@sukunettekelimeler
|
Ben senin içini okumaya talibim, içini bilmeye. Ben senin içinde yaşamaya talip değilim sadece, talibim gerekirse içinde ölmeye... 🍂 İlyas, her zamanki gibi çay dolu bardakla sınıfa girip yerine oturdu. Her teneffüs çay alıp içer, ders esnasında içmesine izin veren hocaların dersinde de içerdi. Sınıftaki herkesin aklına çay deyince İlyas, İlyas deyince çay gelirdi. Hira, sırasının üzerine serdiği peçetenin üzerine elma dilimlemişti. Hafifçe yan oturdu, İlyas'a doğru dönüp ''Elma ister misin?'' diye sordu. İlyas başını hayır anlamında iki yana sallarken çayından bir yudum alıyordu. Yudumunu yutup ''Ben meyve yemem.'' dedi ve teşekkür etti. Genç kız şaşırmıştı. ''Nasıl ya!?'' ''Annem hep akşamları doğrar, dilimler, uzatır, ye der ama ben yemem. O da bana kızar tabi.'' Merve, elindeki elma diliminden bir ısırık almış, o da hafifçe yan dönmüştü. Hira kadar o da şaşkındı. Bir insan nasıl hiç meyve yemezdi? Hira güldü. İlyas'a ''Tabi, çaydan sıra gelmiyordur meyveye.'' dedikten sonra Merve'ye baktı. ''Biliyor musun, bu arkadaş günde neredeyse otuz bardak çay içiyormuş. Geçen sene sınıfta konuşurken söylemişti. Hayır yani bir de şeker kullanıyor! Bir bardağa iki şeker koysa günde 60 şeker eder. Şekeri bırakma tavsiyelerimizi dikkate alması gerek acilen ama hâlâ bırakmadı.'' ''Ciddi misiniz?'' deyip şaşkınlıkla ikisine de baktı Merve. Hira başını sallamış, İlyas da mimikleriyle doğru olduğunu tasdik etmişti. ''Çok şaşırdım. Babam çay tiryakisi sanırdım ama ondan beterleri varmış demek ki. Meyve yememene de çok şaşırdım. Ben meyveyi çok severim, bizim ailede herkes çok sever. Hani her babanın bir önemli bulduğu nokta vardır ya, cebindeki son parasını ona vereceği, işte benim babamınki meyvedir. Cebindeki son para da olsa meyve alır gelir eve.'' Meyve ve çayla başladıkları kısa sohbet öğretmen geldiğinde bölünmüştü. Dersleri İngilizceydi. Bu dersi seviyordu Hira, öğretmenini de, çünkü en güzel şekilde öğretiyordu onlara. Sadece derste Türkçe konuşmak yasaktı ve öğretmeni sürekli uyarıyordu eğer konuşan olursa. İngilizce konuşmaya çalıştıkları için hatalar yapıyor, bu hataların komikliğine kimi zaman kahkahalarla gülüyorlardı. Hele de Türkçe atasözü ve deyimleri İngilizce olarak dümdüz çevirdiklerinde ortaya çıkan kargaşa fazla surat ekşitilesiydi. Ders başladı, ilerledi. Bir ara en önde oturan erkek arkadaşlarından biri arkaya doğru dönüp İlyas'ın arkasında oturan diğer arkadaşa seslendiğinde herkes ona kulak vermişti. ''Piştt, Berkay! Memory hafıza ise memor hafız. Nasıl?'' Hepsi göz devirirken, Berkay başını 'sen iflah olmazsın' gibisinden iki yana salladı. ''Oğlum yapma, beni etkiliyorsun.'' İlyas araya girip espri yapmaya çalışan arkadaşına baktı. ''Çok düşündü mü bunu abicim?'' Öğretmen İngilizce olarak ''Lütfen İngilizce konuşun.'' diye uyardığında herkes tekrar önüne dönmüştü. Gelecek, istekler, hayaller, zamanı kontrol etmek hakkında konuşmaya başladılar, okudukları metinden yola çıkarak. Herkes fikrilerinden bahsederken İlyas da el kaldırdı aniden. Öğretmen başıyla ''Evet, İlyas.'' diye işaret etti ve onun fikrini de duymak istedi. (Burada araya giriyorum efendim. Konuşmalar İngilizce oluyor ama ben buraya Türkçe olarak aktarıyorum, bilginize. Öyle varsayalım.) ''Hocam, ben geleceği kontrol edebilirim.'' ''Nasıl?'' ''Çünkü bir şey dediğimde yahut istediğimde asla olmaz.'' ''Yani olmasını istemediğin şeyi istersen geleceği kontrol edip olmasını istediğin şeyin olmasını sağlıyorsun?'' İlyas'ın açıklaması ve öğretmenin karmaşık cümlesi üzerine ''Hayattaki şansım!'' diye mırıldandı Berkay, Türkçe olarak. Bir kaç kişi gülerken diğerleri tepkisiz kaldı. Dersin devamı normal geçmiş, öğretmenleri son beş dakika dersi bitirip bir ödev vereceğini söylemişti. Ödevi açıklamaya girişti. ''Dönem sonu geldi sayılır, bu yıl da böyle bitti. Ben de son son güzel bir ödev vereceğim size. Yapan herkesin performans notu yüz, şimdiden söyleyeyim. Çünkü emek vereceğiniz bir ödev. Yapmanız