Yeni Üyelik
4.
Bölüm

• Dudaklarda İz Bırakmak

@sukunettekelimeler


Kızlar, yani Selma ve Sude, aralarında en büyük kız olduğum için Sefa ve Orhan'ı bana şikayet ediyorlardı. Seslenişleri üzere onlara baktım. Kızlarla kendimize çamurdan yemek takımları yapıyorduk. Şekil verme konusunda iyice yol kat etmiştik. Ben bir kaç malzeme bulmak için onlardan daha uzaktaydım. Sefa ve Orhan ise Selma ve Sude'den bir kaç metre ilerideydi. Yerden aldıkları ufak taşları onlara atıyorlardı. Attıkları taşlar minik minikti ama kızlar rahatsız oluyordu. Bazen böyle gıcıklıkları tutuyor işte erkeklerin. Onları uyarıp yapmamalarını söylüyordum ama beni dikkate almıyorlardı.

Kızların yanına gittim. Uyarmamıza rağmen erkeklerin attıkları taşlar boyca büyüyordu. Bu nedenle kaçmaya başladık.

Vazgeçmeyip onlar da bize paralel bir şekilde ötemizde koşuyorlardı ve eğilip yerden aldıkları taşları yahut kuruyup topak olmuş toprakları bize fırlatmayı sürdürüyorlardı. Tarlaya girince pek taş kalmadı. Yalnız toprak atıyorlardı şimdi.

"Yapmayın!"

"Atmasanıza, bir yerimize gelecek!"

Kızların uyarılarına ben de katılıyordum. Defalarca söylememize rağmen atmaya devam ediyorlardı!

"Kafamıza gelir, atmayın!"

Evrene verdiğim mesaj mı bilmiyorum ama gittikçe büyüyen toprakların arasında köşeye sıkıştık. Ne olduğunu anlamadan birden sarsıldım ve çenemden aşağı bir sıvı aktı. Acı acı bağırışım tüm sokakta yankılandı. Kanlara göz yaşım karıştı. Elimi dudaklarıma götürdüm, ağzım acıyla uyuşmuştu. Ağlıyordum. Canım çok yanıyordu. Hiç böyle bir acı hissetmemiştim o güne dek.

Selma ve Sude hemen yüzüme odaklanmıştı. Yüzlerinde büyük bir korku ve endişe vardı. Bir kaç saniye sonra kızlar bana bakıp benden daha çok ağlıyor hale gelmişti neredeyse.

Bir yandan beni sakinleştirip destek olmaya çalışırken diğer yandan Sefa ve Orhan'a dönüp kızmaya başladılar.

"Ne yaptınız! Sizin yüzünüzden dudağı yarıldı Hülya'nın!

"Size atmayın demedik mi! Aptal mısınız! Oyun mu oynuyorduk sanıyorsunuz!"

Sefa ve Orhan soluğu yanımızda almıştı. İkisi de dudaklarıma bakıp suratlarını buruşturdu. Herkes ne yapacağını şaşırmıştı. Orhan özür dileyip beni teselli etmeye çalıştı. Sefa kibarca kolumu tutup yüzüme baktı ve bakışları ağzıma değince gözlerine korku doldu. Pişman oldukları belli olsa da iş işten geçmişti.

Ben ise zamanın dışında gibiydim tüm bunlar olurken. Acıma öyle odaklanmıştım ki farkında değildim etrafta olan bitenin. Çenemin altına dayadığım avuçlarım kan dolmuştu. Kanı damlata damlata, ağlayarak eve doğru gitmeye başladım. Herkes peşimden geliyordu.

Bizimkiler evde yoktu ve biz Ramazan amcaya emanettik bugün. Bunu bildiğim için Ramaza amcaların evinin bahçesine girdim. Merdivenleri çıkıyordum ki kapı kendiliğinden açıldı. Ramazan amca seslerden ötürü dışarıya çıkmıştı. Hâlimi görünce endişeyle yanıma koştu.

Arkamdan bir iz gibi merdivenlere kan damlata damlata gelmiştim. Avuçlarımdan taşıyordu artık. Ramazan amca kendi avcunu çenemin altına koyup diğer eliyle beni kolumdan tuttu ve hızla içeriye, kapının sağındaki banyoya soktu. Çeşmeyi açtı ve başımı lavaboya eğdirdi. Çenemi yyıkayarak avaş yavaş kandan arındırmaya çalışıyordu. Lavobo ise kırmızıya boyanıyordu. Refleksle gözlerimi kapattım.

