Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11 • Hayatımın Renkleri •

@sukunettekelimeler

Seni sevdiğimi hiç söylemedim, hiç söylemem sanırsın. Oysa kaçışım sevdiğimi haykırışımdır. Kaçışım güçlü kalışımdır ve zayıf düşüşümdür. Kaçışım sana olan aşkımdır. Kalışım değil yalnız, kaçışım da aşktandır benim. Hem kalmakla kaçmak dosttur, bilmez misin? Kalan gitmekten kaçar; kaçan kalmaktan.

🍂


Zahid derin bir nefes aldı, sıkılmıştı burada oturmaktan. Kendini fazlalık gibi hissetmek bir yana, içi rahat etmiyordu bir şeyler saklamaktan. Ebuzer'den, kardeşim dediği adamdan, kız kardeşinin bilmek isteyeceğini düşündüğü arkadaşlığını saklıyor olmak yetmezmiş gibi Hira'ya da henüz Mustafa'yı daha önceden tanıdığından, kendisine yaptığı şeyden bahsetmemişti. Omuzlarında büyük bir yük vardı, içine ağırlık yapıyordu. Üstelik Mustafa sanki o gece kendisine alkol teklif edip sonra soymaya kalkan, döven çocukların arasında değilmiş gibi rahat ve farklı davranıyordu. O geceki Mustafa ile şuan karşısında oturan aynı kişi miydi, emin olamıyordu. Hâlâ Hira'ya bir şey diyememe nedeni de buydu ama yine de söylemeye kararlıydı çünkü kiminle arkadaşlık yaptığını bilmeliydi kız.

Hira elinde kimya defterini tutuyor, rahatça arkasına yaslanmış bir şekilde karşısındaki iki gence soru soruyordu. Kimya sınavı olduğu için buluşmak istememişti ama Mustafa ısrar edince sınav da çalışmak şartıyla kabul etmişti genç kız. Tabi Mustafa liseyi çoktan bitirmişti, hiçbir şey hatırlamadığını da gayet rahat bir dille söylemişti ama Hira yine de sormaya devam ediyordu. ''Bu sefer kolay. Yanıcı ve yakıcı maddelere örnek verin.''

Zahid derin bir nefes alıp hemen ortaya atıldı. En azından ders çalışmış oluyor, sıkıntısı biraz geçiyordu. ''Yanıcı ömrüm, yakıcı da bu yeni dünya düzeni!''

Hira cevaba gülümserken Mustafa araya girdi. Aşırı kıvırcık ve kabarık saçlarını arkadan toplarken ''Yanıcı yüreğim, yakıcı karşımdaki kimya güzeli.'' deyivermişti.

Hira, beklemediği bu cevap karşısında hafifçe gerildiğini ve terlediğini hissedip gülümserken Zahid hiddetlenmişti. Arkasına yaslandığı sandalyeden öne doğru kaykılıp kollarını masaya dayadı ve kaşlarını çattı. ''Hoop! Yavaş gel! Hasbinallahü ve nimelvekil! Böyle olacaksa kalk git oğlum!''

''Ne var be, ne yaptık? Sen de doğru cevap vermedin.''

''Ben doğru cevap vermedim ama sen baya yanlış bir cevap verdin. Hem daha ne yapacaksın, gaza sonuna dek bastın uçmaya kalkıyorsun ama ayağın zincirle bağlı hatırlatırım. Sonra çakılıp kalma.''

Zahid'in korumacı tavrı üzerine Hira araya girip ''Tamam, yeter bu kadar. Sizinle hiçbir şey yapılmıyor ya!'' diyerek ayağa kalktı.

Zahid, kıza dönüp ''Nereye!?'' diye aynı bıkmışlıkla sorunca Hira da ''Tuvalete!'' deyip ciddiyetle karşılık verdi ve yanlarından ayrılıp kafenin içlerine doğru ilerlemeye başladı.

Zahid, arkasına yaslanıp derin bir nefes aldığı sırada Mustafa'yla göz göze geldi. Bir süre tereddüt etse de sonunda ''Bak oğlum, ben kardeşim dediğim adamdan sır saklamak istemiyorum. Hira'dan da bir şey saklamak istemiyorum. Kiminle arkadaşlık ettiğini bilsin istiyorum. Her zaman yanınızda ot gibi duramam ben.'' deyip önündeki çayından bir yudum aldı.

''Anlıyorum seni, haklısın. Tamam, Hira'ya beni nereden tanıdığını söyle ama abisine söylemen kısmına ben karışamam. Benim için sıkıntı yok, Hira sıkıntı ediyor. Bu meseleyi onunla konuş.''

Mustafa'nın yanıtı Zahid'i epey şaşırtmıştı. Böyle uyumlu davranmasını beklemiyordu. ''Lan sana da mı zorla içirmişlerdi o gece?! Söyle de ona göre davranalım!'' deyip çocuğun gözlerine ciddiyetle baktı. Başka türlü aklı almıyordu. Sanki ikisi aynı insan olamazdı.

Mustafa'nın suratına acı bir tebessüm yerleşti. ''Hayır, kendi isteğimle oradaydım.''

''Nedense bazen seninle o geceki çocuğun aynı kişi olduğuna inanasım gelmiyor da!''

Mustafa oldukça sakin ve rahat konuşuyordu. ''Bak Zahid, ben yirmi yaşındayım. On yedi yaşımdan beri alkol içeren şeyler içiyordum. Önce marketlerde satılan içeceklerde var dediler, az var, bir şey olmaz diye bahane uydurdum. Sonra özenip işi büyüttük, arkadaşlarla film izlerken içtik biraz. Az olunca sorun olmaz diye düşünüyorduk. Ama azı çoğu yokmuş, anladık. Bağımlılık yapıveriyor adama! Kimseye bir zararım dokunmuyor diye bırakmaya kalkmadım. Bir kaç arkadaşım uyardı ama dinlemedim, söylenenlerden bir süre etkilensem de yine unutuyordum, takmıyordum. Sonra bir gün birine zarar verdim! Sana! Keşke yürüyüp gitseydin lan! Keşke gelmeseydin yanımıza! Seni öyle yerde görünce ödüm koptu, yardım etmek için geri dönmek istedim ama çocuklar kolumdan tutup götürdü zorla. Polis gelirse başına bela alırsın dediler, zaten kafam güzeldi. Artık başkalarına da işin ucu dokununca ciddiyetini anladım, o günden sonra yemin ettim, ağzıma sürmedim. Tabi onun yerine kendime yeni bağımlılık edindim ama...''

''Ne bağımlılığı?''

''Çekirdek.''