emek isteyeceği için emeğinize karşılık bulmuş olacaksınız. Yapmayanlar da tabi ona göre not olacaklar çünkü performans ödevi yerine geçecek aynı zamanda bu ödeviniz. Şimdi, neler yapacağınızı sırayla açıklıyorum, iyi dinleyin. Öncelikle en az üç kişilik gruplar olmalısınız. Her grup istediği konuyu seçecek ve bu konuyla ilgili araştırma yapacak. Röportaj, anket, okuma gibi bir çok şeye başvurabilirsiniz. Bir konu seçip kuru kuruya ödev hazırlamanızı istemiyorum. Özenmenizi ve bir çok kaynağa başvurmanızı istiyorum. Bu konu bilinçli olmamız gereken yahut toplumda önemli bir yeri olan konu olmalı çünkü sonrasında kamu spotuna benzer bilinçlendirici bir video çekmenizi istiyorum. Yani ilk yamanız gereken şey grup kurmak, sonra konu seçmek, okumalar yapmak, araştırma yapmak, konunun ehli kişilerle görüşmeler yapmak, bunları Ingilizce bir şekilde rapor haline dökmek, kamu spotu gibi bir video çekmek, son olarak da Haziran ayının ilk haftası bunu sınıfta kısaca sunmak. Sunumlarınız video ile birlikte 15 dakikayı geçmeyecek zaten. Burada her grubun önce videosunu izleyip sonra sunumunu dinleyeceğiz. Sunumu bir kişi de yapabilir herkes bir parça da anlatabilir, hiç fark etmez. Size kalmış iş bölümü kısmı.'' Öğretmen açıklamasını bitirdiğinde İlyas ''Ne gibi konular olabilir mesela hocam?'' deyip kadının cevabını bekledi. ''Herhangi bir şey olabilir. Pikniğe gidince yaktığın ateşi söndürmek, yaşlılara yardım etmek, küresel ısınmayı önlemek için bireysel olarak atılabilecek küçük adımlar, kız çocuklarının eğitimi, küçük yaşta evlilik... Herhangi bir şey. Size kalmış.'' Öğretmen hanım cümlesini bitirdiğinde zil çalmıştı. ''Gruplarınızı bir liste yapıp bana verin.'' deyip çıkabileceklerini söyledi ve çantasını alıp sınıftan ayrıldı. Bir kaç öğrenci çıksa da çoğu kalmış, grupları kurmak adına birbirlerine seslenip konuşmaya başlamışlardı. Bir kaç grup çoktan kurulmuştu bile. Hira, Merve'ye döndü ve gözlerine baktı.''Biz de aynı grupta olalım.'' Merve yavaşça başını salladı. ''Tabiki. Ama iki kişiyiz. En az üç dedi hoca.'' İlyas arka sıradan onlara hitaben konuştuğunda ikisi de ona döndü. ''Sizin için sorun olmazsa ben grubunuza dahil olmaya talibim hanımlar.'' ''Bana uyar.'' deyip başını salladı Hira. Merve de sorun olmadığını belirttiğinde İlyas gülümsedi. ''Üç silahşörler takımı göreve hazır öyleyse.'' ''Konumuz ne olacak?'' Merve'nin sorusu üzere hepsi biraz düşündükten sonra ''Düşünelim bir kaç gün, buluruz güzel bir konu.'' deyip sırasından kalktı İlyas. ''Çay almaya gidiyorum, ister misiniz?'' Merve hemen teşekkür edip hayır demeyi düşünse de Hira ''Olur, ben içerim.'' deyince kız kararsız kalmıştı. ''Mervenur?'' İlyas'ın onun cevabını beklediğini fark edince ''Ben de alayım o zaman.'' dedi ve İlyas başını sallayıp uzaklaşırken Hira'ya döndü. ''Geçen gün Nihal ile birlikteymişsiniz.'' ''Evet, bize gelmişti. Çok tatlı kız.'' ''Öyledir. Bu Cumartesi çarşıda buluşacağız onunla, gelmek ister misin sen de?'' Hira bu teklife sevinmiş ve heyecanlanmıştı. Nihal ve Merve ile daha fazla vakit geçirmek istiyordu ama bir yandan da sonradan aralarına girmiş gibi olup olmayacağını, yahut Nihal ile görüşmek istemesinin sebebinin Mahir'in kız kardeşi olmasından kaynaklanıp kaynaklanmadığını sorguluyordu içinde. Eğer öyleyse şayet, hoş olmazdı. Bu nedenle ''Çok isterim gerçekten. Bir düşüneyim, sana yarın haber veririm. Olur mu?'' diye cevap vermişti, hemen kabul etmek yerine. Yeşim'e, kendisiyle Ebuzer için arkadaşlık ettiğinden ötürü kızarken aynı şeyi kendi yapmış olmak istemiyordu. Bu yüzden gerçekten içinde sorgulayacaktı kendini. Ona göre karar verecekti. 