Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14 • Sevmek Seni •

@sukunettekelimeler

Biz insanlar çabuk yoruluruz. Çabuk kırılır, kızar, sever, umut besler, hayal kırıklığına uğrarız. Biz insanlar, insan olduğumuz için tüm bunlar. Fakat biz insanlar acı çekiyorsak, yine insan olduğumuz ve insan olmayı beceremeyeler vâr olduğu içindir...

🍂


''Offf!'' diye suratını buruşturdu ve elini bir yelpaze gibi suratının önünde salladı Hira. Bakışları ânında Mahir'in mavilerine tutunmuştu bir kaç saniyeliğine. Mahir, bakışlarını kızdan çektinden sonra elindeki sigarayı söndürdü ve kamelyadan kalkıp izmariti çöp kutusuna attı. Hira, Ebuzer'in yanına oturduktan sonra Mahir de az evvel kalktığı yere, Ebuzer'in karşısına geçip oturdu tekrar.

''Ne zaman bırakmayı düşünüyorsun Mahir?''

Mahir'in bakışları tekrar Hira'ya dokunmadan son anda geri dönüp önündeki masada duran hırkasına sabitlendi. Sakince konuşuyordu. ''Söylemesi kolay ama alıştığın bir şeyi bırakması zor.''

''Neden zor olsun? Eğer yaptığın şey hayırlıysa, iyi bir şeyse, Allah kolaylığını verir.''

Mahir'in dudakları Ebuzerle aynı anda kıvrıldı. Hira'nın böyle konuşmasına seviniyorlardı ikisi de. Üstüne üstelik bunu şimdi Mahir üzerinde kullanıyordu. Kartları iyi oynuyordu genç kız.

''Tamam Hira hanım, şöyle yapalım. Ufak bir anlaşmaya var mısın?''

Mahir aklına birden gelen şeyi sözcüklere döktüğünde Hira şaşırmış, hemen iddialı bir şekilde gülümseyerek ''Varım.'' diye atılmıştı. Ebuzer merakla anlaşmanın ne olduğunu duymayı beklerken Mahir'in biraz düşünüp tekrar konuşması ile birlikte dikkatini iyice ona verdi.

''Sen kendin için iyi ve hayırlı olan bir değişiklik yaptığında, ama gerçekten sana zor gelen bir şey; ben de sigarayı bırakacağım.''

''İkiniz de kendinize zor gelen bir şeyi başarmış olacaksınız yani?'' diyerek açıklık getirmek isteyen Ebuzer olmuştu. Mahir başını sallayıp onayladığında Hira kendi için bunun ne olabileceğini düşünmeye başlamıştı bile.

''Eee anlaştık mı?''

''Anlaştık.''

İkisi de gülümsedikten bir süre sonra Hira, abisine döndü. ''Abi, bugün okuldan sonra çarşıda bir arkadaşımla buluşacağım. Annemden izin almıştım zaten. Sabah hava güzeldi ama serinledi. Hatta yağışlıymış. Sen nasılsa okuldan sonra direk eve gideceksin, ceketini bana versene. Aslında bunu söylemek için gelmiştim sınıfına ama seni bulamayınca burada olduğunuzu tahmin ettim.''

Ebuzer kız kardeşine bakıp dudaklarını birbirine bastırdı ve başını iki yana salladı. "Maalesef bugün üzerime bir şey almadan evden çıktım canım kardeşim. Hatırlarsan neredeyse geç kalıyorduk senin yüzünden."

Hira derin bir nefes alıp "Off" dedikten sonra "Neyse o zaman. İdare ederim ben. Sınıfa gidiyorum, görüşürüz." deyip yanlarından kalktı, kamelyadan çıkıp yanlarından uzaklaşmaya, okula doğru yürümeye başladı.

Okulun bahçesine girdiği sırada Merve'nin yalnız başına oturduğunu fark etti. Sırtını duvara yaslamış, çimlerin üzerine oturmuş, bacaklarını kendine doğru çekip kollarını etrafına sarmıştı. Başı geride, bakışları gökteydi. Hira da onun baktığı yere, göğe çevirdi bakışlarını. Beyaz bulutlar mavi gökte süzülüyordu fakat biraz öteye bakınca beyazların yerini yavaş yavaş grilerinin alacağı da anlaşılıyordu. Bir grup kuş dans ederek ağaçların tepesine doğru süzüldü, kondu. Kuşlardan bakışlarını ayıran Hira adımlarının yönünü sıra arkadaşına doğru istikamet ettirip bir süre sonra yanına vardı ve yanına oturdu. Aslında o da Merve'nin pozisyonunda oturmak istiyordu ama Merve ferace giydiği için rahatça böyle oturabilirken, Hira okul eteği giydiği için böyle bir fırsatı yoktu. Dizlerinin üzerine oturdu, ayaklarını altına aldı.

