@sukunettekelimeler
|
Bazen attığın adımların seni nereye götürdüğünü bilmeden gidersin. Kederinle, kaderine gidersin. 🍂 Genç çocuk, babasının kendine uzanan elini bileğinden sıkıca kavradı. Kıvılcım saçan gözlerini adamın merhametsiz gözlerine dikti. "Yeter artık!" diye gürleyerek adamın elini kendinden uzağa doğru ittirdi. "Annem de yok artık, çekmeyeceğim senin çileni! Onu dertten, üzüntüden, dayaktan öldürdüğün yetmedi mi? Ama hayır, bana da aynısını yapamayacaksın. Annemi iyice koruyamadım, ama kendimi onun için kurtaracağım! Bu lanet olası evini de, hayatını da al başına çal! Yalnızlığınla savaş!" Cümlesi bittiğinde hızla odasına girdi, babası da arkasından küfrederek geldiği için kapıyı kitledi. Sırt çantasına dolabındaki bir kaç parça kıyafeti doldurup tek omzuna astı. Tam pencereye yaklaşmak üzereydi ki komodinin üzerindeki fotoğrafa takıldı gözleri. Çerçeveyi alıp onu da sırt çantasına sokuşturdu. Perdeyi hırsla çekip pencereyi açtı, dışarıya atladı. Evin bahçesinden çıkıp hızlı ve hırslı adımlarla sokakta yürümeye koyuldu. Kendi kendine söyleniyor, söylendikçe öfkeleniyordu. "Artık hayatımın içine etmene izin vermeyeceğim baba. Ne koca olabildin, ne baba, ne de insan. Ama şimdi öfkenle, kininle, merhametsizliğinle baş başa bir adam olabilirsin! Artık benim bir evim, senin de oğlun yok!" Gözleri yanmaya başladı. "Bıktım artık!" diye tıslayarak önüne çıkan bir taşa tekme vurdu. "Yaşıyor olup aynı zamanda yaşamıyor olmaktan bıktım! Huzur ne, mutluluk ne, aile ne, sevgi ne bilmemekten bıktım! Yaşamaktan bıktım! Bu rezil hayattan bıktım! Dönmeyeceğim geri. Yok benim hiçbir şeyim, hiç kimsem bundan böyle. Yalnızca adım, Zahid Araz!" Karanlık sokağı adımlaya devam etti. Nereye gittiğini bilmiyordu, farkında değildi. Caddeye vardı, ilerledi. Öylesine yürüyordu kaderine doğru. Nereye gideceği hakkında bir fikri yoktu. Sadece öfkesini susturmak için hızla yürüyor, nefes nefese de kalsa yürümeye devam ediyordu. Babasına öfkeliydi, hayata öfkeliydi, kaderine öfkeliydi. Herkese ve her şeye öfkeliydi. Biraz olsun içindeki ateş dinsin istiyordu. Buz gibi soğuk bedenini ele geçirmeye başlamıştı. Aniden durdu, etrafa baktı. Bilmediği bir yerde, bilmediği bir mahalledeydi. Bir cami bulup oraya gitmeyi düşündü. Kafasını kaldırıp bakındı, minare gördüğü yere doğru yürümeye başladı. "Hey, dostum! Nereye gidiyorsun? Gel bize katıl." Kendisine seslenildiğini anladığında adımlarını durdurdu, merdivenlere oturmuş bir grup gence takıldı bakışları. Tereddüt etti ilkin, sonra yanlarına gidip karşılarında dikildi. Üç beş çocuk ellerinde şişelerle gülerek konuşuyordu. Sarhoş olmaya başlamışlardı. İçinde büyük bir gerilim hissetti Zahid. Arafta kalma duygusu her zerresine dek hissetti. İkilemiyle bir o yana bir bu yana çekildiğini hissetti. Bir tarafı bunu yapmaması için her bahaneyi sıralarken diğer tarafı da bir kereden bir şey olmaz diyerek tüm maddeleri tek kalemle silmişti. Tıpkı evi terk ettiği gibi bundan sonra canı ne istiyorsa onu yapacaktı. Yapmadığı şeylerin pişmanlığını yaşamaktan bıkmıştı, varsın biraz da yaptıklarının sonucu ile yüzleşsindi. "Ne duruyorsun oğlum, gel." Bonus