Zahid istemsizce bir kahkaha attığında bir kaç kişi ona dönüp bakmıştı. Sesini alçaltıp ''Sana inanmak istiyorum.'' dedi yalnızca. İnanmak istiyordu, sanki biraz inanıyordu da. Ama yine de içinde şüphe kol geziyordu.

''Beni de o hâle getirseler ben de inanmakta zorlanırdım. Sıkıntı yok, bir gün inanırsın.''

Hira geldi, Mustafa'nın karşısındaki yerine oturdu. ''Artık biz kalkalım.''

''Önce bir konu hakkında konuşmamız gerek.''

Mustafa'nın cümlesi üzerine Hira, Zahid'e baktı. Yanağını avucuna dayamış, düşünceli görünüyordu. Zahid, kendisinden bir şey beklendiğini fark edince düşüncelerinin arasından sıyrılıp ''Sıkıntı yok, biraz daha kalabiliriz. Anlatsın.'' dedi ve kollarını birbirine bağlayıp Mustafa'ya baktı. Mustafa derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.

''Sana anlatacağım şeylerden ötürü belki benimle arana mesafe koyacaksın, haklısın da ama lütfen beni sonuna dek dinlemeden çekip gitme bir yere.''

Mustafa, Hira'nın başını sallayarak verdiği onaya güvenip devam etti konuşmaya.

''Zahid beni daha önceden tanıyor. Gerçi tam olarak tanımak denmez, bir kere karşılaşmıştık sadece. Tabi öyle bir karşılaştık ki bana güvenmemesi çok normal. Hatta ben onun yerinde olsam beni ilk gördüğüm yerde yakama yapışırdım. Her neyse... Aylar önceydi, arkadaşlarla sokakta oturuyorduk, hava karanlıktı ve soğuktu da. Tabi bir de---içiyorduk. O sırada önümüzden bir çocuk geçiyordu. Durup bize baktı bir kaç saniye, biz de ona seslendik ve yanımıza çağırdık. Ben çağırdım. O da bir süre tereddüt etti ama benim tekrar çağırmam üzerine geldi ve bir şişe de ona uzattık. Biz her zamanki gibi sohbet edip içiyorduk, o da kenarıda sessizce yudumluyordu. Sonra şişeyi bırakıp kalktı, gidiyordu. Allah kahretmesin bizi... Gitmesine izin vermedik. Parası varsa diye soymaya kalktık, izin vermedi. Çantasına bakmak istedik inat etti. Biz de hep bir olup çocuğu dövdük. Zaten üzerinden de hiçbir şey çıkmadı. Sonra onu öyle bırakıp gittik.''

Hira içinde tezahür eden bir çok farklı duygunun etkisine kapılmış, sessizce dinliyordu. Hem şaşkın, öfkeli, hem hayal kırıklığına uğramış gibiydi. Daha başka çok duygular vardı içinde ama seçemiyordu. Mustafa durunca ona baktı, zorlansa da ''Zahid miydi?'' sorusu çıktı dudaklarından. Mustafa yavaşça başını salladı. Hira yutkundu, ellerini suratına kapatıp bir kaç saniye öyle durdu ve sakinleşmeye çalıştı fakat başaramadı. Ellerini indirip Mustafa'nın gözlerinin içine baktı. ''Abimle babamın Zahid'i bulduğu günden bahsediyorsun. Ertesi sabah onu görmüştüm. Ne haldeydi biliyor musun?! Onu tanımadığım halde canım yanmıştı hâlini görünce! Nasıl böyle bir şey yaparsınız?''

''Ne desen haklısın. Bak Hira, sen kaç yaşındasın? 16? 17? Ben yirmi yaşındayım, o akşamdan tam bir hafta sonra yirmi yaşıma girdim ve senin yaşlarından beri alkol kullanıyordum. Önce bir kaç ayda bir, sonra daha sık... Kendimden başka kimseye zararım dokunmadığı için o güne dek hiç umursamadım bunun doğruluğunu yanlışlığını. O gece Zahid'e dönüp bakınca, onu öyle görünce kendime 'Bunun suçlusu sensin, bunu yapan sensin!' dedim. Sonra da hiç ağzıma sürmedim. Aylar oldu, yakınından bile geçmedim. O çocuklarla da artık görüşmüyorum çünkü biliyorum ki görüşürsem yine o bataklığa düşerim. Belki kızacaksınız ama o gece olanlardan ötürü biraz da mutluyum çünkü benim o illetten kurtulmamı sağladı. Çok zor oldu, elim hep uzanmak istedi ama ne oldu biliyor musun? Evden çıktım, kendime hakim olamıyordum, kendi kendime yürürken futbol sahasının oraya dek gitmiştim. Hava almaya, kendime engel olmaya diye çıkmıştım evden. Sonra sizinkilerin maç oynadığını görünce izleyip kafamı meşgul etmek istedim. Yanına geldiğim günü hatırlıyor musun futbol sahasında? Maçı izleyip kafamı dağıtmaya, arzularımı bastırmaya çalışırken sahada Zahid'i gördüm. Önce birine benzetip çıkaramadım, sonra tanıdım. Yeniden yanlışa gitme ihtimalim yüksekti evden çıktığımda, ama inanıyorum ki Zahid'in orada olması bana verilen bir mesajdı. Kurtulduktan sonra fark ettim ki ben gerçekten büyük bir yanlıştan kurtulmuşum. Bu yüzden mutluyum. Bu yüzden o geceyi düşününce sadece pişmanlık hissetmiyorum, bir yanım o günü dönüm noktası olarak görüp seviniyor.''

Cümlenin burasında durup Zahid'e baktı Mustafa. ''Kusura bakma Zahid, senin o hale gelmeni tabi istemezdim. Ben sadece şer görünen bir olayın arkasındaki hayırdan bahsediyorum. Anneme anlattığımda böyle demişti. Sanırım ben daha iyi bir açıklama bulamazdım buna.''

Zahid yavaşça başını sallamakla yetindiğinde Mustafa tekrar Hira'ya döndü. ''Uzun süre daha kendimle savaştım. Zahid'i görmek bana uzun süre yeniden güç verdi. Tâ ki bir gün bizim çocuklar beni arayıp çağırana dek. Sadece oturacağız, sana içirmeyiz falan diye ısrar edip ikna ettiler. Onlarla buluşmaya gidiyordum seninle parkın orada karşılaştığımızda. Çocuklardan birinin evi oralardaydı, onların evinin alt kat boştu, orada toplanacaklardı. Sonra seni ağlarken görünce yanına geldim, gerisini biliyorsun zaten. Seni futbol sahasında görmüştüm, Zahid'i gördüğüm yerde. Yeniden Zahid'i hatırladım ve o gün çocuklarla buluşmadım, seninle buraya gelip oturduk. Akşam eve gittiğimde ne öğrendim biliyor musun? Polis o gün çocukları epey kötü durumda bulup içeri almış. Meğer aralarından biri yalnız alkol değil, hap işlerine de bulaşmış. Yine annemin deyişi ile diyorum, Allah korudu mu koruyor işte insanı. Vallahi ben pek öyle din falan meselelerine inanmazdım ama bunları yaşadıktan sonra 'Oğlum Mustafa, seni gölge gibi koruyan görünmez bir el var lan sanki' dedim. Bir değil, iki değil! Kaç kere koruyan...Artık inanıyorum, var gerçekten Allah. Öyle bir var ki!''

