Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13 • Kendimin Uzağı •

@sukunettekelimeler

İnsan nereye kaçarsa kaçsın, kaderinden kaçamaz. Ne kadar uzağa giderse gitsin, kalbi attığı sürece kendinden saklanamaz. İnsan ne kadar güçlü olursa olsun duygularını bile kontrol edemeyecek denli acizdir. Ve insan ne kadar bitmez sanırsa sansın, her şeyin bir sonu vardır.

🍂


Hira, sohbetten sonra üst kata kaçmıştı. Âniden sandalyesinden hızlıca kalkınca sandalye düşmüş, gürültü nedeniyle herkesin bakışları onu bulmuştu bir ân. Hira arkasına bakmadan yukarıya çıkan merdivenleri tırmanırken Ebuzer de endişelenip ne olduğunu anlamak üzere kardeşinin peşine gitti. Genç kız ikili koltuğa oturmuş ağlıyordu içli içli. Aşağıdan duyulmasın diye de birbirine bastırıyordu dudaklarını.

Ebuzer, kardeşinin hâlini görünce yüreğinde bir sızı hissetti. Yanına oturup örgülü saçlarını yavaşça okşadı ve "Ne oldu güzellik?" diye sakince sorup çenesinden tutarak kızın suratını kendisine doğru çevirdi. Göz göze geldiklerinde Hira kızarık gözlerini kaçırıp başını Ebuzer'in göğsüne gömdü. Abisi de bunu bekliyormuş gibi sarıldı sıkıca ona.

Hira biraz omuzları sarsılarak ağladıktan sonra sakince, bir o kadar da kendine itiraf edercesine ağır bir şekilde konuşmaya başladı.

"Ben kendimin uzağındayım abi. Nerede bulurum bir gün kendimi, bilmiyorum. Ama demin Zahid, Selman-ı Fârisi'yi anlatırken bir pusula içimde yönünü şaşırdı sanki, iğnesinin ucu sağa sola döndü durdu. Ben o iğnenin ucunu doğru yönü gösteren tarafta sabit kılmak istiyorum abi. Baksana, nelerden vazgeçip nelere göğüs germiş, neleri göze almış Müslümanlar. Nasıl hayatlar yaşamışlar. Ben onlardan çok uzağım, ben kendimden çok uzağım..."

Elindeki su dolu bardakla birlikte adımladığı merdivenlerin ortasında çakılı kaldı Mahir. Kulağına ilişen cümleler sebep olmuştu buna. Duraklarından bir fısıltı şeklinde Elhamdülillah kelimesi çıktı, kalbinden göğe yükseldi. Haffiçe tebessüm ederken nedenine kendi de tam olarak anlam veremedi. Genç kızın bu fark edişineydi, yahut bu fark edişin getireceği güzelliklere...

Bakışlarını merdivenden ayırıp boğazını hafifçe temizledi ve sonuna dek çıkmayıp "Ebuzer, su getirdim." diye seslendi yukarıya doğru. Genç kız merdivenlere koşarken yanaklarındaki ıslaklığı fark etmiş, bu nedenle bir bardak su vermek istemişti ferahlaması için. Ebuzer'in geldiğini belli eden adım sesleri duyuldu. Merdivenin başında beliren arkadaşına bardağı uzattı Mahir. O da teşekkür edip aldı ve kız kardeşinin yanına doğru gerisingeri adımladı yolu. Mahir, merdivenleri inerken dudaklarına yapışan tebessümü silmeye çalışıp çemberdeki yerini aldı.

Sudan bir kaç yudum alan Hira, teşekkür edip bardağı abisine uzattı. "Bana yardım edersin değil mi abi? Sen hep benim rehberim oldun, tabi ben seni hep dinlemedim ama bu kez de rehberim olursun? Çünkü ben nereden başlanır bilmiyorum. Başlamaya da korkuyorum, güç görünüyor. Sanki beceremezmişim gibi...Böyle yaşamak tatsız olsa da öbür türlüsüne alışık değilim, bu durum pusulada dengeyi bozuyor."

Ebuzer tebessüm ederek kardeşine baktı. Bunları duymak hoşuna gitmişti. Her ne kadar Hira şuan kargaşanın ortasında kalmış, suratındaki kızarıklıktan da bu anlaşılıyor olsa da, Ebuzer bu durumu sevmekten kendini geri tutamıyordu çünkü bunu bir adım olarak görüyordu. Şu sıralar kardeşi adımlar atıyordu ve buna Ebuzer'den daha çok sevinen kimse olamazdı. Mahir'in seslenişi ile başlayamadığı konuşmasına içinden besmele çekip başladı. Kardeşinin gözlerine şefkatle bakarak konuşuyordu.

"Allah yeniden başlayanların yardımcısıdır, Hira. Ne diyor Kur'anda, "Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz Allah da size yardım eder, ayaklarınızı sağlam tutar." (47/Muhammed) Sen yeter ki bir adım at, Allah da, ben de senin elinden tutarız düştükçe. Allah'a dayanan yıkılmaz, hiç korkma. Hem senin beceremediğin tek şey kahve-çay taşımak. Gül gül sen, seni verirken de kahveleri ben taşırım artık! Neyse, konudan sapmayayım. Huzurlu ve anlamlı bir hayata İslâm ile sahip olunur, ben buna inanıyorum. Allah ne istemişse bizden, bizim iyiliğimiz için istemiş. İnsanlar bir çok zaman yeniden başlamak ister her şeye. Tabiki bu kolay değildir. Alıştığın hayatı öldürmek bir nevi, yerine yenisini yeşertmek. Ama yerine gelen sana mutluluk verecekse neden zor olsun ki? Ha elbette zorlanmayacaksın demek değil bu, zorlanacaksın. Çünkü sen Allah'a adım attıkça şeytan ve nefsin de seni yolundan döndürmeye çalışacak. Önemli olan senin sabrın, iraden, pes etmemen...''

Ebuzer'in yaklaşık yirmi dakika uzunca konuşması bittiğinde aşağıda çocukların sesi çoktan kesilmişti, gitmişlerdi. Hira kendine gelmiş, abisini pür dikkat dinlemiş ve söylediklerinden büyük bir cesaret almıştı. Kararlıydı, O'nun istediği gibi olacaktı. Birden her şeyi değiştiremezdi belki ama yavaş yavaş, adım adım olacaktı her şey. Ebuzer ayağa kalkıp derin bir nefes aldı. ''Ben bizimkilere bir bakayım. Sonra gideriz biz de.'' deyip merdivenlerden indi. Herkes gitmiş, geriye Zahid ve Mahir kalmıştı. Evleri yakın olduğu için acele etmemiş olacaktılar. Sohbet ediyorlardı. Ebuzer'i görünce ikisinin de bakışları ona kaydı.

