@sukunettekelimeler
|
Halıyı tüm gücümü kullanarak fırçaladım ama canım çıkıyordu açıkçası. Soğuk su ayaklarıma ferahlık veriyordu. Yaz sıcağında halı yıkamanın tek iyi yanı suyun serinletmesiydi. Tabi terliyorduk aynı zamanda, o ayrı konu! Fırçaladıkça halı köpürüyor, üzeri beyaz köpüklerle döşeniyordu. Yorulup durdum, bir kaç saniye sonra annemin sesini işittim. "Durma kızım. Yap da bitsin." "Yoruldum anne, iki dakika dinleniyorum," deyip ona hayretle baktım. Kendi önündeki halıyı fırçalıyordu. "Alıştın oralarda iş yapmamaya tabi," diye mırıldandı. Bakışlarını görünce iç çekip tekrar halıyı fırçalamaya koyuldum. Şuan evde değil yurtta olmayı isterdim. İşten kaytarmış olmak için tabiki! "Ver fırçayı bana." Bakışlarımı kaldırdığımda üzerindeki temiz mavi gömlek ve kumaş pantolonu dikkatimi çekti. Bir yere gidiyor yahut bir yerden geliyordu sanırım. "Olmaz, üzerin mahvolur," deyip vermedim. Eğilip ayakkabılarını çıkarttı ve kenarı koydu. Pantolonun paçalarını sıyırırken "Bir şey olmaz, değiştiririm. Hem makina yıkıyor zaten, ben değil," diye cevap vermişti. Benden aşırı uzun boyu olmadığına seviniyordum. Neyse ki Sefa da orta boylu bir erkekti. Yanında kendimi cüce gibi hissetmiyordum. Neden mi bunu dedim? Dünkü benden küçük kuzenlerim şimdi yanımda dikildiğinde zürafa gibi geliyorlar bana, kendimi iyice kısa hissediyorum onların yanında. Her neyse, büyümüştü Sefa, epey büyümüştü. Boyu zürafa olmasa da belli ediyordu kendini artık. Sakalları da yüz göstermişti. Geçen sene suratında olan sivilceler silinip gitmişti yavaş yavaş. Hâlâ fırça elimde durduğumdan olacak, Sefa "Gücün yetmiyor kirleri tamamen çıkarmaya. Bana bırak bu işi sen. İstersen karşılığında bir ayranını içerim," deyip ikna etmeye çalışarak baktı. Bense anneme döndüm. Anlam veremediğim bakışlarla bize bakıyordu. Kızmasını veya neden kendin yapmadın diye söylenmesini dinlemek istemiyordum. Ne yapayım dercesine baktığımda başını sallayıp önüne döndü ve halısını fırçalamaya devam etti. Onayı alınca fırçayı Sefa'ya uzattım. "Kenarı kaç," deyip fırçanın sapıyla bana öteyi gösterdi. Dediğini yaptım. O fırçalarken ben de onu izledim. Kitabımın arasında duran bir kaç yıl önceki fotoğraf ile şuanki hâli arasında fark büyüktü. Fırçalamaya devam ederken "Eee Hülya, ilk senen bitti. Nasıl geçti? Memnun kaldın mı?" diye bana bir soru sordu. Benimle konuşsa da bakışları bende değil halıdaydı. "Güzeldi, normal yani. Memnunum. Öğretmenler iyi, iyi arkadaşlarım da var. Derslerim de iyi. Bir sıkıntı yok." "Sevindim," dedi. Araya giren sessizliği bu kez ben kovaladım. "Senin nasıl gidiyor? Onuncu sınıf daha zor mu?" "Her zamanki gibi. Benim okulla aram limoni, biliyorsun. Ama onuncu sınıf dokuzdan daha kolay. Hem sen zor da olsa yaparsın." Fırçalama işi bitmişti. Sefa "Suyu biraz açar mısın, durulayalım," deyip çeşmeyi işaret etti. Çeşmeyi açıp hortumun ucunu tuttum. O ise fırçanın arkasını kullanarak sabunu temizledi. Sonunda halıyı rulo yaptık. Duvara asarken yardım ettiği için Sefa'nın üstü başı ıslandı. Oysaki kendim yapabileceğimi söylemiştim. Zaten yeterince ıslaktım. "Sırılsıklam oldun. Ben yaparım demiştim. Diğer halıyı da ben taşıdım." "Diğerinin yapısı farklı, hafif o. Bu çok ağırdı, taşıyamazdın. Gücünün yetip yetmemesine bakmadan her yükü kaldırmaya çalışmamalısın. Hem hava sıcak, üzerim de beş dakikaya kurur. Sen bizim ayrandan haber ver?" "Ayran yapmıştım zaten. Dur, getireyim," deyip içeriye girdim. Bir tepsiye üç bardak ayran koydum. Aklıma baklava da olduğu gelince bir tabağa koyup onu da tepsiye sığdırdım. Çatalı son anda hatırlayıp tabağın yanına iliştirdim ve bahçeye döndüm. Sefa, anneme yardım ediyordu. Son halı da durulanmıştı. Astılar birlikte. Çardağa gelip karşıma oturdular. Az sonra annem ayranını içip namaz kılmak için içeriye girdi. Biz oturmaya devam ettik. Sefa tatlıya çatalını batırdı, sakince yiyordu. "Teşekkür ederim Sefa," dedim onun keyifle baklava yemesini seyrederken. Başını salladı çünkü ağzı doluydu. Lokmasını yuttuktan sonra "Ben de teşekkür ederim," deyip ayranından bir yudum daha aldı. "Hayırdır, sen niye böyle giyinmiştin?" Sefa spor ve rahat şeyler giymeyi severdi. Gömlek ve kumaş pantolon giyiyorsa bir nedeni vardı muhakkak. "Ablamla birlikte arkadaşının düğününe gittik." "Haa öyle mi? Nereye gittiniz? Merkeze mi?" "Evet," deyip baklavadan attı ağzına. "Gitmişken gezseydiniz." "Dolandık biraz." Bardağın dibinde kalan son ayranı da dikleyip "Elhamdülillah," dedi. Masanın üzerindeki peçeteye uzanıp bir parça kopardı ve ağzını sildi. Peçeteyi tepsinin kenarına koyup elini cebine attı. "Sana bir şey getirdim. Görünce aklımıza sen geldin. Biz de ablamla birlikte sana hediye olarak aldık." Şaşırmıştım ve mutlu olmuştum. Merakla cebinden ne çıkartacağını bekledim. "Öyle pek büyük bir şey değil ama seversin herhalde..." deyip avcunu aramıza uzattı. Elinde anahtarlık vardı ve ilk görüşte aşık olmuştum. Anahtar şeklindeydi ama alalade bir anahtar değil. Osmanlıdan kalma süslemeli, oymalı ve naif anahtarlar gibiydi. "Anahtarını sürekli düşürüyordun ya da kaybediyordun. Buna geçirirsin, bunu da çantana geçirirsin. Hiç kaybolmaz." Anahtarlığı alıp elimde çevirerek inceledim. "Çok güzelmiş. Çok beğendim. Teşekkür ederim," dedim ve gülümsedim. "Gülizar ablaya da teşekkür edeyim gidip akşam üstü." "O yok evde. Halamlara kalmaya gitti. Bir ay orada olacak. Ben iletirim." "Aa öyle mi! Tamam, sen iletirsin o zaman." Sefa kolundaki saate bakıp ayağa kalktı. "Bana müsaade. Görüşürüz Hülya." "Görüşürüz." |
0% |