Zahid kendi düşüncelerine kapılıp gitmişti. Tıpkı Mustafa gibi o da kendi açısından bu şer görünen olayın ardındaki hikmeti düşünüyordu. O gece ilk kez ağzına alkol sürmüştü. Çünkü kendince Allah'a öfkeliydi. Sonra dayak yemiş, o halde soğuktan donmamak için camiye sığınmaya gitmiş, Süheyl bey ve Ebuzer ile karşılaşmıştı. Onlarla tanışması çok şey değiştirmişti hayatında. İyiliğin ölmediğini ve Ebuzer'in adam gibi bir adam olduğunu öğrenmişti mesela. Sonra Ebuzer ve Mahirle kardeş gibi olmuştu. Engin gibi onlar da kardeşleriydi, dostlarıydı. Kitabevinde yapılan sohbetlere katılıp sahabeleri öğrendikçe dinine daha yakın hissetmişti kalbini. Allah'a daha yakın... Sonra camide yaşamaya başlaması, Harun amcayla tanışması, Ubeyd'le dost olması, kitabevinde işe başlaması, Harun dedeyle aynı evde yaşaması... Hepsi birer mucize gibi gerçekleşmişti hayatında. Değişmişti, hissediyordu. Dostları, Harun dede ve Süheyl bey onu değiştiriyordu gün geçtikçe. Daha huzurlu hissediyordu böyle. Daha anlamlı hissediyordu hayatını. Bir yanı olgunlaşmıştı, bir yanı yine çocuk kalsa da. Üstelik geçmişin zincirlerini ayaklarında hissetmiyor, geleceğine ve bugününe özen göstermeye bakıyordu. Şüphesiz o olay Zahid'in hayatında da bir dönüm noktasıydı.

Mustafa konuşmaya devam ediyordu, Zahid düşünmeye, Hira da dinlemeye.

''Yemin ederim artık kullanmıyorum ve kullanmam. Demin Zahid'e de söyledim, yeni bir bağımlılık edindim kendime : çekirdek! Üstelik o başıma bela da açmaz. Neyse saçmalıyorum yine... Hira, sana zarar verecek bir şey asla yapmam. Zahid sır saklamak istemediğini söyledi az evvel, ben de ona saygı duydum ve sana bunları anlatıyorum. Anlattım çünkü geçmişte kalan bir şey, bugünümde olmayan ve yarınımda da inşallah olmayacak bir şey. Sakın bunu unutma. Belki bana olan güvenin sarsıldı, bilmiyorum. Sadece bil ki kimseye zarar getirecek bir şey yapmam.''

Mustafa sustuğunda masada bir sessizlik kol gezmeye başladı. Yalnızca diğer masalarda oturan insanların sesleri, sokaktan geçen kalabalık, arkada çalan müzik vardı ama onları da üç genç duymuyordu çünkü kafalarının içindeydi hepsi. Orada kendi gürültüleri ile baş başaydılar. Sonunda Zahid'in titreyen telefonu ortamdaki suskunluğu dağıttı ve dikkatleri üzerine çekti. Zahid, masanın üzerinde duran telefona uzandı ve açma tuşuna bastı.

''Efendim kardeşim? / Tamam, yapacağım inşallah. / Tabi oğlum, ne sandın. Ben kendine güveni olan bir adamım. / Tamamdır. Hadi görüşürüz.''

Telefonu kapattığında Hira merakla ona bakıyordu çünkü ekranda abisinin isminin yazdığını görmüştü. Zahid, kızın bakışları dolayısıyla açıklama yapma gereği hissetti. ''Bir şey yok ya, bizim sohbetleri biliyorsun, bu hafta bana paslamışlar. Ben anlatacakmışım.''

Hira rahatlayarak başını salladı. Araya bir kaç saniye sessizlik girince Mustafa tekrar sözü ele aldı ve elini çaprazında oturan gence uzattı. ''Zahid, belki geç olacak ama özür dilerim o gece için. Hakkını helal et. İnşallah bir gün beni affedersin.''

Zahid bir kaç saniye çocuğun eline baktıktan sonra ''Helal olsun.'' deyip uzatılan eli sıktı. ''Affedilmeyecek bir şey yok çünkü ikimize de hayrı dokunmuş. Hem Harun dede der ki başkasının size yaptığı hatayı affetmek, onu unutmak yahut o kişiyi suçsuz olarak görmek demek değildir. Affetmek hataları görmezden gelerek yaşadığımız problemleri unutmak da değildir. Affetmek; geçmişte yaşadığımız kötü anıların yükünden kurtulmaktır. O negatif duygular içinde yaşamaya engel olmaktır. Aynı tuzağa bir daha düşmemek, öte aleme ağır yüklerle gitmemektir. Ve affedilmek için affetmek gerekir.''

''Harun dede kim bilmiyorum ama süper demiş.''

''Aynen. Ama Harun dede bir de der ki : geç kalmak aslında hiç de basit değildir. Hayatta hiçbir şeye geç kalma. Ben şuan sizin yüzünüzden işime geç kalacağım, izin saatim bitmek üzere. Artık dağılabilir miyiz?''


🍂


Ellerini pantolonunun cebinden çıkarıp boynuna götürdü ve ovaladı genç çocuk. Dün geç saatlere dek Biyoloji yazılısına çalıştığı için boynu ağrıyordu. Güzel bir masaja ihtiyacı vardı ve Engin'in bugün okula gelmeyesi tutmuştu. Sadece son ders olan Biyoloji yazılısına gelecekti arkadaşı. ''Artık yazılıdan sonra elimden kaçamazsın Engin.'' diye içinden arkadaşıyla konuşup koridorda ilerlemeye devam etti.

''Zahid! Nasılsın?''

Karşısına aniden kol kola girmiş iki kız çıkınca adımlarını durdurdu ve nezaket gereği hafifçe tebessüm etti. Eski sınıf arkadaşlarıydı bunlar, bölümlere ayrılınca sınıfları değişmişti. ''İyiyim, teşekkürler. Siz nasılsınız?'' deyip ikisine de kısa birer bakış attı. Her iki kız da iyi olduklarını söyledikten sonra ilk selam veren kız, Nâlan tekrar konuştu.