''Hayırdır abi, iyi mi Hira?''

Zahid'in sorduğu soru üzerine başını salladı Ebuzer ve bir sandalyeye oturdu. ''İyi iyi. Etkilenmiş anlatılanlardan. Bu sıralar yol kat etmeye çalışıyor kendi içinde. Biraz konuştuk işte.''

''İyi bari, sevindim. Biz buraları toparladık, çocuklar da sağ salim gitti evlerine. Ubeyd ve Engin onları bırakıp da evlerine geçeceklerdi. Gidebiliriz istersen.''

''Allah razı olsun. Hira da insin, gideriz.''

Onlar beklerken Mahir oturduğu sandalyeden kalkıp kitaplıkların döşeli olduğu duvara doğru ilerledi. Bakışlarını ve parmaklarını raflarda, kitapların üzerlerinde gezdirip bir kitap aradığını belli ediyordu. Ebuzer ve Zahid onun ne yaptığına bakıyordu. Zahid ''Hangi kitabı arıyorsun?'' diye sorsa da Mahir ''Ben hallederim.'' deyip bakınmaya devam etti.

''Oğlum söyle lan, hepsinin yerini ezberledim sayılır.''

''Sağ olasın kardeşim ama ben de ezberledim sayılır. Hem görsel hafızam iyidir, buralarda bir yerde olmalı...Hah! Buldum.''

Mahir kitabı raftan alıp sayfalarını araladı, hızlıca bakındı ve kapatıp masaya doğru ilerledi. Az evvel kalktığı sandalyeye oturdu ve kitabı Ebuzer'e uzattı. ''Hira'ya verirsin. Ben kalkıyorum.''

Ebuzer kitabı alıp ''Tamam kardeşim.'' dedikten sonra tokalaşmak üzere ayağa kalktı ve Mahirle vedalaştı. ''Yarın görüşürüz okulda. Allah'a emanet ol.''

''İnşallah. Sen de Allah'a emanet ol kardeşim.'' Ardından Zahid ile de vedalaşıp askıdaki ceketini alıp giydi, dükkandan çıkıp karanlığın çöktüğü sokakta yavaşça yürümeye başladı. Ellerini ceketinin cebine sokup kaldırımda sarı boyalı yerlere basmama oyunu oynarken zihninde dönüp duranlar bir ân tebessüm etmesine yol açtı. Hira gerçekten yeni bir başlangıç yaparsa--- belki o zaman her şey farklı olurdu? Mahir'i anlardı, anladığı için de artık bu mesafeyi sevgisizlik olarak görmeye bir son verirdi. Hem daha huzurlu, daha olgun davranırdı. Sonuçta İslam huzur ve olgunluk katıyoru insana... Hatta belki bir gün ölçünün dışına çıkmadan, evlilik yolunda görüştüğü kişi o olurdu... ''Kes şunu Mahir! Sadece gözlerini değil düşüncelerini de sakınman lazım! Kendine gel!''

Başka şeyler düşünmek üzere hafızasını kurcaladığında kaşları çatıldı bu kez. Derin bir nefes aldı. Kız kardeşi, Nihal'i kendini tesettürle şereflendirmek istiyordu fakat babası ve babaannesi, dedesi yaygara çıkartmıştı. Hayret içindeydi bu duruma. Müslüman olduklarını söyleseler de öyle yaşamayan sülalesinin içinde annesi, kız kardeşi ve kendisi mahsur kalmış gibiydi. Annesine göre ise bataklıkta açan çiçekler gibilerdi. Kötü bir şey yapıyorlarmış gibi verilen tepkiler moralini bozuyordu. Önce iki yıldır süren ve hâlâ sonuç vermeyen el sıkışma-sarılma mevzusu tartışmaları, şimdi ise Nihal'in tesettüre girmek istemesi büyük ses getirmişti ailelerinde. Mahir ve annesi her ne kadar destek olmaya çalışsa da diğer herkes genç kızın üzerine gittiği için onu ağlatıp kararını ertelemesine sebep olmuşlardı. Cebindeki ellerini yumruk yaptı Mahir. Yorulmuş hissetti. Yine de hayat böyleydi, biliyordu, engeller çıkacaktı karşılarına. Önemli olan o engelleri aşacak güç, istek ve cesarete sahip olmalarıydı. İçinden akşamın karanlığına bir dua fısıldadı, bakışlarını göğe kaldırıp parıldayan Ay'a baktı ve Allah'ın ne denli kıdemli olduğunu hatırlayıp rahatlayarak eve doğru yürümeye devam etti.


🍂


Hira, İlyas'ın cümlesi üzerine bakışlarını önündeki kitaptan ayırıp arkasına döndü. İlyas, kısa kesilmiş olan ve büyümeye duran kahverengi saçlarını elindeki kalemle hafifçe kaşıyıp ''Buldum.'' diye tekrarladı.

''Sonunda be! Demek ki çözülmeyecek soru değilmiş, yanlış da değilmiş. Biz yapamamışız.''

Merve de elindeki kalemi bırakmış, hafifçe yan dönmüştü. ''Cevap neymiş, denizli mi? Lütfen denizli olsun.'' deyip Hira'ya baktı. Bir süredir çözmeye uğraştıkları soruyu tam çözdüğü sırada İlyas seslenmişti. Kendisi D şıkkı olarak bulmuştu, İlyas'ın da öyle bulmuş olmasını umuyordu.

Hira başını sallayıp ''Evet, denizli!'' dedi ve İlyas'ın kendi önüne doğru ittirdiği kitaptaki çözüme baktı fakat pek bir şey anlamamıştı. ''İlyas, nasıl çözdün?''

İlyas kafası karışmış gibi bir yüz ifadesine bürünmüştü. Kalemle bir kez daha saçlarının arasını kaşıdığında Hira, arkadaşının düşünürken bu hareketi yaptığını fark etti. İlyas derin bir nefes alıp ''Eeee, şimdi nasıl açıklayacağım?'' dedikten sonra ciddi bir açıklama yapar gibi ciddi bir havaya büründü fakat bu ciddiliğin altında biraz da bilmişlik ve komiklik yatıyordu. ''İki tür sayısalcı vardır. Biri formüller ve kesin bilgiler ile gider. Ben de, yani ikinci tür ise tahminler, uydurma formüller falan fistan üzerine gider.''