Merve onu görünce gülümseyip sakince konuştu. "Hoş geldin!"

"Hoş buldum! Ne yapıyorsun?"

"Hiiiç, oturuyorum öyle, kendimi ve dünyayı dinliyorum."

Merve'nin sözcükleri yorgun çıkmıştı dudaklarından ve Hira da bunu sezmişti.

"Ne diyor peki sana dünya ve kendin?"

"Dünya, göz açıp kapayıncaya kadar geçip gidecek olan bir imtihan, bir oyun olduğunu haykırıyor. Sen bana aldanıyorsun ama asıl yaşam burada değil, ahirette olacak; burada ona göre davran, ona göre yaşa diyor. Burası imtihan dolu olacak, engeller çıkacak hep karşına, zorluklar filizlenecek topraktan, dumanlar yükselecek şehirlerden, çığlıklar duyulacak farklı farklı beldelerden, gözyaşları akacak gözlerinden, düşeceksin koşarken, duracaksın hareket ederken, çırpınacaksın acıyla, kavrulacak yüreğin ateşlerde, karanlıkta kalacaksın, gökyüzünde kara bulutlar gezinecek, üzerine dolular düşecek, gökten sızı yağacak benliğine; kısacası rahat nefes alamayacaksın diyor dünya. Çünkü dünya böyle bir yermiş. Haklı da. Hayata bakınca, dünyaya bakınca zaten âmâ olmayan herkes görebilir tüm bunları. Herkes kendi hikayesini yazıyor ve herkesin farklı sınavları var. Herkesin içinde bir başka sızı var. Herkesin yangını, ateşi kendini kavuruyor. Herkesin engeli, zorluğu, imtihanı var. Kişisel imtihanlar, toplumsal imtihanlar var...Şehirler çığlık atıyor bomba sesleriyle. İnsanlar gözyaşı döküyor. Adaletsizlik yağıyor tepemize, hem de yine kendi soyumuzun eliyle! İnsanın insana yaptığını kimse yapmıyor birbirine... Sonra kendimi dinliyorum ve kendi imtihanımdan ne denli geçebildiğimi düşünüyorum. Elimden geleni yaptığımı düşünüyorum bir yandan, diğer yandan ise hayır diyorum, hayır daha fazlasını yapabilirdin, yapabilirsin. Nefsimle baş başa kaldığım her ânın acısını duyuyorum içimde. Yapmam dediklerimi nasıl yapar olduğumu hatırlıyorum. Pişmanlık konuşuyor ben dinliyorum. Olana çare yok, bir daha aynı kuyuya düşme diyor bana sonra içimdeki bir başka ses. Pişmanlık güzeldir ama tevbe kapısını aralarsa. Yoksa sadece pişmanlık da bir kâr etmiyor insana. Lâkin pişmanlık tövbeye döndüğünde, işte o zaman her şey farklı bir renge boyanıyor. Çünkü Allahın kapısındasın demek bu. Allah sana bir fırsat vermiş. Önce yanlış adrese gitsen de sonra doğru yolu bulabilmişsin. Allah ne sabırlı, ne adaletli, ne affedici diyor. Hatta senin kendini affetmenden evvel O seni affeder, çünkü O sen gibi aciz değil, duyguların hükmüne boyun eğmez sen gibi; O, yaradan! O'nun merhametiyle hiçbir yaratılmışınkini karşılaştıramazsın bile..."

Merve konuşurken içindekileri tek tek bırakıyordu bir izcesine, arkadaşının da içine. Sonunda durakladı, sustu. Bir süre ikisi de zihinlerinin içinde dolandıktan sonra Merve gülümseyip "Çok konuştum." diye mırıldandı.

"Hayır, bir kelime eksik ; çok güzel konuştun."

Merve cevap vereceği vakit zil sesi yankılandı. Diyeceğini bırakıp "Hadi, derse gidelim. Biraz da Olcay hoca konuşsun, biz dinleyelim." deyip ayağa kalktı ve elini Hira'ya uzattı. İkisi birlikte kalkıp sınıfa gittiler. Sıralarına oturduklarında Hira, İlyas'ın kollarını sıraya dayayıp başını da kollarının arasına almış bir şekilde uyuyor gibi durduğunu fark etti. En son sınıftan çıkarken de böyleydi. Acaba bir şey mi var, hasta mı yoksa uyuyor mu diye düşünerken ilgilenmeye karar verdi. Arkasına dönüp arkadaşına seslendi fakat cevap alamadı. Tekrar seslendiğinde Merve de yan dönüp İlyas'a bir bakış atmıştı.

"Neyi var?"

Hira, Merve'ye "Bilmiyorum ki. Uzun zamandır böyle." dedikten sonra yeniden bakışlarını çocuğa çevirdi. "İlyas!"

"Hira!"

