@sukunettekelimeler
|
Kahveleri dağıtırken heyecandan titrememek için zor duruyordum. Son olarak Sefa bakışlarını bana hiç çevirmeden bardağına uzandı ve suyunu da alıp sehpanın üzerine koydu. Elimi ayağıma dolaştıran adetlerden sonra Allah'ın emriyle kız isteme merasimi gerçekleşti. Babam yüzüklerimizi taktı, kurdeleyi kesti, Sude tepsiyi tuttu. Sefa ile kaderlerimiz biraz daha iç içe geçti. * Araya bir kaç ay girdi. Üst mahalleden beğendiğimiz bir ev satın almıştık. Ev tadilata alındı, hazırlanmaya başlandı. İnşaat işlerinin bitimine yakın düğün koşturması devam ediyordu. Genellikle her şeyi Zeliha teyze ve Selma ile konuşup halletsek de Sefa da elbet bazen bunlara dahil oluyordu. Gelinlik ve yüzük seçmek için bizi merkeze götürdü, kendisi de Abdullah Orhan ile ve bir arkadaşıyla damatlık için bir takım elbise bakmaya gitti. Ben gelinliği seçtikten hemen sonra kuyumcuda bekleyen Sefa ile buluştuk. Yüzükleri seçtik, köye dönmeye koyulduk. Abdullah Orhan "Sefa abim damatlıkla çok yakışıklı oldu, bi görsen! Sen yanında sönük kalacaksın," diye dalga geçerek bana baktığında kaşlarımı çattım. Benimle uğraşmaya bayılıyordu bu çocuk. Şimdi böyleyse biraz daha büyüyünce nasıl olurdu acaba! "Şşş, ablanla uğraşma oğlum." Annemin uyarısını dikkate almadı elbette sevgili kardeşim. "Uğraşmıyorum, gerçekleri söylüyorum. Sen niye ablamla evleniyorsun ki Sefa abi? Bu çok gıcık, sabahları uyanmazsam yüzümü ıslatıyor. Sofra toplarken bana da yardım ettiriyor. İş yaptırıyor. Ödevlerimi yapmama yardım etmiyor..." "Abdullah!" diye onu uyaran bir ses tonuyla seslendim. Birbirimize kötü kötü baktık. Beni böyle göstermesi hoşuma gitmemişti. Sefa hakkımda kötü şeyler düşünsün istemiyordum. Sesimi normal tutmaya çalışıp yalnız son cümlesini muhattap aldım. "Sen ödevlerine yardım etmeyi, senin yerine ödevleri yapmak olarak görüyorsan ben ne yapabilirim?" Abdullah bir şey demedi fakat şimdiye kadar sessiz kalan Sefa sakince konuşmaya başladı. İlk başlarda ses tonundan güldüğü anlaşılıyordu ki aynada ona doğru bakınca yanılmadığımı anladım. "Abdullah, koçum, ben de çocukken yüzüme su atılarak uyandırıldım çok kez. Yardım etme meselesine gelince, tabi yardım edeceksin. Ben de evde annemlere yardım ediyorum. Hem ev bile süpürüp sildiğim oluyor. Daha büyüyünce tül de takacaksın." Abdullah şaşırmış bir şekilde "Gerçekten mi!" diye haykırarak iki koltuğun arasından başını çıkardı ve araba süren Sefa'ya yanaşıp öne uzattı başını. "Tabiki." Abdullah biz yokmuşuz gibi Sefa ile sohbet etmeye devam ediyordu. "Biraz." Gözlerimi kocaman açıp kaşlarımı kaldırarak müstakbel eşim olacak adamın görebildiğim yan profiline baksam da onun bakışları elbette yoldaydı.
Kaşlarım yerine indi, gülümsedim. Bir kaç yaramazlığı ve sinir bozucu davranışı zihnime düştü hemen. Anılar kuşattı etrafımı. "Ne yapıyordun ki?" "İstediğim oyunları oynamıyor diye yemek takımlarını saklıyordum. Sonra mecburen başka oyun oynuyorduk. Üstünde böcek var deyip dikkatini dağıtıyor, ben daha çok bisküvit yiyordum. Bir de ben hatırlamıyorum ama annemler hep söyler, 'senin içeceğine toz düştü artık içilmez o' deyip Hülya bırakınca ben içermişim. Sonra kıyamayıp ona yenisini alır ve verirmişim." "Hahaha," Abdullah Orhan gülmeye başladı. "Bundan sonra ben de ablamı böyle kandırayım." "Artık çocuk değilim canım, yemezler," deyip kardeşime göz kırptım. Bir şey demedi. Beş dakika sonra tek tek bize ve atrafa bakarken başörtüme baktı, baktı. "Abla, şuranda böcek var." Aniden "Ne!" diye telaşla gözlerim pörtledi. "Zeliha teyze, al onu!" Abdullah Orhan kahkahalarla gülmeye başladı. "Yemezlermiş!" Benimle resmen dalga geçmişti! Tuzağa düşmüştüm! Arabadaki herkes onun gülüşüne eşlik etmeye başladı. Kahkaha sesleri kulaklarımı doldururken ilkin küskün küskün onlara baksam da sonunda benim de dudaklarım kıvrıldı. Kendi halime güldüm. |
0% |