Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10 • Güneş Rengi Gülüşler •

@sukunettekelimeler


Sen güldün ya o akşam,
hani sessizce ve güneş renginde
bulutların ardına gizlenmiş gülüşünle
o ışıl ışıl yüzüme vuran
gözbebeklerimde yansıyan
kalbime inip içimi ısıtan


İşte ben o ân tökezledim
ey yüreğime doğan
ruhumda batan
ben işte o an titredim
ve ben düşeyazdım
ve sen sanki
yanlış adrese giden mektubumu okumuşçasına bir cevap yazdın.
ve ben akşam güneşi altında okudum
senin satırlarındaki mânayı
sonra ben kendi yazdıklarımdan utandım
ben korktum
ben unuttum


ve ben yanlış adreslerdeyken
sen belki de hep bende kaldın
işte ben en çok da bunun fikrine
bunun zikrine ve hissine
yağmur yağdırdım tipi tuttum

🍂


Güneş batıyor, gök kızıla boyanıyordu. Ubeyd'in iki yanından tuttuğu poşetlerin yanına hafif olan kıyafet dolu torbayı da verip içindeki yorgunluğu dışarı atmak istercesine bir nefes verdi Zahid.


"Ben bunları götürüyorum. Sen diğerini al gel."

Ubeyd'e tamam dercesine başını salladığı sırada caminin avlusuna giren arkadaşlarını görmüş ve gülümsemişti. "Ooo kimler gelmiş!"

Ebuzer ellerini cebinden çıkartıp onlara doğru yürümeye devam etti. "Duyduk ki kardeşimiz taşınıyor, bir el atalım dedik."

Mahir konuşma sırasını alıp adımlarını Ubeyd'in yanında durdurdu ve çocuğun omzuna hafifçe vurdu. "Bütün işi buna bırakıp sadece onunla baş başa olmana izin veremezdim. Kıskanıyorum hepinizi kardeşim. Ya hep ya hiç."

Hepsi birden gülerken Engin taşıdığı el arabasını yere bırakıp şakayla karışık ''Ben hazırlıklı geldim. Bunları tek tek taşımak yerine sevgili nakliyat kamyonumuzu kullanabiliriz. Çünkü o kitaplar içlerindeki bilginin ağırlığından mıdır nedir bilmem ama fazla ağır.'' deyip Ubeyd'in elindeki poşetlere uzandı ve el arabasının içine yerleştirdi.

''Allah razı olsun Engin. Daha taşımaya başlamamama rağmen kitap poşetleri parmaklarımı kesmeye başlamıştı.''

''Amin, hepimizden razı olsun.''

Gülüşerek, şakalaşarak kitapları ve kıyafetleri el arabasına yerleştirdikten sonra hep birlikte sokakta yürümeye başladılar. Bir yandan sohbet ediyorlar, bir yandan da biri yoruldukça diğerinin el arabasını itmesi için yer değiştiriyorlardı.

''Demek bana komşu oluyorsun ha Zahid efendi!'' Zahid, Ebuzer'in omzuna sertçe vurmasıyla bir an dengesini kaybedip sendeledikten sonra diğer yanındaki Mahir'e çarptı ve çocuğun koluna tutunup dengesini toparladı. Ebuzer gülmeye başlamıştı. ''Bana komşu olduğun için fazla heyecanlısın sanırım kardeşim, elin ayağına dolaştı baksana. Yer çekimine meydan okuyorsun.''

Zahid ''Aynen kardeşim. Bak nasıl heyecanlıyım, hissediyor musun?'' deyip dalga geçerek Ebuzer'in elini yakaladı ve kendi kalbinin üzerine bastırdı. ''Sana daha yakın olmak nasıl da içimde kelebekleri uçuruyor!''

Engin kahkahasını bastırıp ''Hoop, fazla romantikleştiniz oğlum. Burada Mahir var, dikkat edin.'' diyerek Mahir'in saçlarını karıştırdı. Yine sinir olduğu saç karıştırma olayını yaptığı için Mahir ona kötü bir bakış atsa da takmadı çünkü bu durumdan keyif alıyordu.

Zahid iyice moda girmişti. Hülyalara dalmış bir genç kız gibi Mahir'e bakarak sırıtıyordu. ''Aman aman, Mahir'im kıskanmasın. Onun yeri ayrı. Işığım o benim. Onunla aramızda trilyonlarca mesafe olsa yine hiç yokmuşçasına yakın hissederim ben. İçimde yalnız kelebekler değil kuşlar da uçar. Hatta belki uğur böcekleri de. Yer çekimi son bulur, uçarım kanatlanıp...''

Ubeyd suratını buruşturup ''Yapmayın abi ya! Vallahi hiç yakışmıyor, çok iğreti duruyor. Gidin ilerideki eşlerinize saklayın bu sözlerinizi. Şakası bile komik, çekilmiyor. Mahir bile kıskanmayı bırakacak sizin yüzünüzüden.'' diyerek arkadaşlarının oyununu durdurmuştu.

Zahid bu yorumları kabul etmemişti. ''Ubeyd sen de hiç romantiklikten anlamıyorsun. Sen odunsun diye biz de mi odun olalım?''

Ubeyd'in adımları durdu, elindeki el arabasını da durdurup bıraktı. O durunca hepsi durmuştu. Zahid'e dönüp kaşlarını çattı. ''Sen çok çene yapıyorsun bugün oğlum. Enerjin yerinde maşallah. Geç sen taşı biraz da, hadi.''

Ubeyd'in yerini Zahid, Zahid'in yerini de Ubeyd almıştı. ''İki parça eşyam var onu da taşıyamıyorsun. Hayır yani kökünde odunluk varsa biraz güçlü olman gerekmez mi?''

''Kusuruma bakmayın Zahid bey, bir insan olarak benim de yorulma gibi bir özelliğim var.''

Engin ikisine de sırayla bakıp yalandan göz devirdi. ''Bir el arabasını da taşımak zor geliyor yani, aferin size be. Ben bunu getirmesem parmaklarınız kopacaktı. Az değerimi bilin.''

Mahir "Ben biliyorum kardeşim senin değerini, Allah razı olsun." deyip Engin'in omzuna vurdu. "Boşver sen bunları. Hayırsız be bunlar."

"Şimdi seni evine gittiğin adama şikayet edeyim de gör bakalım nasıl hayırsız olunurmuş Engin!"

"Sakın ha, Zahid! O bastonu kafama yemek istemiyorum oğlum! Çok acıtıyor lan."

Hepsi birden gülmeye başladılar. Mahir merakla araya gitmişti. "Peki Harun dedenin hayat hikayesinden ne haber? Anlattı mı hiç bir şeyler?"

Zahid gözlerini devirip "Nerdeee!" diye hayıflanarak bağırdı. "Anlatmadı. Ama artık yanında yaşayacağıma göre yavaş yavaş bir şeyler çıtlatır herhalde."