🍂 Genç çocuk, uzun süredir sıcak geçen günlerden sonra bu içini titreten serin havanın gelmesine şaşırmıştı. Dolabını açıp raftaki düzgünce katlanmış olan mavi kalın şalı aldı ve ona sarınıp önce odasından sonra da evden çıktı usulca. Harun dedesi uyuduğu için sessiz hareket etmişti. Yaşlı adamın başı ağrıyordu ve biraz rahatsızdı, onu uyandırmak istemiyordu dinlenirken. Evin önüne çıkıp duvarın dibine konulmuş eski koltuğa oturdu yavaşça. Saçları rüzgardan ötürü uçuşuyor, ayağına terlik giydiği için parmakları üşüyordu. Üzerindeki mavili şala biraz daha sarınıp arkasına yaslandı. Bakışları uzaktan görünen parka doğru kaydı. Hava kararmaya yüz tuttuğu için çocuklar yavaş yavaş dağılıyorlardı. Parka yakın evlerde oturan annelerin balkonlardan ve pencerelerden seslenip çocuklarını eve çağırışlarını dinledi. Annesi düştü yine zihnine, yüreğinin orta yerine. Gerçi hep bir parça oradaydı zaten kadın... Dünyadaki masum kalan, bu kirli dünyaya ait olmayan nadir insanlardandı annesi. Diğergâm bir kadındı, merhametliydi, yardımsever, şefkat dolu, sabırlıydı... Biliyordu ki nadide bir örnekti annesi, ve şimdi daha güzel, daha mutlu bir yerde olduğuna emindi. Nadidelik, yardımseverlik derken üzerindeki şala kaydı bakışları yavaşça. O gün camide bu şalı üzerine bırakan kızı hatırladı. Onu hiç görmese de o ân kızın verdiği hisleri hatırladı. Onun da nadide biri olduğundan şüphesi yoktu Zahid'in. Yalnız üzerine bıraktığı şal ile değil, yüreğiyle de ısıtmıştı çünkü genç çocuğun içini. Güven, şefkat, diğergâmlık kokmuştu davranışları, annesi gibi... Hatırına gelince hafifçe tebessüm etmekten, içinden ona bir dua mırıldanmaktan geri kalmıyordu. Yine öyle yaptı, kızın içine ferahlık olsun diye bir kaç dua mırıldandı. Ona verebileceği en güzel hediye buydu Zahid'in çünkü ne tanıyordu onu ne de bulup teşekkür edebilirdi başka türlü. Sadece ismini işitmişti ablasından : Kevser. İsmiyle birlikte andı duasında. Hem genç çocuk biliyordu ki duadan kıymetli bir hediye yoktu. Kızın kendisini hatırlayıp hatırlamadığını, ona dua edip etmediğini düşündü bir an. Sonrasında cevaptam emin olamadı. Bu kez de annesinin yeni aldıkları şalın yokluğunu fark edince ne tepki verdiğini merak etti. Üzerinden aylar geçen bu olay şu an oturup etrafı seyrederken onu yine meşgul ediyordu. Nedenini ise biliyordu : hayatta herkesin çekirdek anıları olurdu, unutmadığı ve önemli bir yere sahip anılar. İşte o kız ve davranışı, o an Zahid için bir çekirdek anıydı... Pantolonunun cebindeki telefon çalınca elini cebine attı. Düşünceleri dağılmıştı. Arayanın Ebuzer olduğunu görüp neşeyle cevap verdi. ''Ooo hasretinden prangalar eskittiğim arıyormuş!'' Ebuzer'in gülme sesini işitti. Ardından ''Selamünaleyküm Zahid.'' dedi arkadaşı. ''Aleykümselam!'' ''Ne yapıyorsun? Ödevin falan var mı?'' ''Kapıda oturuyorum. Bitirdim ödevimi, okulda bir ders boştu, o sırada yapmıştım. Şimdi de akşamı iple çekiyorum nur yüzünü görüp hasret gidermek için.'' ''Hah! Süper! Akşamı iple çekme, erken gel diyecektim ben de sana. Nur yüzüme hasret kalmana dayanamadım.'' Zahid'ün gülüşü ahizede yankılandı. ''Olur tabi, seve seve de, neden, hayırdır?'' ''Biraz beyin fırtınası yapacağız kardeşim.'' ''Ne konuda?'' ''Bizim Hiralara bir proje ödevi vermiş hocası, o konuda.'' ''Ben de bizi hasret bırakan namert düşmanlarımızı nasıl alt edeceğimiz hakkında konuşacağız sanıp sevinmiştim ama neyse... Hira hanıma yardım etmek de boynumuzun borcu tabi.'' ''Hadi hadi, yine başlama. Bekliyorum.'' ''Tamam, geliyorum.'' Telefonu kapatıp içeriye girdi Zahid. Üzerine kazak ve ceket giyip Harun dedesinin uyuduğu odanın aralık kapısından başını içeriye uzattı ve yaşlı adama baktı. Uyuyordu. Yatmadan evvel zaten genç çocuğa ''Ben biraz evde kalıp dinleneceğim, gelemeyeceğim. Süheyl beylere selamlarımı ilet oğlum. Sen git, benim yerime de icabet et davete.'' demişti. Bu nedenle adamı rahatsız etmeden yine usulca çıktı evden. Süheyl beylerin evine vardığında kapının tokmağını tıklatıp bekledi, ikinci kez tıklatacağı sırada kapı açılmıştı. Kübra hanım güler yüzle karşıladı genç çocuğu. Kocası Süheyl bey aylar evvel onu harap halde burup dükkana götürdüğünde genç çocuk baygın yatarken ziyaret etmişti onu, yapabileceği bir şey var mıdır ki diye. Anne yüreği el vermemişti, oğlunu yerine koymuştu, dayanamamış gitmişti. Çocuğun yüzündeki