Kendisi İlyas'a seslendikten bir saniye sonra başka birisinin de kendisine seslendiğini işitince bakışlarını kıpırdanan İlyas'tan ayırıp kapıya çevirdi. "Mahir mi? Hadi canım! Sınıfıma, yanıma geldi ha! Sebebini merak ettim!"

Sırasından kalktı ve kapıda onun yanına gelmesini bekleyen Mahir'e doğru yürüdü. Turuncu saçlarını sol eliyle düzeltip, diğer eliyle de kapüşonlu hırkasını genç kıza uzattığında Hira şaşırmıştı.

"Al, bunu giyebilirsin. Çok kalın değil ama hiç yoktan iyidir."

Hira hırkaya uzanırken kalp atışlarının sesi de kulaklarına dek uzanmıştı. Hırkayı parmaklarının arasına alıp hafifçe tebessüm etti. "Teşekkür ederim Mahir. Birtanesin!"

Buraya gelmek için kararsızca sınıfından çıktığından beri gergin olan Mahir'in dudakları da tebessümle kıvrılırken bakışları birbirini buldu bir kaç saniyeliğine. Mahir, ânın büyüsünden kendini sıyırıp içinden besmele çekti.

"Yarın geri getiririm. Ya da yıkar öyle getiririm."

"Yıkamana gerek yok. Altı üstü bir gün giyeceksin."

"Tamam o zaman. Tekrar teşekkürler."

Mahir'in yanıt vermesine sıra gelmeden "Hadi bakalım gençler, derse!" diye heyecanla bağıran Olcay bey eliyle Hira'ya içeriyi işaret etti.

Mahir "İyi dersler Olcay hocam." deyip adama başıyla selam verdikten sonra yanlarından ayrıldı, koridorda yürümeye başladı kendi sınıfına doğru.

Hira, hocanın eliyle kendisine içeriye buyurmasını işaret ettikten hemen sonra İlyas ve Merve'nin peş peşe sıralarından kalkıp kapıya doğru yürüdüklerini fark etti. Yani ona doğru geliyorlardı bir nevi. Olcay bey içeriye geçip kapıyı kapattıktan hemen sonra üç gencin de kapının önünde dikildiğini fark edip "Hayırdır, dersten mi kaçıyorsunuz?" diyerek gülümsedi.

"Hocam, İlyas epey kötü görünüyor. İlaç bulmaya gidiyorduk."

Merve'nin açıklamasını duyunca adamın bakışları ayakta yorgunca duran, rengi solmuş ve gözlerinin feri gitmiş gence sabitlendi. Elini çocuğun alnına götürüp kaşlarını çattı. "Ateşin de var sanki." diye mırıldanıp Merve'ye döndü yeniden. "Tamam kızım. Sen arkadaşınla git, aşağıdan müdür yardımcısının odasından ilaç alın. Sonra kantinden de bir nane limon falan alın. Ne gerekiyorsa al içir bu haytaya. Hesabı da benim deftere yazdırın yoksa bozuşuruz. Bu ders yok yazmıyorum sizi. Kantin boştur, hem nane limonunu içsin hem sakince dinlensin oturup. Daha kötü olursa haber verin."

Merve başını sallayıp "Tamam hocam. Teşekkürler." dedikten sonra kapıya doğru iki adım attı ve kapıyı açıp İlyas'a geçmesi için yol verdi.

Bu sırada Hira "Ben de gidebilir miyim?" diye Olcay beye sordu.

"Gerek yok kızım, Mervenur halleder. Sen dersine, hadi bakayım."

"Ama hocam..."

"Aması maması yok Hiracığım. Bir kişinin gitmesi yeterli."

Kapı kapandı, Hira sırasına doğru ilerlerken Merve ve İlyas da alt kata inmek üzere merdivenlere yönelmişti. Genç kız önden gidiyor, İlyas arkasından yavaşça geliyordu. Arada bir dönüp onu kontrol ediyordu çünkü yürüyüşü de pek hayra alamet değildi. İçinden sınıftaki erkeklerin neden umursamazca davrandığını sorguluyordu. Biri de çıkıp dememişti biz gidelim diye. Hem faydaları dokunur, koluna girer destek olurlardı İlyas'a. Ama yok! Gerçekten değişik bir sınıfa denk gelmişti. Hira, İlyas ve bir kaç kişi daha hariç kimseyle konuşmuşluğu bile yoktu doğru dürüst. Herkes kendi dalgasındaydı. Tabi arada birbirleriyle uğraşıp tartışınca başkalarının da var olduğunu anlıyorlardı, o ayrı mesele!