Ebuzer gözlerini büyütüp "İnşallah ya. Vallahi adam insanı meraktan öldürüyor. Bu ne gizem!" diyerek katıldı arkadaşına.

Engin ise fevkalede fikrini beyan etmişti. "Abi bence evde gizli bir sandık, kasa falan varsa bi bakalım. Belki bir ipucu yakalarız. Başka türlü olacak gibi değil, iki buçuk aydır gizem yapıyor adam."

"Eminim kasası vardır Engin. Hatta şifresi de vardır kesin. Sen bulursun onu da!"

Engin, Zahid'in dalgasına göz devirdi ve aldırmadı. Sonunda biraz daha goygoy eşliğinde eve varmışlardı. Tek katlı, eski, kimi yerinden sıvaları çatlak bir evdi. Ama şirindi, en azından sıcak hissediyorlardı. Kapıyı tıklattıklarında yaşlı adam memnuniyetle onları içeri buyur etmişti. El arabasındaki poşetleri içeriye taşıdılar ve soluklanmak için sedire yahut koltuğa oturup dikkatle yaşlı adama baktılar.

"Allah'a şükür yalnız değilim artık. Zahid kalıcı arkadaşım, siz de yatılı olmasanız bile gidip gelin sık sık. Böyle gençlerle olmak bana da iyi ve dinç hissettiriyor vallahi. Kendi gençlik zamanlarımı hatırlıyorum."

Zahid "Hâlâ gençsin ve dinçsin maşallah Harun dede!" Deyip güldü adama.

"Dalga mı geçiyorsun kereta?!" deyip kaşlarını çattı yaşlı adam.

Zahid'in paçasını Mahir kurtarmıştı. "Yok be dedem, maşallah hâlâ bastonu öyle sert vurabildiğine göre dinçsin işte. Onu kast ediyor Zahid."

Yaşlı adam gülerken Engin fırsatı değerlendirmek için "Senin gençlik zamanında nasıldı ki Harun dede?" deyip merakla adama baktı. Artık anlatsın istiyorlardı!

"Ben gençken çok ipsiz sapsızdım. Ohoo bi görseniz tanımazdınız! Bu adam Harun dede miymiş derdiniz!"

"Biraz daha ayrıntı versene dede. Nasıl ipsiz sapsız?"

Adam bir kaç saniye düşünmek için durunca gençler yine anlatmayacağını sezip hayal kırıklığına uğramıştı. Fakat onları şaşırtan bir şey oldu ve Harun dede konuşmaya başladı.

"Onu anlamanız için önce sebebini, temelini de bilmeniz lazım. Baştan alayım. Ben daha çok küçükken annem ölmüştü. Onu benden aldığı için Allah'a çok kızdım. Rahmetli babam beni büyütmek için çok uğraştı. Bir dediğimi iki etmedi, elde avuçta ne varsa eğitimime harcadı. O zamanlar okumak şimdiki gibi yaygın değildi. Bizim orada dört beş kişi vardı lise ve üniversite kazanan. Genelde ortaokul mezunu olur, baba mesleğiyle devam ederdi herkes yaşamına. Benim babam terziydi. Ama ben hep başka şeyler olmak isterdim. Bir gün doktor, öbür gün öğretmen, öbür gün mühendis, avukat... Olmayı düşünmediğim bir meslek yoktu herhalde küçükken. Maymun iştahlı gibi birine kafayı takar, sıkılır öbürüne geçerdim. Çocukluk tabi! Çok yaramazdım, çok! Bir gün ben ufakken bir komşumuz beni dövmüştü. Sebebi de bahçesinden iki elma almamız. Komşular kızmazdı, izin verirdi genelde. Ama bu beni döven biraz huysuz bir adammış. Bir de tüm arkadaşlarımın içinde dövmüştü. Ben bu adama kin tuttum, bir gün samanlığını ateşe verdim, cayır cayır yandı. Hiç unutmam o akşamı, ne itfaiyeler geldi mahalleye... Tabi sonra daha çok üstüme geldiler, ben de daha da haylaz olup çıktım. Sonunda liseye geçtim de kurtuldu mahalleli benden. Lise için şehir merkezine yakın bir ilçeye giderdim. Orada yatılı kalırdım. Babam gece gündüz dikiş diker, masraflarımı karşılardı. Öğretmen okulunu kazanmıştım ama öğretmen olmaya niyetim yoktu. Liseye geçtiğim zamanlar taktım kafaya, şarkıcı olacaktım. Para biriktirip kendime bir gitar aldıydım. Sonra çalmayı bilen bir çocukla arkadaş oldum, bana öğretti. Öğretti ama onunla zaman geçire geçire ona benzedim. Laf anlamaz, kural tanımaz, başına buyruk , havalı bir genç oldum çıktım. Yakışıklıydım da yani, Allah için. Kızlar mektup yazar sırama bırakırdı, ben kimseye yüz vermezdim. Kibir baş gösterdi tabi o kadar ilgiye. Okulun bahçesinde bir gitar çalardım ki herkes toplanır hayran hayran dinlerdi. Tabi babam fark etti bendeki bu değişimleri. Önce konuştu, anlatmaya çalıştı. Tabi delikanlı, ilgi üzerinde, laf anlar mı hiç! Anlamadım. Babam bir kaç kez beni uyardı, yapma etme dedi, derslerinle ilgilen dedi. Herkes benimle ilgilenince ben derslerle ilgilenmeyi de kesmiştim. Baktı ki bu iş böyle olmuyor, beni okuldan aldı."

Herkes kulaklarını dört açmış Harun dedeyi dinliyordu. Yaşlı adam pür dikkat kendini dinleyen gençlere bakıp tebessüm etti.

"İnsan bir kere yanlış yapınca vicdanı rahatsız hissediyor ama bir bahane bulup vicdanını da ikna ediyor sonunda. İkinciye hata yapınca zaten bir kere daha yapmıştım diye düşünüp çok umursamıyor. Üçüncüye yapınca iyice normalleşiyor, sonra da sıradanlaşıyor yaptığın hatalar. Kendini ikna etmek için bir sürü sebep buluyorsun. 'Başkaları da yapıyor, bir şey olmaz bundan' diyorsun ama aslında kendinden bir parçan kopup gidiyor her seferinde o hatayla birlikte. Uzaklaşıyorsun kendinden. Basit deyip, bir kereden bir şey olmaz deyip bir yanlışa yanaşmayacaksın hiç. Sakınacaksın kendini bu dünyada. Şüpheliden bile sakınacaksın evladım, yalnız haramdan değil. Mesela sigara gibi. Bir kere deneyeyim dersin, sonra bırakamaz olur çıkarsın. Ben de gitarıma bağımlı oldum. Sonra okuldaki ufak çaplı şöhretime bağlandım. Dünyamın merkezi bir an onlar oldu, olmazsa olmazdılar sanki. Merkeze onlar konulunca başka her şeyi unuttum. Ne ara ara kıldığım namazlar kaldı, ne bazen ettiğim dualar. İnsan Allahtan gayrısını hayatının merkezine koyarsa o hayatın yönü şaşar, merkez sarsıntıya uğrar, gün gelir üzerine yıkılır da o enkazın altında kalırsın. Allah korusun. Hele kibir! Sen kimsin ki kendini beğenip üstün görüyorsun be Harun! Şuncacık bir su damlasıydın da seni Alemlerin Rabbi yarattı, bu günlere getirmedi mi?! Ah Harun, sana o gitarı çalan parmaklarını Allah vermedi mi?! Yakışıklı bulduğun, güzel bulunan yüzün sanki senin mi, senin maharetin mi de kibirleniyorsun? Allah'ın o, Allah verdi sana! Ne demiş Hz Ali, o ilim timsali; Bir insanın kalbinde ne kadar kibir varsa aklında da o kadar noksanlık var demektir. Ah ah..."