''Hayırsızsın ha, insan birlikte geçen iki yılın hatırına arada gelir selam verir.''

''Kusura bakma Nâlan ya, biraz öyleyim sanırım. Eee nasıl gidiyor sözel?''

''İyi gidiyor. Senin nasıl?''

''Benim de iyi. Çalışıyorum işte, öğrenciysek başka ne işimiz var ki zaten değil mi?''

''Aynen, tabi!'' deyip göz devirdi Nâlan. ''Bir ara kantinde çay içip sohbet edelim.''

Zahid yanıt vermek istemiyordu çünkü hayır dese kız kırılacak, evet dese ümit vermiş olacaktı. Nâlan'ın kendisine olan ilgisinin farkındaydı. Bu yüzden onu görmezden gelmeye çalışıyordu. Umut verici davranışlarda bulunup sonra kırılmasına neden olmak istemiyordu. Tam bu sırada yanlarına gelen Sevtap neyse ki onu cevap vermekten de kurtarmıştı. Kıza içinden minnettar bir şekilde dua etti.

''Zahid, Handan hoca seni çağırıyor. Müdür yardımcısının odasında.''

''Tamamdır, haber verdiğin için teşekkür ederim Sevtap.'' dedikten sonra kol kola karşısında duran iki kıza baktı. ''Ben hocayı bekletmeyeyim, görüşürüz arkadaşlar.''

Haber verdikten sonra gitmeyip kendisini bekleyen Sevtap'ın yanında merdivenlere doğru yürümeye başladı Zahid. ''Zamanlaman süper kızım. Sağol ya.''

''Dalga mı geçtin, ciddi mi söylüyorsun Zahid?''

''Ciddi söylüyorum.''

''İyi o zaman, sevindim.''

''Eee neden çağırıyor beni Handan hoca?''

''Bilmem, bir şey söylemedi bana. Engin neden gelmedi?''

Zahid güldü. Bu soruyu bekliyordu, geç bile kalmıştı sormakta. ''Doktora gidecekti. Sınava yetişecek.''

''Haa tamam.''

İkinci kata çıkmışlar, diğer merdivenlerin önüne gelmişlerdi. ''Ben sınıfa gidiyorum, görüşürüz.'' deyip koridorun içine doğru ilerledi Sevtap. Zahid ise üçüncü kata çıkan merdivenleri adımlamaya başladı. Müdür yardımcısının odasına geldiğinde kapıya tıklatıp içeriye girdi. Handan hoca masada oturmuştu ve yalnızdı. Müdür yardımcısı odada yoktu. Kadın bir kolunu masaya koyup dirseğinden destek alarak başını avcuna yaslamıştı. Lüle lüle olan kumral saçları önünü kapatıyordu. Kapı açılınca aniden başını kaldırıp bakmış, gülümsemişti.

''Merhaba hocam, beni çağırmışsınız.''

''Gel Zahid gel, otur şöyle de biraz sohbet edelim.''

Zahid ''Tabi hocam, edelim.'' deyip masanın önündeki sandalyelerden birine oturdu. ''Nasılsınız hocam?''

''İyiyim Zahidciğim, sen nasılsın? Karşılaşınca ayaküstü konuşuyoruz ama bir oturup sohbet edemedik.''

''Ben de iyiyim hocam. Evet, öyle oldu biraz. Olsun, bugüne nasipmiş.''

''Aynen öyle. Dersiniz rehberlikmiş. Ben de hocandan izin aldım bu ders senin için. Rahatça konuşabiliriz.''

''Allah razı olsun hocam ya. Valla Suat hocanın anketlerini doldurmaktan bıkmıştım. Bütün hayatımızı öğrenmeye çalışıyor adam sanki. Ne yapacak bilmiyorum vallahi, herhalde en ilginç hangisiyse romana çevirip basacak. Benimkine boşuna ağaç kesilmesin, bana anket çıkarttırmayın diyorum ama dinlemiyor. Yazık hocam o ağaçlara! Vallahi yazık! İsraf diyorum, anlamıyor.'' Handan hoca öğrencisinin yakınmasına gülerken Zahid de kendini epey kaptırdığını fark etti. ''Pardon hocam ya.'' deyip arkasına yaslandı ve gülümsedi.

''Suat hocanın huyudur bu oğlum, vazgeçiremez kimse. Onu boşver sen, kahve mi içersin çay mı? İstersen meyve suyu falan da olabilir? Kuru kuru muhabbet etmeyelim.''

''Çay alayım hocam.''

Handan hoca telefonla kantini arayıp iki çay ve tost söyledikten sonra tekrar öğrencisine verdi dikkatini. ''Şimdi seninle ciddi bir konu konuşacağız Zahid. Bana kaçamak cevaplar verme.''

Zahid meraklanmıştı. Ciddi konuşacak neleri olabilirdi ki? Acaba bir şey mi olmuştu da haberi yoktu? ''Tabi hocam, buyrun.''

''Geçen gün sizin oralardaydım, sizin eve geldim, seni ziyaret etmek istedim. Sana müjdeli bir haberim vardı. Baban açtı kapıyı ve senin uzun zamandır orada yaşamadığını söyledi. Neler oldu oğlum? Nerede kalıyorsun? Bana her şeyi anlatmanı istiyorum.''

Zahid derin bir nefes alıp ciddiyetle kadının gözlerine baktı. Handan hocası, annesinin de en yakın arkadaşıydı. Bu konunun da kendinin de peşini bırakmayacağını biliyordu. Bu nedenle ondan saklamıştı ve öğrenmesini de istemiyordu ama olan olmuştu. Bunun eninde sonunda olacağını biliyordu. ''Hocam merak etmeyin, iyiyim ben. Dedemle yaşıyorum. Bir kitabevinde de çalışıyorum okul harici. Keyfim yerinde.''

''Deden vefat edeli yıllar oldu Zahid. Kiminle kalıyorsun? Neden evden ayrıldın? Hem çalışman derslerine engel olmuyor mu?''

''Hocam, kan bağı olmayabilir ama Harun dede benim dedem sayılır. Tanısanız siz de çok seversiniz. İkimiz yaşıyoruz, birbirimize arkadaşlık ediyoruz. Çalışmak engel olmuyor çünkü işler yoğun olmuyor genelde. Yoğun olsa da patronum anlayışlı biri, oğluyla da yakın arkadaşız zaten, yardımcı oluyor bana. Rahatça derslerimle ilgileniyorum. Neden evden ayrıldığıma gelince...'' Burada biraz duraksamıştı genç çocuk. Bakışları pencereden dışarıya kaydı, mavi gökyüzüne baktı. Bu sırada odanın kapısı tıklatıldı ve elinde bir tepsiyle birikte Kadriye hanım içeriye girdi.