yaralara merhem sürmekten başka bir şey gelmemişti elinden. İçindeki yaralara merhem sürmeyi dilemiş ama nasıl yapar bilemeyip dua ile ayrılmıştı yanından. Zahid, Kübra hanımın da kendisini o zaman gördüğünden habersizdi. Kadın ise onu her gördüğünde değişimine seviniyor, mutlu oluyordu onun adına. Onun da en sevdiği yemeklerin ne olduğunu öğrenmiş, yemeğe davet ettiklerinde özellikle onun için pişirir olmuştu. ''Hoş geldin Zahid, buyur içeriye oğlum.'' ''Hoş buldum Kübra teyze. Selamünaleyküm.'' ''Aleykümselam.'' Kübra hanım kapıyı kapatırken ''İçerideler bizimkiler, sen geç, geleceğim ben.'' deyip eliyle oturma odasını işaret etti gence. Zahid başını sallayıp içeriye doğru bir kaç adım atmıştı ki burnuna dolan kokulardan yine sevdiği yemeklerin yapıldığını anladı. Gülümseyrek içeriye girdi ve karşılıklı oturmuş baba oğula selam verdi. Süheyl beyin elini öpüp arkadaşının yanındaki boş yere oturdu. Nasılsın faslına girdikleri sırada Kübra hanım da kucağında Hâris ile birlikte içeriye girdi. Küçük çocuğu sevmek için kucağına almak üzere ayaklanan Zahid bir yandan da kadına bakıp gülümseyerek konuşuyordu. ''Kübra teyze, yine yemeklerinin kokuları bile doyuruyor vallahi.'' Kübra hanım küçük çocuğunu Zahid'in kollarına bıraktı ve boş olan tekli koltuğa oturdu. ''En sevdiklerinden yaptım benim yakışıklı oğluma.'' Zahid şımardığını hissederek işveli işveli gülümsedi. Yanında oturan arkadaşına dirseğini geçirdi. ''Bak, duy duy. Yakışıklı oğul ben oluyorum burada. Biraz sözümü dinle, şu saçlarını kısacık kesip durma da senin de yüzüne güzellik gelsin aslanım. Önerilerimi dikkate al.'' Ebuzer ''Ben böyle rahatım kardeşim, saçlar yük yapıyor kafama.'' deyip güldüğünde Zahid kucağındaki küçük çocuğun yanağını öpüyordu. ''Hâris, duyuyor musun abicim şu laftan anlamaz ağabeyini? Saçlar kafasına ağırlık yapıyormuş, hah! Sanki beyni çok büyük de kafasında hiç ağırlık kaldıracak yer yok!'' ''Ne diyorsun oğlum sen bana!'' Ebuzer'in sitemi üzerine kahkaha attı Zahid. Süheyl bey ve Kübra hanım da onların haline gülüyordu. ''Şaka yaptım oğlum şaka.'' Hira içeriye girip herkesin neşeyle güldüğünü görünce şaşırmamış yahut garipsememişti çünkü Zahid ne zaman gelse böyle neşeleniyorlardı. Zahid'in enerjik yapısından kaynaklanıyordu bu durum, biliyordu. İyi çocuktu gerçekten, seviyordu onu. Tanışalı uzun zaman olmasa da genç kız yıllardır tanıyor gibiydi onu, samimiydi. ''Hoş geldin Zahid.'' deyip başıyla selam verdi ve babasının oturduğu koltuğun bir köşesine geçiverdi. Zahid ''Hoş bulduk Hira, nasılsın?'' dedikten sonra bakışlarını kucağındaki küçük çocuğa yöneltti ve onu dizlerinin üzerinde zıplatmaya devam etti. Küçük çocuk kahkahalarla gülerken Zahid de onun gözlerine bakarak gülüyordu. ''İyiyim, sen nasılsın?'' ''Ben de iyiyim. Ödevin varmış, nasıl bir şey? Ne yapabilirim senin için?'' Hira ödevleri için henüz bir konu seçmedikleri için ağabeyine danışmış, o da Zahid'in fikirlerine güveneceğini bildiğinden arkadaşının da yorumlarını merak etmiş ve onu erken çağırmıştı. Genç kız Zahid'e ödevini açıklarken Zahid bir yandan onu dinliyor bir yandan Hârisi dizlerinde zıplatmayı sürdürüyordu. Hira, küçük kardeşinin ve Zahid'in gülme seslerinden ötürü kendini bir süre dinlenilmiyormuş gibi hissetse de ara ara Zahid'in onu dinlediğini belli edercesine yüzüne kayan bakışlarından ötürü bu histen kurtulmuştu. Sonunda genç kız açıklamayı bıraktığında hep beraber bir beyin fırtınası faslına giriştiler. Önce büyük düşünüp savaşlar hakkında güzel bir şeyler çıkabileceğini öne sürmüştü Zahid. Bu konu üzerine Süheyl bey ve Kübra hanımın da fikirlerini aldıktan sonra konuyu kenarı bir seçenek olarak bırakıp başka şeyler de düşünmeye karar verdiler. Bu kez de kucağındaki küçük çocuk aklına bir fikir getirmiş, dünyanın ve insanlığın en önemli yapı taşları olan çocuklar hakkında da güzel bir şeyler olabileceğini düşünmüştü. Bir süre de çocuklar hakkında neler yapılabileceğini düşünmüşler, konuşmuşlardı. Son aşamada hangisini