kafalı çocuğun dediğini yapıp yanlarına oturdu. "Hayatım daha ne kadar mahfolabilir ki? Yahut olmayan bir hayat mahfolabilir mi ki?!" "Al." Deyip ona bir şişe uzattı bonus kafalı çocuk. Şişeyi aldı, bir süre yalnızca baktı. Annesi olsa bunu yaptığını görünce nasıl kızardı, nasıl üzülürdü. Ama yoktu! Annesi de onu terk etmişti, gitmişti! Kimse yoktu işte. Kimse! Şişeyi dudaklarına götürüp bir yudum aldı. Suratını buruşturdu beklemediği tad karşısında. Hoşuna gitmese de bir yudum daha aldı. Sevmediği şeyleri inadına yapıyor gibiydi. Bir yudum daha aldı. "Ee sen ne yapıyorsun bu saatte burada?" Gençlerden birinin sorduğu soruya "Hiçbir şey." deyip cevap verdi. Belamı arıyorum. Kaderimi arıyorum. Yolumu arıyorum. Benim olmayan bir şeyi arıyorum. Kendime bir yer arıyorum. Bana ait olabilecek bir şey arıyorum. Kendimi yaşıyor hissedeceğim bir yaşam arıyorum. "Biz de aynı valla." Deyip elindeki şişeyi dikledi çocuk. Zahid de aynısını yaptı. Gençler kendi aralarında konuşuyordu. Zahid dinlemedi, ortak olmadı. Kafasından binbir şey geçiyordu. Şişenin dibine doğru geldiğinde şişeyi merdivenin kenarına koydu. "Eyvallah." Deyip gençlerde gezdirdi gözlerini. Başının döndüğünü hissetti. "Nereye gidiyorsun oğlum?" deyip ayağa kalktı biri. "Gidiyorum işte." "Öyle hemen gidemezsin. Bir bakalım şu çantanda ne var. Ceplerinde?" Bonus kafalı çocuk çantasına uzanmak isteyince bir adım geri gitti Zahid. "Sizene lan! İşinize yarar bir şey yok!" "Oo ayıp oluyor ama. Belki işimize yarar bir şey çıkar. Ver bi bakalım." Gençler ayaklanıp etrafını sardığında iyice öfkelenmişti Zahid. "Dokunma!" deyip kendine uzanan bir çocuğun elini itti. Ardından diğerinin kolunu çevirdi geriye. Olay gittikçe uzadı, harmanlanıp kavgaya dönüştü. Zahid karnına yediği tekme nedeniye yerde kıvrılıp inlemeye başladı. Sırt çantasını karıştırıp umduğunu bulamamışcasına suratını buruşturarak Zahid'in yanına fırlattı bonus kafalı. "Hiçbir halt yok! Boşuna bir de içirdik herifi. Yurüyün lan gidelim! Bu da gebersin burada soğuktan." Gençler uzaklaşırken titreyen dudaklarının arasında zar zor nefes aldı Zahid. Suratında bir ıslaklık hissetti, elini zorla kaldırıp burnuna götürdü. Burnu kanıyordu. Sinirleri iyice bozulmuştu. Aniden gülmeye başladı. Güldükçe gülüyor, güldükçe canı yanıyordu. Zorlanarak yattığı yerde doğruldu, çantasından dışarıya fırlamış bir kaç eşyayı ve annesiyle olan fotoğrafını geri koyup fermuarı kapattı. Çerçevenin camı kırılmıştı ve buna daha da sinirlenmişti. Yalpalayarak ayağa kalktı, çantasını sırtına taktı. Evlerin duvarlarına tutuna tutuna yürümeye başladı. Sonunda parmakları caminin duvarlarına dokundu. Gelmişti. Başını kaldırıp göğe yükselen minareye baktı. Gözleri yaşardı, sinir boşalması geçirdi tekrar. "Neden?!" diye bağırdı. "Neden yol göstermiyorsun! Neden yolumu bulamıyorum? Neden hep düşüyorum?! Neden hep yerde kalan ben oluyorum?! Neden bana ait hiçbir yer bulamıyorum!?" Yalpaladı, yere çöktü. Titremeye başlamıştı. Söylenmeye devam ediyordu. "Hani haklı olan, mazlum olan rotasız kalmazdı? Kimsesiz kalmazdı? Neden hiç-bir şeyim yok!?" Ebuzer, yalpalayarak yere düşen