Yeni Üyelik
22.
Bölüm

• Akşam Güneşi Altında

@sukunettekelimeler

Babama ve anneme kabul ettiğimi belirttiğim esnada utanıyordum ve kızarmıştım. Şaşırarak bana baktılar. Onca zaman sonra birine olur diyordum. "Nasıl fikrini değiştirdi senin, bu mühendis bey?"

Bu kez şaşıran bendim. "Mühendis mi?"

"Annene dün dediydim..."

"Yok, ben ondan bahsetmiyorum ki. O mesele açılmadan kapanmıştı," diye atıldım hemen. Gümbürtüye gidecektik, Allah korusun.

"Kimeydi bu onayın peki?" diye sordu babam, anlamaya çalışarak.

"Sefa'ya."

Cevabımı duyunca asıl şaşkınlığı yaşamışlardı. Hatta suratlarında kaygı, tedirginlik ve endişe izleri de vardı. "Sefa mı?"

Başımı salladım. Sefa'nın evlilik isteğini kabul ediyordum. Evet, emindim. İçimde daha ufakken onunla ektiğimiz tohumlar filizlenmişti. İstihareye yatmış, çok güzel görmüştüm rüyamı. Ben Allah'ın işaret ettiğine inandığımı seçiyordum. Kalbimin işaret ettiğine inandığımı...

Çünkü kalbim, Sefa'yı yaralamaktan ölesiye çekiniyordu. Onu kaybetmek ise nefessiz kalmanın ta kendisi gibiydi. Şimdiye dek dostça bir sevgi diye gördüğüm hislerin içinde çok daha fazlasının barındığını fark etmiştim. O benim yoldaşımdı. Kalkanımdı, kahramanımdı. Destekçimdi. Düştüğümde elini uzatan ve yanımda soluğu alan ilk kişiydi hep. Canımı yaktığında dahi kıyamadığım, kızamadığım, küs kalamadığım, bendeki değeri hasebiyle hemen affedip barıştığımdı. Birlikte güldüğüm, eğlendiğim, öğrendiğim, büyüdüğümdü. En sevdiklerimi her daim önüme koyandı. Benim için ağaçtan kiraz toplarken düşüp kolunu inciten, dert etmeyeyim diye bunu benden gizleyendi. Bugüne dek ondan ayrı kalmayı düşünmemiştim, şimdi ise ihtimali dahi canımı acıtıyordu ve bu gerçekle yüzleşmek bir çok şeyi aşikar kılıyordu nezdimde.

Biraz sıkıntılı bir nefes alan babam lafa girdi. "Hülya, bunu kabul etmeden evvel bilmen gereken bir şey var kızım. Sefa kazada--"

Babamın sözünü yarıda kesmek hoş olmasa da yaptığım tam olarak buydu. Ne diyeceğini biliyordum. Bunların hepsini göz önüne alarak bir karar vermiştim.

"Biliyorum. Kazada aldığı yaralanmadan ötürü çocuğu olmama ihtimali varmış. Ama bu bir ihtimal. Ben Allah'a ve kudretine inanıyorum. Kadere ve nasibe iman ediyorum. O verecekse verir. Vermeyecekse ikimiz de sağlıklı olsak dahi vermez."

Babam şaşkınlıkla bana bakıyordu. Bense utandığım için halıya ve odaya bakınıp arada bir bakışlarımı ona değdiriyordum yalnızca.
"Nereden biliyorsun bunu sen?" diye soruverdi hayretle.

"Baştan beri biliyorum. Ramazan amcayla çardakta konuşmuştunuz yıllar evvel. Mutfaktaydım, size kahve yapıyordum. Hepsini duydum. Ama büyük bir hata yaptınız. Bunu bilmek Sefa'nın hakkıydı. O bunu da taşıyacak kadar güçlüydü."

"Biliyoruz kızım. Söyleyeceğiz..."

"Sakın!" dedim hiddetle. Aniden sesimin yükselişi onları ürküttü. Duruldum biraz. "Şimdi söylerseniz ben kabul etmiş olsam dahi o etmez benimle evlenmeyi. Siz tanımıyor musunuz sanki onu? İhtimal de olsa beni bu riske yaklaştırmaz. Kendisi yansa da bana küllerini dahi dokundurmaz."

Evet, beni anne olma duygusu ve gerçeğinden biraz olsun uzaklaştıracak bir ihtimal dahi olsa, hele ki bu ihtimale sebep kendisi olacaksa, canı ne kadar yanarsa yansın Sefa bu riski göze almazdı. Beni düşünürdü. Gerekirse başkasıyla yuva kurar ama bir evlat sahibi olurum diye avuturdu kendini. Vicdanına yediremezdi bunu. Emindim.

"Seviyor musun onu? Söylesek, vazgeçse, üzülür müsün?"

Babamın ani sorusu beni afallattı. Utandım. Yine de yavaşça başımı salladım. "Allah'a dua ettim. Kim hayırlısı ise, nasibimse, kalbimi ona ısındır, yolumu da başka kimseye çıkarma dedim."

"Ve ona ısındırdı," diye mırıldandı babam.

"Eğer o olmazsa hiçten evlenmeyeceksin, başımıza kalacaksın," diye ortamı yumuşatmaya çalıştı annemç

Yutkundum. Öyle görünüyordu. Başka ihtimal düşünemiyordum. İkimizin de anına bir başkasını hayat arkadaşı diye koyamıyordum.

Babam "Ramazan'a haber vereyim," deyip kalkıyordu ki annem onu durdurdu. Annem hâlâ emin olamamıştı. Bir kaç gün daha beklememizi, düşünmemizi istiyordu. Ben zaten yeterince düşünmüş olsam bile annemi kırmadım. Onun fırtınasını biçmek istemedim. Tamam, dedim. Bir kaç gün daha beklemek bana bir şey kaybettirmeyecekti. Aynı cevabı verecektim. Fakat belki annemin alışması ve kabullenmesini sağlar, onu rahatlatırdı.