Müdür yardımcısının odasına girip kadına durumu açıkladıktan sonra İlyas için hap almış, kantine gidip bir bardak su rica etmişti. Önce suyu ardından peçeteye konulmuş iki hapı arkadaşının önüne koyup Olcay beyin dediği gibi nane limon almak için tekrar kantinin diğer ucuna yürüdü. Kantindeki görevli kadın da durumu öğrenmiş, bir anne alakası ile İlyas'a bir karışım hazırlamıştı. Kadın, karışımı Merve'nin ellerine tutuşturup "Bizim çocuklara bu hep iyi gelir. Götür, içsin İlyas. Bitirsin." dedi. Para da kabul etmeyip kızı yolladı.

Merve, İlyas'ın karşısındaki sandalyeye oturup bardağı önüne doğru ittirdi. Kadının bu içeceği onun için yaptığını, hepsini bitirmesini, ve kontrol edeceğini söyleyip içmesini bekledi.

İlyas parmaklarını oynatmaya hâli olmasa da bardağa uzanıp bir teşekkür mırıldandı. Ağır hareketler eşliğinde yavaş yavaş yudumladı bardaktaki içeceği. Tadını pek beğenmese de ses etmedi. Konuşmaya bile gücü yok gibi hissediyordu ve ilaçlarla bu şeyin kendisine iyi gelmesini diledi.

"İstersen sen derse git Mervenur."

Yorgun ve sakin söylenen cümle üzerine başını iki yana salladı genç kız. "Yok, olmaz. Seni böyle bırakıp gidemem."

İlyas'ın dudakları zorlanarak da olsa hafifçe tebessümle kıvrıldı. Ufak bir tebessüm bile yanağındaki gamzeyi meydana çıkarmaya yetmişti. "Eyvallah."

Sonrasında uzun süre ikisinin de ağzını bıçak açmamış olsa da Merve içinden salavat getirmeye başladı boş durmamak için çünkü İlyas bardaktaki içeceği bitirdikten sonra başını yine sınıftaki gibi kollarının arasına gömmüştü. Yapacak bir şeyi olmadığı için bekliyordu yalnızca çocuğun yanında. Aradan yarım saat geçip de zile on beş dakika kalınca İlyas'ın biraz daha iyi olup olmadığını merak etmişti. Ateşi yükselmiş miydi, başı ağrıyor muydu, midesi bulanmaya devam ediyor muydu ve halsizliği sürüyor muydu?

Bakışları çocuğun uzamaya durmuş kahverengi saçlarına değdi. Yüzünü gömdüğü için tek gördüğü başının arkasıydı. Ardından bakışlarını çekip saate, etrafa, ellerine, yeniden etrafa, yeniden saate ve yeniden İlyas'a dokundurdu. İçinden dua okuyup ona şifa olması için hediye etti. Başka bir dua daha okudu... Zile beş dakika vardı. "İlyas?"

"Hımm?"

Merve, arkadaşının uyuduğunu düşünmüştü fakat hemen cevap vermesinden uyumadığını anladı.

"Daha iyi oldun mu? Nasılsın?"

Gencin kafası kollarının arasından çıktı, başını kaldırıp arkasına yaslandı ve ellerini suratına gezdirdi. Kendine gelmek ister gibi bir süre bekledikten sonra bakışları kızın gözlerine değdi. "Daha iyiyim sanırım. Midem bulanmıyor, başımın ağrısı hafifledi ama hâlâ kıpırdamaya hâlim yok."

"Daha iyi olmana sevindim. Elhamdülillah. Daha da iyi olursun inşallah."

"İnşallah."

"Nasıl oldunuz bakalım kaçaklar?"
Olcay beyi sesini duyunca ikisinin de bakışları kantinin kapısına doğru çevrildi. Adam yanlarına gelip Merve'den az evvel İlyas'ın verdiği cevabı dinlerken; eliyle çocuğun alnına dokundu tekrar. Alnından çektiği elini yanaklarına indirdi, yanaklarını da tuttu. "Sıcacık yanakların, yanıyor. Ama ateşin yok, alnın normal." deyip sağ eliyle çocuğun yanağına hafifçe vurdu peş peşe. Küçük bir çocuk sever gibiydi adam. "Maşallah maşallah, ilaçlar yaramış hemen tosunuma."

Merve, karşısındaki manzaraya gülünce dudaklarının arasından bir kıkırtı kaçtı. Olcay bey de İlyas da aynı anda ona baktıklarında utanıp gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Ne yapsaydı yani, komikti! Adam koca çocuğu küçük çocuk sever gibi yanaklarına vura vura seviyordu hem de tosunum falan diyerek! İlyas ise solgun yorgun duruyordu öylece. Yapmayın bile demeye mecali yoktu sanki. Bu manzaraya gülmemek elde değildi.

Olcay bey zil sesini duyunca "Bu ders de girmeyebilirsiniz. Size kalmış. Ben teneffüsüme gidiyorum. Ders zili çalmadan haber verin bana." diyerek yanlarından uzaklaştı.