çocuğu görünce endişe edip ona doğru yürüdü hemen. Arkasından gelen babası da aynı onun gibi yaptı. Bağırarak söylenen, hali harap, suratı yara bere içinde ve sarhoş bu gence ne yapacağını bilemeyerek baktılar ilkin. Ardından Süheyl bey gencin yanına çöktü. "İyi misin evladım?" Zahid kapanmaya yüz tutan gözlerini önünde beliren adama çevirdi. Silik de olsa bir silüet vardı gördüğü. "Değilim! İyi gibi mi görünüyorum?! Her şeyimi kaybettim! Hiçbir şeyim ben! Bu sefil dünyada yitip gitmiş insanlardan biriyim işte!" Süheyl bey üzülerek ve endişe ederek çocuğa baktı. "Nereye gidiyorsun, nereden geliyorsun oğlum?" Zahid sıkıldığını hissetmişti. Bir de başkalarının sualine tutulmadığı kalmıştı! "Cehennemin dibinden geliyorum amca. Daha dibi olmadığı için de bir yere gidemiyorum. İzninle içerde uyuycam!" deyip ayağa kalkmaya çalıştı fakat kendini kontrol edemediği için zorlanıyor, tekrar yalpalayıp düşüyordu. Ebuzer, düşmeden evvel çocuğu tutup omuz verdi. "Hey Yarabbim! Ne hale geliyor gençler.. Sen yardımcı ol." diye söylenip yanlarından geçti bir adam. "Baba, kendinde değil bu. Ne yapacağız?" Süheyl bey oğluna baktı, ardından oğlunun omuz verdiği gence. Neredeyse aynı yaştalardı. Belki daha on yedilerinde genç bir fidandılar. Kıvırcık saçları dağılmış, kemikli çenesi morarmış, düzgün burnundan kan sızan ve dudakları patlamış bir fidandı. Biraz da yanlış büyütülmüş. O fidanı kurumaya bırakmak istemiyordu. Gencin diğer tarafına geçip o da destek verdi. "Bizim dükkana götürelim oğlum." Zahid'i taşıdılar baba-oğul. Tabelasında "Hira Kitap ve Sohbet Evi" yazan kapıdan içeriye girip ışıkları açtılar. Genç çocuğu ahşap merdivenlerden üst kata çıkarıp ikili koltuğa yatırdılar. Çantasını bir kenarı koyup ayakkabılarını çıkarttı Süheyl bey. Ebuzer de bu sırada babasının dediğini yapıp bir tekneye su koymuş, temiz bir bez getirmişti. "Sen suratını temizle yavaşça, ben krem bulup geleyim. Bir de battaniye falan alayım evden." Ebuzer başını salladı onaylayarak. Süheyl bey dükkanı terk etti, Ebuzer de genç çocuğun suratını temizlemeye başladı. Kahverengi kıvırcık saçlarını alnından çekip alnını da temizledikten sonra başka yapacak bir şey bulamayarak beklemeye başladı. Bakışlarını çocuğun yaralı suratına çevirdi tekrar ve istemsizce incelemeye başladı. Çocuğun güzel suratının neden bu hale geldiğini merak etti. Sonra merakı bu sığ aşamayı geçerek daha derinlere daldı. Yüzünden öte, onu bu hale getiren neydi asıl? Az sonra babası geri döndüğünde toz toprak olan kıyafetlerini değiştirdiler çocuğun. Zor olmuştu, epey zor. Babasının evden getirdiği kendi kıyafetlerinden giydirmişlerdi çocuğa. Süheyl bey ikili kanepeye çarşaf serip evden getirdiği yastığı koydu, baygın çocuğu oğluyla beraber taşıyıp yatırdılar. Çocuğun üzerine battaniye de örtüp oğluna döndü. "Ebuzer, hadi sen eve git oğlum." "Neden? Ben de kalmak istiyorum." "Oğlum, git dedim sana. Evde annenle kardeşlerin yanlız mı kalsın? Ben burada bu çocukla kalırım. Hadi. Sabah gelirsin yine." "Peki baba." deyip babasına iyi geceler diledi ve dükkandan çıkıp yaklaşık on dakika uzaklıktaki evine doğru yürümeye başladı Ebuzer. |
0% |