Hira ve Merve bu açıklamaya gülerken Merve önündeki kitabı yanında oturan arkadaşının önüne doğru ittirdi. '' a ( a+1) varsa zaten çift...'' diyerek takıldıkları kısmı açıklayıp gösterdiğinde İlyas da arkadan kafasını uzatıp öndeki sıraya doğru eğilmiş, Merve'nin soruyu açıklayışını dinlemişti. Merve anlatmayı bitirdiğinde İlyas, ''Sen sayısalcı olsan kesin birinci türe girerdin.'' deyip geri çekildi ve sırtını sırasına yasladı.

Merve hafifçe gülümseyip ''Ben karışık gidiyorum.'' dedi. ''Takıldım mı tahmine başvuruyorum. Bazen arkadaşlarım soruyor niye burası böyle oldu diye, gel de açıkla...''

İlyas gülerek ''Ben onu üstün yeteneğim ile buldum, açıklayamam!'' deyip açıklıyor rolü yaptığında yeniden gülümsemişti hepsi. Merve tam önüne dönerken İlyas ''Bu arada, listede adın Mervenur diye yazıyor. Nur kısmını kullanmıyor musun?'' deyip konuyu hiç olmadık bir yere getirdiğinde Merve şaşırmıştı. Kısaca bir açıklama yaptı.

''Aslında ismim bitişik bir şekilde Mervenur ve ben de tam olarak kullanılsın istiyorum ama kimse Nur'u pek kullanmıyor. Ailem bile Merve diyor. Sadece, eski sınıfımda bir iki tane arkadaş vardı erkeklerden, onlar seslenirken Mervenur diyordu.''

İlyas gülüp ''Sen seslenmesen de olur kardeşim : mood!'' dediğinde Merve ilkin anlam veremedi. Hira da anlamamış olacaktı ki İlyas'a bakarak ''Niye öyle dedin?Anlamadım.'' diyerek bir açıklama bekledi.

''Şey...'' diye ilkin takılsa da sonrasında sıkıntı olmayacağına karar vermiş olacak ki devam etti İlyas. ''Erkeklerle pek konuşmuyor zaten ya, muhattap olmuyor, ondan dedim.''

Merve hafifçe tebessüm etti. Tebessümünün ardında biraz da acı ve pişmanlık vardı. ''Gerektiği kadar işte.'' deyip önüne döndü tamamen. Hira da önüne döndü ve tekrar önlerindeki testi çözmeye devam ettiler.

On beş dakika sonra öğretmen sınıfa geldiğinde ''Bitti mi herkesin testi?'' deyip bakışlarını tek tek tüm öğrencilerde dolandırdı. Bir kaç kişi yapamadığı sorular harici bitirdiğini söyleyince de ''O zaman tek tek çözelim.'' deyip tahtanın önüne geçti. ''Birinci soruyu kim çözmek ister?'' İlk sorulara gönüllü olan bir kaç öğrenci kalkmış, testin devamı zorlaşınca sorulara el kaldıran çıkmamıştı. Az evvel üçü birlikte tartıştıkları soruya gelmişti sıra. Kimse el kaldırmıyordu. Öğretmen, bakışlarını sınıfta dolandırırken ''Kimse yok mu ya gönüllü?!'' deyip tek kaşını havaya kaldırdı. Hira soruyu arkadaşları çözdüğü için kalkmak istememişti. Onlardan biri kalkıp yapsın diye bekliyordu. İlyas az evvel zaten bir tane çözdüğü için tekrar el kaldırmamıştı. Merve ise utanıyordu, henüz çok alışamamıştı sınıfa.

''Hocam, Mervenur yaptı!''

İlyas'ın sesini duyunca gözlerini şaşkınlıkla kocaman açıp aniden arkasına döndü genç kız. Neden bunu yaptın der gibi bakıyordu. Ayrıca tam ismiyle seslenmişti kendisine. Oysa şimdiye dek Merve diyordu. Öğretmen, ''Süper. O zaman tahtada da yapsın bize bakalım.'' deyip elindeki tahta kalemini kız doğru uzattığında Merve kalbi hızla çarparak sırasından kalktı ve adamın uzattığı kalemi alıp beyaz tahtada soruyu çözmeye başladı. ''Maşallah, çok güzel bir çözüm.'' diye mırıldandı öğretmen ve tahtadaki kızı izlemeyi sürdürdü. Merve cevabı tekrar bulup altını çizdikten sonra sınıfa döndü yüzünü, kimseyle göz göze gelmeden kalemi öğretmenine geri uzatıp sırasına doğru ilerledi fakat bakışları İlyas'ın kendine bakıp gülen yüzüne takılmıştı. Neden böyle bir şey yaptığına anlam vermemişti. Ya çözemediği bir soru olsaydı? Gerçi, bu soruyu çözdüğünü biliyordu sonuçta çocuk, yoksa yapmazdı herhalde böyle bir şey. Arkasına yaslanıp hâlâ hızlı çarpan kalbini sakinleştirdi ve öğretmeninin, anlamayan öğrenciler için sorunun üzerinden açıklayarak bir kez daha geçmesine kulak verdi. Sonunda testle birlikte ders de bittiğinde hava almak için bahçeye çıktılar Hira ile birlikte.

Bir ağacın altına doğru yürürlerken ''Neden öyle yaptı İlyas?'' diye bir soru döküldü dudaklarından. Hira ''Bilmem,'' deyip omuz sikti. ''İyi ama biraz garip çocuk. Belki sözlü notun iyi gelsin, hiç kalkmıyorsun tahtaya diye yapmıştır.''

Merve yavaşça başını sallayıp ilerlemeye devam ederken Hira'nın birden adımlarını büyütüp ilerlediğini ve karşıdan gelen bir çocuğun boynuna sarıldığını fark etti. Buna şaşırmıştı çünkü Hira'nın arkadaşı olmadığına dair söylediği bir kaç şeyden ötürü birine bu denli sevgiyle yaklaşmasını görmeyi beklemiyordu. Belki de arkadaşı değil sevgilisiydi? Belki kuzeni falandı? Bilemezdi, hüküm vermek istemedi. Hira'nın sarıldığı siyah saçlı çocuğun yanında dikilip bakışlarını ağaçlara doğru çevirmiş olan turuncu saçlı çocuğu görünce kaşları havaya kalktı genç kızın. En yakın arkadaşının, eski okulunda ardında bıraktığı için çok üzüldüğü dostunun abisiydi bu! Nihal hep 'abim abim' dediği için ismini hatırlamıyordu ama o olduğuna emindi çünkü bir kaç kez evlerine gittiğinde karşılaşmıştı. Zaten Nihal gibi onun da turuncu saçları vardı, hatırlaması zor değildi.

