@sukunettekelimeler
|
Dağdan gelip bağdakini kovmak. Evet, kızımız dayısına çekmese de oğlumuz şimdiden dayısı ve babasının küçüklüğünün yolundan gittiğini belli ediyordu. Minik parmaklarının arasına ablasının saçlarını almış çekiyor, kızım da ağlıyordu. Saçını kurtarmasına yardım edip onu öptüm, sakinleştirdim. Beyimizi de anlamayacak kadar küçük olduğu halde sahte bir azarlayışla tatlıca azarladım. Bu sırada içeriye Sefa girdi. Namazını bitirmiş olmalıydı. "Ne oluyor?" deyip bize baktığında güldüm ve açıkladım. Gelip yanımıza oturdu, kızını öpüp sarıldı ve teselli etti. Aslan parçasını da alıp yalandan kızıyor gibi söylenip sevdi. O da hepimize olanları unuttururcasına güldü! "Bak ablası, senden özür diliyor. Gülümsüyor sana." Yufka yürekli kızım yeni kuruyan yanaklarındaki gözyaşları hiç akmamış gibi kardeşini öpüp barıştı. Bu sırada kapı çaldı, gidip açtım. Abdullah Orhan seslerin geldiği odaya girip selam verdi. Sefa selamını alıp ona hoş geldin dedi. Abdullah Orhan, kızımın ağladığını fark edince hemen kucaklayıp öptü, ne olduğunu sordu. Ona hiç kıyamıyordu. Olanları dinledikten sonra onu teselli edip cebinden bir çikolata çıkarttı ve başarılı bir şekilde her şeyi unutturdu. Kızım çikolata yerken Abdullah Orhan bu kez erkek yeğenini kucakladı. Hem sevip hem "Ablan benim ilk göz ağrım. Onu üzme bozuşuruz. Dayının öbür yüzünü görürsün bak aslanım," diyerek uyarıda bulunduğunda Sefa da ben de güldük. "Dayıcım, beni mi çok seviyon onu mu?" Abdullah Orhan beklemediği soru karşısında sustu bir süre. Bize şaşkınca baktı. Kucağındaki bebeğin zaten bir şey anlamadığını düşünmüş olacak ki "Seni tabi kız!" deyip saçlarından öptü kızımı. Bu sırada kucağındaki beyefendi ağlamaya başladığında hepimiz şaşkınlıkla ona baktık. "Abla! Çocuk anlamış gibi ağlamaya başladı ya! Tövbe tövbe!" diye bana söylendikten sonra önüne döndü ve kolları arasındaki bebeğe baktı. "Seni de çok seviyorum oğlum. İkinizi de çok seviyorum lan. Kendi çocuğum olsa bu kadar sevmem. Ağlama herkesin içinde. En büyük sırlarımı seninle paylaşıyoruz biz. Delil bu. Hatırla. Sus hadi dayıcım." Sefa ve ben gülüyorduk. "Ne sırrı?" deyip merakla ona baktım. "Sır işte. Sanane abla! Sır bu adı üstünde." "İyi be," deyip odadan çıktım ve çay koymak için mutfağa girdim. Sefa da peşimden gelmişti. Merak edip ona döndüm. "Ne sırrı?" Muhtemelen o biliyordu çünkü ikisi arasında su sızmazdı. "Valla sanırım gönül meselesi." Şaşkınlıkla ona baktım. "Ne! Abdullah Orhan mı? Gönül meselesi mi?! O sevmeyi biliyor mu, beceriyor mu ki?" Sefa kaşlarını kaldırıp gülümsedi. "Valla biliyor gibi. Hatta senin şu kitaplıktan kaybolan kitaplar var ya... Onlar da gelecekteki gelinine gidiyor sanırım." Aniden sinirlerim tepeme fırladı. Sefa beni kolumdan yakalayıp durdurdu. "Belli etme sana söylediğimi. Çocuk zaten karşılıksız aşk yaşıyor, yükü ağır. Bırak kendi hâline. Kız baya çetin çıktı vallahi, hiç yüz vermiyormuş." Bir an kardeşim için üzüldüm ve hesap sorma fikrinden vazgeçtim. "Hadi yaaa! Kim bu kız?" "Kamer var ya, o işte. Gürkan abinin kızı." "Ay onlar hiç anlaşamazdı ki küçüklükten beri!" "Bizimki peşinde olduğu için o da yüz vermediği için anlaşamıyorlarmış işte." Bir süre sustuktan sonra "Neyse..." dedim. "Daha on yedi yaşında o. Geçer elbet." "Bakacağız artık," deyip büyük çaydanlığı çıkardı Sefa. Ben konuya dalınca unutmuştum tabi. Çayı koydu. "Kalabalığız bu akşam." "Elhamdülillah," dedim. "Neyse ki çocuk bakmaya yardım eden dayımız var. Allah razı olsun. Gerisini biz hallederiz. Hadi unu getir balkondan, kek de yapalım." "Benim sevdiğim gibi yap ama." "Olmaz efendim. Bu kez kardeşimin sevdiği gibi yapacağım. Yazık kuzuma. Sorarım ben o kıza benim kardeşimi üzmenin, süründürmenin hesabını." "Sen de bizi az süründürmedin Hülya hanım. Biz hesap sorduk mu?" "Cık," dedim şımarık bir tebessümle. Gülümseyip yanağımı öptü. "Dua et benim gibi bir kocan var!" "Sen de dua et benim gibi bir karın var!" "Ediyorum zaten." "Ben de ediyorum." |
0% |