seçmenin daha mantıklı olacağını tartışırlarken ikiye bölünmüşlerdi. Kübra hanım ve Ebuzer çocuklar konusunu, Hira ve Süheyl bey savaş konusunu daha yararlı bulmuştu. İki tarafın da kendi mantıklı bulduğu konuyu savunmaya girişmesi ile oda şenlenmiş, fikirler havada uçuşmuştu. Bir süre sonra karara varılamayacağını anlayan Zahid ''Zaten grup arkadaşlarının da onayı gerekiyor. Onlarla birlikte karar verirsiniz Hira. Çok uzatmamıza gerek yok bence.'' diyerek ortamı biraz dinginliğe erdirmek istemişti. Söyledikleri Ebuzer ve Hira tarafından aydınlatıcı bir etki yapmış, iki kardeş kabullenerek susmuştu fakat Kübra hanım ve Süheyl bey konuşmaya devam ediyordu. Karı koca fikir çatışmasına girmiş, sakince tartışıyorlardı. Üç genç birbirlerine ve onlara baktıktan sonra gülüşmüşleri. Zahid tekrar sesini duyurmak üzere yalandan yere boğazını temizledi ve dikkatleri üzerine çekti. ''Öhöm öhöm. Ortak bir yol da bulabiliriz diye düşünüyorum. Hem savaş hem çocuklar : Savaşın Çocukları. Hem o çocukların sesi olmuş olur bu proje.'' Herkes hayranlık ve kabulleniş ile başını sallamıştı. ''Çok güzel, çok güzel! Kesinlikle bu konuyu yapın kızım. Arkadaşlarına da söyle.'' Hira'nın da hoşuna gitmişti bu fikir. Geriye sadece İlyas ve Merve'ye haber vermek kalmıştı. ''Ben hemen onlara mesaj atayım.'' deyip odasındaki telefonunun başına gitti. Üçünün dahil olduğu bir WhatsAp grubu açmıştı. Henüz hiç konuşmamışlardı. Gruba girip ilk mesajlarını bıraktı oraya genç kız. Merve zaten biriyle konuşuyor olmalıydı ki hemen cevap vermişti. Konu hoşuna gitmiş, ona uygun olduğunu söylemişti. Sonrasında da bu güzel fikir için tebrik etti arkadaşını. Gülümsedi Hira. Fikrin asıl sahibinin kendisi olmadığını kısaca söyleyip ona teşekkür etmelerini belirtti. Onlar yazışırken İlyas da mesajı görmüş, o da beğendiğini yazmıştı. Sonuç olarak konuları belliydi. Bu içlerini rahatlamıştı. Konu belli olduğuna göre şimdi geriye çalışmak kalıyordu. Hira içeriye geri döndüğünde Zahid'in müsaade isteyip çalan telefonuna bakmak üzere odadan ayrıldığını, Hâris'i Ebuzer'in kucağına bıraktığını görüp az evvelki yerine geri oturdu. Karşı koltuktaki küçük kardeşine uzaktan laf atıp severken Süheyl bey kızına hitaben konuşmaya başlamıştı. ''Konuşup röportaj yapabileceğiniz kişiler, çocuklar da bulun kızım. Bizim dükkanda da kitaplar var bir kaç tane konuyla ilgili, onları da okursunuz.'' Hira evet dercesini başını salladı babasına. Zahid içeriye geri döndü ve yerine oturup arkasına yaslandı. Bakışlarını Hira'ya çevirip konuşmaya başladı. ''Benim bir hocam var, dükkana gelmişti hani bir keresinde, Handan hoca. Kıvırcık saçlı bir kadın, hatırlıyor musun?'' Hira hatırladığını belli edercesine başını sallayınca Zahid devam etti konuşmaya. ''Şimdi o aramış hal hatır sormak için. Arayınca aklıma geldi, Handan hoca Kilis'e mülteci kamplarına ziyarete gitmişti. Bu konularda ilgili birisidir. Onunla da konuşup yardım alabilirsiniz.'' Hira çok memnun kalacağını belli edip teşekkür ettikten sonra Zahid genç kıza Handan öğretmeninin numarasını verdi. ''Ben onunla da konuşurum yarın okulda, seve seve yardımcı olacağına eminim. Haberleşiriz.'' ''Tamamdır, çok sağ ol Zahid ya!'' ''Ne demek efendim...'' Zil sesi duyulunca ayaklandı Hira. ''Ben bakarım.'' Kapıyı açmaya gittiğinde kimin geleceğinden habersizdi. Harun dede olabileceğini düşünmüştü. Çünkü Harun dede ve Zahid yemeye davetliydi bugün onlara. Tebessümle kapıyı açtığında karşısında Mahir'i görmüş, şaşırmıştı. Onun geleceğinden haberi yoktu. Bir an göz göze geldikten sonra Mahir bakışlarını kaçırmış, ayakkabısını çıkarmaya koyulmuştu. ''Hoş geldin Mahir.'' ''Hoş bulduk. Selamünaleyküm.'' ''Aleykümselam.'' Ayakkabılarını çıkaran gence yol verip kapıyı arkasından kapattı Hira. Mahir, içeriye girip hemen yanındaki askılığın önünde durdu. Başını örten örme siyah şapkasını çıkardığında turuncu saçlarının bir kısmı havada kalmıştı. Hira şapkayı almak için elini uzattığında diğer ucundan tutup verdi kıza, Mahir. Ve