Ramazan amca bir yandan da kızlarla konuşuyordu.
"Ne oldu böyle?!"

"Sefa ve Orhan bize taş ve toprak atıyordu. Toprağın içine kocaman bir taş karışmış, kocamandı attıkları. Hülya'nın dudağına geldi."

Ramazan amca bir kaç saniye susup benimle ilgilenmeye devam etti. "Off, çok kötü olmuş!"

Arada bir de kızlara komutlar veriyordu. "Şuradan peçeteyi uzat kızım."

Dudağımı temizlerken canım yandığı için ağladım. Biraz dayanmamı söyledi. Tam o sırada eğildiğim lavobodan başımı kaldırma cesaretini buldum ve bakışlarım birden aynadaki aksime takıldı. Dudağımın halini görünce daha çok ağlamaya başladım. O görüntüye biraz daha bakamadım ve gözlerimi kaçırdım. Ramazan amca da çok korkmuştu. Beni teselli etmeye, iyileşip dudağımın eskisi gibi güzel olacağını söylemeye başladı.

Kaç peçete harcadık, Allah bilirdi. Sonunda yaptığımız tampon işe ayradı ve kan akması yavaşladı. Ramazan amca kızlara dönüp "Şuradan bir bez alıp merdivenlerdeki kan lekelerini silin kızlar," dedi ve "Ben şimdi vereceğim onlara bu kızı bu hale getirmenin cezasını," diyerek kapıdan çıktı.

Ağlamam biraz kesilmişti. Sakinleşmeye çalışıyordum. Endişeyle oturduğum yerden kalkıp Ramazan amcanın peşine takıldım. O en dışarıya dek gitmiş, ben ise kapının önündeydim ve onu bakışlarımla takip ediyordum. Canımın acısı ilk zamanlardaki kadar çok değildi. Beni korkutan aynada karşıma çıkan o görüntüydü. Hep böyle çirkin mi kalacaktım?

Ramazan amca ilk kez çok öfkeliydi. Ondan hiç beklemediğim bir şey yaptı. Eline geçirdiği bir ince dalla Sefa ve Orhan'ı biraz dövdü. Onu ilk kez birine böyle davranırken görüyordum. Belden aşağılarına, popolarına ve bacaklarına vurup bir yandan azarlıyordu. Orhan kaçtı, çok dayak yemedi. Sefa kendi çocuğu olduğu için ona karşı bir çekincesi yoktu. Yine de, Sefa da istese kaçardı ama kabullenmiş bir şekilde kaçmıyordu. Sanki cezasını çektiklerini, bu dayakla karşılığını ödediklerini düşünüyor gibiydi.


İkisi de dudağımı parçalayan taşı kendi atmadığını iddia ediyordu. Ramazan amca "İkiniz de atmadınız ben attım dimi!" diye bağırıp çubuğu bir kez daha bacaklarına vurdu.

"Amca tamam, yapma! Vurma!"

Ağlayarak çıkan korkulu sesim üzerine Ramazan amca durdu ve tüm gözler bana çevrildi. "Kanıyor," dedim yanıma gelmesi için. Sefa ve Orhan'a "Bir daha birlikte oynamayacaksınız hiçbiriniz! Ceza size! Yasak buraya gelmen Orhan! Senin de onlara gitmen yasak Sefa! Hadi dağılın şimdi!" diyerek çubuğu kenarı atıp eve geri geldi.

Beni hastaneye götürmek istediğini söyledi ama ahstane beni daha fazla korkutmuştu. Hele de Sude'nin "Dikiş atarlar dimi?" demesi iyice endişelenmeme sebep oldu. Dikiş atılmasından çok korkuyordum. Bunu istemiyordum. Kendi kendine yaram kapanıp iyileşemez miydi?

Zor da olsa nazlanarak Ramazan amcayı hastaneye gitmemek için ikna ettim.

Fakat sonraları, büyüyünce fark ettim ki gitmemiz gereken mühim bir durummuş.

Ağzım kapalı duramıyordum. Dudaklarım birbirine değemiyordu. Hep aralıktı. Ağzı açık duruyor, kendimi kötü hissediyordum. Bu şekilde geçen kabus gibi sürecin ardından hava karardı ve ben sakinleştim. Eve sessizlik hakim oldu.