*

Akşamüstü annem yaptığı tatlıdan Zeliha teyzelere de götürmemi istedi. Bahçeden çıkıp yan evin bahçesine girdim. Kapı açıktı, tülü aralayıp içeri adım attığım sırada duvara yaslı çalı süpürgesi kayıp düştü. Onu kaldırırken yerde ters dönmüş böceği gördüm. Kalkmaya çalışsa bile sırt üstü kalıyordu, başaramıyordu. Süpürgenin ucundan ufak bir dal koparıp böceğe yardım etmeye karar verdim. Tatlı tabağını az öteye koyup yere çöktüm. Kulağıma içeriden gelen konuşma sesleri çalınıyordu.

Selma'nın sesini duydum ilkin. Diğer patırtılara bakılırsa mutfaktaydı ve bir şeyler hazırlıyordu.
"Sence abi?"

"Bilmem. Sence onu kabul etmez mi? İyi adama benziyor. Diğerlerinden daha çok gözüm tuttu."

"Abi, sevdiğin kıza eş mi beğeniyorsun! Manyak mısın sen!"

Selma'nın Sefa'ya olan azarını işitince bir an böceği unuttum. Yalnızca orada çökekaldım.

Haklıydı. Ne yapıyordu Sefa? Bu nasıl sevmekti? Nasıl böyle bir şey diyebiliyordu? Anlayamıyordum.

"Gerekirse! Bana evet demeyeceğini tahmin ediyorum. Bu yüzden en iyisi kimse, onunla olsun istiyorum. Mutlu olsun."

Aynı soruyu tekrar sordum. Fakat mânâ farklıydı bu kez. Gözüm doldu. Ne yapıyordu Sefa? Bu nasıl sevmekti?...

"Belki der."

"İki kere demedi. Ne değişti?"

"Bilemezsin."

Onu bu raddeye getirdiğim için hüzün duydum. Keşke duygularımı daha evvel fark etseydim ve Sefa'yı umutsuzluğa sürüklemeseydim.

Araya sessizlik girdi. Böceğe döndüm. Tam normal haline dönecekken yine sırt üstü düştü hayvancık. Kaderi miydi düştüğü yerde kalmak?

"Çok mu çirkinim?"

"Yooo! Saçmalama. En yakışıklı abisin sen."

"Hadi oradan!"

"Hülya çok mu güzel?!"
Selma'nın sesi, benim de çok güzel olmadığımı söyler tondaydı. Bildiğim gerçeği dile getirdiği için kızamazdım ona. Ortalama bir tiptim.

"Değil mi?"

Yutkundum. Hayır, yutkunamamışım. Boğazımdaki bu düğüm neydi böyle?

"Değil."

"Soru sormamıştım. Hem, Hülya duymasın."

"Duysun. Ben de değilim. Önemli olan sevdiğinin sana güzel gelmesi. Bir tek güzeller evlense, sevilse, haksızlık olmaz mı?"

"Doğru. Neyse, ben gideyim."

"Nereye?"

"İncir dikmiştim. Onu sulayacağım."

"Tamam."

Bir kaç saniye sessizlik oldu. Titreyen ellerimi normale döndürmek üzere çabaladım. Çünkü birazdan gitmek için kapıya gelecek...

Bekledigim olmadı. Sefa'nın sesi yine işitildi.

"Selma?"

"Bir gidemedin abi."

"Güzelsin. O da. Küçükken bahçenin duvarına tırmanıp güneşin dağların arasında batışını izleyişimiz, kuşların günün son turlarını atışı kadar güzel."

"Abi! Git artık. Yanımda biri varken ağlamayı sevmiyorum!"

Dalgın dalgın böceğe baktım. İçimde binbir duygu dans ederken öylece kalakalmıştım burada. Ne yazık ki bakışlarım böceği doğrultmadı. Sefa'nın sözleri de üzerimdeki etkisini sürdürüyordu. Gözlerim nemlenmişti. Omuzlarım sarsıla sarsıla ağlamak istiyordum.

Adım sesleri geldi. Yaklaşıyordu. Biraz ötede durdu.
"Hülya?"

Yaşlı gözlerimi alel acele silerken "Ters dönmüş, düzeltemedim. Kaldı öyle. Çabalayıp duruyor ama başaramıyor," diye böceğe bakarak konuştum. Ağlama nedenim bu muydu gerçekten? Kimi kandırıyordum?

"Dur sen, zaten böceklerden korkarsın. Buna rağmen ona yardım etmeye mi çalıştın?"

Yavaşça başımı salladım.

Aramıza uygun bir mesafe koyup çöktü, böceği parmaklarıyla tutup avcuna aldı. "Ben şimdi onu sağ salim dışarı bırakırım. Ağlama sen.''

Yine başımı salladım, tamam anlamında. Sefa kalktı, avcunda böcekle birlikte perdeyi aralayıp evden çıktı. Gözyaşlarım yeniden çoğaldı. Onların biraz durulmasını bekledim. Sonra tatlı tabağını alıp mutfağa gittim. Selmayla göz göze geldik. İkimiz de birbirimizin kızarık gözlerine bakıyorduk. Sözleşmiş gibi aynı anda o elindeki kepçeyi ben de tabağı bıraktık ve sarıldık. Hıçkırdı, omuzlarım sarsıldı. Sarılıp ağladık. Neye ağladığımı bilmese de ben biliyordum ki ikimiz de ona ağlıyorduk. Onun kalbinin güzelliğine.

Loading...
0%