Harun dede sustu. Geçmişteki hatalarının içine verdiği pişmanlık ateşi yine harlanmıştı. İçinden tekrar tevbe etti, yıllardır ettiği gibi. Gençler de onun bu halini anlamış, derin bir sessizliğe gömülmüşlerdi. Hepsi de böyle bir hikaye duymayı beklemiyordu. Devamını sormak isteseler de adamı zorlamak istemiyorlardı çünkü bunca zaman sonra bu başlangıç bile onlar için büyük bir nimetti. Hepsi yaşlı adamın anlattıklarından kendilerine pay biçmeye başladıklarında kimse kimsenin sessizliğinin dahi farkında değildi.

 

🍂


Coğrafya dersiydi ve sınıftaki herkes önündeki test kitaplarına gömülmüştü. Öğretmen bey bu ders herkesin kesinlikle coğrafya testi çözmesini istemişti. Gençler sıralarındaki kitaplara gömülmüş kalem oynatıyordu. Kimisi istekli, kimisi yalnızca çözmüş olmak için çözüyor, kimisi de on dakika boyunca bir soruda oyalanıyordu. Öğretmen masasından kalkıp sıraların arasında dolanmaya başlayan elli yaşlarına merdiven dayamış olan adam, yanında geçtiği herkesin ne yaptığına bakıp yavaşça adımladı sınıfı.


"Kızım, on dakika önce gezerken yine sen bu sayfada değil miydin? Çok zor herhalde sorular!"

Adamın sitemli sesi üzerine sınıfta bir kaç kişi gülerken kalanı umursamadan kendi testlerini çözmeye devam ediyordu.

"Sorular zor değil hocam, benim çözesim yok."

"Yarın bu konunun testi bitmiş olacak. Getir bana kontrol edeceğim."

"Tamam hocam ama şimdi burada değil de akşam evde çözsem?"

"Bu ders coğrafyadan başka bir şey görmeyeceğim önünüzde demiştim! O yüzden şimdi canın istemese de çözeceksin. İster üç soru ister beş. Çöz kızım."

Adam sert durmaya çalışsa da herkes çok sakin ve komik biri olduğunu bildiği için rahat davranıyordu. Ondan korkan kimse yoktu sınıfta ama saygı duydukları için dediğini yapıyorlardı. Sanki yapmazlarsa öğretmenleri üzülür ve kalbini kazanması zor olurdu.

Adam sıraların arasında yürümeye devam etti. "Aferin Sevtap. Bakın arkadaşınız ne güzel takır takır çözüyor."

Adam, duvar kenarındaki sıralara geçtiğinde sınıfın üzerine çöken sessizlik tekrar bozuldu. Zahid'in başında dikilen adam kaşlarını çatıp Zahid'in gözlerine baktı.

"Oğlum sen ne hakla matematik çalışıyorsun arkadaşların burada coğrafya çalışırken?!"

Zahid cebelleştiği matematik sorusundan bakışlarını kaldırıp başında dikilen adama çevirdi ve suçlu edasıyla hafifçe gülümsedi.
"Ben matematiğin coğrafi yorumunu yapıyorum hocam."

Bütün sınıftan bir kahkaha yükselmişti. Öğretmenin bakışları sınıfta gezdi, dudaklarına dek gelen tebessümü bastırmaya çalıştı. Bu hayta öğrencisini seviyordu. Ama sınıfta bir duruşu vardı ve ona ayrıcalık tanıyamazdı. "Hadi oğlum, kaldır şunu. Çıkar coğrafya kitabını."

Zahid suratını üzgün bir çizgi film karakteriymişçesine hüzne boyadı. "Bari matematiğin coğrafyadaki yerine, matematikte iklim özelliklerine yahut matematiğin şekil ve hareketlerine bakayım hocam?"

"Zahid! Hadi oğlum, kaldır kitabı! Çıkar coğrafyayı."

Zahid hüzünle iç çekip kitabı kapattı, sırasının altından çıkarttığı coğrafya kitabını açtı. En azından işlemli bir şeylerle uğraşmak için harita bilgisi testini yapmaya karar verip sorulara gömüldü. Zil çalıp da herkes kitaplarını mutlulukla kapattığında Zahid derin bir nefes aldı.

"Oh be! Harita bilgisi testi bitmişti, sözel kısımlara geçmek zorundaydım tam da. Kurtaran Allah'a hamd olsun!"

Engin gülerek göz devirdi arkadaşına. "Abartma oğlum ya. Coğrafya da güzel ders."

"Yani güzel ama bir matematik değil."

"Tarihten iyidir."

"Tarihi de seviyorum ben."

"Tarihi ben de seviyorum ama dersini ve sınavlarını sevmiyorum abi. Dersi dinlemeyi de seviyorum hatta ama test çözmeyi, dinlediğim şeyden sorgulanmayı sevmiyorum. Hayır yani tarih hafızam yok, tutamıyorum aklımda. Kimse anlamıyor benim hâlimi!"

Çantasını omzuna asıp yanlarından geçen bir arkadaşları "Ben anlıyorum merak etme abicim." deyip Engin'in omzuna vurdu.

"Sonunda be! Yaşa be kardeşim!" deyip sınıfın kapısına doğru giden çocuğun arkasından haykırdı Engin.

"Eyvallah! Hadi iyi akşamlar!"

"Sana da!"

Engin çantasının fermuarını kapatıp omzuna astıktan sonra cam kenarındaki sıraya doğru çevirdi başını. Sevtap eşyalarını topluyordu sakince. Tekrar önüne döndü, Zahid'e baktı. "Bugün senin oradayız kardeşim."

Zahid "Ben izinliyim bugün." diye bir açıklama yaptı. "Yani benimle değilsiniz."

"Hayırdır, ne izni?"

"Süheyl amcadan izin aldım bugün. Harun dede dediki evimize bir kaç şey lazımmış, gidip almalıymışım."

"Ooo artık evimiz falan diyor!"

"Eee sonuçta artık birlikte yaşıyoruz."