Merve hâlâ gülümsüyordu. Bir kaç saniye sonra bakışları yeniden İlyas'a dokununca aynı manzara gözünde canlandı ve ufak bir kıkartı daha kaçtı ağzından. Bu ânlık sesi İlyas'ın havalanmış kaşları ve irileşmiş gözleri ile kıza bakışı takip etti.

"Gülme!" derken hafifçe bir tebessüm bulaştı suratına, gamzesi belirip kayboldu.

"Hiç unutmayacağım o hâlinizi. Tosunum kısmını hele. Tosunum..."
Yeniden gülümsemişti genç kız.

Bu kez İlyas da ona eşlik etti. Gamzesi iyice belirginleşti ve gözleri kısıldı. "Sen dua et geçen sene şabanım diye sevişini görmedin. Rezillikti."

"Şabanım mı!"

"Hee, hem de inek şabanım!"

Merve tekrar gülerken Olcay beyin iç dünyasını merak etti bir anda. Adam çok garipti. Sevgi dolu ve şakacı olduğu kadar saçmalıyordu da bazen.

"Keşke görebilseydim!"

İlyas başını iki yana sallayıp "İyi ki görmedin." diye mırıldandı ve suratını avcuna yasladı.
"Bu derse gir sen."

"Sen?"

"Ben mi... Emin değilim."

"O zaman ben de girmeyeyim. Ya da yanına başkası gelirse--"

"Neyse, ben de gireyim. Sıramda uyurum rahat rahat. Sen de dersi kaçırmamış olursun."

"Tamam, anlaştık."

 

🍂


Herkes gittiği için dükkanda rahatça gülüyor, sohbet ediyorlardı gençler. Ubeyd "Soğan candır yaa!" deyip suratına yayılan ifadeyle de soğan sevdiğini belli ederek güldü ve arkasına yaslandı. "Soğansız çoğu şeyin tadı olmuyor. Tuz gibi."

Arkadaşları da gülümseyip başlarıyla onaylamıştı.

Zâhid "Evet!" deyip çayından bir yudum aldı. Onun onayını Ebuzer'in konuşması takip etti.

"Mahir, sen de soğan gibisin..."

Herkes bu cümleye kahkahalarla gülerken Zahid neredeyse ağzındaki çayı dışarıya püskürtüyordu. Engin, Zahid'in sırtına vurup "Helal helal!" derken bir yandan da gülmeye devam ediyordu.

Mahir, parmaklarını gözlerinin altına götürüp gülmekten nemlenen kısımlarını sildi. "Yaş geldi gözüme abicim."

Ebuzer yalnızca gülüyordu. Tekrar konuşan Engin oldu. "Ebuzer, lütfen romantikliğini bozma. Arada bir kaç güzel şey söylüyorsun evet ama bu sefer bu olmadı kardeşim."

Mahir hemen araya girip itiraz edercesine baktı Engin'in yüzüne. "Hayır hayır, bu benim aldığım en romantik itiraftı. Soğana benzetildim!" dedikten hemen sonra yeniden gülmeye başladı. Elini karnına götürmüştü , sakinleşmeye çalışıyordu.

Ebuzer sonunda yeniden sözü ele alıp sakince baktı gülen arkadaşlarına. "Soğan, küçükken benim en yakın dostumdu!"

Zahid dalga geçercesine "Kıyamam!.." diye mırıldanıp hüzünlenmiş bir ifadeye boyadı yüzünü. Ebuzer devam etti.

"Gerçekten. Hep dertleşirdim onunla... Dört bir yanımı düşman sarmışken yanımdaydı."

Ubeyd'in dudakları arasından bir kıkırtı kaçtığı sırada Mahir araya girdi. "Dertleştikten sonra yer miydin? Ya da midendeyken mi dertleşirdin?!"

"Karışık bir dönemdi. Bir yandan dertleşir bir yandan ağzıma atardım."

Mahir kaşlarını çatıp başını âhlarcasına iki yana sallasa da gülüyordu. "Dostuğun batsın senin! Soğana üzüldüm şimdi. Önce umutlanmıştır beni yemeyecek diye. Beni arkadaşı olarak görüyor diye. Sonra dertleş dertleş, hoop soğanın son gördüğü manzara Ebuzer'in ağzı! Hahah! Kendimi soğan gibi hissediyorum..."

"Dünyada görebileceği en kıymetli ağzı görüyor yalnız. Dost olmak böyle bir şeydir. Ben dostum soğanı hem kalbimde hem midemde taşıdım. Bu yükü siz anlayamazsınız..."

Zahid ellerini birbirine vurdu. "Ebuzer, kardeşim, savunma stiline hayran kaldım. Herkes elini öpmeli."

"Tabi ne sandın!"

