@sukunettekelimeler
|
Elimdeki çöp poşetini atmak için evden çıktım. Mutluluğum hissedilir bir şekilde yüzüme de tezahür ediyordu. Tabiki çöp atacağım için mutlu değilim. Yanlış anlamayın. Kardeşim olacaktı. Annem doğum için hastaneye gitmişti. Dört gözle dönmesini bekliyordum. Poşeti atıp çöpün kapağını kapattım. Ardıma döndüğümde evinin merdivenlerinden aşağı inen Sefa ile karşılaştı bakışlarım. Bir kaç adım yürüyüp onunla yolumuzun kesişeceği bir yerde durdum. Bakışları önünde olduğundan uzun süre beni fark etmedi. Yanıma yaklaştığında aniden irkildi. "Ay, sen miydin Hülya!" "Nereye böyle dalgın dalgın?" Benim aksime o biraz moralsiz gibiydi. "Hiiç. Sıkıldım şu okul konusundan. Yine bizimkilerle tartıştık gibi bir şey oldu. Orhanla biraz dolaşacağız, kafam dağılsın." "Anlayacaklardır seni sonunda. Herkes üniversite okumak zorunda diye bir kaide yok. Sabırlı ol." "Aynen, inşallah," deyip iç çektikten sonra sesine biraz canlılık geldi. "Eee sen nasılsın? Heyecanlısındır. Haber geldi mi annenden?" "Evet, çok heyecanlıyım. En son konuştuğumuzda doğuma almışlardı. Bence şimdiye çıkmıştır ama babam daha aramadı. Telaşeden unuttu herhalde." "Sevindim gerçekten sizin adınıza. Her ne kadar büyüyünce cadı olsalar da kardeşe sahip olmak epey iyi oluyor. Güzel bir duygu." "Öğreneciğim ben de o duyguyu inşallah." "Adını ne düşündünüz?" "Annem Abdullah istiyor, babam Kadir. İkisini de koyarlar bence." "Allah ömrünü hayırlı etsin de gerisi mühim değil." "Amin. Neyse, ben seni tutmayayım. Orhan'a selam söyle. Görüşürüz." "Görüşürüz Hülya. Aleykümselam." Sefa gitti. Artık onunla çok uzun uzun konuşmuyorduk. En uzunu böyleydi. Nedenini hep merak ediyordum. Büyümüş müydük, ondan mıydı? Büyümek, ömür gibi sözcükleri de mi tüketiyordu? Söylenecek ne çok şey vardı hayatta oysaki. Büyümek susmak mıydı? Peki susmak azalmak mıydı? Sussa da çoğalamaz yahut aynı kalamaz mıydı insan? Ben onun içimden azaldığını hissetmiyordum çünkü. Aynıydı. Eve girip babamın aramasını bekledim. Bir saat sonra dayanamayıp ben aradım. Tahmin ettiğim gibi telaşeden unutmuştu. Annemin de kardeşimin de iyi olduğunu söyledi. Nasipse yarın akşam taburcu olacaklardı. Telefonu kapatıp bir şeyler atıştırmak için mutfağa gittiğim sırada kapı hızla çalındı. Alacaklı gibi vuruluyordu ve bu bana hiç iyi hisler vermemişti. Başörtümü düzeltip kapıyı açtım. Selma gözyaşları içinde karşımda dikiliyordu. "Selma?! Ne oldu? Ne bu hâlin?" Hıçkırıklar arasında zorla konuştu. "A-abim... Orhan a-abiyle mo-motorla köy-e dönerken kaza yapmışlar." Aldığım haber üzere beynimden vurulmuşa döndüm. "Ne!" diye bir nida yükseldi dudaklarımdan. Aniden gözlerim kızardı, burun direğim sızladı. İçime bir dağ oturdu sanki. Bir kaç saat evvelinde karşımda kanlı canlı gördüğüm, gülümseyip bana veda eden Sefa şimdi