Sevtap yanlarına gelmişti ve konuşulana bir anlam veremeyerek iki genç arasında bakışlarını dolandırdı. "Hayırdır, ne evi? Harun dede kim Zahid? Kiminle yaşıyorsun?"

İki genç birbirine "artık buraya dek" bakışlarını attıktan sonra Zahid çantasını omzuna asıp yol vermesi için Engin'i iteledi. Bir yandan da "Artık Sevtap hanıma anlatabiliriz her şeyi. Nereye kadar bihaber kalacak? Enginciğim, o iş sende. Bugün bizim dükkana giderken yolda özet geçiverirsin. Ben şimdi kaçıyorum. Hadi eyvallah dostlarım!" deyip sınıfın çıkışına doğru yürümeye başladı.

Sevtap meraklı bakışlarla Engin'e baktığında "Yolda anlatırım." cevabını alıp başını sallamıştı.

Zahid hızlı adımlarla durağa gidip ilk dolmuşa bindi. Çarşıya varıp Harun dedenin istediği bir kaç malzemeyi bulmak için bir çok yer dolaştı. Bir saatin sonunda elinde üç dört poşetle birlikte alışverişini tamamlamıştı. Şimdi çarşıdan çıkıp durağa, oradan eve gitmeliydi.

Harun dedeyle yaşamaktan mutluydu. Daha iki üç gün olsa da sanki yıllardır onunla yaşıyor gibi alışık ve rahat hissediyordu kendini. Ev eskiydi. Mobilyalar, eşyalar, duvarlar ve her şey modernlikten uzaktı. Harun dedenin dünyayla bir meselesi olmadığı yaşadığı yerden de belliydi. Sıcacaktı evin havası. Eski ama sıcak. Lükslüğün ve fazlalığın soğukluğundan uzak.

Genç çocuğun bakışları aniden bir kafede oturan tanıdık simaya takılınca adımlarını durdurdu. Gözlerini kısıp emin olmak adına cam duvarın arkasına baktı. Evet evet, Hira'ydı bu. Peki karşısındaki bonus kafalı çocuk kimdi? Nedense çok tanıdık geliyordu bu çocuk Zahid'e. Nereden hatırlıyordu? Bir kaç saniye düşünse de çıkaramadı.

Uzaklaşıp gitse mi yoksa içeriye girip selam verse mi diye ikilem yaşarken telefonu çaldı ve elini cebine atıp kimin aradığına baktı. Ebuzer. Tam zamanında.

"Efendim kardeşim?"

"Selamünaleyküm Zahid. Nasılsın?"

"Aleykümselam. İyiyim çok şükür sen nasılsın?"

"Ben de iyiyim. Çarşıdaymışsın sanırım, hâlâ çarşıda mısın?"

"Evet, çarşıdayım. Hayırdır?"

"Ya ben Hira'ya bir hediye alacaktım ama firsatım olmadı. Yanında para varsa sen alsan, ben de gelince sana veririm."

"Olur kardeşim, sıkıntı yok. Hayırdır ne hediyesi?"

"Yaa biliyorsun, bir iki aydır yalnız kaldı. Mahirle olan şu meseleden sonra bizimle, benimle de çok vakit geçirmiyor. Gönlünü almak istedim."

"Anladım...Ebuzer, bir şey soracağım." dediğinde bakışları tekrar karşısındaki kafede oturan Hira'ya kaydı. "Yok mu hiç yakın arkadaşı Hira'nın? Görüştüğü, buluştuğu?"

"Valla arada bir arkadaşımla buluşuyorum diye izin alıyor annemden ama ya yalnız vakit geçiriyor ya da gerçekten arkadaş edindi, bizden kim olduğunu gizliyor."

"Niye gizlesin ki?"

"Bilmem. Gizem yapıyordur. İnat biraz bizimki, ondandır. Arkadaş meselesine de takık ya şimdi."

"Anladım. Neyse, sen bana ne istediğini söyle."

"Mesaj atacağım kitabın ismini. Muhtemelen merkez caminin karşısındaki pasajda bulursun."

"Tamamdır."

Telefonu kapattıklarında az evvel yaşadığı ikilem tekleme düşmüştü. Adımlarını kafeye yöneltti ve içeriye girdi. Hira'nın o çocukla birlikte oturduğu masanın başında dikildiğinde temkinli davranma kararı almıştı çünkü çocuk akrabaları falan olabilirdi. Sonuçta kim olduğunu bilmiyordu.

"Selamünaleyküm gençler." deyip ikisine de baktı ve gülümsedi. Hira fazlasıyla şaşırmış, Zahid'i görünce dudaklarındaki gülümsemesi sönmüştü. Mustafa da anlamsızca ona bakıyordu fakat bozuntuya vermeyip Zahid'in selamını aldı.

"Oturabilirim değil mi?"

Hira sonunda kendine gelip yavaşça başını salladı. "Tabiki, buyur Zahid."

Zahid elindeki poşetleri yere koyup arkasına yaslanırken Hira da karşısındaki çocuğa bakarak bir açıklama yaptı. "Zahid, abimin arkadaşı. Aynı zamanda bizim dükkanda çalışıyor, benim de arkadaşım sayılır."

Zahid "Sayılır ha? Aşk olsun Hira." deyip hayal kırıklığına uğramışcasına başını iki yana salladı ve elini çaprazında oturan çocuğa uzattı. "Ben Zahid, en az abisinin olduğu kadar Hira'nın da arkadaşıyım."

Mustafa, Zahid'in uzattığı eli sıkıp "Memnun oldum. Ben de Mustafa." dediğinde Zahid tebessüm etti. Mustafa'nın gözlerine yakından bakınca, çocuk elini bonus saçlarına götürüp gülünce sanki olduğu ân Zahid'i kolundan tutup aylar öncesine fırlatmıştı. Bir sokakta öfkeyle yürürken onu durdurup yanlarına davet eden bir grup çocuk...Şişe...Dayak...

Yine de tamamen emin olmadan bir şey söylemek yahut bir davranışta bulunmak itemiyordu.
"Eee, sen kimsin peki?" deyip çocuğa baktı.

Mustafa'ya sorduğu soruya Hira cevap vermişti. "Arkadaşım."

Cevabı veren Hira olduğu için bu kez ona bakarak sordu Zahid. "Okuldan mı?"

"Hayır."

"Nereden?"

"Abimin tahtına mı oturdun Zahid?"

"Estağfirullah. Sadece merak ettiğimden sordum." deyip kollarını birbirine bağladı. "Sanırım senin gizemli arkadaşınla tanışmış oldum az önce Hira?"

"Gizemli?"

"Kimseye ısrarla bahsetmediğin? Abin de yalnız hissettiğin için üzülüyordu. Ama gayet keyfin yerinde gibi. Bence abinin artık senin mutlu olduğunu bilip senin için endişelenmeye son vermesi lazım. Ne diyorsun?"