Kadriye hanım, ''Kantine yeni mal getirdiler de yoğundu, ben de kızlara yardım edeyim dedim, ondan ben getirdim.'' deyip Handan hocaya gülümsedi ve tepsiyi masanın üzerine bıraktı.

''Teşekkürler Kadriye hanım.''

Kadriye hanım hocaya tekrar gülümsedikten sonra sandalyede oturanın Zahid olduğunu görünce genç çocuğa samimiyetle baktı. ''Zahid, okuldan sonra beni de bir gör çocuğum.'' dedi ve cevap beklemeden ikisine de ''Afiyet olsun.'' diyerek odadan çıktı. Zahid bu isteğin sebebini biliyordu. Allah razı olsun Kadriye hanım onu evlatlarından ayırt etmeyip ilgileniyordu her daim, yani muhtemelen bir ihtiyacı olup olmadığını, neler yaptığını falan soracaktı. Camide kaldığını ondan saklamıştı, yoksa kesin kolundan tutar, gerekirse zorla, sopayla döve döve evine götürürdü Zahid'i. Çamaşırlarını yıkarken de makina kullanmayı bilmiyorlar sanıyordu kadıncağız, annesinin vefatından haberdardı ve evde iki erkek kaldıklarını düşünüyordu. Tabi babasıyla sorunları olduğunu da biliyordu ama evi terk edip camide yaşadığını öğrense kesin çocuğun kafasını kırardı. 'Ben senin de annen sayılırım, Engin'den seni ayırmam, nasıl saklarsın?' diye küserdi.

Handan hoca içinde tost olan tabaklardan birini ve çayı Zahid'in önüne doğru uzatırken genç çocuk az evvel bölünen konuşmasını sürdürüp konuyu bitirmeye karar verdi. ''Hocam, zaten annemle yakın arkadaştınız. Biliyorsunuz ki babamla aramız iyi değildi, sorunlar yaşıyorduk. Ben de bu nedenle evden ayrıldım. Harun dedeyle yollarımız kesişti işte, onunla yaşıyorum şimdi. Dilerseniz buyrun misafirimiz olun, Harun dedeyle tanışın. İçiniz rahat etsin.''

''İstemesen de misafiriniz olacaktım zaten küçük bey! Bugün okuldan sonra birlikte eve dönelim öyleyse.''

''Tabi hocam. Ama bugün önce kitabevine uğramam lazım. Hem bir kitap almam lazım hem de izin alayım Süheyl amcadan.''

''Uğrarız uğrarız, sorun yok. Orayı da öğrenmiş olurum hem.''

''Tamamdır hocam.''

''Hadi, tostunu ye soğutmadan. Şimdi konuşma sırası bende, dinleme sırası sende. Sen yerken beni dinle bir yandan da.''

''Tabi, dinliyorum.''

''Öncelikle, bana bunları haber vermediğin için sana kızgınım. Sen bana can dostumdan emanetsin Zahid. Bundan sonra benden hiçbir şey saklama. Tabi benim de suçum var, aylardır seninle ilgilenemedim. Kendi derdime daldım. Eşimin sağlık problemleri vardı, onlarla uğraşıyordum. Senden özür dilemek istiyorum seni ihmal ettiğim için.''

''Estağfirullah hocam, öyle düşünmeyin. Geçmiş olsun bu arada. İyidir inşallah eşiniz?''

''İyi artık elhamdülillah. Bu yaşananlar bana ders oldu, artık seni yakından takip edeceğim. Çalıştığın yer, kaldığın ev, yeni arkadaşların, hepsini tanımak istiyorum. Ve bil ki içime sinmezse seni yanıma alırım. Bizimle yaşarsın.''

''İçinize sineceğine eminim. Yine de düşünceliliğiniz için teşekkürler hocam.''

Kadın başını sallayıp devam etti. ''Sizin eve geldiğimde müjdeli bir haberim olduğunu söylemiştim. Eşimin bir tanıdığı varmış, adamın maddi durumu iyiymiş ve bir kaç öğrenciye burs verip eğitimlerine destek olmak istiyormuş. Benim aklıma gelen öğrencilerimizden ikisi de Engin ve sensiniz. Engin bugün okulda yoktu, onunla da konuşacağım. İkiniz adına da çok mutluyum. hakediyorsunuz bu bursu.''

''Hocam, benden daha kötü durumu olan arkadaşlar var okulda. Ben çalışıyorum.''

''Oğlum! Ben biliyorum kimin ihtiyacı olduğunu, merak etme sen. Sadece ikiniz değilsiniz burs alacak olan, ben sana sadece ikinizi söyledim çünkü zaten Enginle aranızdan su sızmıyor. Şimdi bu bursu alıyorsun, ihtiyacın olursa harcıyorsun, olmayınca biriktiriyorsun. Bunun harici bir şeye ihtiyacın olursa, ne olursa olsun, gelip bana söylüyorsun. Şimdi birbirimize numaralarımızı da veriyoruz ve bir şey olunca haberleşiyoruz. Tamam mıdır?''

''Tamamdır. Hocam bende numaranız var zaten. Annemin telefonunu kullanıyorum. Sizde de o kayıtlıdır. İsmini değiştirip Zahid yaparsınız...''

Handan hoca yavaşça başını salladı. Son cümle ikisinin de içine bir burukluk yayıvermişti. Annesini çok özlemişti genç çocuk, bunu ne kadar belli etmese de kalbindeydi hep hasret.

Elindeki tosttan bir ısırık almış, dudaklarından uzaklaştırmıştı tam ki hocası yeniden konuştu. ''Zahid, bir şey daha var oğlum.'' Bakışlarını hocasının gözlerine dokundurdu, dinlediğini söylercesine. Kadın devam etti. ''Annen bir hesaba senin için para biriktiriyordu. Bunu babandan gizli yapmak istedi. Öğrenip el koymasından korkuyordu. Hesap benim adımaydı ama o kullanıyordu. On sekizin dolunca sana bundan bahsedecek, senin üzerine yapacaktık. Birdahaki ay on sekizini dolduruyorsun. Sanırım hesabı senin adına yapma zamanımız geldi.''