hemen ardından havalanan saçlarını eliyle düzeltip boynuna doladığı siyah-gri atkıyı çıkarttı. Hira atkıyı alırken istemsizce gülümsemiş, asmadan evvel elinde bir kaç saniye fazladan tutup süzmüştü şöyle bir. Örerken yapılan hataları fark edip gözlerini kıssa da gülümsemeye devam ederek astı atkıyı. ''Bir sürü yanlış ilmek var, yenisini yapayım mı sana?'' Onun gülümseyişini fark eden Mahir de hafifçe tebessüm etmiş, kızın sorusu üzerine bir an onunla göz göze gelmişti. Başını iki yana sallayıp istemediğini belirtti. ''Hayır, gerek yok. Bu yeterince kıymetli. Daha iyi ısıtıyor.'' Zihinlerinden aynı anının geçmesinden habersiz ceketini çıkarıp bu kez kıza vermek yerine kendisi asmıştı askıya. Daha fazla bir şey söylemeden hızlı adımlarla içeriye kaçtı ve herkese selam verdi. Hira, askıya astığı atkıya bir kez daha baktı ve kendini bir yıl evvelindeki anının sokaklarında gezindirdi bir süre. Abisi hasta olduğu için okula gelemememişti o gün. Yeşim ile de henüz ayrılıkları yeniydi. Ebuzerden ötürü takılıyordu kendisiyle, acımasız bir şekilde bunu öğreneli henüz bir iki hafta olmuştu. Kimseye artık güvenemiyor, kendini inatla herkesten soyutluyordu. Abisi ve dolayısıyla da Mahirle oturuyordu artık genellikle teneffüslerde. Tabi her ne kadar abisi olduğu için Mahirle aynı ortamı paylaşmak durumda kalsa da tek başınayken onun yanına gidecek kadar da kendine güveni yoktu. Bu nedenle yemekhanede iki kişilik masalardan birine oturmuş, tek başına yemeğini kaşıklıyordu. Bakışları bir an arkadaş grubunun arasında keyifle yemek yiyen Mahir'e takılmıştı. Bir kaç masa ötede olsa da göz göze gelmelerine şaşırarak hızla önüne dönüvermişti ve çorbasından gözlerini ayırmadan kaşıklamaya başlamıştı yemeğini keyifsizce. Tek başına yemek yemeyi oldu olası sevmese de buna mecbur olduğu zaman çok olmuştu. Bir kaç dakika sonra başında birinin dikildiğini fark edip bakışlarını kaldırınca Mahir'in gülümseyen yüzünü görmeyi beklemiyordu. Genç çocuk ''Oturabilir miyim?'' deyip kızın karşısındaki boş sandalyeyi göstermiş, müsaade alınca da elindeki tepsiyi masaya bırakıp sandalyeyi geri çekmiş, rahat bir pozisyonda yerleşmişti. ''Afiyet olsun.'' dedikten sonra Hira da ona aynı şekilde karşılık vermişti. Neden arkadaşlarını bırakıp yanına geldiğini merak etse de bundan bir yanı epey memnundu genç kızın. Mahir aralarındaki sessizliği bozmuş, kızla ufak bir sohbete girişmişti. Önce Ebuzer'in neden gelmediğinden başlamışlar, sonra bir kaç hocanın sınav tarzları hakkında konuşmuşlardı. Bunu gündelik hayata giriş takip etmiş, yeniden Ebuzer hakkında konuşmuşlar, Hira konu oraya nasıl geldi anlamadan örgü örmeyi öğrendiğini söylemişti. Hatta çok iyi hatırlıyordu o zaman dediklerini. ''Örgü örmeyi öğreniyorum yengemden, atkı ördüm hatta bir tane. İlk ördüğüm şey olduğu için benim için çok değerli. Yengemin dediğine göre örerken hatalar yapmışım ama olsun. Değerli olduğu için ilk ördüğüm atkıyı abime hediye edeyim dedim ama beyefendi istemedi. Neymiş, o öyle şapka, eldiven, atkı gibi şeyler takamazmış. Çok bunalıyormuş. Ziyan olurmuş. Takacak birine verecekmişim ya da kendim takacakmışım.'' Hira bunları söylerken Ebuzer'i taklit etmiş, Mahir de gülmüştü. ''Bak sen! Ebuzer'in bu kadar kıymet bilmez olduğunu bilmiyordum!'' diye takılmıştı kıza. Sonra şakasına ''Ben olsaydım seve seve alır takardım mesela. Bence atkılar, eldivenler ve şapkalar güzel varlıklar. Hele de Mahir isen ve gereğinden fazla üşüyen bir bünyeye sahipsen...'' demişti kendinin bu huyundan dem vurarak. Hira da hiç bekletmeden ''Sana verebilirim istersen.'' diye atılmıştı. Mahirle göz göze geldiklerinde onun mavilerinde kulaç atmanın içinde farklı bir şeylere sebep olduğunu biliyordu bir süredir. Mahir, onun için farklıydı. Henüz buna tam bir isim vermemişti kız ama hissediyordu farklı olduğunu. Yoksa neden onunla göz göze gelmek büyük bir mesele olsundu ki? Yahut konuşmak, karşılıklı oturmak, gülümsemesi, yürüyüşü, ses tonu... Mahir bir an afallamıştı. ''Yok