Hira "Hayır." diye aniden çıkışıp kaşlarını çattı ve Zahid'e baktı. Mustafa sessizce onları dinliyordu. Hira, biraz daha sakin bir şekilde konuşmaya devam etti. "Abim erkeklerle arkadaşlık yapmama sıcak bakmıyor. Bu yüzden ona hiçbir şey söylemiyorum ve sen de söyleme."

"Endişeni anlıyorum ama biraz abini de düşünemez misin? Çocuk sıkıntı çekiyor senin yüzünden. Bak, eğer istersen kim olduğunu söylemeden arkadaşınla karşılaşıp tanıştığımı ve senin de gayet güzel vakit geçirdiğini söylerim. Abin rahat eder, senin yalnızlık duyduğunu düşünmez, sen de arkadaşının erkek olduğunu söylemek zorunda kalmamış olursun."

"Olmaz."

"Eninde sonunda öğrenecek."

"Peki. Ama bana destek çıkacaksın. Bir sorun olursa yanımda olacaksın."

"Üzgünüm ama bu arkadaşı, yani Mustafayı pek tanımıyorum. Tanımadığım biri dolayısı ile sorun çıkarsa senin yanında olamam. Eğer kabul edersen siz birlikteyken ben de yanınızda olurum, eğer öyle olursa her zaman her konuda yanınızda olmuş olurum."

"Ne? Bakıcı gibi bizimle mi olacaksın her görüştüğümüzde? Saçmalık."

"Senin kararın. Ya benimle ya hiç."

"Tehdit mi bu?"

"Tehdit etmem ben. Şuan herkesin faydalı olacağı durumu seçmeye sizi davet ediyorum."

"Neden bunu yapıyorsun Zahid? Gidip abime söyle o zaman?"

"Abine söylemeyeceğim çünkü senin hayatın ve sizin abi kardeş şeyleriniz beni alakadar etmiyor. Abine söylemeyeceğim çünkü kiminle arkadaş olacağına sen karar verirsin. Abine söylemeyeceğim çünkü seni zor duruma sokmak istemiyorum."

"O zaman hiç bilmiyormuş gibi yap. Neden böyle bir teklif ileri sürüyorsun?"

"Çünkü abine karşı bir hata yapmış gibi hissederim. Çünkü bu arkadaşa güvenmiyorum." deyip kendinden emin bir şekilde ciddiyetle baktı Hira'nın gözlerine. Şaşkın görünüyordu kız.

"Neden? Onu tanıyor musun?"

"Belki de." deyip arkasına yaslandı. "Göreceğiz. Bakalım tanıyor muymuşum, tanımıyor muymuşum?"

Mustafa'nın bakışları Zahid'inkilere kenetlendi. Tüm konuşma boyunca tek bir cevap vermeyip, tek bir şey söylemeyip araya girmemesi ve sessiz kalıp dinlemesi, onu nereden hatırladığında yanılmadığına dair Zahid'e bir ipucuydu sanki. Belli ki Mustafa da onu hatırlamıştı.

Ve Zahid onu tanıdığı hâlde, kendisine alkol teklif edip içtikten sonra da soymaya kalkıp arkadaşlarıyla birlikte bir güzel dayak attıkları halde çocuğun üzerine atlamayıp suratını yumruklamamasına yalnız iki sebep vardı.

Bir: Harun dede. Yaşlı adamın çokça uyardığı üzere anlık öfke ile hareket etmemek gerektiği gerçeği vardı. Ayrıca insanı tek bir olayla tanıyamazdı kimse. İnsanlar değişedebilirdi. Mesela Zahid o günden sonra çok değişmişti, hayatı çok değişmişti.

İki: Hira'yı üzmek ve aniden bir darbeyle sarsmak istemiyordu. Ayrıca insanlara da bu kavga nedeniyle rezil olurlardı.

Zahid "Kabul mü?" dediğinde ilk kabul eden Mustafa olmuştu. Peşine isteksiz de olsa Hira'nın kabul ettiğini söyleyen sesini işittiler. Bunun üzerine "Şimdi bugünkü toplantıya son verip eve gidebilir miyiz? Öncesinde bir yere uğramam gerek." deyip ayağa kalktı delikanlı. "Hadi Hira, arkadaşım."

 

🍂


Ebuzer, Zahid'in kendisine uzattığı çekirdek poşetini alıp teşekkür etti ve gülümseyip onu içeriye davet etti. Birlikte balkona doğru yürüyorlardı.


"Oğlum bana en yakın oturan sensin ama en geç gelen de sensin. Hayırdır?"

"Ne yapayım ya, Harun dedemle yemek yedik, anca gelebildim işte."

"İyi iyi, geç hadi."

Balkona geçen Zahid arkadaşlarına selam verip Mahir'in yanına, boş bir sandalyeye oturdu.

Ebuzer oturmadan evvel "Gençler, namazı kılıp öyle oturalım mı?" diye sorup arkadaşlarına dokundurdu bakışlarını.

Mahir "Ben kıldım." deyip rahatça arkasına yaslanırken Zahid de "Aynen, ben de kıldım." diyerek Mahir'in omzuna attı kolunu.

"Engin?"

"Ben sırf seninle kılmak için bekledim Ebuzer."

"Adamsın."

Ebuzerle Engin namaz kılmak için içeriye girdiğinde Zahid yanında oturan Mahir'e doğru çevirdi gövdesini. "Ubeyd nerede?"

"Annesi biraz rahatsızlanmış, bugün gelemeyecekmiş. Birdahakine o bizi bekliyormuş."

"Anladım, Allah şifa versin."

"Amin."

"Eee anlat bakalım Mahir bey, ne var ne çok? Nasıl gidiyor hayat?"

"Nasıl gitsin, elhmadülillah. Boğuşuyoruz işte hayatla."

"Hangimiz boğuşmuyoruz ki kardeşim?"

"Öyle vallahi. Ee Harun dede başka bir şey anlattı mı hiç?"

"Yok, anlatmadı vallahi. Hep birlikte olunca biraz daha anlatacakmış ama, sözü var."

"Ooo iyi iyi. En kısa zamanda sizde toplanalım o zaman."

"İnşallah, her zaman bekleriz."

"Harun dedeyle yaşamak nasıl?"

"Çok garip ve garip olduğu kadar güzel. Ondan iyi ev arkadaşı bulamam herhalde ya. Valla hayret ediyorum kadere! Baksana nerelerden nerelere geldim...Elhamdülillah."

Mahir ufak bir kahkaha attı. "Elhamdülillah kardeşim. Neyi garip peki Harun dedeyle yaşamanın?"

"Bazen huysuzluğu tutuyor, burnumdan getiriyor vallahi. Ama onlar da tuzu biberi, bir kaç saat sonra gülüyoruz olanlara."

Zahid cümlesini bitirdiği sırada balkonun kapısında asılı duran perde aralanmış, elinde iki tabakla Hira gelmişti. Perde, kızın kafasına takılmış, o ilerledikçe ilerliyordu. Sonunda perdenin boyunu aşınca Hira'nın kafası kurtulmuştu.