''Merve, bu benim abim, Ebuzer. Bu da onun en yakın arkadaşı, benim de arkadaşım, Mahir.''

Hira'nın sesini ve isminin geçtiğini duyunca bir kaç adım atıp onlara biraz yaklaştı ve aralarında uygun olduğunu düşündüğü bir mesafe bırakıp çok kısa bir an iki çocukla da göz göze geldikten sonra Hira'ya döndü.

''Abi ve Mahir, bu da sıra arkadaşım ve yeni sınıf arkadaşım, Merve.''

Ebuzer ''Memnun oldum.'' deyip hafifçe başını sallarken Merve de aynı hareketi yaptı. Mahir ''Selamünaleyküm Merve. Bizim okula geldiğini bilmiyordum.'' dediğinde Hira şaşırıp kaşlarını kaldırarak onlara baktı.

''Tanışıyor muydunuz?''

İkisi de yavaşça başını salladığında ilk açıklama yapan Mahir oldu. ''Nihal'in en yakın arkadaşı Merve. Bu sebeple ismini evde çok duyuyorum. Geçen haftadan beri Merve nakil aldı, gitti, onu özledim diye ağlanıyor evde.''

Merve, arkadaşının bu hâline tebessüm etti. Çok seviyordu onu! Kendisine destek olmak için bir şey demese de demek evde böyle demişti ha...

Hira anladığını belirtircesine başını salladığında içinde bir kaç minik kıskançlık tohumunun büyüdüğünü hissetti. Mahir'in kız kardeşi Nihal'i bir kaç kez görse de tanımıyordu pek Hira. Fakat artık tanımak istediğini fark etti. ''Anladım. Ne güzel...''

Konuşmalarının arasına üçüncü bir erkek sesi katılınca hepsinin bakışları Merve'nin yan tarafına kaydı. ''Mervenur, müsaitsen bir şey söyleyecektim ama...Bölüyor muyum?''

Ebuzer ''Yok kardeşim, ben de aslında Hira'ya bir şey söyleyecektim. Müsaadenizle.'' deyip kız kardeşini koluna girdi ve uzaklaştılar yavaş yavaş. Mahir de onların arkasından yürümüş fakat onlarla gitmeyip bir banka oturmuştu. Merve, İlyas'a doğru dönüp konuşmasını bekledi. Bakışlarını suratına değdirmemeye özen gösteriyordu çünkü artık kimse gözüne, gönlüne düşsün istemiyordu.

''Dersteki olay için kızmadın inşallah? Bu hoca derse katılıma çok önem verir. Testlerde de gönüllü kalkanlara genelde yüksek performans notu veriyor. Sen hem bunu bilmiyordun hem de utangaçsın sanırım, hiç kalkmıyorsun. Karışmamalıydım ama kendimce iyilik yapayım dedim. Soruyu çözdüğünü bildiğim için atladım yoksa bir şey demezdim. Sıkıntı oluşturduysam söyle lütfen, bir daha yapmam.''

Merak ettiği sorunun cevabını almıştı bir yandan da genç kız. Yavaşça başını sallayıp ''Sorun değil İlyas. Kızmadım, sadece şaşırdım aslında. Teşekkürler.'' dedi ve araya bir kaç saniye sessizlik girince konuşmanın bittiğine kanaat getirip ''Müsaadenle.'' diyerek yanından ayrıldı gencin.

Rutin geçen bir kaç dersten sonra nihayet eve giderken kendini oldukça yorgun hissediyordu. Eve gittiğinde üzerini değiştirdikten sonra yemek yediler ailecek ve mutfak toplandı. Sonrasında telefonunu aldı ve bahçeye çıktı. Bir tabureye oturup taze havayı içine çekti. Zihnine İlyas'ın kurduğu cümle düşmüştü ve canı sıkılıyordu, canı yanıyordu. Ruhunun sıkıştığını hissediyordu. ''Erkeklerle pek konuşmuyor zaten ya, muhattap olmuyor...'' Derin bir nefes çekti ciğerlerine. Gerçekten de İlyas'ın dediği gibi muhattap olamamayı istiyordu ama... Aması vardı işte. Olmuştu, muhattap olmuştu hem de fazlasıyla. Kendinden tavizler vermişti, sınırları ihlal olmuştu, bir ağa takılıp düşmüştü ve şimdi tüm bunların pişmanlığını duyuyordu içinde. Bu yüzdendi ruhunun yorgunluğu.

Acaba hiç geçmeyecek miydi bu yorgunluk? Kurtulamayacak mıydı? Bu labirentin bir çıkışı var mıydı? Bu imtihanı geçmek için hâlâ bir şansı var mıydı yoksa çoktan kaybetmiş miydi? Ona yardım edebilecek kim vardı ki? Daha kalbindeki duygulara bile hâkim olamıyor, onları yönetemiyordu. Acizdi. Bu acizlikle bu imtihanı atlatamayacağını düşündü. Umudu bir mumdu, erimiş, tükenmişti. Umut çok mühimken, neden böyle umutsuz hissediyordu? Karanlıkta kaybolmuştu, yolunu bulamıyordu ve hiç bulamayacak gibi hissediyordu. ''Hiç geçmeyecek mi bu? Hiç geçmeyecek sanki...'' İçinden tüm bular geçerken, tam ümitsizliğin ipine tutunmuşken bir ses semada yankılandı. Caminin minaresinden yükselen ses genç kızın kulaklarına doldu, yalnız kulağı değil yüreğiyle işitti. ''Allahuekber Allahuekber!''

Gözleri yaşardı, bir kaç damla düştü kucağına. ''Özür dilerim Allah'ım. Sen'i unutup böyle ümitsiz konuştuğum için özür dilerim. Oysa Sen bize her daim umutlu olmamızı tavsiye edersin. Affet Allah'ım. İçimdeki duyguları bile kontrol etmekten acizim, Sen affet. Sen bana yardım et, ne olursun yardım et...Senden başka kimse bana yardım edemez. Ben ne zaman düşsem şüphesiz sen bana kuvvet verensin. Karanlık kuyulardan beni Yusufçasına çıkaracak olan Sensin...'

Whatsapp'ı açıp Nihal'e mesaj atmak üzere isminin üzerine geldi. ''Güneş Kız'' diye kaydetmişti onu. İçini ona dökebileceğini biliyordu. Ve şuan buna ihtiyacı vardı. Parmaklarını telefonda gezdirdi.