Gençlerin konuşmalarını dükkanın kapısının açılma sesi bölmüştü. Hepsinin bakışları kapıya doğru çevrildi. Genç kız içerideki gençleri görünce içeriye doğru adım atmadan kapıda durdu ve başıyla selam verdi.

Mahir şaşırmıştı, hemen ayağa kalkıp kapıya doğru yürümeye başladı ve kızın yanına gitti. "Nihal, hayırdır abicim?"

"Abi, annemler evde yoktu. Anahtarım yok. Sana da aradım ama ulaşamadım. Buradasındır diye tahmin ettiğim için geldim."

"İyi yapmışsın. Telefon sessizdeydi, duymadım. Ben sana anahtarımı vereyim, git sen."

"Abi evde kimse yok..."

Mahir, kardeşinin evde yalnız kalmaktan hoşlanmadığını hatırlayıp kaşlarını çattı. "Ahh, doğru ya!"

"Senin işin yoksa gel eve. Birlikte gidelim."

"Bizim yarım saate sohbetimiz başlayacak. Çocuklar gelecek. Nereye gitmiş annemler haber vermeden?"

"Babamın teyzesine gitmişler."

Mahir ne yapacağını düşünmeye başladığından aralarına sessizlik hakim olmuştu. Bir kaç dakika sonra Ebuzer yanlarına geldi.

"Hayırdır kardeşim, bir sorun mu var?"

"Bizimkiler bir yere gitmiş de. Nihal evde yalnız kalmayı pek sevmez. Ben bugün derse katılamayacağım sanırım."

"Olur mu öyle ya? Nihal'i bize götürürüz, Hira ile otururlar. Sen de sohbete katılırsın. Sonra birlikte dönersiniz."

Nihal, bakışlarını bir anlığına Ebuzer'e değdirdi. "Yok, size zahmet olmasın."

"Estağfirullah, ne zahmeti. Hem Hira ile iyi anlaşırsınız eminim ki. Ona arkadaş olmuş olursunuz."

Ebuzer'in teklifini Mahir'in de kabul etmesiyle birlikte uygulamaya koymuşlardı. Ebuzer, masada oturup sohbet eden arkadaşlarına seslenip birazdan döneceklerini söyledi, dükkanı emanet etti ve üç genç birlikte sokağa çıkıp yürümeye başladılar. Sessizce geçen on dakikanın ardından evin önüne gelmiş, zile basmışlardı. İkinci kez zile bastıklarında Ebuzer ''Neden kapıyı açmak bu kadar uzun sürüyor acaba?''diye mırıldanmıştı. Anahtarını dükkanda bıraktığı için kapıyı açamıyordu. Evde de sadece Hira vardı çünkü ailesinin diğer üyeleri babasının bir arkadaşına oturmaya gitmişlerdi. Sabırsızca üçüncü kez zile bastığı sırada kapı açıldı ve kız kardeşi karşısında belirdi. Başında siyah bir örtü, altında annesinin çiçekli lastikli eteklerinden biri, üzerinde de yeşil bir penye vardı. Namaz kıldığı için kapıyı açamadığını anlamıştı. Fakat Hira yine de abisine bir açıklama yapma ihtiyacı duydu.

''Abi? Namaz kılıyordum, kusura bakma. Sen neden geldin? Bugün sahabe sohbetiniz yok muydu?''

Mahir ve Nihal kapının yan tarafında kaldıklarından Hira onları görmemişti.

''Sana misafir getirdim. Misafirimizi bırakıp geri döneceğim sohbet için.''

Nihal, kapıya doğru bir adım atıp genç kızla göz göze geldi, ona bir cevap vermek adına. Selam verip tebessüm etti. Hira onu gördüğüne şaşırmış, daha önce bir iki kez görse de tanımıştı. Zaten Mahir'inkinin aynısı olan güneş rengi saçlarını gören herkes tanımasa da bu kız Mahir'in kız kardeşi derdi, emindi.

''Nihal? Hoş geldin, içeri gelsene.''

Nihal içeriye girmeden evvel abisine döndüğünde Hira, Mahir'in de orada olduğu gerçeğini idrak etmişti. Nihal, abisiyle vedalaşıp dönerken onu buradan alacağını bir kez daha duyduktan sonra içeriye girdi. Genç kızları baş başa bırakıp dükkana geri dönerlerken yine sessizlerdi.

Mahir, kapıyı açtığında Hira'nın 'namaz kılıyordum' sözlerine takılmıştı. İçinden büyük bir şükür yükseldi. Hira'nın gerçekten kararlı bir şekilde bu yolda yürümeye başladığına emindi. İçinden Allah'a teşekkür etti, O'nu büyüklükle andı. Yalnız Hira değil, kim olursa olsun bu yolda adımlamaya başladığında ve buna şahit olduğunda içi bir tuhaf oluyordu gencin. Zahid'de de aynısı olmuştu, kız kardeşinde de...