Zahid, perdenin kızın başına takılıp bir kısmıyla da yüzünü kapattığını görünce "Dikkat et!" deyip ayaklanmış ve elindeki tabaklardan birini almıştı çabucak. Mahir de arkadaşının âni kalkışı karşısında şaşırıp bakışlarını kapıya çevirmişti.

Hira elindeki tabağı gençlerin etrafında oturduğu masaya bırakırken "Sorun yok, perde tüm yüzümü kapatsa bile burayı ezbere biliyorum, düşmezdim." deyip Zahid'e ufak bir açıklamada bulundu.

"Belli olmaz. İnsan ezbere bildiği yolda yürürken bile bazen bir bakar ki kaybolmuş."

Hira gülerek "Birilerinin Harun dedeyle çok vakit geçirdiği belli oluyor." dedikten sonra balkondan çıkıp tekrar mutfağa geçti, bu sırada Zahid de kızın söylediğinin gerçekliğine gülüyordu.

Hira iki elinde iki tabakla daha geldi, ardından onları bırakıp gitti ve iki de boş kase getirdi. İki tabakta kurabiye, iki tabakta da kalem böreği vardı. Boş kaseleri de çekirdek kabukları için getirmişti. Çay bardaklarını ve tepsileri de getirip koyduğunda Zahid'e bakarak "Gerisini abime devrediyorum, söylersiniz." deyip balkondan çıkmak üzere arkasını döndü fakat henüz o gitmeye yeltenmeden Zahid'in cümlesi durmasına sebep olmuştu.

"Nereye ya? Otursana sen de bizimle. Yabancı yok. Hem o kadar şey hazırlamışsın, yalnız başına tadı çıkmaz."

Hira'nın bir kaç saniyede içinde yaşadığı tereddüt ona asırlar gibi geliyordu. Daha evvel böyle bir durumla karşılaşsa, yani Mahirle olan o olaydan evvel bu teklif sunulsa sıkıntı etmeden otururdu rahatça fakat artık yıllar süren bir tereddütün ardından verilecek bir karardı bu, onun için. Mahirle o günden beri elinden geldiğince görüşmemiş, okulda görünce görmemezlikten gelmiş, yolunu değiştirmiş, yanlarından geçip gitmiş, zorunluluk gerektiren bir iki yer hariç konuşmamıştı. Ona bunları yaptıran Mahir'e olan öfkesiydi, neden bu denli hissettiğini ve neden aradan geçen haftalara rağmen bitip dinmediğini bilmediği öfkesi. Sahi, öfkesi Mahir'e miydi yoksa kendine mi? İşte tüm bunlar Zahid'in davetine evet dememe nedeniydi. İstenmediği yerde olmayacaktı. Mahir varsa o yoktu. Madem Mahir vardı, orada olmayacaktı. Buna kararlıydı.

Hira tam dudaklarını aralayıp göndermeli bir cevap verecekken Mahir'in sesini işitip aralanan dudaklarını kapattı.
"Zahid doğru söylüyor, yalnız tadı çıkmaz."

Tek bir cümle ile kendini nakavt eden gencin kendinde değil de masada olan bakışlarına hayretle baktı Hira. Kaşları şaşkınlıkla havalanmıştı. Hiç beklemediği şekilde dizilmişti kelimeler Mahir'in cümlesinde, onun sesiyle... Zahid'e verilen bu onay, kızın onlara katılmasına verilen bir onaydı ve Mahir'in inatla tutunduğu tavrını bu akşam neyin değiştirdiğini çok merak etmişti kız.

Her şeye rağmen lafının arkasında durmaya kararlıydı. Sesi ciddi yahut kızgın olmaktan uzak bir şekilde "Benim için sıkıntı değil, siz rahatınıza bakın." deyip kendini balkondan içeriye attı.

Engin ve Ebuzer de geldiğinde dört arkadaş sıkı bir muhabbete girmişlerdi. Kahkaha sesleri Hira'ya dek gidiyor, arada bir okuduğu kitaba aklını veremeyip dikkati dağılıyordu. Muhabbetin iyice koyulaştığı bir sırada Hira aniden gençlerin bulunduğu balkona çıkmış, düşürdüğünü fark ettiği kolyesinin ucunda takılı olan yüzüğün eşini arıyordu. Aradığını bulunca gözleri parladı ve içi rahat etti, sessizce yüzüğü yerden aldı. Onu gören gençler sorun etmeyip hâlâ gülmeye ve sohbete devam ederken Zahid aniden "Tamam lan, Hira'ya soralım." deyince geri çıkmak üzere olduğu balkonda olduğu yerde kalmıştı.

Neyi soracaklarını sorarcasına masanın etrafında oturmuş çay içen gençlerde gezdirdi bakışlarını. Kendisini pek de akıllıca bir muhabbetin içinde bulacağını hissetmiyordu. Saçma bir şey sormamamalarını dileyip "Neyi?" diyerek Zahid'e ve abisine baktı.

Zahid "Gel, gel önce otur şöyle iki dakika." deyip eliyle Ebuzer'in yanındaki boş bir sandalyeyi gösterdi. Hira bakışlarını abisine çevirdiğinde onun da gülüp başını salladığını gördü ve dediklerini yapıp abisinin yanındaki sandalyeye oturdu.

Ebuzer "Öncelikle içinde bulunduğun sohbetin saçmalığı için özür dilerim kardeşim. Karşımıza çıkan ilk kız kurban sen olduğun için şuan buradasın. Az sabret sonra özgürsün." deyip kardeşinin omzuna kolunu attı. "Evet Zahid, yolla gelsin."

Zahid ellerini birbirine kenetleyip çok ciddi bir şey söylüyormuş gibi gözlerini kıstı ve masaya doğru hafifçe eğildi. "Bak şimdi, cevaplaman gereken bir soru var. Çok basit. Sürekli problemler bulan ve her şeyden dert yanan bir insanı hayatında tutar mısın?"

Hira aklına gelen cevabı direk söylemişti. "Sevdiğim biriyse tabiki hayatımda tutarım. Sevdiklerimin derdi benim derdimdir. Ama öyle çok önemli biri değilse neden durmadan dırdırını dinleyeyim ki? Bana da negatif enerji verir."

Zahid sonunda aradığını bulmuşçasına haykırarak "Hah! Aynen kızım ya! Zaten hayat yeterince negatif, bir de onun her şeye dert yanıp sorun çıkarıp söylenmesini mi çekeceğim?! " diyerek bağırdı ve Hira'yı takdir edercesine baş parmağını kaldırıp diğerlerini yumarak eliyle aferin dercesine bir hareket yaptı.

"Neden çok önemli bir soruymuş gibi davranıyorsunuz?''