''Düşüyorum. Boğuluyorum içimdeki karanlık derin kuyularda. Geçmişten bir el uzanıp pişmanlığa boyuyor beni. Pişmanlık!...'' diye içimden geçiriyorum bahçede oturmuş, etrafa bakarken...Sonra tam ben umutsuz bir cümle kuruyordum, bir ses yankılandı : ''Allahuekber! Allahuekber!''

(gece 6:18)

 

Sonra dediğimi şöyle değiştirdim : ''Ne zaman düşecek olsam, ne zaman boğulacak olsam içimdeki derin karanlık kuyularda; bir el sarıyor parmaklarımı. Tutuyor, çağırıyor beni, çekiyor...''

(gece 6:19)

 

O hep sesleniyor ama duymuyorum. Bazen duyuyorum ama duymadıklarım çok acıtıyor. Çok pişmanlık hissediyorum.Çok acı hissediyorum.

(gece 6:21)

 

''Sarılma rüzgarına, denizde iman olmaz.'' demişler zaten. Duymadın mı gönül? Neden sarıldın? İçinde olanı da kaybettin. Çok şey kaybettin. Şimdi fırtınalara kapıldın, içinde esiyor her duygu. En çok pişmanlık.

*bunu yazdırdı bana*

(gece 6:34)

 

Daha çok şey yazdırdı.

(gece 6:34)

 

İnsan olmak ne ağır, kendimizi bilmediğimizden...

(gece 6:45)

 

Yoksa ne kolay olur, sesleri duysak...

(6:45)

 

Böyle...

(7:17)


Uzun süredir bahçede oturuyordu Merve. Nihal'den henüz yanıt yoktu, görmemişti yazılanları. Namaz kılmak için kalktı sonunda. İçeriye girip abdest aldı, feracesiyle başörtüsünü giydi ve namaza durdu. Namazdan sonra uzunca dua etti. Duasına sevdiklerini kattı. Sonra yeni tanıştığı arkadaşlarını da kattı. Amin dedikten sonra seccadesini toplayıp feracesini çıkarttı, komodinin üzerine bıraktı. Yatağına uzanıp tavana dikti bakışlarını. Her zaman yaptığı gibi içinden konuşmayı sürdürdü. Uzun zaman da böyle geçmişti. Biraz ders çalışmak için kalktı ve masasının başına oturdu. Gördükleri konuyu tekrar edip kafasına iyice yerleşmesine izin verdi. Çok ders çalışan biri değildi ama tekrar yapmak onu başarılı kılıyordu. Bu nedenle her gün okulda işledikleri şeyleri tekrar ediyordu. Bir buçuk saat ders çalışma masasının başında geçtikten sonra kalkıp içeriye gitti ve ailesiyle biraz sohbet etti. Yeni okuluna alışıp alışmadığı muhabbeti bittikten sonra yeniden odasına geçti genç kız. Yatağına uzandı. Telefonuna bildirim sesi geldiğinde uzanıp aldı, bakışlarını ekrana çevirdi.


Yüce Allah öyle zamanlarda öyle kapılar açıyor ki ben buna bizzat şahit olan aciz bir kulum...Ve duâ'nın o muhteşem huzurunu, gücünü hiçbir yerde görmedim, bilmiyorum. Sen yeter ki dua etmeyi unutma, olur mu Nur'um?

(gece 10:17)

 

Tabiki...İnşallah♥

Dua olmasa...

(gece 10:17)


Gözyaşlarıyla, yürekten dua ile her şey ama her şey bir şekilde Mevlâmın izniyle hayra çıkıyor.❀ Ben buna şahidim...

(gece 10:18)


Ben de şahidim ❀ꕥ Eşhedü...

(gece 10:19)


Üzülüyorsun, kırılıyorsun ama elbet Mevlâm yolunda kılıyor... Eşhedü.

(gece 10:20)

Geç cevap verdiğim için de hakkını helal et, etütte telefon yasak, bir de ders çalışıyordum. Telefon yanımda değildi. Yoksa o anda dinlemek isterdim seni. Bir de okuduktan sonra ne diyeyim bilemedim. Hiç bu kadar uzun bakmamıştım ekrana, bu şekilde... Yazıp yazıp sildim. Sadece, o içindeki ağırlığı hissettiğimi söyleyeyim. Bu yüzdendi ekranda gezinen uzun dalmışlıklar, cevap veremeyişler.

(gece 10:21)


Estağfirullah kardeşim. Zaten dinledin, okudun işte. Hem ben zaten yazdığım diyârdaydım... Allah razı olsun ꕥ Dinlemen yetti gerçekten, ağırlık kalktı biraz, o denli çok değil...

Hem bilirim, sen hissetmez misin hiç... Hissetmek'sin sen...

(gece 10:22)


Elhamdülillah o vakit... ꕥ Burada kardeşinin olduğunu unutmayasın. Ömrüm yettiğince, dilim döndüğünce, kardeşliğimiz daim oldukça...İnşallah.❥

(gece 10:23)


Bilirim çok şükür. Elhamdülillah kardeşim var. Rabbim ne güzel kardeşler veriyor bana... Allah razı olsun. Aynı şekilde, sen kötü hissedince de biliyorsun ki ben buradayım ❥

(gece 10:24)


Nur'um... Biz insanız, zayıf noktalarımız, hassas yanlarımız var. Ve bunun bize getirdikleri, beraberinde dolu dolu hissettiğimiz gençlik duygularımız var... Arkadaşına hissettiğin o şey, tam olarak bunun bir getirisiydi. Ve bugünkü bu yaşanan duygusal ortam ise, o içindeki duyguların masumiyetinin bir yansımasıydı. Ağlıyorsak, gözlerimizden yaşlar akıyor, kalbimiz burkuluyorsa...O yürekte iyilik var, temizlik var, masumiyet var demektir. Getirdiği acı ve pişmanlık da hep bu yüzden.

(gece 10:28)

Gözyaşlarımız akıyorsa kalbimiz atıyordur...ꕥ

(gece 10:29)

Ve yine yaranın içinde Yaradan'ı bulmak...♡ O'na çıkaralım tüm yollarımızı ki ayağımıza batan dikenlerin sonunda bir gül bahçesi karşılasın bizi. Hem biz bilmeyiz ki ne hayr, ne şer...Belki şer görünenlerin altında ne büyük hayırlar var...Yaşadıklarımıza, dünyaya hep bu pencereden bakalım. O zaman her yağmurun sonunda bir gökkuşağı farz olur.

