@sukunettekelimeler
|
Saat on bir buçuk olmuştu ve Sefa'nın hem geç kalıp hem haber vermemesi beni endişelendirmişti. Kulağım kapıdan gelecek bir anahtar sesindeydi. Kollarımı birbirine kavuşturmuş, pencerenin önünde oturuyordum. Sonunda kapıdan beklediğim anahtar sesi geldi. Evin içinde adım sesleri yankılandı. Uyuduğumu düşünmüş olacak ki önce yatak odasına gitti. Sonra sesler içeriye doğru yaklaştı. İçerisinin ışığı aniden yakılınca karanlığa alışan gözlerim acıdı. Bu acıyış nedeniyle nemlenmiştiler hafiften. Hiçbir şey değişmemiş gibi pencereden dışarıya bakmaya devam ettim. Geldiğini fark ettiğim halde yokmuş gibi yapma nedenimi çözmeye çalışıyordum. Kızgın mıydım? Kırgın? Arkamdan omuzlarıma bir şal bırakıldı, şalın iki ucunu önümde kavuştururken kolları da bana dolanmıştı. "Özür dilerim," derken sesi samimi ve sakindi. Kollarını çekip yanımdan iki adım attı ve önümdeki pencereden içerisinin görünmemesi için perdeyi kapattı. Perdeden parmaklarını ayırdıktan sonra dizlerini büktü ve yükünü ayaklarına vererek hemen önümde oturdu. Sorun akşam birlikte film izleyeceğimize söz verip gelmemesi ve izleyemememiz değildi ki. "Neden haber vermedin?" "Unuttum." Gerçeği söylemesi güzeldi en azından. "Saat on iki oldu, nasıl haber vermezsin? Endişelendim. Bir şey oldu sandım. Neredeydin?" "Orhan'ın annesi rahatsızlanmış, tam eve dönerken beni aradı. Hastaneye götürdüm. İşimiz uzun sürdü. Telaşeden unuttum hastanede." Yaptığım tüm soğukluğa pişman olmuştum. Orhan vefat ettiğinden beri yıllardır Sefa onun ailesiyle ilgilenirdi çünkü evin tek erkeği Orhan'dı ve o gitmişti... Can dostunun emaneti olarak görüyordu onları, kendi ailesi olarak. Bir kez daha içimden ona doğru ılık nehirler akarken suratımdaki sert görünmeye çalışan maskeyi yırtıp attım. Sesimdeki endişede gülecek bir şey olduğunu sanmıyordum. Neden Sefa gülüyordu? Zaten bu hep böyle olmadık yerde gülerdi küçükken de. Çok merak ediyordum komik olanın ne olduğunu. "Gerek yok, iyi şimdi çok şükür. Uyuyor. Selma yanında, onunla kalacak," deyip bir kaç saniye duraksadı ve gülerek konuşmaya devam etti. Sanki zihnimi okumuştu. "Az evvelki ses tonunla Gül teyzeyi öğrendikten sonraki ses tonun arasındaki farkı fark etseydin sen de gülerdin." Biraz utanarak "Ne yapayım, bir daha yapma diye sert görünmeye çalışıyordum," diye dürüst bir açıklamada bulundum. Gülümsemesi genişledi, keyifli görünüyordu. "Masken görevini yerine getiremiyordu yalnız, söyleyeyim. Beni korkutmak için daha iyi yollar bulman lazım." "Fufff! Yıllardır bulamadım, şimdi nasıl bulacağım acaba? Sen de korkmuş gibi yap o zaman." "Korktum zaten ama sesinin tonundan yahut suratına giydirdiğin maskeden değil, ilk geldiğimde yüzüme bakmayışından. Ya daha çok bakmazsan diye korktum." Gözlerine takılı kalmış bakışlarımı kaçırıp kaşlarımı çattım. "Bu haksızlık!" diye kızdım ona. Anlamamış gibi yüzüme bakıyordu. "Öyle mi yapıyorum?" Başımı salladım sertçe. "Hiç farkında değilim ki. Elimde olan bir şey değil, maalesef buna engel olamam." "Neyse, olma zaten," diye sakince mırıldansam da hemen önümde olduğunu