@sukunettekelimeler
|
Yanından geçip gidecektim ama yapamadım. Kestiği incir ağacından geriye kalan kökün üzerinde oturuyordu. Başı öndeydi, beni görmüş müydü bilmiyordum. Sessiz kalamadım bu kez. O incir ağacını kesmeleri sanki içimde derinlere kök salan bir şeyi kesmişler hissi veriyordu. O incir ağacı benim en sevdiğim, tırmandığım, meyvesini yediğim, dalına salıncak kurduğumdu. Geçmişten bugüne uzanan hatırasını nasıl koparıp atmışlardı. Adımlarımı biraz ötesinde durdurdum. Ayak sesinden ötürü başını kaldırdığında bir kaç saniyeliğine göz göze geldik. Şaşırmasını bekliyordum ama bakışlarında hiçbir mana ve iz yoktu. İlk kez onu anlayamıyordum. Kaşlarım çatıktı. "Neden kestin?" dedim düz ve sert bir sesle. "Kökleri çok derine uzamıştı." Bir ân kelimelere farklı anlamlar yükledi zihnim. Çok farklı... Sanki metafordu her biri. Kökleri uzayan toprağın derinlerine dek uzanan incir ağacımız değil de, Sefa'nın içinde kök salan sevgimdi, gibi. Sesim biraz yumuşadı. Normal davranmalıydım. "Olsun, uzasın. Ne olacak ki? Ben bu ağacı çok seviyordum. Çok şey saklıyordu. Kesmesen olmaz mıydı?" "Ben de seviyordum. Ama eğer o çok derinlere salınan kökleri kesmeseydim, evlerimizin temeline zarar verecekti. En ufak bir sarsıntıda yıkılma riski daha yükselecekti. İncirin kökü güçlüdür, babaannem öyle derdi." Evet işin böyle bir gerçek yanı bardı. Boşuna "Ocağına incir ağacı dikmek" deyimimiz yoktu sonuçta. Yine de üzülmemi değiştirmiyordu bu durum. Bir parçam gitmiş gibiydi. Fark etmeden bunu dile getirdiğimi anladığımda bir an duraksadım. Ne zamandır dilim ve zihnim iş birliği ile benden gayrı iş görüyordu? Sesinin az evvelkinden biraz daha yumuşak olduğunu fark ettim. "Üzülme, yenisini dikeceğim biraz daha öteye. Onunla kapatırsın yerini." "Yeni gelen eskisinin yerini tutar mı ki? Kapatabilir mi boşluğunu?" Bu kez yakaladım şaşkınlığı gözlerinde. Fakat çabuk toparladı. Sakin sesinde hafif bir rüzgar esiyor gibiydi. "Tutmaz elbet, olduğu kadar. Kapatmaz elbet, doldurduğu kadar. Alışıyor insan her şeye. Dert etme. Bir tane de tarlaya ekmiştim, o epey büyüdü bile şimdi. Bu ekeceğim erişene dek ondan toplarım sana." "Toplar mısın?" "Toplarım, sen istediğin müddetçe." "Ya istemezsem?" "O zaman toplamam." "O zaman da toplarım deyip kibarlık yapmaz mı insan?" "Ben yapamam." "Neden?" "İstemediğin bir şeyi yapmam çünkü." İçimde garip bir şeyler kıpırdandı. Başımı salladım, verecek cevabım yoktu. Artık susturuyordu, kelime bırakmıyordu insana. Gitmek üzere hareketlenmiştim ki yavaşça seslenmesi ile durdum. "Hülya!" Dönüp baktım, parmakları arasında oynadığı otlardan kaldırmıştı bakışlarını. "Efendim?" "Son kez konuşacağım babamla, Rıza amcayla konuşması için. Bu son, söz. Üçten öteye gitmem, istemediğine emin olur seni daha rahatsız etmem." Söylediğine şaşırmasam da garip hislerin tezahür etmesine sebep olmuştu. Pes etmiyordu. Yeni bir şans veriyordu. Çabalıyordu. Yavaşça başımı salladıktan sonra son oluşunu belirtmesinin sebebini merak edip sordum. "Neden bunu şimdi bana söylüyorsun?" "Son dedim ya, onu bil de öyle cevap ver istedim." "Yine aynı cevabı verirsem ne yapacaksın?" "Gideceğim." "Nereye?" "Köklerinin içime dek uzanamayacağı bir yere, buradan uzağa. Ne binam yıkılır, ne köklere zarar gelir böylece. İkimiz de sağ kalırız." "Ama bu ailene haksızlık. Sana da öyle." "Bir haksızlık yok ortada. Bunu düşünme, etkilebme. Söylediğime pişman etme beni." "Gitme, kal," dediğimde bakışları buldu yine gözlerimi. Tutunduk birbirimize. "Sen buradan başka yerde yeşeremezsin. Nasıl, ne zaman, kiminle bilmem ama zaten ben gideceğim eninde sonunda. Gidip de kendine yazık etme." Gözlerinde hafifçe bir titreme gördüm o an. Belli belirsiz bir nemlilik. "Ben senin bahçenden başka bir yerde yeşeremiyordum. Ha sen gitmişsin ha ben. Sonuçta sen olmayacaksın, bende yine solan solacak. Sen çiçek aç yeter ki." Kalbim titredi. Sesindeki tını, bakışlarındaki derinlik ve parmaklarının ucundaki hafif titreme bir an bana da bulaştı. Bir şey diyemedim. Beni kendi elleriyle toprağa gömdü. Tohum olarak mı, ceset olarak mı gömdü bilmem ama nefessizdim. Yüreğimdeki ağırlık sanki yükselip boğazıma düğüm oldu. Gözlerim doldu, gizlemek için ardıma dönüp uzaklaştım yanından. Yanağım ıslandı. Sefa ne ara böyle derin bir deryaya dönmüştü de ben hiç fark edememiştim bu güzelliği? Neden ben hep dalgalarını hırçın görmüş, ufuk çizgisini ırak görmüş, boğulacağımı düşünmüştüm? Oysa en dingininden bir denizmiş onunkisi. En sıcağından bir gülüş, en yakınından bir bakış. Sefa değişmiş deyip duruyordum ya, Sefa değişmişti belki evet ama ben onu anlamamıştım hiç. Neye döndüğünü çözmemiştim. Peki nasıl böyle sözler edebiliyordu? Nasıl giderdi? Nasıl giderse köklerin temeline zarar vermeyeceğini düşünürdü? Kökler bir kere sarılınca, bir daha kolay kolay ayrılır mıydı topraktan? Çok şey alıp götürmez miydi, çok kanatmaz mıydı? Acıtmaz mıydı? Binayı sağlam bırakır mıydı? Yaralardı. Hem onu hem de beni. İçimdeki korkuyu bir an her zerremde hissettim. Sefa'nın gitmesinden korkuyordum. Gitmesin istiyordum. Onun gitmesi demek...incir mevsiminin bitmesi demekti. Oysa o benim en sevdiğim mevsimdi. |
0% |