rahat değildi.

Çantamdaki malzemeler aklıma gelince onları yanıma aldığıma sevinerek çocuğun bileğini kibarca tuttum. “Yanımda ilk yardım malzemeleri var. Gel hadi, yaralarını temizleyip saralım.”

Az ötedeki büyük kütük parçasının üzerine birlikte oturduk. Çantamdaki malzemelerle avuçlarını temizledim, yarasının çabuk iyileşmesi için bir ilaç sürdüm ve sargı beziyle sardım. Bunları yaparken onu konuşturmuş, ismini de öğrenmiştim. “İşte bitti, Abel.”

Abel, yeşil gözlerini bana çevirdi ve samimiyetle teşekkür etti. Gülümsedim. “Hadi gidelim. Evine kadar sana eşlik edeyim," dedim omzundan tutarak.

Birlikte çocuğun evine kadar yavaşça yürüdük. Onu kapısına bıraktığımda bana tekrar teşekkür etti ve çabucak sarıldı. Yaptığı hareketten ötürü utandığı belli olurcasına, geri çekilir çekilmez koşarak içeri girdi.

Kendi evime doğru yürürken bütün bu olanları düşündüm. Çocukların öfkesi ve korkusu, çatışmaların ve belirsizliğin halkımız üzerindeki etkisini açıkça gösteriyordu. İçimde bir ağırlık hissettim. Bu tür olaylar daha fazla şiddet ve ayrımcılığa yol açabilirdi. Barış ve anlayış, böyle zor zamanlarda her zamankinden daha önemliydi. Belki bir gün herkes bu gerçeği görecek ve anlamaya çalışacaktı. Umarım…

Eve vardığımda içimde karmaşık duygular vardı. Ailemin bana öğrettiği değerlerin ve annemden öğrendiğim sağlık bilgisinin bugün bir çocuğun güvenliğini sağlamak için yeterli olması beni biraz rahatlatmıştı. Minnet duydum. Ancak önümüzdeki zorlu günlerin getireceklerine karşı daha güçlü olmamız gerektiğinin de farkındaydım.

İçeri girer girmez burnuma taze ekmek kokusu ve nefis yemek kokuları geldi. “Hayırdır inşallah,” diyerek direkt mutfağa yöneldim. Cemre tezgahın başında bir şeyler yapıyordu. Adım seslerimi duyunca elindeki bıçağı bırakıp arkasına döndü ve beni görünce gülümsedi.

- Aa geldin mi?!

“Geldim,” deyip ocağa yaklaştım. “Ve evde harika kokulara rastladım. Bilmediğim bir özel gün falan mı? Yoksa misafir mi var?”

“Yoo!” diye yanıtlayıp az evvel yıkadığı ellerini havluya kuruladı. Bana doğru neşeyle yaklaştı. “Senin için yaptım, sürpriz!”

- Benim için mi?

- Evet! Bir buçuk yıl çaba gösterdin. Sağlık eğitimlerini başarıyla tamamladın. Artık bir uygulayıcı olacaksın. Bunu kutlayalım dedim.

Beklenmedik sürprizi beni hem şaşırtmış hem de çok mutlu etmişti. Cemre oldukça düşünceli davranmış, bana jest yapmış ve taze ekmek pişirip sevdiğim yemeklerden hazırlamıştı. Daha ne olsun!

Duygulanmıştım. Gözlerim dolu hâlde ona doğru yürüdüm ve sıkıca sarıldım. "Çok teşekkür ederim, Cemre. Gerçekten çok mutlu oldum.”

Gülerek "Senin için yapabileceğim en az şey bu," dedi. "Hadi, birlikte sofrayı kuralım."

Beraberce masayı hazırladık. Tabakları, kaşık, çatal ve bıçakları yerleştirirken Cemre ile sohbet ettik. Az sonra annem, Kerem ve babam da yemek kokularını takip ederek salona geldiler. Kurduğumuz masayı beğeniyle incelerken oldukça iştahlı görünüyorlardı.

Babam, "Bu güzel kokular da ne böyle?" diye gülümseyerek sordu.

Cemre gururla göğsünü kabarttı. "Süveyda'nın başarısını kutlamak için hazırladım.”

- Ooo, Süveydacığım çok şanslısın.

- Haklısın babacığım!

Ellerimizi yıkadıktan sonra ailecek masaya oturduk ve Cemre'nin özenle hazırladığı yemeklerin tadını çıkardık.

Kerem, önündeki tabağa bakarak bir espri patlattı. “Cemre abla, bu kadar güzel yemekler yapıp bizi böyle şımartırsan annemle ablam tembelleşir. Kimse artık mutfağa adım atmaz.”

Herkes gülmeye başladı. Cemre, kaşlarını kaldırarak şakayla karışık bir şekilde "O zaman ben de yemek yapmayı bırakırım, bakalım ne yapacaksınız?” dedi.

Kerem, teslim olur gibi ellerini havaya kaldırdı. "Tamam, tamam. Gerçekten harika yemekler yapmışsın. Ellerin dert görmesin," deyip bir lokma daha ağzına attı ve keyifle yedi.

Herkes bu ani yelkenleri suya indirişe gülmeye devam ederken, annem araya girdi: "Gerçekten de harika olmuş Cemre. Bu kadar lezzetli yemekler hazırladığın için teşekkür ederiz. Ellerine sağlık kızım.”

Babam da başını salladı ve ekledi: "Aynen öyle, kızım. Bu yemekler hem lezzetli hem de özenle hazırlanmış. Hepimizi çok mutlu ettin.”

- Afiyet olsun Leyla yengeciğim! Afiyet olsun Râşid amcam! Siz isteyin, ben sık sık yaparım. Yeter ki mutlu olun.

Kerem hemen araya girip atıldı: “Cemre abla, en mutlu ben oldum. Sence bu yarın da bana özel en sevdiğim yemekleri yapmana için yeterli mi?”

Yemek boyunca Kerem'in esprileri ve Cemre'nin neşeli karşılıkları, sofrayı daha da canlı ve sıcak hale getirmişti. Ettiğimiz sohbetler neşeli ve keyifliydi. Uzun uzun, yavaşça yiyip ânın tadını çıkarttık. Herkesin yüzünde memnuniyet ifadesi vardı.

Bu anlar, günlük yaşamın zorlukları ve stresinden bir kaçış gibiydi. Ailemin yanında olmak ve onların sevgisini hissetmek bana huzur ve mutluluk veriyordu. Evin sıcak atmosferi ve sevdiklerimin yanımda olması, dışarıdaki dünyadaki karmaşayı unutturuyordu. Ancak içten içe, bu karmaşanın nereye varacağını merak ediyor, korkuyordum.

Loading...
0%