Ebuzer sessizliği bozdu ve aralarındaki sükutu dağıttı. ''Nihal, babanlarla konuştu mu? Anlaşabildiler mi?''

Mahir'in sıkıntılı olduğunu fark ettiği bir vakit iki dost birlikte bu problem hakkında konuşmuşlardı ve Ebuzer olanlardan haberdardı. Dua ediyordu dostuna ve onun kardeşine.

''Anlaşamadılar. Babamdaki inat kimsede yok. At gözlüklerinden kurtulamadı maalesef bir türlü. Ne babam, ne dedem, ne babaannem... Nihal şuan durgun bir deniz gibi, sessiz. Benimle de bu konu hakkında pek konuşmuyor artık. Bu sessizlikten sonra bir fırtına kopacak sanki, öyle hissediyorum.''

Mahir, fırtına kopacağını hissediyordu çünkü kız kardeşinin de inadının babasına çektiğine emindi. Eğer bir şeyi istiyorsa, yapardı. Sonuçlarını göz önüne alıp hesap kitap yapma huyu olsa bile, sonuç kötü olacak bilse bile yapardı. Ve bu konuda, tesettür konusunda kız kardeşinin elbette yanındaydı. O isyan ederse, Mahir de ona yoldaş olacaktı. O fırtına koparırsa, Mahir de onu bu fırtınanın hasarından korumak için kalkan olacaktı. Verdiği karar, yapmak istediği şey güzel oldukça kız kardeşini destekleyecekti. Uygun bulmazsa da elinden tutup ona yanlış kısımları gösterecekti.

İki delikanlı sakince konuşup yürürken, kızlar da çoktan çay suyunu koymuş ve karşılıklı oturmuşlardı. Sohbet etmeye koyuldular. Hal hatır faslından okul hakkında muhabbetlere, okuldan bahsedince de ortak arkadaşları Merve'ye gelmişti konu.

Nihal gülerek ''Çok şanslısın gerçekten. Canım kardeşimi her gün görüyorsun! Kıskanıyorum sanırım şuan.'' dediğinde Hira daha çok gülmeye başladı.

''Kimin kardeşi!'' diye mırıldanıp iki kardeşin yalnız saçlarının değil huylarının da bir kısmının, en azından kıskançlık kısmının benzediğini düşündü.

''Niye öyle dedin ya?''

''Mahir de kıskanç, ondan öyle dedim.''

''Abim benim kadar kıskanç değildir ki. O sadece en çok sevdiklerini kıskanır, ben herkesi! Bir kurtulamadım şu huyumdan.''

Hira tebessüm edip ''Çaya bakayım ben.'' dedi ve mutfağa gitti. Çayın olduğuna kanaat getirip bir tencerede mısır patlattı. Mısırları bir tekneye boşaltıp çayları doldurdu ve tepsiye koydu. Geri döndüğünde Nihal'in vakit geçirmek için masanın üzerinde duran kitabına bakındığını fark etti. Tepsiyi bırakıp tekneyi almak için mutfağa tekrar gidip geldi. Az evvel kalktığı yere yeniden yerleşirken kitabı masanın üzerine geri bırakan Nihal'e bakarak konuştu.

''Hepsi ayrı bir sevda oldu içimde. Nasıl var oldu böyle güzel insanlar, şaşırıyor insan. Bu zamanda onlara o kadar uzakmışız ki. O kadar uzağım ki... Çok fazla şeyden vazgeçmişler İslam için. Ben ufak şeylerden vazgeçerken bile çok zorlanıyorum. Neyi ne kadar başaracağım, çok endişeleniyorum.''

Nihal sıcak bir gülümseme ile karşısındaki kıza bakarken, bakışlarına hasret dolmuştu. ''Abim bana bu kitabı hediye vermişti, okuyunca ben de sen gibi hayran kalmıştım tüm sahabelere. Onları güzel yapan dinlerine olan bağlılıkları, sevgileri, Allah'ın emirlerine olan itaatleri, Peygamberlerini örnek almaları... Evet, biz onların yaşam şekillerine, hal ve tavırlarına, tutumlarına uzağız belki ama yapabildiğimizce yakınlaşmak da bizim elimizde. Nefsimizle savaşıp nefsi isteklerden vazgeçmek için çabalamak bizim irademizde. Zor olması da çok normal gerçekten, çünkü zahmetsiz rahmet olmaz. İnsan Allah'a yakınlaşmaya çalıştıkça şeytan onunla daha çok uğraşıyor. Karşısına sıkıntılar çıkıyor, onun bu yolda yürümeye ne denli kararlı olduğunu ortaya çıkaracak sınavlara dönüşüyor bütün zorluklar. Endişelenme, sadece kararlı olup, işleri Allah'a bırakıp, O'na güvenip, sağlam adımlarla, az ama sürekli yürü...''