Bir kaç saatliğine uyuyakaldım. Selma yanımda kalmıştı, Sefa'nın kız kardeşiydi o. Onların evindeydim hâlâ. Sefa'yı ise o gün akşama dek birdaha görmedim. Odasına kapanmıştı. Çıkmaya cesareti yoktu.

Akşam Ramazan amca bana itinayla çorba içirmeye çalıştı ama yemek yemek epey zordu. Dudaklarımı kıpırdatamıyor, ağzım hareket edince sanki üst dudağım önüme düşecek gibi hissediyordum. Hatta doğru düzgün konuşamıyordum bile.

Akşam annemler Zeliha teyze ile birlikte geri geldi. Hâlimi görünce çok sinirlenmişlerdi. Babam beni hastaneye götürmek istedi. Yine gitmek istemedim. Dikiş atılmasından korkuyordum. Kendiliğinden geçer, dedim. Bir türlü ikna ettim, hastaneye gitmedik. Gitseydik dikiş yiyeceğimden emindim.

Ramazan amca kendini emanete sahip çıkamamış gibi hissediyordu. Uzun süre Sefa'ya verdiği cezayı uyguladı ve kararlı davrandı. Orhanla görüşemediler. Bense onu görmekten sakındım. Dargındım. Birlikte oyun oynamıyorduk artık. Bizimle oynaması yasaktı. Selma ve Sude bizim bahçeye geliyor, kız kıza oynuyorduk. O ise bazen kapıdan geçerken yahut pencereden bize bakıp yalnız kalarak cezasını çekiyordu.

Ne benim ne de başkasının yüreği yarama bakmaya el vermiyordu. İnsanların beni görmek istemeyeceğini düşündüm hep. Her gören yüzünü buruşturdu. Kendimi çirkin hissettim, hem de hiç olmadığım kadar. Sude'nin kardeşi oldu, fotoğraf çekildik birlikte. Her seferinde silmelerini istedim. Dudağım o haldeyken hiçbir fotoğrafta güzel çıkmıyordum. Sonunda tek bir tanesi kaldı hatıra niyetine. Başım eğik olduğundan dudağımın çok belli olmadığı bir tanesi.

Aynalara küstüm uzun süre. Küs kaldım. Yandan bakışlar atıp geçtim. Kendi yüzüme bakamadım. Aylar geçti, yaram kapandı ama izi kaldı. Dudaklarım aralık durmuyordu artık. Rahatça yemek yiyordum. Rahatça konuşuyordum. Aynaya bakıyordum. Her baktığımda da dudağımdaki beyaz çizgiyle, kapanan yarık iziyle karşılaşıyordum.

Dudaklarıma kalıcı bir iz bırakmıştı Sefa. İnce bir sızı. Her baktığımda onu aklıma getirecek bir yara.

Evet, Sefa. Aylar sonra bir gün, suratıma gelen toprağın onun elinden fırlamış olduğu gerçeğini itiraf etmişti. Söylediğine göre, taş atıp canımızı yakmamak için toprak atmıştı ama o toprağın içine gizlenmiş kayadan habersizdi.

Hayat böyleydi, önemsiz sanıp karşıdakine atılan her ne olsa da bazen içinde büyük bir yaraya sebep olacak bir kaya barındırabiliyordu. Bu yüzden çok dikkat etmek gerekiyordu.

Yan yana oturan, yediği içtiği ayrı gitmeyen iki ailenin çocukları olarak elbet sonunda barıştık. Sefa hep uzaktan bizi seyretmedi. Bir gün babannesi dayanamayıp ona müsaade etti: Benden özür dileyip bir daha bize zarar verecek hiçbir şey yapmamaya söz vermesini ve eğer ben kabul edersem bizimle oynayabileceğini söyledi. Uzun zaman olmuş, yaram kabuk bağlamış, içten içe mutlulukla birlikte oynadığımız zamanları özlemiştim. Sefa özür diledi, söz verdi. Sude ve Selma istemese bile ben onu affettim ve oynamasına izin verdim.

Sefa bana karşı artık daha çekingendi fakat yavaş yavaş tekrar alıştı bu ortama. Ertesi gün yine elinde bir incir poşetiyle çıkageldi. Aradan bir kaç yıl geçse de onun gönlümü alma yöntemi değişmemişti. İncir mevsiminde olduğumuza dua etsindi!


 


Loading...
0%