ne durumdaydı? Ya selam yolladığım Orhan? Selma'yı içeri alıp koltuğa oturttum. "İyiler miymiş peki? Bir şey olmamış dimi?" "Daha bilmiyoruz. Hastaneye götürmüşler ambulansla. Babamla annem hemen gitti, beni götürmediler." "Gülizar abla nerede?" derken ona bir bardak su verdim. Bir kaç yudum içti. Ben de biraz içtim şayet benim de ihtiyacım vardı. "Bilmiyorum. Arkadaşına gitti öğlenleğin, daha gelmedi." "Sudelere gitmiştir o. Sude'yi arayayım hemen," deyip aradım. Sude'nin ablasıyla Gülizar abla iyi dostlardı. Tahminimde haklıydım. Sudeye haberi iletmesini söyledim. On dakika sonra Sude de Gülizar abla yanımızdaydı. Selma ile Gülizar abla birbirine sarıldı. Gülizar abla metanetli kalıp kardeşini ve beni teskin etmeye çalışıyordu. Bir süre bekledikten ve biraz sakinleşip Kuran okuduktan sonra Ramazan amcayı aradım. Sesi çok yorgundu. "Ramazan amca? Sefa ve Orhan nasıl?" "Hülya... Sefa ameliyatta kızım hâlâ. Ağır yaralanmış. Belden aşağısı resmen parçalanmıştı gördüğümde..." Sesi kısıldı, titredi, zorlanıyordu konuşurken. Yine de devam etti. Benimse duyduğum bu net açıklama karşısında nutkum tutulmuş, kanım donmuştu. Onu o hâlde hayal edemiyordum. Canım yanıyordu. Asıl şimdi dondum. İçimi ısıtmaya hiçbir şey yetmeyecekti. Ve gözlerini açtığında Sefa'nın içini ısıtmak ise imkansız olacaktı. En yakın dostunu kaybetmek demek eksilmek demekti. Güneş pelerinini dünyanın üzerinden çekmişti. Gözlerimden aşağı bir kaç damla yaş süzüldü. Telefon kapandı, elim kucağıma düştü. Herkes tedirgin bir şekilde bana bakıyor, diyeceklerini merak ediyordu. Ama kimse soramıyordu çünkü kimse büyük bir acıyla yüz yüze kalmak istemiyordu. "Orhan," dedim. Bu ses benim miydi? "Vefat etmiş..." Çocukken şu sokakta koşturduğumuz, bu odada oturup salçalı yahut reçelli ekmek yediğimiz, okula gidip geldiğimiz Orhan. Hep yaşından olgun ve iyi kalpli olan, dürüst, sakin, çalışkan Orhan. Sefa ile bir olup beni koruyan... Arkadaşım... Kızlar da ağlamaya başlamıştı. Odada sadece hıçkırık sesleri vardı. Omuzlarım sarsılıyor, içim paramparça oluyordu sanki. Bir süre sonra "Peki Sefa?" diye sordu Gülizar abla. Ramazan amcanın söylediklerini genelleyerek söyledim. Acı ikiye katlandı. "Keşke abime daha iyi davransaydım. Keşke iki yıl önce sen bana dediğinde seni dinleyip ona itinayla yaklaşsaydım. Abime bir şey olursa kendimi affetmeyeceğim. Daha dün kavga etmiştik." Selma'nın pişmanlığı gözlerinden de okunuyordu, en az sözleri kadar. Onu teselli etmeye çalıştık. "Sefa'ya bir şey olmayacak," dedik. "Abin dönecek ve sen ona sarılacaksın." Çünkü buna inanmak istiyorduk. Bunun olmasını istiyordum. Dua ettim. Onu kaybetmek, hayatımda kocaman bir eksiklik oluşması demekti. Çocukluğumun yaralanması demekti. Onu kaybetmek, karşımda en büyük kabuslarım gibi büyüyen bir ihtimaldi. |
0% |