Giriş yaptıkları konu Hira'nın çok hoşuna gitmişti. Saçma magazin, moda, dizi muhabbetleri etmek ona hiçbir zaman bir mutmainlik vermiyordu ama Nihal ile giriştikleri ve uzunca bir süre devam ettirdikleri bu sohbet sanki zamanını ölmekten kurtarıyor, anlam katıyordu ânlarına. Nihal'in üslubunu, bildiği şeyleri aktarış biçimini, bilmediği kısımlarda açıkça bilmediğini söyleyişini çok sevmişti. Merak ettikleri bir kaç şeye internetten bakmışlardı. İyi anlaşmışlardı ve Hira tıpkı Merve'de olduğu gibi Nihal'e karşı da bir güven filizlenmesine izin vermişti içinde. Sonuçta ikisinin de yakın arkadaş olduğunu göz önüne alınca ikisini de sevmesine şaşırmadı. Dost, dostun aynasıydı ne de olsa.

Kapı zili çaldığında sohbetin dibine dalmışlar, bölününmesine üzülmüşlerdi. Hira ayağa kalkarken ''İnşallah abimler değildir, annemlerdir. Biraz daha otururuz eğer öyleyse.'' deyip kapıyı açmaya gitti. Karşısında Ebuzer ve Mahir'i görünce suratı asıldı. ''Niye geldiniz ya? Daha erken değil mi?''

Ebuzer şaşkınlıkla kaşlarını havaya kaldırdı. ''Erken mi? Saate baktın mı sen? Hem, hayırdır? Bizi gördüğüne memnun değil gibisin. İlginç.''

Hira kapıyı daha fazla açıp içeriye girmeleri için müsaade ederken bir yandan da cevap verdi. ''Ne güzel sohbet ediyorduk, şimdi siz almaya geldiğiniz için gidecek Nihal. O yüzden.''

Ebuzer kardeşinin bu halinden çok memnundu, tebessüm etti. Mahir'e dönüp ''İstersen gel kardeşim, biraz balkonda oturalım. Kızlar da sohbetlerine devam etsinler.'' dedi.

Mahir ''Saat geç oldu Ebuzer. Gidelim biz.'' dedikten sonra Hira için de bir cümle bıraktı aralarına. ''Nihal'i yine getiririm, sohbetinize devam edersiniz.''

''Söz mü?!''

Mahir, kızın ani ve heyecanlı sesi üzerine gülmemek için zor durdu. ''Söz. Siz istedikten sonra görüşmeniz zor değil.''

''Tamamdır! Ben Nihal'i çağırayım.''

Hira, içeriye girip Nihal'e haber verdikten sonra toparlandı genç kız ve kapıya çıktı. Ebuzer ve Hira onları yolcu edip içeriye geri döndüler. Ebuzer, kendini koltuğa bırakıp soluklandı ve koltuğun üzerinde duran tekneyi kucakladı. Bir kaç mısır alıp ağzına attı.

''Hira, bana da bi çay koysana.''

Hira, abisine çay koyup geldi ve yanına oturdu.

''Teşekkürler cadı.''

''Sensin cadı.''

''Abinle doğru konuş kızım.''

''Eğri mi konuşuyorum?''

''Espri yeteneğin yok Hira.''

''Biliyorum.''

''İyi, o zaman şu kitaptan bir bölüm oku da dinleyelim.''

''Olmaz, her gün bir bölüm okuyorum ben. Bugünkünü okudum.''

''Allah Allah!''

''İstersen diğerinden okuyayım.''

''Tamam, oku da ne okursan oku.''

Hira, odasına gidip okuduğu diğer kitabı aldı ve abisinin yanına oturup arkasına yaslandı. Kaldığı yerden okumaya başladığında Ebuzer'in onu dikkatle dinlediğine emindi.

''Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli. Eğer 14 yaşımdayken bana, 22 yaşıma geldiğimde Müslüman olacağımı, 30'lu yaşlarıma geldiğimde İslam üzerine bir kitap yazacağımı ve bu kitabın Türkçe'ye tercüme edilip Türkiye'nin önde gelen yayınevlerinden biri tarafından yayınlanacağını söyleseydiniz, muhtemelen size gülerdim. İşte bu yüzdendir ki hayatıma ve tecrübelerime baktığımda hayretler içerisinde ''senaryoyu yazan kimdir?'' diye sorarım. Bu mübalağalı söylem aslında Allah'ın hikmetine, ilmine ve hükmüne hamd edişimdir benim. Olduğumu sandığım kişi, olacağım kişi değilmiş meğer...''

Genç kız okudu, abisi dinledi. Bazı yerlerde durup yorumlar yaptı ve Ebuzer'le bunun üzerine konuştular. Kapı tekrar çalıp anne-babaları gelene dek devam etti bu döngü.


Loading...
0%