@sukunettekelimeler
|
Dizlerimin hemen üzerinde biten, ince askılı, zümrüt yeşili, sade ama şık elbisemin pileli eteklerini avuçlamıştım. Ayağımı yere vurarak ritim tutuyordum. Yatsı için camiye gidecek, dönerken annesine on dakika uğrayıp gelecekti ama yarım saat olmuştu resmen. Bekledikçe cesaretim sönüyordu. Elini tuttuğum kararlılığım kaçıp gitmek istiyor, heyecanım tepeme tırmanıyordu. Dayanamayıp telefonuma uzandım ve Sefa'yı aradım. Açmadı fakat bir kaç saniye sonra mesaj geldi. - Beş dakikaya geliyorum. Beş dakika geçmek bilmiyor gibiydi. Sonunda kapı sesini duymamla heyecanlanarak ayağa kalktım. Telefonum titremeye başladı, ekrana baktığımda Selma'nın aradığını gördüm. Açamazdım şuan! Telefonu sessize aldığım sırada mesaj da geldiğini fark ettim ama ilgilenemezdim. Telefonu orada bırakıp seslere kulak verdim. Anahtarın bırakılma sesi, adım sesleri, odanın kapı kolunun yavaşça inişi, Sefa'nın içeriye girip elindeki ceketi asması ve "Hülya konuşmamız gereken--" diye başladığı cümlenin bana çevrilen bakışları nedeniyle yarıda kalması. Hızlıca beni süzüp elini alnına götürdü ve ovaladı. Bir şey demesini bekledim ama sessiz kalıp dolabın kapağını açtı, uzunca bir hırka çıkarıp aldı ve yanıma gelip tam önümde durdu. Hırkayı giymem için tuttuğunda ne olduğunu şaşırmıştım. Davranışına anlam veremiyordum. Güzel olmamış mıydım? Hırkanın kollarına kollarımı geçirdim, önündeki fermuarı birbirine kavuşturup yukarıya çekti ve gözlerime baktı. Uğraşıp da kıvırcık yaptığım saçlarıma kibarca dokunup bir süre sessiz kaldıktan sonra yavaş ve sertçe yutkundu. "Çok güzelsin," diye bir gerçeği itiraf edercesine mırıldandı. "Allah biliyor ya, o mesafeleri aşmak için çok yanlış zaman şuan." Kararlılığım, heyecanım, cesaretim, her şey pılını pırtısını toplayıp gitmişti. Anlam veremedim. "Neden? Ne oldu?" "Konuşalım," deyip bileğimden yakaladı ve yatağın bir ucuna oturdu. Yanına oturdum. "Anneme gittiğimde annenle sohbet ediyorlardı. Eve girdiğimi duymadılar. Konuşmalarına kulak misafiri oldum ve... Ve öğrendim ki..." Her ne söyleyecekse zorlandığı belliydi. Zaten onun için süslenip hazırlanışıma, artık ona, evliliğimize, yakınlığına alıştığımı ortaya koymak için attığım bu adıma bile yeterince sevinemediğine göre mühim bir şeydi. "Yoksa?" diye düşünmek üzereydim ki korktuğum o gerçeği kendi ağzıyla söyledi. "Öğrendim ki geçirdiğim kaza yüzünden çocuğum olmama ihtimali varmış, Hülya. Yani ben-- ben sana bunu söylemeden sana hoş geldin diyemem. Bunu bile bile diyemem." Gözlerindeki hüzün saklamaya çalışsa da kendini ele veren türdendi. Bocalamıştı belli ki. Ellerine uzandım ve parmaklarımızı kenetledim. Ona biraz olsun iyi gelsin umuduyla "Biliyorum. Bunu bile bile geldim. İhtimallerle hayatımı şekillendirmeyeceğim," diye itiraf ettim. Hüznünün yerini başka bir duygu aldı. Bakışları aniden gözlerime çevrildi ve hedefini bulan bir ok gibi buldu hârelerimi. Kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. Sesi