(gece 10:35)


♡♡♡

(gece 10:36)


♡Ayrıca sen Allah rızası için bir adım attın. Daha fazla günaha girmemek için, ondan uzak kalmak için okulunu değiştirdin... Hatta beni bile bıraktın kızım! :) Allah yardım edecektir, şüphen olmasın. Sen O'na bir adım atarsan O sana on adım atar... Kalbin ferahlık bulacak inşallah.

(gece 10:38)

Bu arada, ben kardeşimi özledim yahu! Ne zaman görüşeceğiz? Bu haftasonu görüşsek ya?

(gece 10:39)


Ben de çok özledim! ♡ Görüşelim inşallah. Bir aksilik çıkmadığı sürece çok isterim.

(gece 10:40)


Anlaştık o zaman... Abim çağırıyor Nur'um, gitmem lazım. Hayırlı geceler. Allah'a emanet ol. Dualarımdasın♡

(gece 10:40)


Hayırlı geceler Güneş Kız'ım ♡

(gece 10:41)


🍂


''Hira!!''

''Ne oldu abi!?''

''Ben çıkıyorum! Zahidlere gidiyorum! Evde yalnız korkmazsın dimi?!''

''Korkmam! Beş yaşında mıyım?!''

''İyi! Hadi eyvallah!''

Abisinin son kez seslenişinin ardından kapı sesini işitti ve sol kolu ağrıdığı için sağ tarafının üzerine dönüp biraz da o tarafa yattı. Elinde Mahir'in Ebuzer vasıtasıyla Hira'ya okumasını söylediği kitap vardı ve bakışları satırlarda dolanıyordu. Her gün bir sahabe okumaya karar vermişti, bu nedenle şuan dördüncü sahabenin hayatındaydı. Okuyup da onların hayatlarından ve kişiliklerinden parçalara şahit oldukça hayretler içinde kalıyor, her birine ayrı hayranlık besliyor ve aşık oluyordu. Dün okulda teneffüs esnasında Hz. Musab bin Umeyr'i okurken istemsizce iç çekip ''Bu zamanda nerede böyleleri!'' diye mırıldanmıştı. Sonra kendisinin de bir önceki gün gözyaşlarıyla okuduğu Hz. Hatice'ye ne denli uzak olduğunu fark etmişti. Merve, onun mırıldanışını işitip gülümsemiş, gözlerinin içine bakmıştı.

''Onlar gibi var mıdır bilmiyorum ama tabiki her çağda olduğu gibi bu zamanda da var güzel yürekli insanlar. Az oldukları için çok bilinmiyorlar belki ama var, ben öyle inanıyorum. Olmasa, dünya kimin ve neyin hatrına dönmeye devam eder? İnşallah bizler de Peygamber'in aynalarından olup en güzel şekilde temsil edebiliriz bu kimliği... Amin.''

''Amin, inşallah.'' demişti Hira da. Ardından İlyas arkadan hangi kitabı okuduğunu sorup lafa atlamış, Hira da cevap vermişti. İlyas ''Güzel mi?'' deyince genç kız başını sallamıştı. O da ''Bitirince bana verir misin?'' diye sormuştu. Hira henüz cevap vermeden Merve ''İstersen bitirmesini bekleme, bende de aynısı var, yarın sana getirebilirim.'' deyince İlyas sevinmiş, teşekkür etmişti. İkisiyle de iyi anlaşıyordu ve kalbi onlara ısınmıştı. Buna çok memnundu Hira. Yine de temkinli yaklaşıyordu, dikkatli davranıyordu. Fakat her şeye rağmen yanında güvendiği birilerinin olmasından mutluydu. Zihnini dün olan bu anıdan uzaklaştırıp önündeki satırlara verdi dikkatini. Ebu'd-Derdâ isimli sahabenin hayatındaydı. Rastgele bir yer açıyor, o sahabeyi okuyordu ve bugüne Ebu'd-Derdâ nasip olmuştu.

''Dünya'ya sarılanın dünyası yoktur!''

Bu cümlede bir süre durakladı genç kız. Bakışları satırlarda olsa da zihni uzaklaştı, içine daldı yine. Daldığı yerlerden çıktığında devam etti kaldığı yerden okumaya.

''...İlim öğrenmeye çalıştı. Çünkü Allah'ın Sevgilisi'nin, 'Bir insan ilim kazanmak için bir yola girerse Cenab-ı Hak ona Cennet'e giden bir yol açar. Melekler, ilim peşinde koşanlardan hoşnut oldukları için kanatlarını onun altına gererler. İlim sahipleri için yerdekiler ve göktekiler mağfiret niyaz ederler. Denizin diplerindeki balıklar bile ona dua ederler.' dediğini kulaklarıyla işitmişti.''

Burada da bir süre durakladı. İlim gerçekten de çok önemliydi İslam dininde, bunu her sahabenin hayatında görebiliyordu rahatça. Düşündü, acaba şuan kendisi sahabeleri öğrenmeye çalışırken de ilim öğrenmiş sayılıyor muydu? Neden sayılmasındı ki? Sonuçta bir çok faydalı hakikat öğreniyordu. Hem bir Müslümanın, hele de Peygamber'i örnek alıp onun ışığıyla aydınlanan bir Müslüman'ın hayatını bilip hayatına geçirmeye çalışmak ilimlerin en güzellerinden biri olabilirdi şüphesiz. Peki diğer İslam ilimleri? İşte onlarda da eksikleri vardı. Genel şeyler bilse de çok teferruatlı bilgilere sahip değildi. Mesela abisi ve Mahir bakışlarını ve kendilerini kızlardan sakınıyordu ve bunu Allah rızası için yaptıklarını söylüyorlardı. Anladığı kadarıyla Merve de erkeklere karşı öyleydi. Fakat kendisi henüz İslam'da bunun yerine dair bir bilgiye sahip değildi. Merak ediyordu gerçekten de, bunu yapmakla abartıyorlar mıydı yoksa haklılar mıydı? Bu konuyu öğrenmek istediğine karar verip müsait bir vakitte araştırmaya karar verdikten sonra zihni okula gitti. Acaba okulda öğrendikleri ilim, burada geçen ilim gibi değerli sayılır mıydı? Bunu da içeriyor muydu? İşte bunu da öğrenmek istiyordu. Eğer içeriyorsa, boşuna yıllarca okulda zaman öldürmediği için içi rahat edecekti. Okumaya devam etti.