ya, kıymetli o şimdi, ilk eserin. Sakla sen, daha önemli birine verirsin.'' Hira kaşığını yemeğinde gezdirirken ''Sen de gayet önemlisin benim için.'' dediğinde bunu bu şekilde ifade etmeyi beklemiyordu. Bunun verdiği utançla bakışlarını yemeğinden ayırmamıştı. Mahir yeniden şaşırsa da bu kez bir gülümseme peydah olmuştu dudaklarında. ''Senin kadar olmasın...'' Aldığı yanıt ve bunun rahatça Mahir'in dudaklarından dökülmesinden cesaret alıp bakışlarını kaldırmıştı tekrar onun yüzüne doğru. Mahir gülümsüyordu. O da gülümsedi. ''Yarın getireceğim. Ama takacaksın ve kaybetmeyeceksin, söz mü?'' ''Söz.'' demişti Mahir. ''Yalnız, sakın örerken yaptığım hatalara dikkat etme tamam mı? Bütüne bak.'' ''Sorun olmaz, merak etme. İlk kez yaptığın için çok normal hatalar olması. Hayat gibi işte, ipleri dokurken hatalı yerler oluyor bazen kendi ellerimizle yaptığımız... Ama bütüne bakmak gerek. Ortaya ne çıktığı önemli. Ayrıntılara, küçük hatalara takılınca her şey değerini yitirir.'' ''Mahir Öztürk'ün içinde bir felsefeci yahu edebiyatçı mı var? Yoksa bana mı öyle geliyor?'' Kızın tebessümle kurduğu cümleler üzerine tebessümle göz kırpmıştı Mahir. ''Mahir Öztürk'ün içinde çok şeyler var Hira, sadece kimse görmüyor.'' Genç kız, annesinin seslenişi üzerine kendine gelmişti. Anının kollarından sıyrıldı ama sıyrılmak istemiyordu. O zamanlara dönüp onunla sohbet etmek, gözlerine bakmak, gülmek istiyordu. Hatta bir keresinde olduğu gibi başını onun omzuna yaslayıp sakinleşmek... Orada dinginlik bulmak. Annesinin sofrayı hazırlamasını istemesi üzere mutfağa gitmişti. Sofrayı hazırlarken içinden konuşuyordu kendi kendiyle, yahut Mahirle. ''İçindeki o çok şeyleri de, her şeyi de görmek istiyorum Mahir. İçinde ben de var mıyım, ne kadarım, neyim görmek istiyorum... Ama sen kendi içindekilere anlam verdikten sonra bu imkansızlaştı. Şimdi ben de kendi içimdekilere anlam veriyorum. O zaman başkalarının da benim içimdekileri görmesi imkansızlaşacak mı?..''
🍂 ''Allah aşkına bana ekrana çok fazla bakacağım bir görev vermeyin. Bakın daha bu hafta gözlük takmaya başladım! Zaten hiç yakışmıyor! İyice kör olmak istemiyorum.'' İlyas'ın yakarışı iki kızı da gülümsetmişti. Merve sessizce çorbasını içerken ''Benim için fark etmez hiç. Ne derseniz yaparım.'' deyip İlyas'ı rahatlamak istedi. Bu öğlen yemeği birlikte yiyor, aynı zamanda proje ödevleri hakkında konuşuyorlardı. ''Aynen.'' dedi Hira, Merve'ye karıldığını belli edercesine. Hemen sonrasında ise İlyas'a kaşlarını kaldırarak baktı. ''Ayrıca gayet de yakışmış gözlüklerin. Sana öyle geliyor.'' ''Neresi yakışmış ya! Yeşilçam filmlerindeki Hüdaverdi gibi oldum resmen kızım!'' İki genç kız da bahsedilenin kim olduğunu bildiklerinden ufak birer sesli gülüş bıraktılar İlyas'ın bu cümlesi üzerine. Merve bir haftadır İlyas'ın gözlükten yakınmasına artık dayanamayarak gülmeye son verdikten sonra ciddiyetle konuştu. ''Abartma İlyas, hiç de sürekli yerdiğin gibi kötü değil gözlüklerin.'' ''Bir kaç bin kere daha derseniz ileride belki inanırım.'' Hira başını iki yana sallayıp ''ah ah İlyas!'' dercesine arkadaşına bir bakış attıktan sonra elindeki kaşığı kenarı bıraktı ve ellerini birbirine hafifçe vurdu. İki arkadaşına da bakarak konuşmaya başladı. ''O zaman şöyle yapalım mı? Videoları editleme, birleştirme ve alt yazı ekleme işi İlyas'ta olsun. Anlıyormuşsun bu işlerden. Merve videoda söyleyeceklerimizin konuşmasını yazsın. Yani aynı zamanda alt yazıyı. Sen sadece uygun yerlere yerleştireceksin İlyas. Görüştüğümüz kişilere sorulacak soruları da Merve hazırlasın. Tabi biz de aklımıza gelen başka sorular olursa ekleriz. Ben de yaptığımız görüşmelerde aldığımız ses kayıtlarını yazıya dökerim. Onları paylaşıp üçe böleriz, her birimiz kendi payımıza düşen kısmı İngilizce'ye çeviririz. Sonra hep birlikte rapor hazırlarız. Seçtiğimiz kitapları hepimiz okuruz, oralardan da alıntılar kullanırız raporumuzda. Handan hocayla görüşmeye birlikte gideriz. Ha bir de, İlyas'ın bahsettiği