Zahid, uzun sürem sohbetin sonunda odadan çıkıp kendini bahçeye attığında gözleri dolmuştu. Bir ağacın altına oturup sırtını yasladı, gözlerini yumdu. Burun direği sızlıyor, boğazı acıyor, gözleri yanıyordu. Derin bir soluk aldı, kuşların sesine kulak verdi. ''Allah'ım teşekkür ederim.'' derken yanağı sıcacık bir damlayla ıslanmıştı. Yanakları ıslanırken devamını sesli getiremedi, kelimelere dökmeden yüreğiyle konuştu.

''Teşekkür ederim her şey için. Karanlık her yanımı sardığında sen beni aydınlığa çıkardın. Çaresiz kaldım, yardım yolladın. Yalnız kaldım, dostlar yolladın. Güçsüz kaldım, o dostların eliyle bana iman gücü verdin. Evsiz kaldım, evini benimle paylaştın. Sonra bana yıllar evvel vefat eden dedemin yerine geçen bir dede verdin. Kalbim boşluklarla doluydu, o boşlukları tek tek dolduran sahabeleri her hafta benimle buluşturdun. Korktum, on sekizimde bu hayata yalnız başına tutunabilir miyim diye çok korktum ve sen korkularımı dindirip neye ihtiyacım varsa karşıma onu çıkarttın. Ben öfkeyle karanlığa doğru giderken, sen o gece yolumu ışığa doğrulttun. Üstelik yalnız benim değil, Mustafa'nın da ışığı olmuş o gece. Ben seni unuttum, sen beni hiç unutmazken. Ben senin huzuruna gelmeyi zor buldum hep, kaçtım ; sen her ân benim yanıbaşımdayken. Ben senin verdiklerinin hayrından şüpheye düştüm, sen yoluma her daim ben görsem de görmesem de hayırlar çıkarırken. Teşekkür ederim ve affet Allah'ım. Bundan sonra bir an bile senin ışığına giden yoldan ayrı düşmemeyi nasip et. Sana daha yakın olabilmeyi nasip et. Senin sevdiğin ve seni seven bir kul olabilmeyi nasip et. Dünya'nın koşturmasına kapılıp giderken Seni unutmamayı nasip et. Yaptığım işleri yaparken senin rızan dahilinde şeyler yapmayı nasip et. hatalarımı göster, düzeltmeyi nasip et. Elhamdülillah...''


🍂


''Açmıyor! Delireceğim ya artık! Delirtiyor bu kız beni!''

Ebuzer'in endişeyle söylenmesi üzerine Zahid kaşlarını çatarak kitabevinden çıktı ve sokakta bir kaç adım ilerleyip telefonunu çıkarttı. Mustafa'nın ismini bulup arama tuşuna bastı. Bir kaç çalıştan sonra açmıştı telefonu.

''Efendim Zahid? Hayırdır?''

''Hira seninle mi?''

''Hayır. Geçen gün birlikte görüştük, sonra birdaha görüşmedik ki. Ne oldu?''

''Bak seninleyse söyle. Ailesi deli gibi onu arıyor.''

''Vallahi benimle değil ya. Zaten ben evdeyim, istersen telefona annemi vereyim bana inanmıyorsan.''

''Offf...İnanıyorum Mustafa. İyi hadi, kapatıyorum ben. Olur da seni ararsa falan haber ver mutlaka.''

''Tamam. Sen de bana haber ver, merak ettim şimdi. Geleyim mi yanına? Belki faydam dokunur.''

''Hayır oğlum saçmalama. Hallederiz biz. Hadi görüşürüz, haber veririm sana.''

Telefonu kapatıp kitabevine doğru çevirdi adımlarını. Tam kapıdan girecekken arkadaşları dışarıya çıkmıştı. Ebuzer elindeki telefonu hâlâ kulağına tutmuş bir şekilde kız kardeşini ararken bir yandan da Zahid'e ''Kapıyı kilitle, gidip arayalım. Belki etrafta dolanıyordur. Bir yere gidip oturmuştur. Parklara falan bakalım.'' deyip kapıyı arkasından çekti. Zahid cebindeki anahtarla dükkanın kapısını kilitledikten sonra arkadaşlarına döndü.

''Dağılalım mı?''

''Olur. Ben yukarı mahalleye bakayım, Zahid sen aşağı mahalleye bak. Mahir, sen de bu mahalleye bak.''

Hepsi anlaşmışçasına adımlarını gidecekleri yere doğru çevirdi. Zahid bayır aşağı, Ebuzer bayır yukarı gidiyordu. Mahir de sokakta ilerlemeye başladı. Hepsi endişeliydi ve hava karardığı için bir an önce kızı bulmak istiyorlardı. Ebuzer'in üstünkörü anlattığına göre Hira, annesiyle tartışıp sinirlenerek evden çıkıp gitmişti ve hâlâ ortalarda yoktu. Tartışmaları epey şiddetli olmuş olmalıydı ki normalde odasına kapanan kız evden kaçarcasına çıkmıştı. İlkin yalnız kalıp kafasını toplasın diye bir şey dememişti Ebuzer ama hava kararmaya başlayınca kardeşi için endişelenip artık geri dönmesi gerektiğini düşünmüştü. Ebuzer kaç saattir aramasına rağmen cevap yoktu.

Ebuzer, parka girip bakındı, kimse yoktu. Kafayı yiyeceğini hissetti. Kardeşini çok seviyordu, hem de çok! Ama kızın bu huyları onu delirtiyordu. Çok alıngan oluyordu bazen, öfkeleniyordu hemen. İçinde de tutamıyordu hiçbir şeyi, hemen diline vuruyordu. Öyle olunca sürekli annesiyle bağrışıyorlardı. Özellikle de son zamanlarda sıkça onların sesini işitir olmuştu. Hira, sürekli kimsenin kendini anlamadığını düşünüyor ama kendi de kimseyi anlamaya çalışmıyordu ki! Ah ah! Bu kızın hâli ne olacaktı. Allah'a dua ediyordu, ona yoldaş olacak, ona iyi gelecek bir dost çıkarsın karşısına diye. Elbette annesinde de hata vardı, görüyordu fakat daha sakin çözebilirlerdi bunlar. Ama kızı da annesine çekmekti işte, ikisi de ayrı celalliydi.