''... Ah Ebu'd-Derdâ, yeni binalar yapanları görmüştü de bir kere bakın nasıl seslenmişti onlara : 'Habire dünyayı yeniliyorsunuz!' O dünyayı değil, ruhunu yeniledi. Dünyayı değil dünyayı yaratanı sevdi. Ve Peygamber'den öğrendiği şu duayı mırıldandı hep : 'Allah'ım senin sevgini istiyorum! Seni seveni sevmek istiyorum!' Bu sevgiden ayrılmadı sağlığında ve hastalığında. Bir konuşma var ki ziyaretine gelenlerle arasında hastayken, asırlarca anlatıldı :

- Şikayetin nedir ey Ebu'd-Derdâ!?

- Günahlarımdan şikayetçiyim.

- Canın bir şey istemiyor mu?

- Canım cenneti istiyor!

- Sana bir hekim çağıralım mı?

- Aslında beni yatağa düşüren hekimdir. ''

Yattığı yerden kalkıp kalemine uzandı ve altını çizdi bu kısımların. İnsanın ruhunu yenileyince zaten dünyasını da yenilemiş olduğunu düşündü, iç dünyasını. Buna talip olmak istedi. Hem Allah'ı sevince yarattıklarını da severdi insan, bunu öğrenmişti. Onun sevgisi için dua etti, yeniden bir muhasebeye girişti.

Hira evde kitabıyla ve içiyle meşgul olurken Ebuzer de çoktan Zahidlere, Harun dedenin evine varmıştı. Ubeyd, Engin, Mahir, Zahid ve Harun dede sedire ve koltuğa oturmuş çaylarını yudumluyorlardı. Zahid, Ebuzer'e de çay koymuş ve fındık dolu bir kaseyi önüne bırakmıştı. Sohbete ayak uydurması zor olmamıştı. Sonunda yine ne yapıp edip dedeyi ikna etmişler, yarım kalan hikayenin devamını anlatmaya razı etmişlerdi.

Zahid sevinçle gülerek ''Yaşa be dede!'' diye yaşlı adama gülümsedikten sonra. Tüm gençlerin heyecanlı bakışları Harun dedeye çevrildi. Sükut odaya ilişti, ihtiyarın bakışları çay bardağında oyalandı ve ardından sükutu ve dalıp giden bakışlarını dağıtırcasına konuşmaya başladı.

''Babam beni okuldan aldı dediydim ya size? İşte o vakitler ikinci senemdi okulumda. On yedi yaşımdaydım. Babama kızdım tabi, afra tafra yaptım, inada bindirdim her şeyi. Sonra çareyi beni yatılı bir kursa vermekte buldu. Hafızlık yapmamı istedi. Eğer o kursu ve hafızlığı başarıyla tamamlarsam yeniden okuluma devam edebileceğimi söyledi. Okula dönme fikri benim için çok önemliydi. Işıltılı günlerimdi güya, kavuşmak istiyordum tekrar. Bunun için kabul etmiştim. Tabi önceleri istememiştim kabul etmeyi ama başka çıkar yolum yoktu, biliyordum. Bir senede hafızlık yapar sonra okuluma devam ederdim. Planım buydu. Hafızlığın kolay olmadığını bilmiyordum tabi, ondandı bu planlar! Sadece namaz dualarını ezbere bildiğim için, her şey basit görünüyordu gözüme. Kursa başladım, hem hafızlık hem de normal derslerime giriyordum. Beş vakit namaz kıldırıyorlardı. Namaza kalkmaya özellikle sabahları zorlansam da hocalar ve arkadaşlar kıldığıma emin olmadan yakamı bırakmıyordu. Namaz bir alışkanlık haline geldi ama tadını alıp kıldığım çok zaman yoktu. Genellikle rutin gibiydi. Allah affetsin, ah ah! Hadis, Fıkıh, Siyer gibi dersler de görüyorduk. Kimini yalnız dinlemek için dinliyordum ama bazen dikkatimi çeken yerler de oluyordu. Özellikle siyer ve hadis derslerini seviyordum ama sevdiğimin bile farkında değildim pek. Güya tek amacım okula devam etmek için bu yoldan geçmekti. Orada olma nedenim buydu. Şimdiki aklım olsa o günlerden feyz almaya bakardım ama şimdiki aklıma da o günlerden geçmeden gelemezdim ki...Neyse işte... Kısa surelerden ezbere de başlamıştım. Ezberim kötü değildi, rahat gitti en başta fakat nefsim yapmak istemediği için zorlanıyordum. Talebeydim ama ne talebe! Haftasonları eve çıkma iznimiz olurdu ama ben gider okuldan arkadaşlarımla buluşurdum. Sigaraya başlamıştım. Benimle dalga geçiyorlardı yatılı kursa gittiğim için, ben de babama daha çok kızıyordum. Onlarla zaman geçiriyorduk, sonra akşam eve dönüyordum. Babamla biraz sohbet ediyorduk, yemek yiyorduk, sonra gidip uyuyordum. Bazen gitar çalardım evde, babam işitirdi ama ses etmezdi. Sonra hiç unutmam, bir akşam geldi, 'Oğlum gitarı pek güzel çalıyorsun lafım yok ama bir de Kur'an oku ezberinden de onu da dinleyeyim senden dünya gözüyle.' dedi. Babamı kırmadım, ona kızsam da babamdı, seviyordum onu, saygı duyuyordum hep. Gitarı kenarı koydum, sonra aklıma ilk gelen sureyi okudum.''

''Hangi sureydi? Hatırlıyor musun Harun dede?''

Ubeyd'in sorusu üzerine başını salladı yaşlı adam ve tebessüm etti.

''Hatırlıyorum. Rahman Suresiydi. Babam ağlamıştı ben okurken. Neden ağladığına anlam verememiştim, durmuştum. O ise devam etmemi isteyip başını sallamıştı, devam etmiştim. Sonra bitirince babam yanaklarını kuruladı. 'Anlamını biliyor musun peki bu okuduklarının?' diye sordu bana. Başımı iki yana salladım, acı bir gülüş yer etti yüzünde. 'Sürekli tekrarladığın ayet var ya? İşte onun anlamı : Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? Gerisini de sen öğren emi! Yalnızca okuma, ezberleme; ardındaki mânâyı bil, hayatına geçir.' dedi babam. O gün biraz merak etmiştim. Ezberliyordum ama ne ezberliyordum? Anlamı neydi? O gün merak edip kursa gidince de bir meal kitabı buldum, biraz bakındım. Aslında tefsir dersleri de vardı ama ben pek dinlemiyordum, dinlememiştim o zamana dek. Biraz daha dikkatimi vermeye başladım ama çok sürmedi, bir kaç hafta sonra liseden arkadaşlarla buluştuk yine. Etraf dumanaltıydı, herkesin elinde sigara vardı. Herkes sohbet muhabbet ediyor, kimisinin ağzı epey bozuktu. Duymaya alışkın olmadığım sözcükler havada uçuşuyor, rahatsız da oluyorum ama bir yanım yine de oraya ait olduğumu iddia ettiği için bu ayrıntıyı sorun etmiyorum. Sonra bunların biri arabayla gezelim diye tutturdu. Hiçbirimizin yaşı tutmuyor şoförlüğe aslında. Aramızdan birinin babasının arabasını gizlice aldık, doluştuk içine. Müziği sonuna dek açtılar, geziniyoruz şehirde boş boş. Kendimizi havalı, değerli hissediyoruz güya. Neyse, hava akşam olmaya yakın kararmaya başladı. Beni eve bırakmak için bizim mahalleye götürdüler arabayla. Bizim oraların yolu boş olunca gaza gelip iyice hızlandılar tabi. 'Mahallede çocuklar olur, yavaşla' diye uyardım arabayı süren arkadaşı ama pek kulak asmadı. Neredeyse bir çocuğa vuracaktık, son anda kırdı direksiyonu. Ama cezası da ağır oldu, kaza yaptık.''