eski ilk okuluna ve oradaki çocukları görmeye; Merve'nin bahsettiği yardım vakfına ve oradaki çocuklarla röportaj yapmaya da birlikte gideriz. Nasıl?'' Herkes kabul etmiş, genel hatlarıyla neler yapacakları kesinleşmişti. ''Ben bir kaç kitap buldum. Suriye Zindanları isimli kitabı aldım bile, okumaya başladım bu sabah. Bitirince size veririm.'' İlyas'ın cümlesi üzerine ''Süper.'' dedi Hira ve ekledi. ''Babam da bir kaç kitap verdi bize dükkandan. Onlardan da seçeriz. Şu an ben de onlardan birini okuyorum : Haykırış. Belgeseli de varmış kitabın, isterseniz okumak yerine onu da izleyebilirsiniz.'' ''Ben de Kurşunların da Rengi Var isimli kitabı okuyorum. Bosna soykırımını yaşamış küçük bir çocuğu anlatıyor o da. Bitirince değiş tokuş yaparız.'' Sohbetleri ilerlerken bir süre sonra proje konusu kapanmıştı. Başka konulara geçmişler, İlyas'ın anlattığı olaya gülüyorlardı. ''Abi resmen ablalar eziyet ediyor insana ya. Dün ablam geldi, ders çalışıyordum usluca. Telefonundan bir kaç tane güzel tatlı tarifi bulmuş. Videolarını seyrettirip resmini gösterdi. Ağzımın suyu aktı resmen görür görmez. Biliyor tatlıya olan düşkünlüğümü. Sonra 'Yanına bir de çay, oh süper gider dimi?' falan deyip beni iyice kalbimden vurdu. Yapacağını düşündüm, umutlandım, heyecanladım, beklentiye girdim. 'Hangisini yapayım' diyecek sandım. 'Bir yapalım da yiyelim' diyecek sandım. O ne yaptı!? 'Ama maalesef yapamam, kilo vermem lazım.' deyip çekti gitti. Bütün umutlarım Japonların yıkım taktiği kullanılmış gibi üstüme yıkıldı vallahi. Zalimin kızı! Zaten yurtta kalıyorum, eve hafta sonları gidiyorum sadece. Onda da böyle muamele görüyoruz işte! Ah be hayat! Ayrıca kilo vermek isteyen insan neden öyle videolar izler ki kardeşim? Canını niye istetiyorsun, sadist misin nesin?'' Hira, arkadaşının yaşadığı olayı anlatış şekli dolayısı ile karnı ağrırcasına gülerken elini dudaklarının önüne siper etmişti istemsizce. Bakışları bir an bir çift mavi gözler karşılaşınca ne olduğunu şaşırmış, gülümsemesi donmuştu. Mahir'in kaşlarını çatmış bir şekilde kendisine baktığını, hatta hâlâ baktığını fark ettiğinde ilkin ne düşünse bilememişti. Abisiyle ve bir kaç arkadaşıyla daha bir masada oturuyorlardı ve yüzü ona dönük olan taraftaydı. Abisinin ise sırtını görebiliyordu. Mahir normale göre fazladan üzerinde duran bakışlarını kaçırdığında dikkatini tekrar arkadaşlarına verdi Hira. ''Amaaan! Hem beni istemiyorlar, hem başka arkadaş bulunca kötü kötü bakıyorlar! Oldu efendim! Ne istiyorsunuz tam olarak?'' ''İlyas, bu böreği yer misin?'' Merve'nin, karşı çaprazında oturan arkadaşına tabağındaki dokunulmamış böreği göstermesi üzerine konunun çoktan değişmiş olduğunu fark etti genç kız. İlyas ''Hira ister belki, o yemezse yerim.'' deyip sorarcasına kendisine bakmıştı. Hira, Merve'nin kendine sormayış nedenini biliyordu. Kilo vermek istediğini ve bir süre bu tarz şeyler yemeyeceğini söylemişti kıza. Hatta kendine de börek almamıştı bilerek. İlyas'a yemeyeceğini söyleyip arkadaşının tabağındaki böreği İlyas'ın tabağına bırakışını seyretti. ''Teşekkürler Mervenur.'' ''Afiyet olsun.'' deyip belli belirsiz gülümsedi Merve. Yemeklerine devam ederlerken, gülerken ve sonrasında üçü birlikte bahçeye çıkıp çay eşliğinde biraz otururken de arada bir üzerine konuk olan bakışlardan habersiz bir şekilde devam etti gününe Hira. Üç dostu vardı artık, mutlu hissediyordu onlarla vakit geçirirken. Merve, İlyas ve Nihal. Evet, Nihal. Mahir'in kız kardeşi olduğu için değil, onu gerçekten sevdiği ve sohbetini hoş bulduğu için ona değer veriyordu. Bu nedenle Merve'nin teklifini kabul etmiş, o haftasonunda onlarla buluşmaya gitmişti. Birlikte geçirdikleri vakitten keyif almış, bir şeyler öğrenmiş ve öğretmiş, güç bulmuştu. O da Merve'den farksızdı artık Hira için. Hatta kendisiyle tesettür konusunda yaşadığı problemini paylaşmış, fikirlerini almıştı. Onu takdir ediyordu. Ve biliyordu ki Nihal, istediğine ulaşacaktı. Ailesine karşı çıkma pahasına olsa da... |
0% |