ve duyabileceğini unutmuştum. "Sen de bir acayipsin! Hem kızıyorsun hem engel olma diyorsun. Amacın ne be kadın, bana eziyet etmek mi?" İşte, gıcık yanı hafiften ortaya çıkmıştı. Zaten gün içinde de böyle bilinçli şeyler yapıyordu, beni sinir etmeye çalışıyor, benimle uğraşıyordu. "Hıhı, sana eziyet etmek için doğdum ben." "Bilmem mi! Daha gözlerini dünyaya açtığında bakışlarından anlamıştım zaten." "Sanki hatırlıyorsun da!" diyerek güldüm. "Hatırlamama gerek yok, hissediyorum," deyip gözlerini kısarak bana baktı. "Eee, affedildim sanırım?" "Sence?" "Bana küs kalamazsın sen." "Hadi canım! Belli olmaz, büyük konuşma." "Kalamazsın." Meydan okurcasına ona baktım ve güldüm. Bu bakışların anlamı "O kadar emin olma!" demekti. O daha çok güldü ve alay edercesine dişlerini göstererek sırıttı. Elini kaldırıp suratıma doğru yaklaştırdı, dört parmağı çenemi kavrarken baş parmağı dudağımın kenarında durdu. Yara izine dokundu. "Sana şunu yaptığımda dudağın dağılmış hâlde ve hâlâ kanarken bile babamın beni daha çok dövmesini engellediğini hatırlatmam gerekiyor mu? Ya da bu iz burada olduğu halde şuan evli olduğumuzu? Ya da---" Hâlâ aynı şekilde duran elini bileğinden tutup indirdim. "Deneyelim mi?" Ne saçmalıyorsun dercesine bana baktı. Beni böyle eritip her seferinde galip gelmesine izin vermek istemiyordum. "Duydun. Hadi bu geceden itibaren sana küsmüş gibi yapacağım. Sana sinirliyim, kızgınım, küsüm. Bakalım ne kadar sürecek ve neler olacak?" "Dalga geçiyorsun!" bakışlarını gözlerime ikram edip kaşlarını şaşkınlıkla havaya kaldırdı. "Yok artık! Millet sahte evlilik falan yapıp birbirini seviyor numarası yapar, bizimki gerçek evliliğimizde sahte küslük numarası yapmaya kalkıyor! Allah'ım bu kulun daha neler görecek?" Zafer kazanmış bir şekilde gülümsedim. "Korktun mu?" "Yooo! Ben lafımın arkasındayım. Kabul. Ama bir şartım var." "Kabul." "Ne olduğunu bilmeden kabul dememeliydin," deyip sırıtarak ayağa kalktı. Bu gülüşün altında bir şey yatıyordu. Tedirgin olup hızla ayağa kalktım ve karşısına dikildim. "Neydi şartın!?" "Artık çok geç. Laf ağızdan bir kere çıkar. Kabul ettik, anlaştık." Teslim olmuş bir şekilde "Tamam. Ama söyle, neydi şartın?" deyip merakla gözlerinin içine baktım. "Her eşi kendisine küsmüş koca gibi gönlünü almak için istediğimi yaparım." "Nasıl yani? Ne gibi?" "İstediğim her şeyi," deyip göz kırptı ve yanımdan uzaklaşmaya başladı. "İyi geceler canım." Sinirden ve şaşkınlıktan olduğum yerde kalakalmıştım. "Görürsün sen! Nasıl küsülüyor gör bak!" deyip sert adımlarla odadan çıkıp yatak odasına girdim ve örtünün ucunu kaldırıp yatağa girdim. Yarından itibaren ödeşecektik. Savaştaydık. "Küsen eşler ayrı yatmıyor muydu ya?" Sefa'nın gıcık sesi üzerine kaşlarımı çattım. "Ben gitmem. Çok istersen sen git." "Ben de gitmem. Küsen sensin hem ben değil." "İyi. Zaten ayrı uçlardayız, sorun yok. İyi geceler." "Hem küs hem iyi geceler diyor." "Ne diyim, beddua mı edeyim Sefa?" "Yoo, Allah korusun." "O zaman iyi geceler." "Sana da," deyip güldü. İçimden gülsem de ciddi kalmaya çalıştım ve gözlerimi yumdum. |
0% |