Sokak lambalarının ışığı altında kaldırımı adımlıyordu Zahid. Parkın yanından geçerken bakışları ile hızlıca taradı etrafı fakat oturup çekirdek yiyen bir kaç ortaokullu çocuktan başka kimse yoktu. Geçip gitti, yürümeye devam etti. Etrafa bakınıyor, akşam akşam başına bir şey gelmemiş olmasını diliyordu. Bir yandan da dünyanın neden bir kızın hava karardıktan sonra sokakta yalnız kalmasından tedirginlik duyulacak bir yere dönüştüğüne sinirleniyordu.
Arada bir arkadaşlarıyla birlikte gelip karşılıklı oturdukları şehir manzaralı banklara da bakmaya karar verdi. Sonuçta Hira da orayı biliyordu. Gerçi Mahir bir saat evvel yanlarına gelirken oradan geçmiş olduğunu ve Hira'yı görmediğini söylemişti ama belki kız bir saat içinde gelmişti, bilemezdi. Bakmakta fayda vardı. Bayırı inip alt sokağa geçti, banklara doğru çevirdi bakışlarını. Kaşlarını çattı fakat bu hareketine tezat bir şekilde içi rahatlamıştı. Hızlı adımlarla Hira'nın yanına vardı ve başında dikildi. Yanında birinin dikildiğini görünce bakışlarını şehrin ışıklarından çekip ona çevirmişti kız da.

''Hira? İnsanları endişelendirmek hoşuna mı gidiyor? Abin deliye döndü! En azından telefonuna cevap verebilirdin değil mi?''

Zahid'in ses tonu yüksek olmasa da kelimeleri ciddiyetle söyleyişi kızdığını belli ediyordu.

''Evet hoşuma gidiyor! Çünkü ben işe yaramazın tekiyim! Sadece kendimi düşünürüm! Kimseye faydam dokunmaz! Anneme bütün işleri bırakırım, bir işin ucundan tutmam! Sadece o yorulur! Sadece o koşturur! Sadece onun işi başından aşkın olur! O bağırabilir ama benim laf söylemeye hakkım yoktur!''

''Hira, annenle ne konuda tartıştınız bilmiyorum ama sakin ol, ben annen değilim. Ha acısını çıkartmak istiyorsan, için rahat edecekse buyur annenmişim gibi bana bağırmaya devam et, sorun yok, başım gözüm üstüne! Ama ne olursa olsun aileni bu kadar endişelendirmeye, korkutmaya hakkın yok. O senin annen, biraz anlamaya çalış. Ne bileyim, haksızsa bile bunu daha sakin bir şekilde, ikiniz de kırılmadan halledebilirsiniz bence.''

Genç kız alaylı bir şekilde güldü, ardından tekrar ciddileşti. ''Sen ne biliyorsun ki! Oradan söylemesi kolay. Tabi, sonuçta bir şeyler yaptığın halde hiçbir faydan dokunmuyormuş gibi durmadan söylenen senin değil, benim annem! Hiçbir zaman yaptıklarını anlatmayıp her fırsatta yapmadıklarım hakkında başkalarına dert yanan da benim annem! Bunları söyleyince umursamayıp gereksiz yere büyüttüğümü düşünen de senin değil benim annem! Ne anlarsın ki sen!''

Zahid, yutkunuşunun boğazından aşağı gitmediğini hissetti bir an. İçine o ağlamaklı hissin geldiğini hissetti ve canı yandı. ''Ben ne biliyorum, öyle değil mi!?'' deyip parmaklarını alnına götürdü, saçlarını yüzünün önünden geri itti. Gözlerinin yandığını hissediyordu. Sesi oldukça kısık olmasına rağmen kelimelere yüklenmiş acı, Hira'da bir tokat etkisi yapmış gibiydi. ''Haklısın, benim annem hayatta olmadığı için ben bunların hiçbirini bilemem! Ama neyi biliyorum biliyor musun? Keşke annem hayatta olsaydı da beni bir kere bile kimseye övmese, hep benden yakınsa, beni anlamasa, faydam dokunmadığını düşünse, bağırsa, çağırsa, kavga etseydi! İşte bunun için her şeyimi verirdim, bunu çok iyi biliyorum! O bana bağırınca ben ona sarılırdım! Hatta belki kavga ederdik, sonra gece uyurken gelip üzerimi örter, öperdi. Ama ne beni öpebilecek ne üzerimi örtebilecek ne de kavga edecek bir annem var! Yani seni anlayamam! Üstelik senin ailen bir hata yapıp ayrılmış, sonra yeniden birleşip kendilerini affettirmek için sana bir kitabevi açmış! Şahane! Ben bunu da anlayamam çünkü benim babam annemin kendisinden ayrılmasına izin dahi vermeyen şerefsiz bir adamdı! Tek bildiği önce dövmeye kalkıp sonra gönül almak adına, ki gönül aldığı da çok görülmemiştir, eve et getirmekti! Seni anlamam! Ben seni nasıl anlayayım!?''

Zahid'in bir kere bile sesini yükseltmeden haykırdığı cümleler Hira'yı biraz kendine getirmişti. Tüm öfkesini toplayıp bir zehirli ok yaptı, okun ucunu yüreğine çevirdi. Gözleri dolmuştu. ''Özür dilerim Zahid.'' derken sesi oldukça güçsüzdü.

Hira'nın gözleri kendi gözlerine takılmıştı. Düz bir ses tonuyla ''Benden değil ailenden özür dile. Senin için ne kadar endişelendiler.'' deyip arkasına döndü ve gitti çünkü ağır gelmişti bunlar gencin omuzlarına.

Mahir, Hira'yı bulamamıştı baktığı mahallede, ama o bankların orada olabileceğini düşünüp oraya gitmişti. Bayırı inip köşeyi döndüğünde önce Hira'yı, ardından arkasını dönmüş uzaklaşıp giden Zahid'i fark etti. Bakışlarını Zahid'den ayırıp yeniden kıza çevirdiğinde banka oturup başını ellerinin arasına aldığını gördü. Tam bu sırada telefonu titremişti. Cebinden çıkardığında Zahid'den mesaj geldiğini fark etti.

''Hira'yı buldum. Hep oturduğumuz bankların orada. alırsınız, benim acilen bir yere gitmem gerek.''

Mahir, bankların yanına doğru yürürken adımlarını seyrediyordu. Neden Zahid'in çekip gittiğini merak ediyordu. Bir şey olmuştu ama neler olmuştu bilmiyordu. Hira'nın oturduğu bankın iki adım ötesinde, kızın karşısında durduğunda bakışları istemsizce ona gitmişti. Hira'nın da başını kaldırıp ona bakmasıyla gözlerini kucakladı bir an kız. Fakat kahverengi gözleri ıslaktı...

Hira, Mahir'in mavi hârelerine bakarken "Bağırıp çağırıp laf söyleyip kızabilirsin. Alışkınım ben. Hem hak ediyorum." deyip parmaklarını ıslak yanaklarında gezdirdi ve kuruladı.

Mahir zor da olsa bakışlarını kızın gözlerinden uzaklaştırdı. "Neden sana bağırayım, kızayım Hira?"