Harun dede duraklayınca hepsi bir an masaldan çıkmış gibi ona baktı. Engin ''Eee, devam etmeyecek misin dede?'' deyip atıldı hemen.

''Edeceğim de önce şu çayları bir tazeleyin evladım.''

''Aaa, dalmışız. Hemen halledelim.'' deyip ayağa kalktı Zahid. Artık havalar sıcak olduğu için yanmayan sobanın üzerindeki çaydanlığı alıp herkesin bardağını doldurdu ve çaydanlığı geri bırakıp yerine oturdu. Harun dede çayından bir yudum alıp anlatmaya devam etti.

''Çocuğa çarpacağımızı düşününce korkup kursta öğrendiğim bir duayı okudum o an. Hiç beklemiyordum bunu. Onun hikmeti midir nedir, kazadan ucuz kurtulduk hepimiz. Arabayı süren arkadaş biraz ağır yaralandı, bir de ben sıkıştığım için biraz ağır yaralanmıştım, diğerleri sıyrıklarla atlattı. Güzel bulduğum o yüzümde de bir hatıra kaldı bana. Sakallarım yoktu o zamanlar, ortadaydı apaçık yaram. İleride sakallarım uzayınca kapatmıştı yaramı ama o zamanlar aynada yarayı gördükçe beni çirkinleştirdiğini düşünüp sinirleniyordum. Tabi bir aynada kendimi görmeden evvel yaklaşık on gün gibi bir süre evde istirahat ettim. Zor geziniyordum. Ağır yaralanan arkadaşın haberini de babamdan alıyordum. Arayıp ailesine durumunu soruyordu her gün. Neyse ki o da iyileşmişti ve bir kaç iz dışında kalıcı bir hasar yoktu. Verilmiş sadakamız varmış. Benim kaza yaptığımı duyunca mahalleli ziyarete geldi. Tabi beni pek sevmezdi çoğu ama seven de vardı. Kızamıyorum da şimdi onlara neden sevmiyorlardı diye. Sırf birine kızdın diye samanlığını aleve verirsen tabi millet sevmez seni! Ah delilik, cahillik!''

Yaşlı adam duraklayıp çayını yudumladı. Dudaklarına bir tebessüm yerleşti. Gençler bu hasret dolu tebessümü yakalamıştı. Bu kez ilk atlayan Mahir oldu.

''Hayırdır dede, ne anımsadın da yüzün güldü?''

Harun dede tebessüm etmeyi sürdürdü.

''Bu hastalık süresince her gün kapı çalardı, bir kız sesi duyardım. Yemek getirirdi. Babamın bilmediği, yapamadığı yemekleri yediğimden ötürü anlardım birinin getirdiğini. Sonra bir gün babama sordum, kim getiriyor bunları diye. Samanlığını yaktığım amcanın kızıymış. Adam her ne kadar beni çok sevmese de hanımı çok iyi kadındı, merhametliydi. Allah nur içinde yatırsın. Hastalandığımda çok yemek gönderdi bana. Kızı da pek ortalarda görmezim, tanımazdım. Zaten aklım okuldan ve okuldaki şöhretimden başka yerde değildi, mahallede etrafa bile bakmıyordum ki. Bir gün babam namazdaydı kapı çaldığında. Artık daha iyiceydim, yavaşça kalkıp kapıyı ben açmıştım. Sonra elinde bir ufak tencereyle Filiz'i buldum karşımda. Mavi uzun bir elbise giyiyordu, başörtüsü de siyahtı. Bakışları çekingendi, benimle karşılaşınca hemen kaçırdıydı uzaklara. Tencereyi elime tutuşturup kaçarcasına gitmişti. O an gülmüştüm onun bu tavrına. Garip gelmişti. Okulda herkes dikkatle yüzüme hayran hayran bakardı ama o kaçmıştı resmen. Bu yaptığı kafama takıldı bir süre ama sonra unuttum bile. Yine daldım kendi derdime.''

Harun dede sustu, derin bir nefes aldı. Çayını yudumladı. Uzun süre sessiz kalınca yaşlı adam, ''Devam etmeyecek misin dede?'' diye sordu Ebuzer.

Yaşlı adam başını hayır anlamında iki yana salladı. ''Yaşlı bir adamım oğlum yoruldum. Sonra devam ederim.''

''Dede, Filiz dediğin kız yengemiz mi yoksa?''

Yaşlı adam yaralıydı, sesinden ve bakışlarından belliydi. ''Değil...'' dedi. ''Olamadı.''

''Ama sevdin sanırım onu sonradan?''

Zahid, adamın hâlinden bunu çıkartmış, çekinmeden sormuştu.

''Sevdim, çok sevdim. Allah affetsin, sevmeseydim keşke diyorum bazen ama keşkeler çıkış kapısı değil işte.''

''Neden öyle diyorsun dede?''

''Evladım, bugünlük yeter dedim yine konuşturuyorsunuz insanı! Sonra, sonra öğrenirsiniz...''

''Peki dede ya, kızma sen.''

''Biraz da siz anlatın, ben dinleyeyim.''

''Ne anlatalım ki dede?''

''Ne bileyim, vardır ille anlatacak bir şeyiniz. Dinliyorum, hadi.''

Harun dede sustu, gençler konuştu bu kez. Kimi derdini anlatıp akıl istedi, kimi birbirine akıl verdi derken çaydanlıktaki çay dibini buldu...


Loading...
0%