''Çünkü bu arkadaşlar çok romantik davranıyor. Birinin kardeşi zaten öyleymiş ama hayatından atamazmış çünkü kardeşiymiş. Biri kimseye bundan ötürü laf edemezmiş çünkü insanların dert olarak gördüğü şeyler farklı olabilirmiş, saygı duymalıymış. Biri de zaten hayatına sokmayacağı için hayatından çıkarmaya gerek kalmazmış falan.''

Hira kendini muhatap alan Zahid'ten ayırdığı bakışlarını çekip gülerek önce abisine, sonra Engin'e, sonra da Mahir'e çevirdi bakışlarını. ''Sanırım kardeşi öyle olan abim, saygı duyan Engin, hayatına zaten sokmayan da Mahir?''

Zahid evet dercesine başını salladı. ''Aynen!''

Hira, yanındaki Ebuzer'e dönüp ''Görüşürüz seninle abi!'' diye dişlerinin arasından mırıldandı ve gülümsedi. Ebuzer de Zahid'e kaşlarını çatıp bakmıştı bunun üzerine. Zahid ortalığı toparlamaya çalışıp "Tamam ikinci soruya geçiyoruz. Birini ağlarken görürsen ne yaparsın?" deyip bir başka soru sordu.

"Açıkçası ben emin olamıyorum. Muhtemelen yanına gider yardımcı olmaya çalışırdım ama ne yapabilirim pek fikrim yok."

Hira'nın cevabını Zahid'in ''Beyler siz?'' sorusunun takip etmesi üzere gençler de kendi cevaplarını vermişti.

Engin yaslandığı yerden öne doğru eğilip dirseklerini dizlerine dayadı. "Bir şey yapmam abi ya, bakarım kendi işime. Kimseyle uğraşılmaz vallahi. Bir keresinde bir kız ağlıyordu, gidip adam gibi yardımcı olabileceğim bir şey var mı diye sordum, beni bir tekme tokat dövüp kovmadığı kaldı. Ondan beri karışmıyorum ben milletin mutluluğuna hüznüne."

Herkes gülerken Hira ''Tüm kızlar aynı değil yalnız, unutmayalım.'' deyip araya ufak bir parantez açma gereği duymuştu.

Mahir bir yudum aldığı çayını masaya geri bırakırken "Ben de karışmam kardeşim eğer kız ise! Abi tırnağı kırılsa ağlıyorlar be!" deyip dert yanar gibi başını iki yana salladı.

Hira'nın kaşları çatılmış, kötü bakışlarını Mahir'e silah doğrultur gibi doğrultmuştu. ''Abartma canım! Tırnağın kırılması bahane olur sadece, kızların ağladığı başka bir şeydir. Tabi siz anlamazsınız.''

Hira'nın çıkışması üzerine Mahir ya sabır çekip elini ensesine götürdü ve ovaladı. Onca zaman konuşmayıp konuşunca da böyle saçma bir diyalog kurduklarına inanamıyordu. ''Doğrudur, anlamayız. Ben sadece kız kardeşimden yola çıkarak bunu söyledim. Alınmayınız.''

Aradaki hafifçe hissedilen gerginliği bozmak adına Ebuzer boğazını temizleyip konuştu. "Ben yine de yardımcı olacağım bir şey var mı diye sorup ilgilenmeye çalışırdım. Tabi mesafemden taviz vermeden. Öyle geçip gidemem. En azından bir mendil veririm."

Zahid ve Engin aynı anda ''Oooo!'' dedikten hemen sonra Zahid ''Benim centilmen kardeşim! Her gün yanından geçip giden kızlar kimin yanından geçip gittiklerini bilseler asıl o zaman ağlarlar lan!'' deyip gülerek Ebuzer'e göz kırptı.

''Oğlum kaşınma bak! Her şeyde dalga geçecek bir şey buluyorsun dimi?!''

''Sakin ol Ebuzer'im, ben kız değilim beni ağlatamazsın. Hem korkma söylemem kimseye, açmam başına bela.''

''Çok konuştun yine sen Zahid efendi. Kendi cevabını ver de duyalım!''

"Ben ağlayan adamı iki dakikada kahkaha atar moda getirebilme yeteneğime güvenerek yanına gider konuşurdum. Ortada sıkıntı falan kalmazdı. Gül yüzümü gören biri nasıl mutlu olmasın dimi?"

Mahir suratındaki gülümseme eşliğinde Zahid'in omzuna hafifçe bir yumruk attı. ''Ayıp ettin kardeşim. Yalnız, o gül yüzünü gösterme öyle herkese lan kıskanırım!''

Zahid gülerek Mahir'in omzuna başını yasladı. ''Korkma sen sevdiceğimiz!''

Herkes gülmeyi bırakıp yavaşça normale dönerken Zahid yalandan yere öksürüp ''Son sorumuz! Herkesten cevapları duyalım!'' deyip bakışlarını tek tek herkese dokundurdu. "Seven insan terk edip gider mi?"

"Gitmez!''

"Gidebilir!''

"Gerekirse gider abi!''

"Ne olursa olsun gitmez kalır.''

"Bunlar nasıl sorular ya, nereden çıktı şimdi?"

Herkes peş peşe ve hatta aynı anda heyecanla konuştuğundan ortama bir kargaşa hakim olmuştu. Zahid ellerini havaya kaldırıp ''Bir dakika!'' diye bağırdıktan sonra kontrolü ele aldı. ''İlk olarak Hira'ya cevap veriyorum. Bunlar öylesine goygoyluk muhabbetlik sorular. Ben dedim ki kızlar sizin verdiğiniz cevaplardan bin kat farklı cevaplar verir. Bunlar da hayır, bu iş cinsiyet meselesi değil karakter meselesi dediler. Seni ondan çağırdım. Onlar haklıymış yalnız, neyse. Şimdi cevabı tek tek verin, hepsi birbirine girdi. Ebuzer sen ne demiştin?''

''Gitmez demiştim.''

''Neden?''

''Ne olursa olsun gitmez, kalır. Gitmemeli. Ben annemle babamın bir kaç yıl ayrılığında da bunu öğrendim, kimse gitmemeli!''

Mahir araya girmişti. ''Bazen öyle olmuyor kardeşim o işler...''

Zahid, Mahir'i susturdu. ''Hop hop, sıranı bekle. Herkes kendi sırasında konuşsun.''

Mahir susup başını salladı ve arkasına yaslandı. Ebuzer devam etti. ''Ben böyle düşünüyorum. Gitmemeli. Çözülmeyecek bir şey yok hayatta. İnsanlar seviyorsa bir yolunu bulur kalır. Bu bahsettiğim sadece aşk değil, herhangi bir sevgi. Dostluk olsun, akraba ilişkileri olsun... Gitmek kolay, kalmak mesele. Kaçmayı herkes bilir.''

''Peki, şimdi Engin beydeyiz. Sırayla gidiyorum.''