Hira oldukça şaşırmıştı. Sorumsuz olduğuna, insanları endişelendirmeye hakkı olmadığına dair biraz da ondan nutuk dinleyeceğini düşünmüştü. En azından bir kaç tane suçlayıcı söz işitmeyi planlıyordu. Yalnız planlamıyor, bunu istiyordu çünkü Zahid'in yarasına tuz basmanın karşılığı olarak kendini birilerinin cezalandırması gerektiğini düşünüyordu. "Ne yani sence de suçlu değil miyim?"

"Hayır. Bazen olur böyle şeyler, ağlama."

''Ama mesele sadece annemle kavga etmem, evden çıkıp gitmem, abimi endişelendirmem değil Mahir! Zahid'i yıktım! Ben de yıkılmayı hak ediyorum! Karşısına geçip anne nutuğu çektim. O kadar sinirliydim ve bencildim ki onun annesinin vefat ettiğini düşünmedim bile. Onun kavga edecek bir annesinin olmayışını hatırlamadım bile! Bencilce, insafsızca ona çıkıştım. Ama o yine de sesini bir kez olsun yükseltmedi. Hak ediyorum ben Mahir, yalnız kalmayı da hak ediyorum, her şeyi hak ediyorum. Kendi hayatımı mahvediyorum. Kendimden nefret ediyorum! Kendimden nefret ediyorum artık. Neden her şey böyle...''

Cümlelerinin sonuna doğru Hira'nın sesi kısılmış, sözcükleri gözyaşlarına karışmıştı. Mahir ne yapacağını şaşırmış bir şekilde öylece dikiliyordu. Sonunda derin bir nefes alıp banka oturdu. Hira, cebinden mendil çıkarıp burnunu sildi ve saçlarını suratının önünden çekip kulağının arkasına sıkıştırdı. Şuan o kadar çok istiyordu ki başını Mahir'in omzuna dayamayı, orada sukut bulmayı. Ama onun buna müsaade etmeyeciğini biliyordu. Üstelik kendi başaramıyor olsa bile onun başarıyla dininin emirlerine uymaya çalışmasına saygı duyup takdir ediyordu. Şimdi başını onun omzuna koysa ağladığı için ona sesini çıkartmazdı bile belki Mahir, ama içten içe nasıl vicdan azabı çekerdi biliyordu kız. Bu yüzden yapmazdı, yapamazdı. Her ne kadar ona gözlerine dahi bakmadığı için, eskisi gibi kendisiyle konuşmadığı için kızsa da bunu yapmamasını anlıyordu. İçi ona hak verse de takdir etse de, onu seven yanı bundan rahatsızlık duyuyordu. Ama aynı zamanda onu seven yanı sırf onun için onun çizgilerini geçmiyordu. Ne garip şeydi sevmek...

''Zahid her ne kadar saçma espriler yapıp her şeyi dalgaya vursa da aslında hepimizden olgun bir çocuk. Merak etme, sana küsmeyecektir bile. Hepimiz hatalar yapıyoruz bu hayatta Hira. O hatalar olgunlaştırıyor bizi. Kırılıyoruz, kırıyoruz hepimiz ama sonra o kırıklar bize öğretmenlik yapıyor. Yaptığın dağınıklığı toplamasını bil yeter. Tabi sonra tekrar dağıtmamak da lazım. Kırıklara öfkelenmek yerine kırıklardan öğren. Bencil olduğunu düşünüyorsan nasıl buna son vereceğini ara, bul. Hayatını nasıl daha iyi bir hale getirirsin, oturup adamakıllı bir düşün. Bazı kararlar ver, bazı adımlar at. Madem dağıtan sensin toplayan da sen ol. Madem ipler senin elinde, düğümü nereye atacağına sen karar verebiliyorsun demektir bu. Doğru kararı vermeye bak. Ve kendinden nefret etme. Nefretle hiçbir yere varamazsın. Seni seveceğin bir yere sadece sevgi ulaştırır. Önce kendini, sonra çevrendekileri, kaderindekileri, sana verilenleri, yaratılmışları sev. Nefret etmek kolay, sevmek zor. Hem sen nefret edilecek bir insan değilsin.''

Hira'nın bakışları biraz ötesinde oturan Mahir'deydi. Mahir konuşurken gözlerini hiç ayırmadan ona bakmıştı. Oysa Mahir'in bakışları karşısındaki ışıklardaydı. Sokak lambasının ışığı altında turuncu saçları parlıyordu. Mahir susunca aralarına bir kaç saniye süren sessizlik konuk oldu. Az evvel çocuğun dudaklarının her kıpırdaşında içine bir huzur geldiğini hissetti. Bir güç, bir ışık...

''Çekirdek paketini bana verdiğinde bilerek mi öyle yaptın yoksa denk mi geldi?''

Hira'nın az evvel ağladığı için kırık çıkan sesiyle sorduğu soru, şimdiye kadar hiç görülmemiş bir şekilde ''Beni seviyor musun?'' demenin kelimelere dökülmüş hali gibiydi. Bu sorunun nasıl olup da dudaklarından döküldüğünü o da bilmiyordu, cevap vermenin onları nereye götüreceğini Mahir'in bilmediği gibi. Mahir başını çevirdi ve bir kaç saniyeliğine kızın gözlerine baktı.

''Bilerek vermedim. Öylesine denk geldi. İstediğin kadar al diye uzattım.''

Hira yavaşça başını salladı ve bakışlarını karşısındaki ışıklara çevirdi tıpkı Mahir gibi. Ondan istediği cevabı asla alamayacağını biliyordu. Fakat Mahir'in içinden ''Bilerek de bilmeyerek de olsa hepsini sana verirdim, hatta kendi hakkımı bile.'' diye geçirişini duymuyordu. Duyamayacaktı. Genç çocuk ayağa kalktı. Daha fazla onunla kalıp bu iç ses muhabbetlerine ve kavgalarına girmek istemiyordu.

''Hadi Hira, gidelim artık. Seni abine teslim edeyim.''

Hira kalkıp ona ayak uydurdu ve yürümeye başladı. Mahir arkasından geliyordu. Sokakta ilerlerken bir an durup ona döndü. O durunca Mahir de ne olduğunu şaşırıp bakışlarını kaldırmış, göz göze gelmişlerdi. ''İlk kez beni suçlamayan birisin, abimden sonra. Teşekkür ederim.'' deyip tekrar hızlı adımlarla yürümeye başladı kız.

Mahir tebessüm etti. Onu suçlamadı, ona kızmadı çünkü onun bir suçu yoktu. Kendini boşlukta hissetmesi kimsenin suçu değildi. Yalnızca o boşluktan yakın zamanda kurtulmasını diledi Allahtan.


Loading...
0%