bir ton yükseldi. Bu duygu sanırım hayal kırıklığıydı. "Ne?! Biliyor muydun?" Yavaşça başımı salladım. Ellerimiz ayrıldı, ayağa kalkıp parmaklarını gergince saçlarına daldırdı. "Benden başka herkes benim hayatımı ilgilendiren bu bilgiyi biliyormuş! Ne güzel! Peki sen ne zamandır biliyorsun? Neden bana söylemedin? Nasıl yaparsınız bunu ya, anlamıyorum!" Öfkeliydi, kırıktı. Haklıydı. Yine de gözlerim doldu. "Baştan beri biliyorum," dedim. Konuşurken zorlanmıştım. "Hangi baştan?!" "Kazadan sonradan beri işte." "İnanmıyorum ya! Bunca yıl nasıl biri olsun çıkıp söylemez, nasıl biri olsun bilmek hakkım diye düşünmez? Ben evlendim ya, evlendim! Buna rağmen kimse çıkıp ses etmedi. Ne zamana dek saklayacaktınız? Bunu bilerek mi evlendin sen benimle? Bana acıdın mı? Bu yüzden mi beklettin onca zaman?" "Kırıcı oluyorsun Sefa! Saçmalıyorsun!" "Benden başka herkes saçmalamış zaten. On sekizimden beri ya, ben yirmi yedi yaşındayım! Neredeyse on yıl! Yazık değil mi? Saçmalık asıl bu değil mi?" "Söyleyecektiler ama---" "Ne ama? Söylemediler! Ne zaman söyleyecektiler?" "Sakin olup beni dinler misin?" "Bu işin nesini dinleyeyim Hülya?" "Annenler sana ben evlenmeyi kabul ettiğim vakit söyleyecekti. Ramazan amca hayattayken. Ama sonra--" "Ama sonra? Oğulları evde kalmasın, hazır sen kabul etmişken evlensin mi dediler? İyi halt yemişler. Sen de kendini ne güzel düşünmüşsün öyle! Çok sinirliyim! Seni kırmak istemiyorum! Daha fazla uzamadan gidiyorum ben, iyi geceler." Bağırmasa da sözleri o etkiyi yaratıyordu üzerimde. Tedirgindim. İlişkimizin derin bir yara almasından korkuyordum. Ben de ayağa kalkmıştım. Refleksle parmaklarım kolunu kavradı. Durmak zorunda kaldı. Bana baktı. Geri adım atmayacaktım. "Karşındakini dinlemeyi unutuyorsun, öfken seni ele geçiriyor. Sana önceden söylemediler çünkü üzülmeni istemediler. Sana değer verdikleri için sakladılar. Belki hata yaptılar evet, ama senin iyiliğin içindi. Evleneceğimiz zaman da söylemelerini ben istemedim çünkü öğrenirsen bu evliliğin gerçekleşmeyeceğine neredeyse emindim. Ve ben senden vazgeçmek istemiyordum çünkü seni seviyordum! Ben seninle evlenmeyi bunu bilerek kabul ettim, anlıyor musun?! Acımak değil, sevmek bu! Kendini düşünmekle alakalı da değil, teslimiyetle alakalı. Kadere inanmakla, nasiple alakalı. Seni beklettim çünkü evlilikten de bu mevzudan da korkuyordum. Alışmak için zaman istedim senden, verdin. Ben de alışıp adım adım sana geldim! Ama senin bu yaptığın aptallık! Yine de özür dilerim! Seni sevdiğim ve bu yüzden bu gerçeği gün yüzüne çıkartmadığım için beni affet Sefa. Şimdi gidebilirsin, nereye istersen." Sesim iyice güçsüzleşmişti. Sefa ise suskundu. Yanaklarım ıslandı. Bakışları suratımı okşadı, yumruk yaptığı sağ elinin parmakları gevşeyip normale döndü. Tam bana doğru bir adım atmıştı ki vazgeçip çıkıp gitti. Yatağa oturup göz yaşlarımı serbest bıraktım. Bir süre öylece kıvrılıp ağladım. Ağlarken de uyuyakaldım. |
0% |