''Gitmez diyorum ben. İstese de gidemez. Kim sevdiklerini bırakıp gidebilir ki? Gitmek kolay mı? Değil. Ben gidilir sanıyordum, sevdiğim birinden hep uzaklara kaçtım ama nereye kadar kaçabiliyormuşuz gördüm! Sonunda kaçamıyor insan, gidemiyor hiçbir zaman.''

''Ooo Engin, bir iki kez bizim dükkana gelen kardeşimizi mi diyorsun yoksa? Sevtap mıydı ismi?''

Engin, Ebuzer'e hafifçe gülüp yavaşça başını salladı. ''Sadece o da değil. Babam çalışmak için yurt dışına gidebilirdi, bir ara fabrikaya işçi alıyorlardı falan. Ama giderse onu yılda bir kaç kez görebilecektik. Birbirimizi sevdiğimiz için gitmedi, gitmesine müsaade etmedik. Belki gitseydi maddi olarak daha rahat olacaktık şimdi ama önemli olan onun varlığı. Hayat bir türlü geçip gidiyor.''

Ebuzer yavaşça başını salladı, ona Mahir ve Zahid de eşlik etti. Ebuzer çayını yudumlayıp önündeki masaya koyduğu çekirdekten bir tane alıp dudaklarının arasına götürdü.

''Haklısın vallahi kardeşim. Hayat bir türlü geçip gidiyor. Neyse! Şimdi buyrun Mahir bey, sizdeyiz.''

Mahir parmaklarının arasında tuttuğu çay bardağını döndürüyordu. Bakışları bardaktaydı ama sesi daha uzaklarda gibiydi. ''Gerekirse gider. Gerekirse gideceksin. Evet haklısınız, sevdiği için kalır insanlar bazen. Ama sevdiğin için gidersin bazen de. Çünkü öyle olması gerekiyordur. Tabiki zor, tabiki kimse kalbinin olmak istediği yerden başka bir yerde olmak istemez ama bazen sadece öyle olması gerekiyordur. Çünkü doğru olan gitmektir. Kalmak zor dedin ya Ebuzer, bazen de asıl gitmek zor. Kalmak için ölürsün ama öldürmemen gerektiği için de gitmen gerekiyordur. Çünkü gitmek her zaman kaçmak değildir abicim. Bazen zorunluluktur, gerekliliktir, tek çıkar yoldur, herkes için iyi olandır.Gitmeyi kimse istemez. Engin ne dedi, istese de gidemez insan dedi. Ama her zaman öyle değil işte. Bazen istemese de gider insan. Evet belki adımları gider, bakışları gider, koşarak gider ama kalbini orada bırakıp da gittiği de doğrudur tabi, ona bir şey diyemem. Zaten sevdiklerinden giderken kalbini alıp gidememektir, gitmeyi böylesine zor yapan...''

Herkes sustuğunda Zahid dudaklarını ''Vay be!'' dercesine büzdü. ''Bana diyorsunuz ama bu çocukta daha çok şair yahut filozof olma potansiyeli varmış! Aferin vallahi, hiç de fark ettirmiyorsun Mahir.''

Zahid sustuğunda Ebuzer'in ''Gitmeyi sevdirecektin nerdeyse bana oğlum.'' deyişi takip etti cümlelerinin devamını. ''Bunun üzerine bir çay tazeleme faslı yapalım artık. Verin bakayım bardakları.'' Ebuzer, bardakları tepsiye dizip hangisinin kimin olduğunu zihnine yerleştirdi ve balkondan içeriye girdi.

''Eeee Hira? Sen ne diyorsun?''

Genç kız bu soruya cevap vermek istemiyordu. ''Pas diyorum.''

''Mızıkçılık yapıyorsun.''

''Pas.''

''Hira!!''

''Pas pas pas. Israr etme Zahid. Sabaha kadar pas derim.''

''İyi be!''

''Zahid, kızla uğraşma da bana şuradan çekirdek uzat.''

''Mahir sen uzatsana, sana daha yakın, önünde. Bana da ver hatta biraz.''

Mahir, Zahid'e göz devirip 'şaka mı yapıyorsun?' dercesine baktıktan sonra çekirdek paketini eline aldı. Paket ikisinin arasında duruyordu, yan yana oturuyorlardı! Mahir'e daha yakınmış! Paketin ağzını aralayıp içinden üç parmağının ucuyla azıcık çekirdek aldı ve Zahid'in aralarına uzattığı avucuna bıraktı.

Zahid, avcundaki bir kaç çekirdeğe bakıp ''Sağ ol ya! Ne çok verdin!'' dediğinde Mahir gülmüştü. Zahid'in yaptığı tembelliğe karşı bilerek bu davranışta bulunmuştu.

''Herkese sevdiğim kadar. Seni bu kadar az seviyorum ne yapacaksın Zahid bey!''

''Ooo iyi öyle olsun! Demin gül yüzümü kıskanırken öyle demiyordun ama!''

Mahir, bir avuç çekirdek daha alıp onları da Engin'e uzattı. Engin gülerek ''Bak Zahid, Mahir beni senden çok seviyor.'' deyip göz kırptı arkadaşına. Bu sırada Ebuzer de gelip çayları dağıtmaya başlamıştı. Mahir, kendi önüne de biraz çekirdek koydu ve sonra karşısında oturan Ebuzer'in önüne bir avuç bıraktı. Bakışlarını Hira'ya bir kaç saniye değdirdiğinde ''Sen de ister misin?'' diye sordu.

''Olur.''

Mahir, elindeki paketi Hira'ya uzatıp kibarca ''Al.'' dediğinde genç kız teşekkür edip paketi eline aldı. Her şey normal giderken Zahid'in aniden ''Vay be! Bütün paketi Hira'ya verdin lan! En çok kimi sevdiğini gördük. Öyle olsun! Bana üç tane verdin resmen be, üç!'' diye yanındaki Mahir'e yalandan sitem etmesi ile önce Hira, ardından Mahir donup kalmıştı. Diğer üç genç ise gülüyorlardı kendi aralarında. İkisinin de bakışları bir an birbirini bulurken Hira, onun itiraz etmesini yahut lafı çevirmesini bekledi lakin Mahir yalnızca ''Abartma Zahid, üç tane yoktu orada.'' deyip çayından bir yudum almıştı.

Hira, kafasınının karman çorman olduğunu ve düşünceleri arasında kaybolduğunu hissetti. Acaba Mahir bunu bilinçli olarak mı yapmıştı? Yoksa öylesine paketi vermişti ve aslında kendisi mi abartıyordu? Ya da haftalar hatta aylar süren aralarındaki bu garipliğe son mu vermek istemişti? Okulun bahçesinde ağlayarak gittiği günden sonra aralarına döşenen yüksek duvarları normal bir boyuta mı indirgemek istemişti? Sebep neydi bilmiyordu ama delicesine sormak ve öğrenmek istiyordu. Ayrıca Zahid'in dediği de sebepsizce kalbini hızla attırmıştı. Of, şu Zahid! Bu kadar boşboğaz olmak zorunda mıydı?!


Loading...
0%